Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27. Bölüm

@tanvakti108

Selamm! Ben geldim, birazcık geç ama...

 

Bölüme geçmeden önce vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen... Ne kadar yorum o kadar ilham ve o kadar çabuk bölüm demek <3

 

Zakkum, bilemedim

 

Keyifli okumalar<3<3

 

27.Bölüm

 

Zaman geçiyordu.

 

Hastane bahçesinde Cihanagir'in omuzuna yaslanmış Roya içinse; zaman geçmek bilmiyordu.

 

Sabah olmak üzereydi fakat Roya için gün doğmuyordu. Adının anlamını sevmiyordu ilk kez. Güneşin doğuşunu ilk defa acıyla izleyecekti. Kendisinden nefret edeceği ikinci günü olacaktı. Doğan Güneş onun masumluğuna kara bir leke çalacaktı.

 

Kızarmış burnunu kırıştırarak derin bir soluk alıp verdi. Düşündükçe kafayı yiyecekti. Baba demişti Mehmet Ağa'ya. O adama baba demişti.

 

Kendisi annesinin karnında iken, hamile bir kadına tecavüz eden adama baba demişti.

 

Bu iğrençti.

 

Bilseydi...

 

Bilseydi böyle bir şeyi yapar mıydı ki? Yapmazdı.

 

"Ben o adama 'baba' dedim." Diye fısıldadı. Başını Cihanagir'in omuzundan kaldırarak başını kendine inanmayarak iki yana doğru olumsuzca salladı. Parmakları siyah şalının ucunu kavrayıp düzeltirken yüzündeki boşluk oldukça belirgindi.

 

"Uyandın mı?" Diye soran Cihangir omuzlarını esnetip Roya'ya doğru döndü. Uyuduğunu sanıyordu. Birkaç dakika bile olsa gözleri kapanmış olmasını diliyordu.

 

"Gözlerimi kapattığım an önümde beliren görüntüler beni uyutmadı." Gözlerini hastanenin büyük tabelasına çevirdi. "Bir süre daha da uyutmayacak gibi."

 

"Ben uyutturum seni," dedi Cihangir kendinden emin bir sesle. "O görüntüler yok olana dek ben seni uyutturum." Uyuturdu. Kendisine bir adım gelen kadına on adım atmaya hazırdı. Gözleri yorgun düşmüş omuzlarından, yüzüne doğru çıktı. Göz altları morarmış, gül Pembe yanakları içe çökmüştü. Sadece birkaç saat içinde oluşan bu değişim canını sıkmıştı. Dizindeki eli yumruk şeklini alırken dudakları büyük bir hırçınlıkla birbirine tuttundu. O adamın canını alacaktı. Ölmek için ayaklarına kapanacak fakat hiç acımayacaktı döneceği göz yaşlarına... Ama hiç zannetmiyordu onun gibi bir adamın vicdandan haberdar olduğuna.

 

"Canım çok yanıyor, Cihangir." Cihangir'e doğru döndü. "Benim canım çok yanıyor. Düşündükçe kayboluyorum. Düşündükçe kendimden geçiyorum!" Dudaklarını ıslatıp ellerini birbirine doladı. "Annemin o çaresizlik... Çaresizlik anları aklımda canlandıkça kendimden midem bulanıyor." Gözünden kaçan bir damla göz yaşını uzanıp tuttu Cihangir.

 

"Şhh, sakın ağlama. Senin hiçbir suçun yok. En günahsız olan sendin Roya," eli yüzünde kalırken bir eli de birbine dolayıp sıktığı eline uzandı. Kendisine zarar vermesini sevmemişti. "Acını almak isterdim. Senin acını kendime yüklemek, senin yerine benim canımın yanmasını isterdim."

 

"Hayır hayır, deme öyle Cihangir!" Kendilerini izleyen gözlerden habersiz Cihangir'in elini sımsıkı tuttu. "Böyle şeyler söyleme, lütfen..." Duymak istemiyordu. O kadar çok duymuştu ki bu sözleri bir daha güvenip düşmekten korkuyordu.

 

Elini uzatıp Roya'yı göğüsüne yaslayan Cihangir'in dudakları titredi. Göğüsünde ağlayan kadının döktüğü her göz yaşının hesabını ödetecekti! Bu böyle kalmayacaktı! Dayısının ölümüne sebep olanların canını alacaktı! Kendi evlerine ateş düşürenlerin yüreğini ateşe verecekti!

 

Roya kapalı gözlerini açıp burnunu çektiği vakit yaşlı bir kadınla göz göze geldi. Kadının yüzünü anında çevirip yanındaki kadına birşeyler söylerken Roya'nın kaşları çatıldı. Gözleri hastene bahçesini turladığı vakit ise birçok gözün kendilerinin üzerinde olduğunu fark etti. Bir bu eksikti!

 

Kendi dertleri yetmezmiş gibi meraklı bakışlarında hedefi olmayı becermişlerdi!

 

"Birkaç gün sonra aşiretlerin yeni konusu hâline geleceğiz," diye mırıldanıp Cihangir'den uzaklaştı.

 

"Evlenmemiz gerekecek."

 

"Ne?" duyduğuyla şaşkınlık içerisinde Cihangir'e dönen Roya'nın yaşlı gözleri iri iri açılmıştı.

 

Cihangir Ağa derin bir soluk alıp kendisine bakan yeşil harelerin şaşkınlığına hayran kaldı. Her hâline aşıktı. "Birbirimize sarıldık," dedi gülüşünü engellerken. "Herkes gördü, görmedin mi?"

 

"Saçmalama istersen! Böyle saçma... Ah! Doğru tabii, birkaç insan yüzünden bir kadın bir erkeğe baksa bile evlenecek duruma gelebiliyor, unutmuşum." Yüzünü buruşturup başını olumsuzlukla salladı.

 

"Merak etme," dedi, Cihangir elini kaldırıp Roya'nın yüzünü kendisine döndürürken. "Kimsenin haddine değil bizim hakkımızda konuşmak. Konuşan olursa da sesini kesmesini bilirim."

 

Karşısında kendisine bakan adama bakarken hayatında çok yanlış kararlar aldığına görebiliyordu. Yanında durmaya, kendisi kovsa dahi gitmeyeceğini bildiği Cihangir'e minnet dolu bir bakış attı. "Teşekkür ederim."

 

"Duymamış gibi yapıyorum," dediği an çalan telefonu aralarına bir uçurum açtı. Cihangir telefonunu çıkarıp ana ekranda beliren isme baktı. Gördüğü isimle Roya'ya müsade isteyen bir şekilde bakıp ayağa kalkarak birkaç mesafe uzaklaştı.

 

"Bozbey?"

 

"Atabeyoğlu."

 

Cihangir alt dudağını baş parmağıyla ezerken hissizce gülümsedi. "Beni mi özledin yoksa?"

 

Ahizeden yükselen dessibeli kahkhayla Cihangir telefonu kendisinden birkaç milim uzaklaştırdı. Adamın gülüşüne katlanmak kendisine epey zordu. "Sorma hasretinden adam öldürüyorum. Kollarını açsan da sana kavuşsam."

 

"Laubaliği bir kenara bırakta neden aradın, onu söyle," diyerek Roya'ya göz ucuyla baktı.

 

Yusuf Ağa oturduğu koltuktan kalkarak odasının penceresine doğru gitti. Biraz önce eğlenen yüz ifadesi kararmıştı. Parmaklarını pencere pervasına yaslayarak başını eğdi hafifçe. "Roya'nın eli kana bulanmayacak. Onu bu konu dışında tutacaksın."

 

"Ben ne yapacağımı senden öğrenecek değilim. Konu Roya olunca benden başka kimsenin adının geçmesini dahi istemem." Elini cebine yerleştirerek bedenini dikleştirdi. "Bir daha, onun adını ağzına alma."

 

"Roya'nın mı?"

 

"Bozbey," dedi genizden gelen bir sesle Cihangir. İnadına yaptığının farkındaydı. "Konu sevdiğim insanlar olunca şakam olmaz. Beni hafife almayacağını sana öğrettiğimi sanıyordum." Aklına gelen küçük anıyla dişlerini sıktı.

 

"Bak," dedi Yusuf Ağa geri çekilip masasının üzerindeki dosyaya elini uzatırken. "Burada biraz daha yakınlaştık."

 

"Sabrımı sınıyorsun, yapma."

 

"Mehmet Ağa'nın cezasını ben vereceğim. Ne senin, ne de Roya'nın bu işe karışmasını istemiyorum." Kendince Roya'ya yaptığının cezasını kendisine verecekti.

 

O gün.

 

Roya'yı vurduğu güne tekrar dönmek ve gözlerinin kurbanı olduğunu yok etmek istedi.

 

Vurmak değildi niyeti.

 

Silahın hedefi Cihangir Atabeyoğlu'ydu. O eğer ki kendisine sıkmasaydı ateş etmeyecekti.

 

"Ne o?" dedi Cihangir. "Vicdan azabı mı çekiyorsun yoksa? Roya'nın hayatını boktan bir hâle koyduğun için vicdanın mı sızlıyor!" Yüksek sesi bankta oturan Roya'nın bakışlarını üzerine çekti.

 

Önündeki mavi dosyayı açtı Yusuf Ağa. "Evet," dedi. "Ben onun bir anne olmayacağını öğrendiğimden beri vicdan azabı yaşıyorum. Peki sen?" diye sordu. "Sen çekmiyor musun azap? Benim onu vurmayacağımı biliyordun Cihangir Atabeyoğlu! Benim kurşunumun hedefi sendin!"

 

"Ne saçmalıyorsun lan sen!"

 

"Diyorum ki, o kadının anne olamayacağının sadece suçlusu ben değilim! Sende benim kadar suçlusun, şimdi burda hiçbir şeyin suçlusu değilmişsin gibi ahkam kesmeyi bırak!" Mavi dosyanın içindeki hastane raporlarını bir bir açtı Yusuf Ağa. Öğrendiğinden beri içindeki tarifsiz acı uyutmuyordu kendisini.

 

Telefonun diğer ucundaki Cihangir büyük bir şoka uğramış öylece duruyordu. Roya'nın anne olamayacağını kendi haricinde kimse bilmezken Yusuf ağanın nasıl haberdar olduğunu düşünemiyordu. Takıldığı nokta az buçuk olsa da Yusuf'un haklı olduğu gerçeğiydi.

 

Yutkunamadı.

 

Gözlerini kendisine bakan Roya'ya çevirdi. Yeşil gözleri ne olduğunu anlamak adına kendisini süzüyordu. Gözlerinin en son hedefi yüzü olduğun da kurumuş dudaklarının kıvrılır gibi olmasıyla telefonu indirdi. Gözlerini gökyüzüne doğru kaldırıp derin derin nefesler aldı. "Ulan," dedi. "Ben bu kadına bir darbe daha nasıl vuracağım."

 

Nasıl söyleyecekti? Bunca olanlardan sonra bir de anne olamayacağını öğrenirse nasıl onu hayatta tutmayı başaracaktı!

 

Aklına dank eden düşüncelerle içini korku sarmıştı. Korkuyla beraber birkaç saniye sessizce nefes almayı denedi fakat bunu başaramadığını hissetiği an başını Roya'ya çevirdi. Dayanamadı. Hızlı adımlarla Roya'ya yetiştiği gibi kolundan tutup kaldırdı ve Roya'nın ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden sımsıkı sarıldı.

 

"Özür dilerim," diye mırıldandı. "Özür dilerim Roya."

 

Roya, Cihangir'in kendisine sarılmasıyla kalakalırken 'özür dilerim' deyişine kaş çattı. Konuşamayacak kadar şaşkındı. Havada kalan ellerini etrafta onlara bakanları umursamadan bir kez bile olsa içinden gelerek adamın geniş sırtına doladı. "Cihangir..." diye, sessiz çıkan sesiyle mırıldandı.

 

"Şhh, sadece sarıl. Ben olduğumu bilerek sarıl bana." Bedeninde hissetiği narin ellerin huzuruyla yüzü gülümserken ona söyleyemediği gerçek yüzünden yüreği dağınıktı. Ellerini kaldırdı, saçlarını sevmek istesede bir yas matemine kurban edilen saçlarını göremedi. Sadece kokusunu uzun uzun soluklarla içine çekti. Hasretini kokusunda az da olsa gidermişti. Ona sarılması bile bir mucizeyken kokusunu kendisine çalmak...

 

"Özür dilerim."

 

"Neden? Neden özür diliyorsun?" Roya korkmaya başlamıştı. "Cihangir?"

 

"Beni anlayacaksın. Günü geldiğinde beni anlayacaksın."

 

Anlar mıydı? Ondan böyle önemli bir şeyi sakladığı için anlar mıydı, bilinmezdi.

 

Bilenen bir gerçek var ise de; o da Roya'nın kırıldığı yerden bir kez daha kırılacak olmasıydı.

 

*

 

"Biraz daha iyi misin Yâde?" diye sordu Roya baş ucunda oturmuş elini tuttuğu Yâde Rozan'a. Yaşlı kurt bu sefer gideceğine eminken tekrar tutmuştu onu hayat.

 

"Ez başim keçamin." (Ben iyiyim kızım.) "Mevsim nerdedir?" dedi tarazlı sesiyle. Roya, annesinin adını duyunca iliklerine kadar üşüdü. Onu biraz önce görmüştü fakat gözleri birbine değmemiş iki yabancı misali birbirlerinin yanından geçmişlerdi. Mevsim Hanım'ın da yüreği yanıyordu. Evladını sevmemek kolay mıydı? Ama yapamıyordu. Her kızına baktığın da geçirdiği o kötü an zihnine sızıyor kendisinden bile nefret ettiriyordu.

 

Kendisinden nefret ederken Roya'dan nasıl etmesindi ki... Bir de kızı, canı, o adama 'baba' demişti. Bu kelimeyi duyduğu an zaten yıkılmış olan bedeni bir kez daha yere çalınmıştı.

 

İç çekti Roya daha sonra odada bulunan Dilberay'a baktı. Dilberay mesajı almış bir şekilde dışarı çıkarken Gülistan'ı da yanında sürükledi.

 

Roya odada yalnız kalmanın verdiği rahatlıkla Yâde Rozan'a döndü. "Bana neden söylemediniz Yâde? Benim ona baba dediğimi bile bile neden söylemediniz?"

 

Yaşlı kadın üzgün bir şekilde torununun elini sımsıkı tuttu. "Eliniz kana bulansın istemedim. Ben bir evladımı kaybettim bir tabesini daha kaybedemem. Ağabeylerinin bundan haberi olmayacak Roya."

 

"Onun yanına mı kalsın yani bu! Öylece herşeyi bilerek susayım mı!?"

 

"Ere! Gerekirse susacaksın. Biz bunca yıl nasıl sustuksa sen de öyle duracaksın." Canı acıdığı için nefes nefese kalmış sesi zor duyulmuştu.

 

Roya yaşlı kadının elinden kendi elini kurtarıp ayağa kalktı. "Ben susmayacağım Rozan Xanım! Ben o adam nefes aldıkça rahat etmeyeceğim!" Hiç niyeti yoktu. Durmaya, sessiz sessiz oturmaya hiç niyeti yoktu. Bunca yıl anne sevgisizliğiyle büyümüş biri olarak kendisinden çalınan zamanları tek tek ödetecekti. Gerekirse tek başına yapacaktı!

 

Yaşlı kadın torununun gözünden okuduğu öfkesinin onu yakacağını görüyordu. Deli kızı durmayacaktı. "Roya'm, delalamin bırak Allah'ından bulsun."

 

Ellerini saçlarından geçirip derin derin soludu Roya. Odanın içinde bir o yana bir bu yana giderken Yâde Rozan'nın sözleriyle hayretle açılmış gözleri ona döndü. "Bırakayım mı?" Kendisini işaret etti. "Beni hem öksüz hem yetim bırakan o adamı öylece bırakayım mı yani?" Başını salladı. "Bu yaptığı cezasız kalmayacak!"

 

Şalını saçına örttüğü gibi koltuğun üzerindeki çantasını alıp odadan çıktı arkasından bağıran babaannesini umursamadan. Odadan çıktığında kapının önünde onu bekleyen kalabalığa göz gezdirdi. Uzakta kendisine bakan Ali'yi görünce ona doğru ilerleyecekken amcasının kolundan tutmasıyla durmak zorunda kaldı.

 

"Nereye böyle hiddetle?" İdo Ağa yeğeninin öfkesine şahitti. Töreyi karşısına almış kadının aklından da yapacaklarından da korkmuyor değildi.

 

Roya, amcasının kendisine merakla bakan gözlerine uzun uzun baktı. Kahverengi harelerinde bir yerde korkuyu sezebiliyordu. Yüzü buruştu. "Biliyordun, değil mi?" diye sordu iğrenerek.

 

"Keçamin..." Roya konuşmasını engel olacak bir şekilde iyice sokuldu amcasına. "Bu kadar da olmaz amca. Bu kadar düşmüş olamazsın." Elini kaldırdı ve İdo Ağa'nın göğüsüne yerleştirdi. "Burası nasıl katılaşmış amca? Benim babamın kardeşi nasıl böyle bir hale gelir? Nerede benim küçükken omuzlarından inmediğim amcam?" Küçükken kendisini çok seven amcasını özlemişti. Eski amcası yok olmuştu yoksa bu hesap şimdiye kalmaz, kapanmış olurdu.

 

"Size bir şey olmasından korktum," dedi İdo Ağa karısı ile göz göze geldiği an.

 

İnanmadı Roya.

 

Gözleri amca oğullarını buldu. Kızlarında gezdi gözleri. Başını önüne eğerken dudaklarına ölüm soğukluğu sokulmuştu. "Sen bize değil, evlatlarına bir şey olur diye korktun... Amca." Kolunu sertçe çekti mesken edilmiş parmaklar arasından. "Şimdi ne yanımda dur ne de karşımda! Yoksa," dedi geriye doğru adım atarak. "Amcam olduğunu unutturum, arada kaynasın."

 

Bu kesilmiş halde bıraktığı İdo Ağa ile diğerlerini es geçip kendisine hayran dolu bakışlar atan, ne zaman geldiğini anlamadığı Ali'ye yürüdü. Yanına gitmeden önce bir duvarın köşesinde kendisine dolu gözleriyle bakan annesini gördü fakat şimdi onunla konuşamazdı. En azından herşeyi yerine koyup bir şeyleri hazmetmesi gerekiyordu.

 

Ali'nin yanına vardığında Ali'in kendisine gülümsemesi iyi hissettirdi.

 

"Nereye gidiyoruz?"

 

İç çekti Roya daha sonra başını dik bir şekilde tutarak, kendinden emin bir sesle: "Arslanoğlu konağına." dedi.

 

"Cihangir Ağa?" diye sorduğunda Roya başını iki yana salladı.

 

"Haberi olmayacak yoksa engel olur, bilirim. Bana kimsenin engel olmasına müsaade etmeyeceğim. Yanlış yapıyorsam bu benim yanlışım olacak. Doğru ise de benim doğrum." Kurumuş dudaklarını birbirine bastırıp derin bir soluk alıp verdi. "Şimdi gidelim Arslanoğlu konağına."

 

Ali duyduğu konakla başını sallayıp eliyle ileriyi gösterdi. Roya önde Ali arkada giderken Roya'nın görmeyeceği bir şekilde Cihangir Ağa'ya mesaj attı. Roya'nın tek başına gitmesi olmazdı. Cihangir Ağa işinin olduğunu söyleyerek adamlarının çoğunu burada bırakıp gitmiş ve daha dönmemişti.

 

Genç kadın tüm asiliğiyle hastaneden çıktığında kapının önünde yermiden fazla aracın onu beklediğini görmek gökyüzüne bakmasını sağlamıştı. "Bugün huzura ereceksin baba. Bugün ruhun özgür kalacak."

 

Merdivenlerden inmeye başladığında gök biraz daha ısındı. Güneş yaktı Urfa'yı fakat biraz sonra asıl yangını Roya Karadağ başlatacaktı.

 

Her adımında havalanan saçları, saçlarının üzerindeki siyah şalı ve çehresindeki emin duruşu bakanların bir kere daha dönmesini sağlıyordu.

 

Yandığı kadar yakacaktı!

 

En öndeki aracın kapısını açan Ali'ye teşekür ederek bindi. Kendisinin yanına binecek olan Ali'yi ise eliyle engel oldu. "Sen gelme Ali," dedi Ali'nin düşen yüz ifadesine üzülerek.

 

"O nedenmiş?"

 

"Sen ne olursa olsun ekmeklerini yemiş adamsın. Benim yüzümden senin de başın derde girmesin."

 

Ali kızgınlıkla baktı. "Saçmalama Roya. Ben de geleceğim, seni oraya tek göndermeyeceğimi biliyorsun." Kendisine uzatılmış eli iterek arabaya bindi. "Sen benim arkadaşım değil kardeşimsin. Bana da kardeşini yalnız bırakmak yakışmaz." Elini öndeki adamın omuzana koydu. "Arslanoğlu konağına," dedi emin sesiyle.

 

Roya, gülümseyerek Ali'nin omuzunu sıktı hafifçe. "Sağol."

 

"Eyvallah Xuşkamin, eyvallah."

 

Araba hareket halini aldığında haber Cihangir'e uçmuş ve Cihangir Ağa arabaya bindiği gibi Arslanoğlu konağına yol almıştı. Arabadayken Yusuf Ağa'yı arayıp haber vermişti. "Ah be gökyüzü! Bir kere de bekle, bir kere!" Ama ne yapmıştı Roya Karadağ: bildiğini okumuştu.

 

Uslanmayacak bir dikliğe sahipti.

 

Direksiyona elini sertçe geçirip kornaya basarken önüne çıkan trafiğe küfür etti. "Allah kahretsin!"

 

Roya, caddelerin arasında süzülerek giden arabanın içinde yerinde huzurla gülümsedi. Çantasını açıp içindeki siyah silahı çıkarttığında ise Ali'nin gözleri dehşetle aralandı. "Roya..." diye mırıldandı.

 

"Benim doğrularım, Ali. Benim."

 

Sustu Ali. Durdurmaya gücü yetmeyeceğini biliyordu. Cihanagir'in bir an önce gelmesini umut etmekten başka bir şey yapmadı ve söylemedi.

 

Araba Arslanoğlu konağını gördüğünde yavaşlamaya başladı. Konağın önündeki adamların bakışları kendilerine değdiğinde ise konağın kapısı açılıp kapanmış içeriğe haber salınmıştı. Arabalar art arda durdular. Önce Ali daha sonra Roya indi arabadan. Konağın kapısındaki adamların elleri tetikte öne çıktıklarında Roya gökyüzüne baktı sonkez. "Az kaldı baba, çok az."

 

"Mehmet Ağa'ya geldik!" diye bağırdı, Roya Karadağ.

 

"Bize böyle bir haber verilmedi," dediğinde eli silahına gidiyordu ve bunu fark eder etmez Roya silahını ona doğru uzatmış kimsenin ne olduğunu bilmelerine fırsat vermeden sağ ayağının hemen yanına bir el ateş etti.

 

Ateş edilen silahla birlikte aynı anda silahlar çekilmiş içeride bulunan korumlar dışarıya akın etmişti. Büyük bir kıyametin habercisi olabilirdi çekilen silahlar.

 

"Mehmet Ağa!" diye bağırdı Roya Karadağ. "Ecelin geldi!"

 

Sesi duyan Mehmet Ağa merdivenlerde donup kaldı. Gözleri avluya inen ailesinin üzerinde gezindiğinde ise sona geldiğini anladı.

 

Roya ileriye birkaç adım attı fakat önüne çıkan adamla kaşlarını çattı. "Çekil önümden!"

 

"Asıl siz çekilin! Böyle destursuz bir şekilde bir ağa evine giremezsiniz!"

 

Roya güldü. Sesli bir şekilde gülerek adamın yanından geçmeye çalıştı fakat bu sefer yine engel olduğunda adama bakmadan silah tutan elini kaldırıp silahın dipçiğiyle burnuna geçirdi. Duyulan kemik sesiyle Roya elini indirip diğer adamlara öfkeyle baktı. "Önüme geçmek isteyen varsa," elini kaldırdı. "Buyursun geçsin!"

 

Kimseden ses çıkmadı. Roya sustuklarını gördüğünde konağın kapısına doğru ilerledi elini uzatıp açacağı zaman kendiliğinden açılan konak kapısıyla içeriye doğru yürüdü. Bir zamanlar bu kapıdan gelin girmek isterken şimdi can almak için giriyordu.

 

Hayat çok zalimdi. Ne oldum değil ne olacağım sözünü şimdi daha iyi anlıyordu. Eskiden girdiği avluda çocuklarının koşuşturmalarını izlemeyi hayal ederken şuan kan göreceği gerçeği büyük bir yumru oturttu göğüsüne.

 

Avlunun ortasında kendisine bakan endişeli gözleri gördüğünde yerine çakılı kaldı, Roya. Uzun zaman sonra ilk göz göze gelişleriydi. İkisinin de gözleri bir bütün haline gelmiş büyük bir azap yüreklerine süzülmüştü.

 

Aynı avluda.

 

Göz göze.

 

Aynı hislerde ortaklardı.

 

Araf hayal gördüğünü sandığı için eliyle gözlerini ovarak tekrar baktı karşısındaki kadına. Değişmedi görüntü. Bir kez daha ovdu gözlerini, arkasına döndü sonra, tekrar önüne fakat görüntü yine aynıydı.

 

Roya'sı gelmişti.

 

"Hayır," dedi kendisine gelmek için başını yere eğip saç tutamlarını çekiştirirken. "Kendine gel Araf! Kendine gel!"

 

Gelmiyordu. Gelmesi imkansızdı, yanında başka bir kadınla uyandığı ilk günde karşısında bir zamanlar aşk yaşadığı kadın duruyordu. Hayat ne biçim bir oyun oynuyordu kendisine? Bu kadar yetmez miydi çektirdiği!

 

Yanına doğru üstüne geçirdiği sabahlığıyla gelen Rojin'den habersiz bir şekilde Roya'nın gözlerine kapılmıştı. Kolunda hissetiği ellerle kendisine gelirken başı yanına dönmüş ve gördüğü gerçekle bir kez daha yerle bir oldu.

 

Lanet olsun! Bu nasıl kader Allah'ım! Bu nasıl ızdırap!?

 

Roya, kendisine bakıp konuşan adamın yüzüne baktı uzun zaman sonra. Saçları uzamış kirli sakalları birbirine karışmıştı. Göz altları çökmüş, bedeni zayıflamıştı.

 

O da mı acı çekmişti?

 

Kendi yaptığı seçime rağmen o da acı içinde kavrulmuş muydu?

 

Kadının saçlarını saklayan siyah şala daha sonra altında belirgin olan kısa saçlarına dönüp baktı Araf Ağa. Sevdiği saçlarına ne olmuştu böyle? Nasıl kıymıştı? Kesmemek için annesinden kaçan kadın nasıl da saçlarını kesme cesaretine erişmişti?

 

"Roya'nın canını, saçlarını keseceği kadar çok yakmışım," diye mırıldandı. "Onu diri diri öldürmüşüm."

 

Roya'nın gözleri yanında duran ve elini uzatıp Araf'ın koluna dokunan kadına değdi. Rojin Sarıkaya.

 

Araf'ın kendisine tercih ettiği karısı.

 

Yutkunmaya korktu ses çıkarır diye. Dudaklarını aralamaya korktu göğüsünde birikmiş hıçkırıkları dışarı salınır diye...

 

Sabahlığıyla Araf'ın yanında durmuş kendisine öfkeyle bakan kadının saçlarını geriye doğru atışıyla gördüğü görüntü, Roya'nın yüreğine dokundu. Açık kalan gerdanında yer yer morarmalar vardı.

 

Dudaklarına yerleşen ölü toprakla gülümsedi.

 

Araf Ağa tercih ettiği kadını, karısı Rojin'i sevmiş, emarelerini de bırakmıştı.

 

Yüzünü başka bir yere çevirdiğinde bu sefer Mehmet Ağa'yla kesişti gözleri. Biraz önce alabora olan duyguları tek tek toparlandı.

 

"Ooo," dedi ona doğru bedenini döndürerek. "Sonunda karşılaştık Mehmet Ağa!"

 

"Roya keça..." Roya devamını duymaya midesinin kaldıramayacağını bildiğinden elini kaldırarak engel oldu.

 

"Şhh, sakın," dedi iğrenerek. "Sakın bana kızım demeye çalışma! Bu yaşanılanları duymayacağımı, öğrenmeyeceğimi mi sandın sen!"

 

Mehmet Ağa kendisine bakan ailesine göz ucuyla bakıp herşeyi öğrenen kadına baktı hüzün çökmüş bedeniyle. "Odamda konuşalım," dedi fakat Roya buna karşılık delirmiş bir şekilde gülerek cevap verdi.

 

Gülüşü birer hıçkırığın adıydı. Gülüşü güzel kadının göz yaşları attığı kahkahalarda asılıydı. "Odam da mı! Ne o," dediğinde yaşlı adama doğru ilerliyordu. "Yoksa ailen yaptığın namussuzluğu bilmiyor mu!"

 

"Baba! Ne oluyor!" diyerek nihayet transtan çıkan Araf, Mehmet Ağa'nın yanına doğru yürüdü. Roya'nın babasına söylediği sözlerle neler döndüğünü anlamıyor, şaşkınlıkla olanları izliyordu. Bir baba kız gibi olan bu ikili şimdi birer düşman olmuşlardı.

 

Roya'nın konaklarını basacağı kadar ne yapmış olabilirdi babam diye düşünen Araf, adı gibi iki arada kalıyordu.

 

"Pişmanım," elini ileriye doğru uzattı. "Ben yaptım sen yapma."

 

Roya'nın yüzü düştü. Gözleri buğulandı. Elindeki silahı Mehmet Ağa'ya doğru kaldırdığında ise avluya çığlık sesleri doldurdu. Mehmet Ağa ve yanında bulunan Araf Ağa, hayretle Roya'ya bakıyorlardı.

 

"Annem de öyle demişti Mehmet Ağa! Benim annem de yapma demiş!" Başını omuzuna yasladı çok hafif düşürerek. "Sen... Sen dinledin mi onu?"

 

"Roya," diyen Araf'a ters bir bakış attı.

 

"Adımı bir daha ağzına alırsan andım olsun ki seni öldürürüm!" Verdiği yemini yerine getirirdi çünkü o Roya Karadağ'dı.

 

"Böyle olsun istemezdim." Pişmandı. Pişmanlığının cezasını da çekiyordu fakat yine de yaşadığı vicdan azabı her gece kendisini rahat bırakmıyor ölmek için gün sayıyordu.

 

"Ben sana baba derken, eğlendin mi çok?" Gülerek silahın kabzasını sıktı elinde. "Kendinle gurur falan da duymuşsundur!" İğrenerek Araf'a daha sonra Mehmet Ağa'ya baktı. "Bir de midesizce beni oğluna istedin! Gün yüzüne çıkmaz nihayetinde dedin, değil mi? Bilen yok bilenler de ses etmez dedin! Kan davası olmaz diye herşeyi yapacağına inandın ama yanıldığın bir yer oldu Mehmet Ağa!" Kafasını ağır ağır salladı. "Benim adım Roya Karadağ! Ben kimseye benzemem! Benim canıma zarar verenin canını alırım." diye üstüne basa basa haykırdı Roya.

 

"Kendine gel Roya Karadağ! Babamla böyle konuşamazsın!" Bağıran Araf'tı. İlk defa nefret etmişti. Babasının canını almakla tehdit eden kadına baktı. İlkti bu. Nefret duyguları o an kabarmıştı.

 

Roya, Araf'ın nefretle bakan gözlerine gülümseyerek baktı. Göz kapaklarında yaşlar birikti. "Ben kimle ne konuşacağımı senin gibi birinden öğrenecek değilim." Acısı öfkeye dönüşümü hızla olmuştu Roya'nın. Canının acısı onun öfkesini körüklüyordu.

 

"Senin babam dediğin adamın neler yaptığını bilsen, baba dediğin her günden utanacaksın, haberin yok!" Haddini aştığını düşünen Araf üzerine yürüdüğü kadının kollarından yakalayacağı an başka bir el Araf'ın uzanan elini tutup sertçe çekti.

 

"O elini kırarım!" Cihangir Atabeyoğlu tüm ihtişamıyla gelmişti.

 

Son anda yetişmiş ve Roya'nın zarar görmesini engellemişti. "Bir daha ona elini uzatırken iki kere hatta yüz kere düşün!" Araf Ağa yüzüne boğazını yırtarak bağıran adama aynı sertlikte cevap verdi. "Sen kimsin!? Sen kimsin de sana soracağım!"

 

"Ben Cihangir..." dedi Araf'a yaklaşırken. "Cihangir Atabeyoğlu!" Başını geriye yatırıp Araf'ı yakasından tuttuğu gibi kafasını yüzüne geçirdi. Sendeleyen adam kadınların çığlıklarıyla beraber yere düştüğünde kendisine dolu gözlerle bakan Roya'yla selamlaştı gözleri.

 

"Kendi aramızda çözebilirken bu yaptığınız işleri çıkmaza sürüklemek!" Sinirden gözü denen yaşlı adam yerdeki oğluna daha sonra karşısındaki kadına baktı.

 

"Yeterince çıkmazdayız Mehmet Ağa! Senin yaptığın yanına kalmayacak! Önce anneme dokunan ellerini..." dediğinde silahı ateş etmek için silahı kaldırdı fakat o daha ateş etmeden önce Mehmet Ağa'nın iki eline de birer kurşun isabet etmişti. Roya yerinde sıçrarken Mehmet Ağa büyük bir acıyla çığlık attı.

 

Urfa semalarına doğru sızan kurşun sesleri cehennemi oluşturmaya başlamıştı.

 

Roya Karadağ'dan önce ateş edilmişti. Roya'nın elinin kana bulanması engellenmişti.

 

Roya, şaşkınlıkla arkasına döndüğünde gördüğü adamla dudakları aralandı.

 

Yusuf Agir Bozbey elinde biraz önce ateş ettiği silahıyla beraber karşısında durmuştu. Yüzündeki soğukluk birkaç kilometre uzaklıktan bile beli olurdu. Hiçbir şey düşünmeksizin yaptığı eylemle gurur duyuyor havası vardı.

 

Birkez daha silah sesi duyuldu. Roya yerinde sıçrarken Cihangir Roya'ya arkadan sarılmıştı bile. Mehmet Ağa'nın bu kez ayaklarına ateş edilmiş ve yaşlı adam Roya'nın önüne bedeninden akan kanlarla düştü.

 

Kendisinin ceza vereceği adamın kanlar içinde ayak uçlarına düşüşüne başını hiddetle salladı.

 

"Baba!"

 

"Mehmet!"

 

Çığlık seslerine Roya'nın sesi de eklendi.

 

"Hayır!" dedi bağırarak. "Hayır öyle kolay olmayacak! Ölümü böyle kolay olmayacak!" Bedenini saran kolların arasında çırpındı. "Napıyorsunuz! Ben vuracaktım! Bu benim hakkım!"

 

"Bırakın lan beni! Babaa! Babamm!"

 

"Benim anneme dokunan her hücreni yakacağım! Bırak beni Cihangir!" Çıldırmışçasına bağırdı Roya. Avuçlarıyla şakağını vururken tehlikeye dönen gözleri Mehmet ağayı izliyordu.

 

"Ben!" dedi yumruğunu göğüsüne doğru vururken. "Ben annemin karnındayken ona dokunan her yerini yakacağım! Allah aşkına bırak beni Cihangir! Lütfen bırak!" Haykıran sesi avlu dışına kadar süzülmüştü. "Anneme dokunan ellerini kana bulamak benim hakkım!"

 

Araf onu tutan korumaların elleri arasında çırpınırken duydukları bütün dengesini bozmuştu. Sarsılmıştı. Hareket etmek istedi. Lakin bir milim kıpırdayamıyordu. Gözleri yani başında ağlayan Roya'ya kaydı. Acıyla kasılan yüzünü, babasına doğru savruluşunu izledi.

 

"Hayır, Araf! Hayır!"

 

Avlunun ortasına bir acı daha saldı kadın.

 

"Babamın katili! Annemin katili benim ise hem yetim hem öksüz kalmamın sebebi senin baban!" Araf'a doğru gitmek isteyen kadını elinden kaçıran Cihangir Roya'nın Araf'ın yüzüne attığı tokatları engelleyemedi. Attığı her tokatla yüzü omuzlarına düşen Araf Ağa'nın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hem kendi kaderine hem de karşısında ağlayan kadının kaderine ağlıyordu.

 

"Benim annem bana hamileyken senin baban ona tecavüz etmiş! Anladın mı!" Bir kere daha vurdu. "Senin baban bizim hayatımızı yerle bir etmiş!" Roya'nın sözleriyle tüm çığlıklar susmuştu. Araf'ın yanında dizleri önüne çöken kadın gözlerinden boşalan yaşlarla karşısındaki adama baktı. Omuzları ağlamaktan sarsılıyordu. "Senin baban ölmeyi hak ediyor Araf Ağa. O, babamın canını aldı," kendisine bakan siyah harelerdeki binbir türlü duygu değişimlerini gördü Roya. "Ben de babanın canını aldım." kendi kendine tekrarladı. "Babanın canını aldım..." Ayağa kalkmaya çalıştı fakat beceremedi. Cihangir'in yardımıyla kalktığında ise titreyen bedeninden dolayı ayakta durmakta zorlanıyordu.

 

Birkaç kez sendeledi. Yerde kanlar içinde yatan adama doğru birkaç adım attı. "Benden hem babamı hem annemi aldın Mehmet Ağa," hıçkırıklarını tutamadı. "Ben ise sadece seni aldım. Dilerim ki ölmez, ölmek için yalvarırsın."

 

Roya, üşüdüğünü hisseti. Annesini istiyordu. Annesinin yıllardır kendisine açılmayan kollarının sıcaklığını istiyordu. Arkasındaki harabeyi umursamadan hepsinin arasından çıkmayı başardığında nefes almaya da çalıştı fakat nefes alamıyordu. Alamadığı nefesler yüzünden başının dönmesine bir de amansız titremeler eklendi. Dermanı kalmamış dizlerinin bağı çözüldüğünde yere çakılacağını düşündüğü an bir çift kol kendisinin düşmesini engelledi. Gözleri kapanmadan önce gördüğü yüz artık bir ömür göreceği yüzdü.

 

Düşeceği an Roya'yı tutan Cihangir, kadını kollarının arasına alarak derin bir nefes alıp verdi. "Dinlemiyorsun Roya, sen beni hiç dinlemiyorsun."

 

Bu sefer gerçekten herşey bitmişti.

 

Geçmiş kapanmıştı.

 

Geçmiş kanla başlamış ve kanla da kapanmıştı.

 

Artık bir düğüm değildi Roya'nın hayatına geçmiş. Cihangir de böyle olduğunu düşündüğünden elini uzatıp siyah şalı çekip aldı, Roya'nın saçlarından. Geçmiş çözülmüş, yası son bulmuştu.

 

Roya'nın yüreği özgürdü artık.

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm bitti! Sizce nasıldı bölüm?

 

Birkaç eksiği ve yazım hataları var farkındayım ama en kısa sürede o eksiklerini tamamlayacağım <3

 

Cihangir & Roya?

 

Yusuf Agir Bozbey'in yaptığı?

 

Araf?

 

Mehmet Ağa?

 

Ali?

 

Bölümü sevdiysek bir emoji alabilir miyim?

 

Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın sizleri seviyorum<33

Loading...
0%