Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm

@tanvakti108

Merhaba.

 

Okumaya geçemeden önce oy ve yorum yapmayı lütfen unutmayın bu bölümde yorumlarınızı bolca okumak istiyorum.

 

Melike şahin, Nasır

Mahşer, Gökhan Türkmen

 

Keyifli okumalar...

 

26.Bölüm

 

Genç adam elinde telefon öylece çalışma odasında dikilirken ahizeden yükselen sesi duydu. Duyduklarının gereçekliği kendisini yakarken parmak buğumları beyaz kesilecek derece sıktı telefonu elinde. Paramparça olmasına az kalmıştı elindeki telefonun.

 

Hissettiği özlemle yutkundu.

 

Kavruldu yüreği. Gözleri hissettiği özlemle, hasretle doldu.

 

Gözlerini sımsıkı yumdu, dudakları titredi.

 

Roya'sı gelmişti. Sevdası sürgün edildiği toprağa geri dönmüştü.

 

Ayakları bedenine ihanet edercesine ilerlerken ne yaptığını bilmiyordu. Heybetli duruşu aldığı haberle yerle bir olmuştu. Şimdiye dek içinde savaş açtığı sevdasıyla yüz yüze geleceği gerçeği kırgın bir öfkeye tutmuştu kendisini. Onun bakışlarındaki kırgınlığa, öfkeye henüz hazır değildi.

 

Bir kez daha görmeye hazır değildi.

 

"Elini tutmayacak Araf," yutkundu. "Senin tutmadığın eli bir daha sana uzatmayacak." Kendi kendine mırıldanıp durdu. Kendi gerçeğini kendisine hatırlattı.

 

Her gün hatırlatıyordu fakat bir umut düşüyordu yüreğine ve o bu ümit peşinden sürükleniyordu.

 

Masanın gerisindeki koltuğunun üzerindeki ceketini hızla alıp giydi. İçindeki çocuksu heyecana dur diyemiyordu. Odasından çıktığı gibi avluya inen merdivenlere doğru yürüdü fakat önüne çıkan Rojin'le durmak zorunda kaldı.

 

Sürmeli gözleriyle kendisine bakan kadına çatık kaslarıyla karşılık verdi. "Çekil," dedi uyarı bir ses tonuyla.

 

Rojin çekilmek bir yere Araf'ı bu konaktan çıkarmamak herşeyi yapmaya hazırdı. Almıştı o da haberi. Roya Karadağ Urfa'ya dönmüştü. Yüzü büyük bir kıskançlıkla kızarırken kocasına yakınlaştı. Gözlerindeki hırçınlığı bir kenara atıp yüzüne muzip bir ifade yerleştirdi.

 

"Nereye gidiyorsun? Bugün evde olacaktın?" Diye sorarken ince, esmer elini kocasının yakasına doğru uzattı. Orada toz varmış gibi silkelerken başını yukarı doğru kaldırıp dudaklarını ıslattı.

 

Araf kendisine kur yapan karısıyla sabır çekerek gözlerini birkaç saniye kapalı tutup açtı. Elini kaldırıp boynuna doğru uzanan ince bileği yakaladı. Yüzüne çalınan öfkeyle eli sertçe kendisinden uzaklaştırıp kendisine sulanan karısına iyice yaklaştı.

 

Bu yaklaşım Rojin'nin nefesini kesti. İkinci aylarına girmelerine az kalmıştı ama onlar daha birlikte olmamışlardı.

 

Ne kadar Araf'a yaklaşıp cilve yapsa da, üzerine gidip onu tahrik etmeye çalışsa da Araf onu bir şekilde geri püskürtmenin bir yolunu buluyordu. Ama artık dayanamıyordu Rojin. Kocasının olmak istiyordu!

 

"Bana bu şekilde yaklaşma demedim mi sana ben?"

 

Rojin omuz silkti.

 

"Kocam değil misin?" Elini birkez daha adamın boynuna yerleştirdi. Araf'ın kokusunu derin derin çekti ciğerlerine doğru. "Ben senin karınım Araf Ağa."

 

"Bir yanlışın var Rojin Sarıkaya." Sertçe, bir kez daha kendisinden uzaklaştırdı eli. "Zorla kendini karım yaptın."

 

"Evlenmeye bilirdin," derken ciddiydi Rojin. Artık sıkılmıştı bu cümleleri duymaktan. "Evet belki hastayım! Öleceğim ama sen bunun için benimle evlenmeye bilirdin!"

 

"Ulan kadın!" Diyerek bas bas bağıran kadını tuttuğu gibi odasına çekerek kapıyı gürültüyle kapattı. "İntihar eden kimdi! Roya seni vurduğu için ondan şikayet olmak isteyen kimdi!"

 

"Bendim!" Diye yüzüne yüzüne haykırdı Rojin. "Bunların hepsini yapan bendim ama sen," dedi adamın üzerine doğru giderek. "Sen bu dediklerimi haledecek kadar güçsüz değildin! Eğer Roya'yı gerçekten sevseydin ne yapar eder onunla giderdin!"

 

Araf sinirle ellerini saçlarından geçirip durdu. Sakin olmalıydı yoksa bas bas ne dediğini bilmeyen bu kadını boğacaktı. Dediklerini anlamak istemiyordu. Kabullenmek istemiyordu.

 

"Ben Roya'yı sevdim!"

 

"Ben de seni sevdim!" diyerek karşılık verdi Rojin. "Sen de bir zamanlar beni seviyordun! Benim sevgim gerçek ama seninki değil. Kabul et Araf Ağa sen Roya'yı onun seni sevdiği kadar sevmedin!"

 

"Sus!" dedi Araf öfkeyle.

 

"Sen onu hak etmedin! Roya senin için sadece ulaşılamaz biriydi! Sen onu ulaşamadığın için sevdin!" Bir taraftan haklıydı kadın. Araf Roya'yı hak etmemişti.

 

Öfkeden kıpkırmızı kesilen Araf Rojin'e uzandığı gibi onu geriye doğru atıp yatağa düşmesine neden oldu. Yatağın üzerine çıkıp Rojin'nin ağzına elini yasladı. "Sana sus dedim kadın! Sus! Sus! Senin haddine değil benim onu ne kadar sevdiğimi ölçmek!"

 

Rojin'in ilk defa gururu kırıldı. Üzerine çıkıp Roya'yı sevdiğini haykıran adam kocasıydı.

 

Hasta olan bedeni büyük bir acıya tutundu.

 

Canını yakıyordu kocası.

 

"Ben ölsem de bu kalp bir tek Roya ismini söyler! Ben bir tek onun için yandım, yanmaya da devam ediyorum seninle evli olmamız umrumda değil!" Gözlerinden yaşlar akan kadının üzerinden bir hışımla kalktı. Nefesleri düzensizleşmişti.

 

"Sen sadece benim zorla evlendiğim karım olarak kalacaksın Rojin Sarıkaya! Bunu sakın aklından çıkarma!"

 

Hiddetle kapıya yöneldiği zaman Rojin hıçkırıkları arasından konuştu. "Bu söylediklerini asla unutmayacağım Araf Ağa! Sana da unutturmayacağım!"

 

Kim bilebilirdi ki birkaç saat sonra olacakları...

 

İki kişiden birinin pişman olacağını...

 

*

 

Roya konuşmasıyla yeri göğü birbirine katarken herkes bu gelişten korktu.

 

"Sen ne dersin Karadağ kızı!"

 

Roya bilmemezlikten gelen yaşlı adama doğru güldü. "Babam derim Hüso Ağa. Benim babamın ölümüne kim sebep oldu?" Arkasını dönerek herkese tek tek baktı. "Geçmişin krini süpürmeye geldim!" Sarf ettiği her bir kelime ecele yazılan fermandı.

 

"Hüso Ağa, biz buraya kalmaya değil geçmişi aralamaya geldik."

 

"Cihangir Ağa, sen aklını mı kaçırdın! Ne ölümü, ne geçmişi?"

 

Cihangir'in kaşları çatıldı. Bilmemezlikten geldiğini görüyordu fakat kendilerini kandırmayı başaramazlardı. Bugün herşeyi ortaya çıkarıp öyle gideceklerdi Roya'sıyla Hakkari'ye. Yusuf Agir Bozbey'in kendisine anlattığı geçmişin daha derinine inip bulacaktı.

 

Yaptığı hatasını böyle iyileştirmeye çalışıyordu Yusuf Agir.

 

Roya, başını Cihangir'e doğru kaldırdı. Cihangir üzerindeki gözleri hissederek Roya'ya döndüğünde hırçın bakışlarına baş salladı. Aldığı onayla bir adım geriledi. Birkaç adım daha gerileyerek meydanın ortasına kadar gitti. "Babamın olümüyle ilgili tanık olan var mı?" Diyerek bağırdı. Kimseden ses çıkmadı. Herkesin gözü bir Roya'nın üzerinde bir de Roya'ya bakan Cihanagir'in üzerinde gidip geliyordu.

 

Roya bir kez daha bağırdı. "Geçmişte olup biteni bilen bir Allah'ın kulu yok mu!" Kimseden yine ses çıkmadığında umutsuzluğa kapıldı. Buradan birşey çıkmayacaktı. Yenilmiş bir ifadeyle Cihangir'e doğru giderken arkasında kudretli bir ses çığ gibi döküldü meydanın ortasına.

 

"Yâde Rozan'a git kızım." Royaz başını sesin geldiği yöne doğru çevirdiğin de Yâde Rozan'nın yaşında, çenesinde deqlerle süslenmiş Yâde Azize'yi gördü.

 

Yâde Rozan'nın biricik düşmanı.

 

İki yaşlı kurt asla anlaşmıyorlardı.

 

Roya bir umut kadına yaklaştı. "Sen biliyorsun." dedi emin bir sesle. "Yade Azize?" diye seslendi ancak kadın kalabalık arasından sıyrılmaya başlamıştı bile. Takıldı peşine Roya.

 

"Yâde Azize," desede durmadı yaşlı kadın. Peşinden gelen Roya'nın inadını bilse de bir kez bile dönüp bakmadı ardına. Bastonuyla birlikte bir araca doğru giderken Roya kimseyi takmadan bağırdı. "Törenin beni yasa sürüklemesine izin mi vereceksin Yâde! Bir kadının ezilmesine izin mi vereceksin? Benim bildiğim Azize Çapanoğlu böyle birşeye izin vermez!"

 

Vermezdi.

 

Azize Xanım yerinde durdu.

 

Derin bir iç çekerek arkasındaki genç kıza ve onun ardında durmuş delikanlıya baktı. Geçmişi bugüne dökmek onun haddine değildi.

 

"Yâde Rozan'a git keçamin."

 

Roya'nın omuzları düştü. "Anlatmaz bana,"dedi nenesini bilerek.

 

Azize Xanım elbette eski dostunu tanıyor, biliyordu. "Eğer anlatmazsa bana gel. Ben anlatırım sana."

 

Roya'nın yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. "Peki seni nasıl bulacağım?"

 

Önüne dönüp siyah araca binmeden önce, "Ben bulurum seni." Dedi ve arabaya binerek uzaklaştı meydandan.

 

Roya yüzündeki gülümsemeyle arkasını döndüğünde kendisine bakan Cihangir'le kısa bir an duruldu. Cihangir kendisine doğru gelen kadınla gurur duyuyordu. Yanına yaklaştığında en güzel gülüşünü sergileyerek baş salamı verdi.

 

Kendisine baş selamı veren Cihangir'e karşılık verip beraber araçlarına doğru giderken arkalarından törenin ağaları toplayacaklarını söyleyen adamla duran Roya umursamazlıkla onlara doğru bir bakış attı.

 

"Benim yerime bir zahmet toplayın beş kuruş etmez ağalarınızı! Şayet benim de onlarla görülecek hebabım var!" Dedikten hemen sonra kendinden emin bir şekilde arabaya binerek şaşkınlıkla ona bakan ağaları umursamadı.

 

Yanına binen Cihangir kendini tutamayıp güldüğünde Roya da eşlik etti.

 

"Ağalar üzerine gelecek," dedi Cihangir.

 

Omuz silkti Roya. "Boşuna gelmedin ya sen," derren Cihanagir'e dönmüştü. Ağlanacak haline gülmek böyle bir şey olmalıydı.

 

"Emrindeyim," dedi Cihangir hafif dalgaya alarak.

 

Başını salladı iki yana doğru olumsuzlukla Roya. Şalından kaçmış bir tutam saçı yanağına tutunmuştu. "Emrimde olmanı değil, yanımda olmanı istiyorum Cihangir."derken ne istediğinden emindi.

 

"Ben hep senleydim Roya Karadağ." Hep yanındaydı da Roya görmezdi onu. Ne zaman görse de tanımazdı.

 

Utanarak başını yola çevirdiğinde tanıdık bir sima gördü. Mehmet Ağa, giden arabayı izliyordu Roya'nın onu gördüğünden habersiz.

 

Roya gördüğü adamla derin bir nefes aldı. Duyacakları kendisini korkutuyordu. Araba konağına doğru sürülürken bir zamanlar gezdiği sokakları hasretle bakıyordu. Her cadde de her sokakta ak kızıyla anısı vardı. Çoğu kez evden kaçıp kaçıp Urfa'yı talan etmişti.

 

Onu doğup büyüdüğü topraklardan sürgün eden herkesten nefret ediyordu.

 

Araba nihayet konağın önünde durduğunda titreyen ellerini yumruk yaptı Roya. Bu konaktan çıkarken hissettikleri aklına üşüşmüş onu eskiye sürüklemişti. Ağlayarak çıktığı konağa şimdi başı dik bir şekilde giriyordu. Göreceklerini tahmin edebiliyordu. Annesinin bakışlarını, sözlerini hissediyordu.

 

"Hadi," diyerek inmesine teşvik eden Cihangir'e baktı hüzün çökmüş göz bebekleri. Onunla göz göze gelmesi ve adamın ona tebessüm etmesiyle içinin rahatladığını hissetti.

 

Arabanın kapısı inmesi için açıldığında bir iç çekerek indi. Hemen arkasından Cihangir de inmişti.

 

Konağın kapısı açıktı.

 

Onu bekliyorlardı.

 

Yanında duran adama sonkez bakarak güç aldı. Konağa girdiği an karşılaştığı manzara onu dumar etti. Bütün ailesi yan yana dizilmiş gelişini bekliyorlardı.

 

"Keçamin..." Diyerek kendisine gelen Yâde Rozan'a baktı. Kızgın değiller miydi yani?

 

"Ez kurban! Roya'm," diyen Rozan Xanım başında siyah şalı ile karşısında duran torununa doğru büyük bir ızdırapla yürüdü. Yaptığı onca şeyden öylesine pişman olmuştu ki... İyi olacak diye yaptığı hatanın bedeli bütün torunlarını, emanetlerini kaybetmek olmuştu.

 

Kınalı kuzuları terk etmişlerdi kendilerini.

 

Roya, gözü yaşlı yadesinin kendisine doğru gelişiyle akmamak için direnen göz yaşlarını tutamadı. İlerlemeye başladı yüreğindeki ağırlıkla. Yürürken göz yaşlarını silmeyi de ihmal etmiyordu.

 

Nenesine varınca herşeyi bir tarafa bırakıp ona açılan kolların arasına girdi.

 

Bu kavuşmaya şahit olan Cihangir derin bir iç çekti.

 

"Yâde," diye, konuştu Roya gözyaşları içinde. "Ben geldim Yâde! Sürgün edildiğim topraklara geldim." İçindeki acı büyüktü. Kendisine sımsıkı sarılan Rozan hanımağa bir ağıt yaktı. Dili bir ağıta meydan okudu. Bağırıp ağıt yakması orada bulunan herkesin bakışlarını yere indirdi.

 

"Benim yüzümden keçamin. Benim yüzümden," kendi suçunu bilerek konuştu. "Oy benim yaralı yavrum. Oy benim yaslı yavrum."

 

"Anlatacak mısın bana Yâde? Artık yetmedi mi bu çektiğim acı?" Diyerek geri çekildiğinde göz yaşları aralarında kalmıştı.

 

Elini uzatıp siyah şalına dokunmak istediğinde başını olumsuzca salladı Roya.

 

"Beni affedecek misin keçamin?" Diye sordu korku dolu sesiyle Yâde Rozan. Afedilmemekten ölesiye korkuyordu.

 

"Bana babamı anlat Yâde. Bana benim neden bu acıları çektiğimi anlat." Affetmek... Onca şeye rağmen affetmek imkânsızdı. Bunu kendine yapamazdı. Döktüğü göz yaşlarına ihanet edemezdi.

 

Başını sallayarak odasına doğru giden yaşlı kadının ardından baktı bir süre Roya. Başını arkasına doğru çevirip Cihangir'e baktığında onun yanı başında olmak istedi. Onun kendisine güven vermesini seviyordu.

 

Yanında oluşunu seviyordu.

 

Koşulsuz şartsız yanında bulunması kendisini huzurlu hissettiriyordu.

 

Gözlerini önüne döndürdüğü vakit annesinin kendisine bakan gözleriyle çakıştı.

 

Ağır ağır yutkundu.

 

Kendisine bir yabancı misali bakan kişi annesiydi.

 

Ben geldim anne, diye çığlık atmak geldi içinden. Geldiğime sevinmediğini bu kadar belli etme diye haykırmak, yakarmak istedi. Canını acıtıyordu bu kadarı. Bir hiç gibi görmesi ağrına gidiyordu. Burnunu çekerek başını dimdik bir şekilde tutup meydan okuyan gözlerle annesine baktı. İçinden geçenleri gözleriyle söyledi.

 

Belki bir umut yanıma gelir diye düşünse de tam tersi oldu hiçbir şey demeden, sessizce aradan çekilip üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldi. Roya'nın yüzünde acı bir gülüş peyda oldu.

 

Ben sana ne yaşattım dâye? Benden bu kadar nefret edeceğin ne yaptım.

 

Yanına gelecek olan yengesini umursamadan kimseye bakmadan Yâde Rozan'nın girdiği odaya girdi. Arkasından Cihangir de girdiğinde Yâde Rozan'nın bakışları Cihangir'i buldu. Torununun büyümüş, kudretli hâli kendisini mutlu etti.

 

Kızı yüzünden torunlarıyla bir yabancı misali büyümüştü.

 

"Babana çekmişsin," dedi sadece. Cihangir annesinden hep dinlediği nenesine göz ucuyla bakıp başını salladı aşağı yukarı. Birşey demedi. Annesi kaçtığı için ona düşman olan kadınla konuşacak değildi. Her ne kadar anneannesi olsa da bu pekte umrunda değildi.

 

Babası, annesinin ne eziyetler çektiğini ara sıra anlatıyordu. Annesi de çok çekmişti. Bunları bilmek öfkesini harlarken biran önce buradan çıkıp gitmek için sabırsızlanıyordu. Tahammülü yoktu hem annesine hem de sevdasına yaşatan bu evde olmak.

 

Roya yumrukları sıkılı adamın öfkesini hissetti. Titreyen elini kaldırıp yumruklu elin üzerine koyduğunda adamın gözleri kendisini buldu.

 

Ne diyeceğini bilmiyordu, sadece gözlerine baktı Cihanagir'in. İkisi de öyle üzgün öyle kırgındılar ki hayata, neyi isteseler ellerinden kayıp gitmişti ikisinin de. Ama artık buna bir dur deme vakitleri gelmişti. Bugün onların yeni bir başlangıç yapmalarının son demiydi.

 

Yâde gördüğü manzarayla dudaklarında buruk bir kıvrılma oluştu.

 

Kader öyle bir sancıydı ki nerede gebe kalınıp kalkınmayacağını bilmiyordu insan.

 

Roya, yaşlı kadına döndü aldığı güvenle. Bu işi daha fazla uzatmak istemiyordu. Babaannesinin doğruyu anlatıp anlatmayacağına emin olmasa da bundan sonra yalan söyleyecek cesaretinin olmadığına inanmak istiyordu.

 

"Babama ne oldu Yâde? Benim babamla ne ilgim var?"

 

Sözcükler tıkandı Yâde Rozan'nın. Yüreğinde katmerlenen acıya mani olamadı. Gözleri uzaklara daldı. O daldığı yerde bolca kan vardı. O daldığı yerde acı vardı.

 

Küçük gözlerinden iki damla yaş süzüldü yanak çukurlarına. Nereden başlasa bilemedi.

 

"Yâde," dedi Roya ısrarla.

 

"Bu anlattıklarımı ağabeylerin bilmeyecek. Ben bir oğlumu daha kurban edemem."

 

Başını hızlı hızlı salladı Roya.

 

"Baban, Serdal (babasının adını unuttum eğer hatırlayan varsa yazabilir mi?) Genç bir delikanlıydı. Askerden yeni gelmiş genç bir delikanlı," gözleri parıldayan yaşlı kadın o günleri hatırlarken derin bir iç çekti. "Askerden geldiğinde deden ona ağalığını bıraktı fakat evlenmesi şartıyla. Serdal, oğlum öyle yakışıklı, merhametli birydi ki tüm Rıha'nın (Urfa) kızları onun peşinde pervane oluyordu fakat sadece biri hariç," dedi gözü kapıda yaşlı gözlerle kendisine bakan gelinine bakarak.

 

"Annem," dedi Roya yutkunarak.

 

Başını sallayarak onayladı Yâde Rozan. "Mevsim bir ağa kızıydı. Bir düğün kurulmuştu Hancıoğlu aşiretinin. O zamanlar Hancıoğlu aşiretiyle aramız pek iyiydi tabii bunun etkisi de baban ile Mehmet Ağa'nın arkadaş olmasındandı. Düğün kurulmuş herkes halaylar çekerken senin baban oturmuş hülyalı bir şekilde anneni izliyor bir taraftan da bana bakıp bu kız demeye çalışıyordu." Güldü acıyla. "Ne kadar koştu bir görsen. Annen kaçıyor baban kovalıyor. En son pes etti baban. Belki sevdiği vardır, istemiyordur diyerek pes etti fakat bilmediği bir şey vardı o zamanlar..." Yüzü gölgelendi. "Mehmet Ağa meğerse Mevsim'i rahatsız edip duruyormuş. Eğer Serdal'ı kabul ederse üzerine iftira atacağını söyleyerek tehdit ediyormuş."

 

Kapıda durup dinleyen Mevsim xanım elini dudaklarına bastırıp hıçkırığını engelledi. Ağlarsa duramazdı. Yaşadıkları birer birer gözlerinin önüne gelirken öylece kapının eşiğine bıraktı bedenini. Sırtı duvara yaslı bir şekilde oturdu.

 

"Mevsim, Serdal'ın artık peşinde dolanmadığını fark edince eve kapanmış."

 

"Neden? Neden eve kapandı Yâde?"

 

Güldü yaşlı kadın. "Annen de babana aşık olmuşta ondan."

 

Roya'nın yüzü güldü. "Aşık olmuş," dedi Cihangir'e bakarak. "Annem de babama aşık olmuş."

 

Cihangir genç kızın çehresinde oluşan çocuksu tebessüme bakıp durdu.

 

"Öyle böyle bir ay süre geçti. İkside birbirlerinden habersiz aşkla kavruldular. Mehmet, babandan birkaç ay küçük olduğu için asker vakti gelmişti. Askere gittiği gün babanın yüzü güler bir şekilde eve geldi. Hiç unutmam odama dalıp 'Hazır et herkesi Yâde! Evine gelin gelir!' diye bağırıp tüm konağı büyük bir telaşa sürüklemişti. Meğerse Mevsim, Mehmet'in gidişini bekliyormuş. Gittiği gün de bir mektup yollayıp babanın yaralı yüreğini azat etti."

 

Roya tanıdığı Mehmet Ağa'nın böyle bir şey yaptığına inanmasa da her dinledikçe içinde büyük bir öfke oluşuyordu. Büyük bir girdapa sürükleniyordu.

 

"Bir ay geçmeden yangında mal kaçırır gibi annenle babanı evlendirdik. İkisi de öyle mutluydular ki... Tüm Urfa aşklarına şahitti. Aradan bir yıl geçti Mehmet Ağa döndü askerden. Döndüğünde karşılaştığı görüntü annen, baban ve kucağında ağabeyin Rizgâr'dı. Mevsim, Mehmet Ağa'nın kendisinden vazgeçtiğini sanıyormuş o zamanlar. Evlerine gidip geliyor çocuğunu bile seviyormuş. Ara ara kendisine dalıp gitmesine Serdal şahit olduğunda da kendi kuruntum diyerek geçiştiriyordu. Annen ikinci yılında Şerwan'ı getirdiği vakit baban ile Mevsim arasında kıskançlıktan dolayı bir süre tatsızlık oluştuğu vakit, Mevsim'e bir mektup yollamış Mehmet Ağa."

 

Eliyle göz yaşını sildi yaşlı kadın. "Serdal seni mutlu etmiyor Mevsim, ben seni çocuklarınla beraber kabul ederim,' diye yazıp göndermiş. Mevsim korkudan dolayı gelip bana anlattığında ilk önce inanmayıp ifetsiz bir kadın olduğunu söyleyerek babasının evine göndermeye çalıştım fakat bu sefer baban duyunca kan alacağı için herşeyi yuttum." Acıyla dökülen cümleler kapının önündeki kadını o sancılı günlerde tekrar sürükledi.

 

Elleriyle yanaklarını siliyor hıçkırıkları duyulmasın diye dudaklarını ısırıyordu. Nefesi tıkanıyordu boğazında.

 

Roya'nın da annesinden bir farkı yoktu. Gözlerinden hızla yaşlar akmaya başladığında annesinin o çaresizliğini kendi yaşamış gibi hissediyor ve bu acı yüreğine oturuyordu.

 

"Birkaç kez Mehmet Ağa evimize geldiğin de onu izledim. Gözü sürekli annen de olduğunu fark edince..."

 

"İnandın değil mi anneme?" Kesik kesik konuştu Roya. "Ne olur annene inandım de Yâde." Oturduğu yerden kalkıp Yâde Rozan'nın dizlerinin önüne çöktü. "İnandın değil mi? Lütfen inandım de."

 

Başını ağır ağır salladı Yâde Rozan. "İnandım keçamin. Annene inandım." Yâde Rozan tutamadığı hıçkırığını serbest bıraktı. Torunu dizlerin de sesli ağlamaya başlarken kendisini tutamıyordu. Boğazına düğüm düğüm olan acıyı kusuyordu.

 

Ağlayışları duyan konak ne olup bittiğini bilmeselerde hepsinin gözünden yaşlar akmaya başlamıştı.

 

Mevsim Xanım eliyle göğüsüne vurdu. Elini dudaklarına sürdü. Elini boynuna sürdü.

 

"Sonra Yâde?" diye sordu Roya.

 

"Mehmet'i uzak tutmak için ona bir kız buldum, annesine gösterdim. Hepsi beğendi fakat Mehmet asla kabul etmedi. Kan dökülmesin diye kabul etmek zorundaydı yoksa ben oğlumdan olacaktım. En sonunda her ne olduysa dayanamadı kabul etti. Ben düzelir diye düşünürken daha da işlerin kötü olacağını bilmiyordum. Babana açıklasak olmazdı. Kimseye diyemezdik. Beş ay gibi bir süre de herşey düzelmişti. Baban ile Mehmet Ağa'nın arası işler yüzünden kötü olmuş bu da Mehmet'in bir daha evimize gelmesine engel olmuştu. Tabii bu da işimize gelmişti. Mehmet'in eşi Zilan ikinci ayında Araf'a gebe kalmış. Biz bunu duyunca artık hiçbir sorun yok sandık. Annen ile babanın arası iyi olmuş," elini uzatıp siyah şalın sakladığı saçları sevdi. "Sana gebe kalmıştı."

 

İçi sızım sızım sızladı kadının. Çaresizlik ile sarmalandı dört bir yanı Mevsim kadının.

 

"İstemedim," diye bağırdı. "Yemin ederim istemedim!" Bağıran annesinin sesiyle kalkan Roya, kapının girişinden girip dizleri üzerinde odanın ortasına oturuşunu izledi. Haykırarak ağlamasına eşlik eden Yâde büyük bir ağıt döktü.

 

Korkuyla annesine bir yadesine bakan kadının kolunu tutarak kendisine çeken Cihangir, "sakin ol," diye konuştu fakat Roya kendinde değildi.

 

"Düşündüğüm şey değil! Düşündüğüm şey değil!" Cihanagir'in göğüsüne doğru yumruklarını geçirirken bir yandan da ağlıyordu.

 

"Kimse yoktu evde! Evde kimse yoktu geldi, açmadım kapıyı!" Elleriyle dizlerini dövdü kadın. O anı tekrar yaşıyormuş gibiydi. "Zorla girdi eve!" Başını kaldırıp ağlayan kızına baktı. "Sen buradaydın," diyerek elini karnına yerleştirdi. "Benimleydin ama..." Hıçkırdı. "Koruyamazdın ki beni."

 

"Dâye," diyen Roya, Cihangir'in kolları arasından kendisini zorla kurtarıp dizleri üzerinde annesinin tam karşısında durdu fakat mevsim kadın kendisine yaklaşmaması için korkuyla geriledi.

 

"Bana dokundu," derken sarsılıyordu omuzları. Elini karnına koydu tekrar. "Sen buradayken bana dokundu."

 

"Dâye."

 

"Sana hamile oluşumu dinlemedi. Bana dokunurken, sana da dokunuyordu." elini kaldırıp uzun zaman sonra, ilk kez dokundu Roya'nın yüzüne. Dokunuşuyla yandı cayır cayır. "Seni çaldı benden."

 

Allah'ım! Allah'ım bu nasıl bir acıydı.

 

"Bana zorla sahip oldu! Bana zorla dokundu Roya! Sana hamileydim! Dinlemedi. Çok yalvardım ama dinlemedi." Delirmiş bir şekilde bağırıp çağırırken kendini tutamayarak Roya'yı hırpalamaya başladı. Attığı her tokat geçmişe atılmış gibi hissediyordu.

 

"Seni sevmedim çünkü sen o lanet günden kalansın! Senden nefret ediyorum! Senden de o günden de nefret ediyorum!"

 

Roya sessizce ağlayarak durdu. İzin verdi annesinin kendisine vurmasına. Annesinin kendini sevmeyişine ilk defa üzülmedi.

 

"Keşke ölseydin de her sana baktığımda tecavüz edilişimi hatırlamasaydım!"

 

Bu cümle yeterdi Roya'nın ölüşüne. Nefes alamadı. Gözlerinden öylece boşalan yaşlarla nefes alamadan durdu dizleri üzerinde.

 

Annesine büyük bir acı oluşuna yandı.

 

Öyle bir günden varoluşuna yandı.

 

Sessizce ağlarken kalkıp delirmiş bir şekilde dışarı kaçan annesinin peşinden gitmedi. Kendinden iğrenerek ağladı.

 

Arkasından kendisine sarılan adama itiraz etmedi. Kendisiyle konuşmaya çalışan adamı duymadı. Hissizleşen bedeniyle, duygularıyla ağlamaktan kaybolmuş küçük gözleriyle kendisine bakan yadenin önüne doğru dizleri üzerinde gitti.

 

"Ne oldu! Babam nasıl öldü! Anlat Yâde! Ne olur anlat!"

 

"Roya," diyerek kendisine uzanan eli itti.

 

"Anlat," diyerek hıçkırdı. "Ne olur anlat."

 

"O günden sonra annen seni düşürmek için çok uğraştı ama sen hayata her zaman tuttundun. Ölmemek için direndin, karşı geldin. Doğduktan sonra annen seni her gördüğün de kusuyordu. Bir ben bir de Azize biliyorduk Mevsim'in başına gelenleri. Mevsim senden sonra delirmiş gibiydi. Sen 3, 4 yaşlarındayken o soysuz ile baban meydanda kavga etmiş. O kavga herşeyi gün yüzüne döktü. Annene o şerefsizliği yaparken resimler çekmiş. Baban evdeyken birden oda da bağırış sesleri geldi. Mehmet soysuzu senin," derken gözlerini yumdu. "Senin kendisinden oluşunu ve bunun ispatı oluşunu söyleyip resimleri atmış babana."

 

Roya'nın çaresizlikle bedeni geriye doğru düştü.

 

"Delirdi baban. Biz ona açıklamaya yapmaya çalışırken bununla yaşayamayacağını söyleyerek..." Yaşlı kadın elini göğsüne yerleştirdi. Ani gelen sancıyla yutkunmakta zorluk çekti. "Avluda kendi kafasına sıktı."

 

"Hayır," dedi Roya ısrarla. "Hayır Yâde! Hayır Yâde!"

 

Cihangir bağıran Roya'yı tuttuğu gibi sinesine çekti.

 

"Ben o adama güldüm!" Dedi kızgınlıkla. "Ben o adama baba dedim!" aklına geldikçe kendisine olan nefreti bir lav olup bedenini ateşe veriyordu.

 

Tırnaklarını yüzüne bastırdığı vakit Cihangir o elleri tutup engel oldu. "Kendine gel! Kendine gel Karadağ kızı! Böyle ağlamam fayda edecek mi!" Başını salladı. "Etmeyecek! Kendine gel çünkü alınması gereken bir bedel var!"

 

O adamı cayır cayır yakacaktı.

 

Yâde Rozan daha fazla dayanamayan kalbini tutarak yana doğru düştüğünde Roya büyük bir korkuyla yerinden kalkarak yaşlı kadına doğru uzandı. Allah'ım... "Yâde!" Başını kaldırdı. "Yâde kendine gel!"

 

"Çekil Roya!" Diyerek yaşlı kadını kucaklayan Cihangir bugünün hesabını çok büyük ödetecekti.

 

Çekilen Roya gözlerindeki yaşları elleriyle silip Cihangir'in peşinden giderken kendi kendine söylenip duruyordu. "Seni öldürmem için yalvaracaksın Mehmet Hancıoğlu!"

 

*

 

Boşluğa bakar bir şekilde ifadesizleşmiş gözlerini, hastanenin giriş kapısından ayırmıyordu Roya.

 

Duyduklarını hazmedemiyordu. Katlanmıyordu. Daha fazla dayanamıyordu. Böyle bir geçmişe sahip olduğunu bilmemek canını yakıyordu. Bağırmak istiyordu. Delicesine bağırmak. İsyan etmek, etrafı yakmak bu yaşananların hesabını ödetmek istiyordu.

 

On saattir aynı bankta oturmuş hastane girişine gözlerini kırpmadan izliyordu. Şalı başından düşmüş kısa saçları esen serin rüzgârla savruluyordu. Gece çökmüştü.

 

Kaybetmişti benliğini.

 

Kendisinden iğreniyordu.

 

Tarifi olmayan acılar sillesi içindeydi. Ne bir tasviri ne de bir karşılığı vardı.

 

Bir müddet sonra yanına elinde sıcak çayla oturan Cihangir, yara almış kadına bakarken bu kadar çaresizlik içerisinde bırakılmanın adaletli olmadığını anlamıştı.

 

"Çay?" diye sordu fakat aldığı yanıt bir omuz silkelemekti.

 

"Ben," dedi Roya ağlamaktan düşmüş sesiyle. "Ben kendimi görmek istemiyorum Cihangir." Yutkunmaya çalıştı. "Kendimden iğreniyorum." Başıyla kendisini onayladı. "Evet, kendimden iğreniyorum."

 

Cihangir çayları ayak ucuna bırakıp Roya'nın kolunu tuttuğu gibi çekti kendisine doğru. Sımsıkı sarıldı.

 

Bu sarılışı gören başka biri daha vardı; Araf Hancıoğlu.

 

Elleri yumruk olmuş büyük bir ızdırapla karışısındaki görüntüyü gözünü kırpmadan izliyordu.

 

Cihangir sardığı bedenin buz tutmuş olduğunu hissedince geri çekilip ceketini çıkardığı gibi sardı Roya'nın bedenini. Onu böyle harap olmuş görmek canını yakıyordu. Başını göğüsüne yaslayıp ona sığınmasını ise ömrü billah unutmayacaktı.

 

"Şuan bütün dünyanın altını üstüne getirmek, suçlu olanın cezasını kesmek istiyorsun," dedi dudaklarını sevdiği saçlarına bastırıp.

 

"Yanlış Cihangir," diyerek reddetti. "Çıplak ellerimle onu boğmak, parçalamak ve diri diri toprağa gömmek istiyorum."

 

"Sana zarar gelsin istemiyorum," dedi başını kaldırıp kendisine bakan kadına.

 

"Daha fazla canım yanmaz artık benim." Kendisi gibi gözleri kızarmış adamın göğüsüne tekrar sığındı. Bu kez kendisi sımsıkı sardı adamı.

 

Göz yaşlarıyla ıslanmış dudaklarını adamın göğüsüne bastırdı. "İyi ki varsın Cihangir."

 

Cihangir başını geriye doğru atarak derin bir nefes bahşetti kendisine. Buz tutmuş dudaklarını cayır cayır yanan göğüsünde hissetmek ona verilmiş en büyük armağandı.

 

Böyle olmasını istemezdi.

 

O dudakların göz yaşlarıyla ıslanmasını istemezdi. Yüreği sıkıştı bu gerçeklikle.

 

"Eyvallah," diye mırıldandı ve sonradan ekledi: "Gökyüzü."

 

Gördüğü görüntünün gerçek olup olmadığını bilmeyecek kadar deliren, yıkılan adamın yanağına düşen yaş onu kendine getirirken derin derin soluyup durdu.

 

Sevdiği kadının başka birine sarılışını izlemek canından can aldı. Beklediği bu değildi. Roya'yı böyle görmeyi beklemiyordu Araf.

 

"Sen yaptın bunu Araf," güldü. "Roya'yı bu hale sen getirdin." Kendi kendine söylenip durdu.

 

Kaç dakika, kaç saat öylece durup izledi bilmiyordu. Ne düşüneceğini bilemeyecek kadar kırgındı kendisine. Öfkeliydi bu hale gelişine.

 

"Hasret olduğum yârim başkasına yar oluyor." Arkasını dönerek eve doğru giderken içindeki öfke kimeydi bilmiyordu.

 

Belki düşündükleri bencilceydi. Belki düşündükleri doğru değildi fakat yapacağından emindi. Roya'ya artık ne huzur verirdi ne de mutluluk ama kendisini tamamen silip güzel bir gelecek verebilirdi.

 

Çok sevsede... Artık oluru yoktu.

 

Roya'yı değil odasında kendisini bekleyen karısını seçmişti. Bu ona bir cezaydı.

 

Araf'ın cezası hiçbir zaman sevmeyeceği karısıyla yaşamaktı.

 

Eve gitmeden önce sürekli gittiği mekana giderek sarhoş oluncaya dek içti. Çalınan şarkılarda kendini bularak içti. Gözleri kapanıp açıldığı vakit adamını arayarak gelip kendisini alması için yeri söylerken gözlerinin önüne gelip giden görüntüyle bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Koskoca Araf Ağa omuzları sarsılarak ağlıyordu. Gelen adamı onu arabaya bindirip konağa getirene kadar da ağlamaya devam etti. Dudaklarında " Talihim yok, bahtım kara böyle hayat batsın yere," şarkısını söyleyerek ağlıyordu.

 

Konağa girip merdivenlerde çıkarken önüne gelen Roya'nın gülen yüzüyle odasına gideceği vakit derin bir soluk alarak baygın gözleriyle çaprazındaki odaya bakıp durdu. Yapacağı şeyden pişman olup olmayacağını bilmeyerek yönünü değiştirdi. Rojin'in kapısına geldiğinde kapıyı çalmadan açılmasıyla şaşkınlığa uğrayan Araf sendeledi. Baygın gözlerini aşağıdan yukarıya doğru kaldırırken dizlerinin üzerinde ince, saten kumaşa sahip ipli, kırmızı bir gecelikle duran kadını görünce dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Roya'nın burada ne işi vardı?

 

Burada Rojin'nin olması gerekmiyor muydu?

 

"Araf," dedi masum göründüğünü düşündüğü sesiyle, Rojin. Oysa biraz önce Araf'ın arkasında, Araf'ın şahit olduğu görüntüyü o da izliyordu.

 

Araf'ın Roya ile Cihangir Atabeyoğlu'yu gördükten sonra bir umut yanına geleceğini düşünerek eve gelmiş en güzel geceliğini giyerek beklemeye başlamıştı ki nihayet istediği olmuş Araf Ağa kapısında, içeriye girmek için bekliyordu.

 

Elini uzatıp Araf'ın kolundan çekerek içeriye çektiğinde yüzündeki sinsi sırıtışla kapıyı kapattı.

 

Araf ise kendisiyle büyük bir karmaşa içine girmişti. Elleriyle gözlerini ovalayıp açtığında biraz önceki kadının Roya değil karısı Rojin olduğunu gördü.

 

Elini uzatıp Rojin'i kendisine çekerken, "Bana bu geceyi unuttur," dedi acı içinde.

 

Rojin her ne kadar olduğu konumu sevmese de Araf'ı elde etmenin Roya'dan geçtiğini bilerek adamın dudaklarına değdirdi kırmızıya boyanmış dudaklarını. "Bu geceyi asla unutmayacaksın kocacım," diyerek kendisinden bahsederken Araf dayanamayarak karısını yatağa doğru çekti.

 

Hayat o kadar zalimdi ki; insan, bu son acı derken neler olacağını bilmeden başka acılar ekleniyordu hayatına.

 

Bu son derken başa sarıyordu acılar.

 

Tam bitti derken başa saran bir müzik melodisi Roya'nın hayatını altüst etmeyi başarıyordu.

 

Yaralı kızım ayağa kalktıkça yara alıp yerle bir oluyordu.

 

Ama... Ama bu sefer tek başına değildi. Cihangir Atabeyoğlu tam yani başındaydı.

 

Bölüm sonu 🥀

 

Ahhh bitti! Nasıldı bölüm?

 

Umarım duyguları yansıtabilmişimdir çünkü yazarken çok zorlandım.

 

Annesinin yaşadıkları?

 

Böyle bir geçmiş bekliyor muydunuz?

 

Sizce Roya ne yapacak?

 

Araf peki?

 

Cihangir?

 

Yeni başladığım "BOZBEY" kitabıma beklerim sizleri 🤍

 

Sizleri seviyorum <3

Loading...
0%