@tanvakti108
|
Selamm! İçime pek sinmeyen ara ara tıkandığım bölümle geldim. Umarım seversiniz. <3
Sizin her voteniz beni daha da yazmaya yönlendiriyor. Her vote, yorum daha hızlı bölüm demek. Lütfen bir saniyenizi almayacak olan küçük yıldıza basmayı unutmayalım. (Yazım ve mantık hataları varsa affola. Düzeltme fırsatım olmadı malefes.)
Can Kazaz, sürsün bahar
Sizleri seviyorum, keyifli okumalar<3
28. Bölüm (part bir)
2 hafta sonra
Günler birbiriyle savaşıp başka bir güne güneş doğurduğu vakit Roya Karadağ yatağında uzanmış beyaz tavanı bir boşlukta süzülürmüşçesine izliyordu. Dile kolay geçen her gün birer zehir misali sarmış dört bir tarafını onu kendine çekmişti fakat bu zehirden onu kurtaran biri vardı ki Roya'nın aklını da kalbini de birbirinden koparmıştı.
Cihangir Atabeyoğlu iki haftadır canından can almıştı.
Yanında oluşu, onu mutlu etmek için çabalayışı kadının benliğini dengesizleştiriyordu.
Derin bir nefes alıp yataktan doğruldu. Eski odasında uyumayı özlemişti. Kendi yuvasında olmayı özlemişti, eski günlerini özlemişti. İki haftadır Urfa'daydı. Koskocaman iki haftada çok şey yaşanmıştı. Hakkari'ye gitmeyi istemiyordu artık genç kadın. Geç bulduğu annesinin dizinin dibinde oturmak istiyordu sürekli. Ona olan özlemini gidermek, kaybettiği yılları tekrar yaşmak... Lakin onu iki haftadır gitmek için zorlayan bir adam vardı. Cihangir Ağa Hakkari'ye dönmesi için elinden geleni yapmaya çalışıyor fakat her yaptığı elinde patlıyordu.
Roya'nın dudaklarını arşınlayan tebessüm gözlerinin dolmasına neden oldu.
Mehmet Ağa, hastaneye kaldırıldıktan sonra ölüm haberini beklerken daha güzel bir haberle keyfi yerine gelmişti. Yatağa mahkûm kalmıştı, Mehmet Ağa. Ne kolunu ne de ayaklarını kullanabilecekti artık. Belki bu yaptığına vicdansızlık denilecekti ancak vicdandan bir haber adama en güzel ceza buydu.
Acı çeke çeke ölmesi Roya'nın içini rahatlatacaktı.
Babasının da annesinin de çektiği acıların bin katını yaşamadan ölmesini istemiyordu.
Ayaklarını yataktan sarkıttığı an, elbise dolabındaki aynada kendi yansımasını gördü Roya. Çöken omuzları, göz altlarındaki yorgunluk emareleri onun ne kadar zor günler geçirdiğini bas bas bağırıyordu. Omuzlarını aşan saçlarını görmesi ise iç çekmesini sağladı. Ellerini uzattı uzamaya başlayan saçlarına. Avuçları arasına aldığı saçları uzamaya başlamıştı. Yumuşak saçları ellerinde can buluyordu. Hayır, yanlıştı. Bu bir haftadır saçları Cihangir Ağa'nın ellerinde can buluyordu.
Genç adam, akşamları Roya uyuduğunda odasına giriyor, Roya'nın uyanmasına dikkat ederek saçlarını seviyordu.
Roya, saçlarını bırakıp odasında bulunan penceresine doğru yürüdü. Avluda görünen ve hazırlanan uzun kahvaltı masasında gözlerini gezdirdi. Ailesi bir aradaydı. Tüm ailesi birlik içinde aynı masada toplanmıştı. Ağabeyleri haberi alır almaz Urfa'ya gelmişlerdi. Olanları duyduklarında ise onları durdurmak epey zor olmuştu. Rizgâr ağabeyi, Araf'ı gördüğü yerde bir güzel hırpalamış onları yok edeceğine dair yeminler etmişti ancak Araf Ağa, hiç sesini çıkarmamış Rizgâr'ın kendisini vurmasına izin vermişti taki Roya, gelip onları ayırana dek.
İkisinin arasına girmiş ve onları ayırmak için son gücüyle ikisini tutmaya daha doğrusu ağabeyini tutmaya çalışırken Araf'ın kendisiyle konuşması üzerine bakışları artık yabancısı olduğu siyah incilere kilitlenmişti.
Kilitlenip kalmışlardı birbirlerine.
Araf, Roya'nın göğüsüne değen eline tutunmuş ve kendisine öfkeyle bağıran kimseyi umursamadan "özür dilerim," demişti.
Onca olan şeyden sonra kendisinde özür hakkını bile bulmaz bir hâlde söylemişti.
Yorulmuştu Araf Ağa. Karşısında kendisine dolu dolu bakan kadın kadar o da yorulmuştu. Gözünden düşen yaşlarla bir kez daha "Özür dilerim," dedi.
Bu neyin özürüydü anlamamıştı Roya. Ne için özür diliyordu? Ya da hangi yaptığı için?
Boğazına büyük bir düğüm takılmış konuşmamıştı Roya o an. Kilitlenip kalmıştı. İki genç birbirlerine bakıp sessizce göz yaşı dökerken Araf artık tamamen anlamıştı o gözlerde kendisinin yeri olmadığını.
Yok olduğunu anlamıştı.
'Keşke tutup çekseydim seni bu yangından Roya.' dedi kendi kendine. 'Seni tercih yapacak kadar şerefsiz olmasaydım.'
Roya kendisine değen ele baktı uzun uzun.
'Ne hale düştük Araf, baksana ne haldeyiz."
İkisi de birbirlerine yabancıydılar. Yan yana geçerken selamı bırakın göz göze gelmeyecek kadar yabancılaşmışlardı.
İçine dolan kasvetle penceresini açtı Roya. Geçen günlerin zihninde birer filim şeridi halinde geçmesi nasıl günlerden geçtiğini bir kez daha kendisine hatırlattı. Araf'ın kendisine olan bakışlarının zihnine düşmesi gerilmesi neden oldu.
"Kendine gel Roya! Herşey... Herşey geride kaldı." Öyle olmuştu. Hepsi geride kalmıştı.
Pencereden gördüğü manzarayla gülümsemeye zorladı kendisini. Yâde Rozan'a bir şeyler yedirmeye çalışan halasını görmek mutlu etti Roya'yı. Bazı katılaşmış buzlar da nihayet erişmişti. Halası ile Yâde Rozan birbiriyle yıllar sonra bir araya gelmiş anne evlat barışmışlardı.
Kader ilk defa yüzlerine gülüyordu.
Kendisine el sallayan Dilşah'ı gördüğünde ise dudakları büküldü. Elini kaldırıp salladı ancak bu pekte sevinçle yapılan bir hareket değildi. Biraz mecburiyet barındırıyordu.
Halası ile birlikte Dilşah'la Cihangir sadece gelmişlerdi Hakkari'den. İki haftadır aynı konakta büyük bir aile olarak geçinip gitseler de Dilşah ile ağabeyi Şerwan sürekli birbiriyle atışıp duruyorlardı. Elbette bunu kötü bulmuyordu ama... Ama kardeşi dediği Dilberay'ın gözlerine çöken hüzünü görmek canını sıkıyordu.
Dilberay'ın Şerwan'ı çok sevdiğini biliyordu ancak ağabeyi onca olan şeyden sonra kapalı bir kutu olmuş bu kutunun kapağını da sadece Dilşah'a açıyordu.
Dilberay'ın onları izlerken düştüğü halini görmek ise içini yaralıyordu.
Tabii tek değişen bu değildi. Sedat ile Delâl gelinin başka bir eve taşınması da vardı. Delâl gelin bir Bozbeydi. Herkese bir şeyler olurken onlar mutlu bir aile tablosu kurmuş hatta yeni bir aile üyesini de ailelerine katacaklarını duyurmuşlardı.
Delâl Bozbey'in ayrı bir evde olması en iyisiydi.
Herkesten ayrı hayatlarını devam ettirmeleri en güzeliydi. Belki de en sağlam kalan onlardı.
Ya da bu yalan dolan olan ilişkide ki en doğru, yalansız, gerçek olanları.
Kapının iki kere çalınmasından sonra aralanması, Roya'nın kapıya dönmesine neden oldu. Kapıda mahcup bir ifadeyle kendisine bakan annesini gördüğünde biraz önce düşündüğü herşey yok olmuştu. Yüzünde kocaman bir gülüş yerleşmişti.
"Keçamin," dedi, Mevsim Hanım yeni edindiği kızıyla. Sanki yeni doğmuşta yeni anne olmuş gibi hissediyordu kendisini. "Kahvaltı hazır inmeyecek misin?"
"İneceğim dâye. Üzerimi hemen giyinip geliyorum." heyecanlı bir şekilde annesine yaklaşıp yanağına sulu bir şekilde öptü.
Mevsim kadın kızının yanağına elini yerleştirip öptü doyaca geç bulduğu kızını. "Dâye kurban olsun sana." Sımsıkı sarıldı kızına. Yediği ilaçlarda etki etmişti şimdiki hâline dönmesine. Yirmi üç yıl sonra kavuşmuştu kızına. Hâlâ sarılırken bile tereddüt etse de içindeki yaralar kızına sarıldıkça azalıyordu.
Kızının kokusu onu hayata bağlıyordu.
"Hemen giyin de gel, olur mu delalamin?"
Başını salladı Roya. "Tamam dâye, sen in ben hemen geliyorum."
Mevsim Hanım, kapıyı kapatıp gittiğinde Roya da mutlu bir şekilde dolabına koştu. Dolabında eskiden en çok giymeyi sevdiği lacivert, dizlerinin hemen altında biten, kolları yarım ve hafif göğüs dekoltesi olan elbiseyi eline alıp hızla giyindi. Saçlarını tarayıp bir köşede kendisine göz kırpan siyah şala takıldı. Cihangir'in kendisinden aldığı şalı şuan yine kendisindeydi ancak takmayacaktı artık. Bir haftadır takmadığı gibi yine takmayacaktı.
Yası bitmişti.
Artık yaş yoktu.
Odadan çıkıp merdivenlerden salana salana inen Roya, üzerinde hissetiği bakışlarla başını kaldırdığı gibi Cihanagir'in gözleriyle karşılaşı. Roya'ya bakarken dudaklarında muazzam bir tebessüm vardı. Gözleri Roya'nın özgür ve uzamış saçlarında gezintiye çıktığında sevinci daha da artmıştı. Kendisinden gözlerini kaçırıp merdivenleri inen Roya, sofraya oturmadan önce halasının yanağına dudaklarını bastırdı.
"Oyy benim güzeller güzelim," diyen Hazal Hanım yeğeninin yüzünü avuçları arasına alıp sevdi. "Dün uyuyamadın mı? Gözlerinin altı çökmüş."
"Uyudum halacım hemde uzun zaman sonra ilk defa bu derce huzurla uyudum."
"Dur ben de bakayım bir," diyen Mevsim Hanım kızının yüzünü tutup kendisine çekerek yüzünü inceledi. "İyisin değil?"
Roya annesinin ona endişeyle bakmasına gülümsedi. Bu duygu bambaşkaymış. Bu duygu insanın içine işliyordu.
Bir anne evladını sevmeliydi.
"Sen bana hep böyle bakarsan çok iyi olurum dâye." Annesinin gözlerinin dolmasını gördüğünde kendisini tutamayıp sımsıkı sarıldı hasret olduğu kadına.
"Aa! Yeter bea şöyle ağız tadıyla bir kahvaltı yapacağız biz! Ağlamak değil niyetimiz!" Gülistan elindeki çayı masaya indirip gülümsedi. "Ağlayacaksan az ötede ağla."
"Amann Gülistan Hanım ağzınızın tadını kaçırmayayım."
"Onun ağzının tadı kaçmaz Roya. Her türlü yer yani," diyen Dilberay yanına oturan Şerwan'la heyecanlandı. Kendisine laf atan Gülistan'ı duymayacak kadar heyecanlanmıştı fakat diğer tarafında gülerek Şerwan'a bakan Dilşah'ı gördüğünde yüzü düşmüştü.
Hepsi masaya otururken Cihangir yine yapacağını yapmış şerwan'nın oturacağı yeri kaparak kendisi oturmuştu. Oturduğu yer Roya'nın tam karşısıydı. Ayakta kalan Şerwan boynunu kütletip Cihangir'e ter ters bakarak Dilşah'la Dilberay'ın arasına oturmak zorunda kaldı. "Sikeyim seni Cihangir!" diye homurdandı.
"Ne?" dedi Dilşah yanına oturan adamın bir şey söylediğini duyunca.
"Ekmek uzatsana dedim," işin içinden çıkayım derken daha da battığını fark etmemişti adam.
Yüzü iyice düşen Dilberay yanındaki ekmek sepetini alıp sertçe Şerwan'ın önüne bıraktı. "Ekmek burda Şerwan ağabey (!)"
Şerwan önüne konulan ve kendisine konuşan genç kıza yutkunarak baktı. "Siktir!" diye sessizce fısıldadı.
Roya Dilberay'la göz göze geldiğinde genç kızın bakışlarını kaçırmasıyla Gülistan'a baktı. Gülistan da kendisine bakıp göz kırptığında sonra berbat konuşacaklarını anladı.
Önündeki tabağa döndüğünde ayağında hissetiği ayakla gözleri karşısında oturan adama döndü. Tek kaşını ne var anlamında kaldırdı.
"Tuz uzatsana," dedi kendisine bakan gözlerde kaybolurken. Şerwan'ın yaptığı gibi Cihanagir'de masaya bakmadan konuşmuştu.
Roya gülüşünü gizleyerek yanını işaret etti. "Sen bana uzatsana tuzu."
Cihangir, Roya'nın işaret ettiği yere baktığında başını eğip küfür etti. Daha sonra tuzu gülen kıza doğru uzattı.
Aşk insanı aptallaştırır sözü doğrulanmıştı.
Büyük bir aile olmayı sonunda başarmış kahvaltı ederken kahkaha sesleri ilk defa bu kadar güzel yankılanıyordu büyük avluda. Gözleri parlayan kadın kahkaha atarak çayını yudumladı. Cihanagir'in keyfini yerine getirecek kadar güzel gülüyordu. Güzel bulduğu ve aşık olduğu kadının bir de gülüşüne vurulmuştu.
"Çok güzel," diye mırıldandı kendi kendine. "Gülüşüne ömrümü sığdıracağım kadar güzel." Kısık sesinden dolayı itirafını kimse duymadı. Fakat Roya hissetmiş gibi kendisine parlayan gözlerle baktığında bir kez daha konuştu adam: "Bismillah, gözlerinin güzelliğine bismillah."
Kahvaltısını yapan Cihangir, herkes sedir de otururken Roya'nın olmayışıyla yukarı çıktı. Avludaki kalabalıktan dolayı ne zaman gittiğini görmemişti. Roya'nın odasına giderken, Rizgâr Ağa'nın odasından gelen seslerle yönünü değiştirdi.
Aralık kapıdan baktığında Roya'yı ve kucağında oyun oynadığı küçük Neva'yı görmek nefesini hızlandırdı. Kaskatı kesilmiş bir şekilde sevdiği kadına, bir de elindeki bebeğe baktı. Onları izlemenin keyfi aklına üşüşenlerle yerle bir olurken Roya'nın, kendisine dönük olan bedenine kollarını sarmak istedi. O neşeyle parıldayan gözlerin kendi gözlerinde kaybolmasını, sürekli kıpırdanan dudaklarının kendi adıyla güzelleşmesini istedi. Fakat bunlar şuan da olamayacak kadar uzaktı. Onu sevmeyen kadına bunları yaptıramazdı.
Öyle güzel seviyorduki kucağındaki bebeği... Cihangir, bir an için herşeyi unuttup, gerçeği yok ederek kendisiyle karşısındaki kadının olan bir bebek düşündü. İkisinden olan bir bebek. İkisinin canı olan bir melek. Düşüncesi bile kendisini kalp krizi ettirecek kadar heyecanlandırması Düşündükleriyle kendine, kalbine sert darbeler indirdi. 'Anne olamayacak' iç sesinin vicdansızlığına lanet etti.
Roya, duyduğu sesle kafasını gömdüğü küçük Neva'nın boynundan kaldırıp kapıya baktı. Kapıda kendisine tuhaf bir şekilde bakan adama kaş çattı. "Cihangir?" diye seslendi.
Birkaç dakika genç kadına bakan Cihangir boğazını temizledikten sonra: "Seni Neva'yla paylaşabilirim," dedi. Daha sonra elini ensesine atıp kendisine anlamayarak bakan kadına hafifçe gülümsedi. "Yani sanırım, çokta emin olamıyorum kendimden."
"Sen neyden bahsediyorsun?" Kucağındaki Neva'yı beşiğine bırakıp doğruldu.
"Bizden."
"Biz mi?" Güldü Roya. "Cihnagir sen iyi misin? Acaba yediğin bir şey falan mı dokundu?" Anlamıyordu kadın kendisiyle konuşan adamı. Donuk yüzüyle kendisine doğru adımlamaya başladığında ise yutkunmadan edemedi. Zaten yeterince ondan uzak durmaya çalıştıkça dibinde biterken şimdi üzerine üzerine gelmesi bedebinin bilemediği heyecandan kasılmasına anlam veremedi.
"Cihangir..."
Kadına yaklaşan adam, elini kaldırıp biraz önce izlediği ıslak dudaklara baş parmağını yasladı. Dudaklarının ısısı parmağını yakarken nabzı dudaklarında atan kadının kokusunu daha çok hissetmek isteyen yanıyla daha çok yaklaştı Roya'ya. "Bana sen dokundun Roya. Beni bu hâle sen getirdin. Yanında bir ergene dönmemin sebebi sensin."
Adamın gözlerinde saklı olan yarınlara kanmamak için kendisini zor tutu kadın.
Bir kez kanmış yerle bir olmuştu. İkincisine hacet var mıydı ki?
Kendisini geri çekmek istedi fakat çekemedi. Çekmeye gücü kalmamıştı oysa hiç bir iş yapmamış yorumlamıştı. Kalbinin hızı bedenini yormuş olmalıydı. Evet kesinlikle öyle olmuş olmalıydı. Cevap vermek yerine gözlerini bir süre kapatıp sakin olmak için kendini teskin etti, Roya. Cihnagir aklını karıştırıyordu. Baş başa kaldıkları hatta her zaman gözlerinin üzerinde olması onu tedirgin ediyordu. Kendisine karşı hissettiklerini biliyor ona göre hareketlerine dikkat ediyordu fakat karşısındaki adam Cihanagir Atabeyoğlu olunca iş farklılaşıyordu.
"Ben değil sen yapıyorsun bunları. Dibimde bitiyor bizi çok saçma hallere sokup duruyorsun."
"Nedenini biliyorsun ama unutmuşsan hatırlatmaktan zevk duyarım."
"Ne? Neyi?" diye sordu, Roya.
Tutamadı Cihanagir kendisini. Kendisiyle konuşan kadının dudaklarından zor bela çektiği gözlerini yeşillere çıkardı. Üzerine üzerine yürürken kendisiyle birlikte geriye adım atan Roya'nın sırtı nihayet duvara dayanamıştı. Elinin birini duvara, Roya'nın hemen yüzünün yanına yaslayıp diğerini de Roya'nın yumruk olmuş elini giderek kavradı, narin elleri. Tutuşu nazik ve bir o kadar sahipleyiciydi.
Titremeye başlayan Roya, korkuyla Cihangir'e bakıyor ve söyleyecekleri için, duyacakları için tedirginliği günyüzüne çıkıyordu. Bir de işleri bozan bir kalbi vardı ki göğüsünü parçalayıp dışarı taşacak gibiydi.
"Sana aşığım," dedi, adamın dudakları. "Sana hasretim."
Duyduklarıyla, dudakları aralanan Roya, Cihanagir'in duygularını apaçık bir şekilde dile getirmesiyle neye uğradığını şaşırdı.
"Cihangir..." Diye mırıldandı fısıltıdan ibaret sesiyle.
"Söyle, Cihanagir'in canı." Kendisine yüklenen cesaretle alnını genç kadının alnına yasladı. "Çok seviyorum be kadın. Öyle çok seviyorum ki seni kendimden bile kıskanıyorum."
Belki daha farklı daha güzel bir şekilde dile getirmeyi isterdi Cihanagir Ağa ancak artık dayanacak gücü kalmamıştı. Zamanı, mekanı umrunda değildi. Sahi neden olsun ki? Mekanı da zamanı da güzelleştiren Roya'ydı Cihanagir için.
"Seni nasıl sevdiğimi dinlemek ister misin?" Kollarının arasındaki kadının sert soluklarını hızlı atan ritimlerini hissediyordu Cihanagir. Bir tarafı korkuyor bir tarafı da yaptığı itiraftan dolayı seviniyordu.
"Cihnagir, lütfen... Ben... Hazır değilim." Vücudu titremeye başladığında korkarak duvara yasladığı elini kaldırıp sevdiğinin saçlarına götürdü. Elini saçlarına değdirdiği vakit ikisi de aynı anda nefeslerini tutmuş ve ikisi yine beraber iç çekişlere kurban edildiler. Saçlarını okşarken, "Neden?" diye sordu Cihanagir.
Nedenini biliyordu.
Roya, gözlerinden dökülen yaşlarla beraber gülümsemeye çalıştı. "Bir kez daha benliğimi kaybedemem. Bir kez daha saç diplerime kadar acı içinde boğulmak istemiyorum." İstemiyordu Roya. Tekrar aynı şeyleri yaşamanın korkusu vardı içinde. Kim olsa korkardı. Yaşadıklarını anlıyordu Cihanagir. Çektiği acıyı dışa her vurduğunda kahrolan Cihanagir başını eğerek Roya'nın şakaklarına bir öpücük bıraktığında Roya, buz kesilmiş bedenini harekete geçirerek Cihanagir'den uzaklaşmak istedi fakat buna engel olan Cihanagir, ikisinin de göz göze gelmesini sağladı.
"Bırak beni, Cihanagir. Kimse bizi böyle görmeden git."
"Senden artık gidemem ki," derince yutkundu. "Nereye gidersem gideyim sonunda sende kalacağımı biliyorum; çünkü sen ev gibisin. Sen evsin Roya. Sımsıcak, huzur veren mutluluk kollarına sahip bir ev." Geriye doğru çekildi. Kollarını iki yana açtı gözlerinde biriken yaşlarla. "Sen evsin bana Roya. Benim evim. Gidemem senden, bunu unut." Arkasını dönüp giderken içindeki kırgınlıkları bir kenara bırakıp huzura nefes alıp verdi. Söylememişti! Geriye sadece Roya'nın kendisini sevmesini bekleyecekti.
Severdi değil mi?
Odadan çıkan adamla neye uğradığını şaşıran kadın zor bela yatağa uzanıp dermanı kalmayan bedenini bıraktı.
Biraz önce yaşadığı anın korkusu, heyecanı ve bilinmezliğiyle sağ eli sol göğüsüne doğru bastırdı. Hızlanan, ritmi bozulmuş kalbine doğru iyice bastırdı elini. "Hayır," dedi dudakları. "Hayır, lütfen..." Yutkunmaya çalıştı. "Hızlanma, bir kez daha olmaz, lütfen." Ama nafileydi sözleri. Kalbi hiç durmaya niyeti yokmuşçasına hızlanırken gözlerinden iri damlalar yanaklarına süzülüyordu.
Mızmızlanan Neva bebeği duymayacak kadar soyutlanmıştı Roya. "Çok seviyor," dedi, gözyaşlarından ıslanmış dudaklarıyla. "Gözlerinde kendimi görüyorum Allah'ım. Beni çok seviyor."
Neva bebek artık ağlamaya başlamıştı.
"Ya kalbini parçalara bölersem? Ya bir kez daha düşersem?" Çaresizliği bir kez daha yaşıyordu kadın. "Bana evsin dedi. Evimsin dedi ama ben; bir ev olmayacak kadar hissizim."
Neva bebek artık çığlık atarcasına ağlıyordu. Öyle ki avluda oturan Heja koşarak yukarı çıkıyordu.
"Canı yanacak," elleri iki yanına doğru düştü. "Beni sevdiği için canı çok yanacak ama ben bunu istemiyorum. Canı yansın istemiyorum." Kafası gibi kalbi de bir kasırgaya uğramış nasıl düzeleceğini bilmeyerek bir yol arıyordu.
Odanın kapısı gürültüyle açıldığı an bir rüyadan uyanırmışçasına yerinden sıçrayan Roya Neva'nın ağlayışlarını duydu tabii odanın kapısında kendisine hayretle bakan Heja'yı da. Heja ise şaşkınlıkla Roya'ya daha sonra da bebeğine baktı. Şaşkınlığını atlatır atlatmaz ağlamaktan morarmış bebeğine uzandı. "Geldim annem. Şhh, ağlama gülüm." Kucağındaki bebeğini bir sağa bir sola kucağında sallarken bakışları Roya'nın üzerindeydi. Kafası almıyordu. Neva, çığlık çığlığa ağlarken Roya, nasıl bakmamıştı yavrusuna?
Kendisine gelen Roya titreyen ellerini Heja'ya uzattı. "Ben... Ben özür dilerim. Duymadım ağladığını."
"Duymadın mı! Sesi aşağıya kadar gelirken duymadın mı diyorsun Roya?" Kendisini tutamamış bağırmıştı belki de ilk kez kız kardeşine. "Baksana nasıl morarmış, ya bir şey olsaydı!"
"Yemin ederim, duymadım. Özür dilerim halacım," diyerek Neva'ya uzandığı an Heja kucağındaki yavrusuyla kendisini geri çekti. Elleri havada kalan Roya'nın gözleri şaşkınlıkla Heja'nın yüzüne tırmandı.
Heja ise yavrusunun hala titreyen bedenine sımsıkı sarılmış, bunun kızgınlığıyla Roya'ya patladı. "Dokunma!"
"Heja, benim Neva'ya olan düşkünlüğümü biliyorsun! Bilerek ağlamasına izin verir miyim ben sence?"
"Demek ki verebiliyorsun Roya! Kızıma dokunma bir daha!" Sonradan pişman olacağı sözleriyle beraber odanın kapısını araladı. "Çık dışarı!"
Heja'ya kırgın gözlerle baktı Roya. "Heja bak yanlış yapıyorsun. Ben duymadım, yemin ederim!"
"Ne oluyor burada!" Diyerek odaya giren Rizgâr bir karısına bir kardeşine bakıyordu. Seslerini ta aşağıya taşıyan sebebi merak ediyordu. Karısının kızarmış göz yaşlarına ve kucağında sesiz iç çekişlere ağlayan kızına baktı. "Sesiniz tüm konağı aldı." İlk defa karısıyla kız kardeşinin kavga ettiğini gördüğü içinde büyük bir şaşkınlık vardı yüzünde. Onları kavgaya tutuşturacak ne olmuş olabilirdi diye düşünüyordu.
"Birşey yok ağabey."
"Evet, eğer Roya odadan çıkarsa hiçbir sorun olamayacak."
Gözlerini kapatıp açtıktan sonra dudaklarına bir tebessüm kondurdu Roya. Heja'ya kırgın kırgın baktıktan sonra ağabeyini geçerek odadan çıktığı gibi kendisine seslenenleri umursamadan odasından aldığı çantasını koluna geçirip konağın dışına attı bedenini.
Neva'nın ağlamasını duymamıştı. Evet, belki yanlış yapmıştı, Heja yavrusuna bir şey oldu diye korkmuş öyle konuşmuştu ama... Ama bir daha kızıma yaklaşma demesi içine oturmuştu. Bu kadar ileri gideceği bir şey yapmamıştı.
Konağın önündeki arabaya binmiş olan Cihangir'i gördüğün de ne yapacağını bilmeyerek ona doğru yürüdü. Arabanın ön kapını açıp kendisini koltuğa bıraktığında başını arkaya atmış, gözleri kapalı olan Cihangir Ağa irkildi. Başını yanına doğru çevirdiğinde ise gördüğü kadınla vurulmuşa döndü.
"Roya..." Sessizce adını fısıldadı.
"Sana çok sinirliyim. Senin yüzünden Heja'yla kavga ettim! Aklımı bulandırmaya hakkın yok!" Cihangir'e bakmadan konuşmasını sürdürdü. "Konaktan biraz da olsa uzaklaşmak istedim fakat nedense kendimi yanında buldum. Şuan neden senin yanındayım onu da bilmiyorum. Biraz önce söylediklerini ise unuttum çoktan." Son cümlesi tamamen yalandı. Söyledikleri harfi harfine aklına da kalbine de dokuluydu. Unutacak gibi de değildi.
Cihangir ise kadının gelişini, nedenini, her şeyi sorgulamayı bırakıp büyük bir gülümsemeyle izliyordu kendisine konuşan kadını.
"Bana bakmaya devam edeceksen ineceğim. İnmemi istemiyorsan sür arabayı." Üzerindeki bakışlardan haberdar olduğu için titreyen parmaklarını çantasının deri kayışınada oyalıyordu. Bir an başını kaldırdı. İçindeki kasırgaya rağmen Cihangir'e baktı. Keşke bakmasaymış. İçi gider gibi kendisine bakan adamın gözlerindeki aşkı gördü.
Lanet olsun neden baktı ki! Bakmasa ne olacaktı! Cihangir'e baktığı gibi hızla önüne de döndü. Eli kapıyı açmak için giderken bunu anlayan Cihangir kapıları kilitleyerek arabayı çalıştırdı. "Bana attığın adıma elhamdülillah be Karadağ kızı."
Roya, duyduklarıyla suspus olmuş bir hâlde dudaklarını birbirine bastırdı. Allah'ım ben napıyorum böyle? Yaptığı şey şuan aklını başına getirmişti. Adama umut veriyordu!
Cihangir'e umut verirken kendisine de veriyordu.
Nasıl bir yangındı bu?
Cihangir yanındaki kadına ara ara bakarak nereye gittiğini bilmeden arabayı sürüyordu. İkisi konuşmuyor nefes alış veriş sesleri birbiriyle raks ediyordu.
"Nereye gitmek istersin?" diye sordu Cihanagir yoksa Urfa'yı tavaf edeceklerdi.
"Urfa'nın meydanına," dedi Roya. "Birkaç şey alacağım."
Cihangir tamam anlamında başını sallayarak direksiyonu meydana doğru çevirdi.
Meydana geldiklerinde Roya hiçbir şey demeden kapının açılmasını bekledi bunu gören Cihangir ise hafif bir gülüşle kapının kilidini açtı. Roya hemen arkasından da Cihangir indiğinde meydandaki birkaç çift göz üzerlerine dönmüştü bile.
Cihangir tek elini kapının üzerine attı. "Ee," dedi Roya'ya bakarken. "Napıyoruz?"
Roya gelen soruyla kaşları çatıldı. "Napıyoruz derken? Sen kalıyorsun ben gidip eksiklerimi alıyorum."
"Kim karar veriyor buna?" Kapıyı sert olmayacak bir şekilde kapatarak Roya'nın yanına gitti. "Seni tek başına bırakmam."
Roya başını kaldırarak dibine girmiş adamın yüzüne çatılı kaslarıyla baktı. "Buna ben karar veriyorum. Burası benim Cihangir Atabeyoğlu. Burada senin soy adın değil benim adım, soyadımın namı geçer."
Cihangir, kendisine diklenen kadına hayretle bakarken içindeki kavrulmuş hislerini beli etmemek için de büyük bir sabırla Roya'nın çatık kaşlarına, diklenen bakışlarına, güzel çehresine baktı. Biraz daha kızdırmak kendisine alev almış gözlerle bakmasını isteyerek biraz daha yaklaştı kadına. Kokusunu çalacak kadar yaklaştı. Aldığı kokunun kendisinde oluşturduğu duygularla yutkunmak zorunda kaldı. "Deneyelim mi Karadağ kızı. Bir Atabeyoğlu'nun yapamayacağı hiçbir şey yoktur. İstediğini alamayacağı hiçbir şey yok."
"Desene ego tavan," dedi, Roya yüzünü buruşturup kısık bakışlarla kendisine konuşan adama bakarken.
"Senden almışsam demek ki." Başını hafifçe eğerek Roya'yla yüzlerini eşitledi. "Seni de alacağım gibi. Huylarını da alacağım elbette. Seni kalbime, beni de kalbine ev yapacağım."
Kendisine söylenenlere şaşırsa da beli etmedi. Adam çıkmış karşısına seni alacağım diyordu. "Bu cesaretini neye borçluyuz Cihanagir Ağa? Ulu orta yerde konuşulacak konular mı bunlar?" Kızgınlık halinden ustalıkla ayrılıp alaycı ifadesine geçen Roya, Cihangir'e baktı renkli hareleriyle. "Ben bir şey istemiyorsam, istemiyorumdur. Kimse bana zorla bir şey yaptıramaz, bunu öğrenmiş olman gerekti." Adamın kendisine olan yakınlığı burnuna dolan güzel kokusu aklını karıştırırken kalbininde işe ortak olup ritimlerini şaşırması kendisini dengesizleştirmişti.
"Zorla olmayacağını sen de biliyorsun. Bir izin versen gerisinin geleceğini de biliyorsun."
Kafasını iyice kaldıran Roya, Cihanagir'in yakışıklı yüzünü baktı. "Zorlamasan mı? Sana öfkeliyim Cihangir. Zorlama!"
"Zorluyorum Roya." Geri adım atmak yerine durmadı. Elini hiç çekinmeden kadının beline atarak kendisine çekti. Roya'nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Urfa meydanında yaptığı hareketin neye mal olacağının farkında değil miydi bu adam!
"Napıyorsun sen!" Elleriyle beline dolanan kolu çekmeye çalıştı. "Çek elini!" Titreyen göz bebekleri meydanda gezindi. Birkaç insanının kendilerine baktığını gördüğünde ise iyice hırslandı. "Cihangir herkes bize bakıyor! Bırak beni!" Sessiz fısıltısı Cihangir'e etki etmedi.
Kendisine vurmak için kalkan bileği tutan Cihangir'in gözleri Roya'nın gözlerinden ayrılmıyordu. Roya, bileğini kelepçe misali kavrayan elden kurtulmaya çalıştı bu sefer fakat bütün uğraşları başarısızla sonuçlanıyordu. "Cihangir..." Bu kez daha ılımlı konuştu. "Herkes buraya bakıyor, lütfen."
"O herkesler aslında bizim için hiçkimseler. Onlara göre hareket etmeyeceğimizi en iyi sen biliyorsun."
"Bilsem de bu yapacaklarımı gözlerine sokamam anlamına gelmiyor!"
"Nabzın çok hızlı," dedi Cihangir Roya'nın dediklerini duymazdan gelerek. Koskoca Atabeyoğlu Ağası Urfa meydanında büyük bir şov yapıyordu.
"Sana olan öfkemdendir!"
Cihangir konuşacağı an çığlık atarcasına yerde sürtünen tekerleklerle ikisi susmuştu. Cihangir yanlarından geçen siyah minibüsün durması ve kapısının açılmasıyla ne olduğunu bilmeden kendilerine doğrultulan silahla neye uğradığını şaşırdı. Büyük bir koku bendeni sardı.
"Arslan Şahan'ın selamı var!"
"Roya!" Roya'nın bedenini arkasına çektiği an art arda birkaç silah sesi meydanda yankı yaptı. Roya'nın attığı çığlık Cihanagir'in kulağını doldururken silahını çekti fakat olan olmuştu bile.
Birkaç saniye içinde yaşananlara kimse anlam verememişti.
Gökyüzüne doğru süzülen çığlıklar vardı sadece.
(Part bir) bölüm sonu 🥀
Gerisini yazarken içime bir türlü sinmedi ondan dolayı iki part yaptım daha fazla sizi bekletmemek adına.
Bölümü nasıl buldunuz?
Cihangir sonunda itiraf etti tam anlamıyla.
Roya artık adım atmalı değil mi?
Mehmet Ağa'nın yatalak kalması?
Sonu?
Bölümü sevd iysek bir emoji alabilir miyim?
Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın, sizleri seviyorum ❤️
|
0% |