@tanvakti108
|
Bölüm şarkısı; Şilane
Keyifli okumalar, sizleri seviyorum ❤️
29.Bölüm (part 2)
"Cihangir!" Kollarını kendine sarılı olan adama tıpkı onun gibi sardı Roya. Ölesiye korkuyordu. Birkaç saniye içinde birçok silah ateşlenmişti. Gözleri kapalı olduğu için ne olduğunu bilmiyor sadece çaresizce Cihangir'e sarılıyordu.
Ona bir şey olmasından korkuyordu.
Dudaklarında dualarla gözlerini araladı. Önce büyük bir kalabalıkla karşılaştı daha sonra ise kendisine bakan Yusuf Bozbey'le. Elinde silahı öylece kendilerine bakıyordu. Titreyen göz bebekleri biraz önce yanlarında duran ve içinden silahla çıkan adamlara baktı. Ölmemişlerdi fakat çok ağır yaralanmışlardı bunu görebiliyordu.
Yusuf Bozbey, onların hayatını kurtarmıştı.
Cihangir'in geri çekilmesiyle kendine geldi. Cihangir, telaşla Roya'nın üstünü arıyordu. "İyisin değil mi!? İyisin?" Delirmiş gibiydi. Sevdiği kadını kaybetme düşüncesi onu perişan ediyordu. Öyle çok Roya'ya odaklanmıştı ki kolunu sıyırmış merminin acısını bile hissetmiyordu. Elleri titriyordu Roya'nın üzerini kontrol ederken. O Şahan şerefsizini öldürecekti!
Yemin olsun ki bunu yapacaktı. Bu sefer elinden kurtulması hiç kolay olmayacaktı.
Başını salladı Roya üst üste."İyiyim," dedi ama Cihangir onu duymuyor gibi üzerins bakınmaya devam ediyordu. Cihanagir'in yüzünü avuçları arasına aldı hızla. "İyiyim Cihangir! Sakin ol."
Olamıyordu.
Başını küçük bir çocuk misali salladı. Nasıl sakin kalsın ki? Kendisi yüzünden sevdiği kadın şuan olmayabilirdi. Kendi düşüncesine kaş çattı. Olumsuz düşüncelerden nefret ediyordu.
Yüzünü kavramış kadının alnına alnını yasladı. "Çok şükür," dedi, dağılmış, bir çare sesiyle. "Seni bana bağışlayan Rabbime çok şükür."
Roya, ne hissedeceğini bilemedi.
Cihangir'in bu denli kendisini seviyor olmasına sadece gülümsedi.
Bu duyguları tatmayalı olmuştu bayağı...
Saçlarına dokundu usulca. "İyiyim," dedi Cihangir'in kendisine bakan gözlerine fısıldar bir şekilde. Alnını alnından çekerek etrafa göz gezdirdiği an Yusuf'un kendilerine doğru geldiğini gördü. Cihangir daha fark etmemişti. Gözleri sağ koluna kaymış ve ince ince gömleğinde şeritler çizen kırmızılığı görmüştü.
İçinden sessiz bir küfür savuşturdu. Korkacak şimdi!
Roya'ya baktı fakat onun kendisine bakmadığını fark etti. Nereye baktığını merak ederek başını arkasına çevirdi o da ve o an, Yusuf Bozbey'i n geldiğini gördü.
Arkasında adamlarıyla kendilerine doğru gelen Yusuf Bozbey'i burada görmek onu şaşırtmıştı. Yusuf'un yüzünde, ifadesizliğin en karanlık tarafı bulunuyordu. Adamlarından aldığı haberle Cihangir'e tuzak kurulduğunu öğrenmiş ve soluğu yanlarında almıştı. Eğer birkaç dakika geç kalsaydı şuan Urfa'nın iki cenazesi olacaktı. Urfa yasa boğulmuş olacaktı.
"Nereden öğrendin?" Diye sordu Cihanagir, kolunu tutarak. Yusuf'un adamlarına işaret vermesini ve adamlarının biraz önceki soysuzları arabaya bindirişini göz ucuyla izledi.
"İyisiniz," dedi Yusuf, gözlerini Roya'dan ayırmadan. "Nereden öğrendiğim şuan önemli değil önemli olan size bir şey olmamış olması."
Sabır çekti Cihangir. "Çok umrundaydı."
Cihangir bakışlarını Roya'dan ayırarak kendisine laf atan adama baktı. "Senin umrumda olmadığın kesin."
"Ağlatacaksın beni!" Yüzünü buruşturdu. "Bu kadar ilgili olman gözlerimi yaşartı."
Roya iki adamda mekik dokuyan gözlerini devirerek Yusuf'a döndü. "Teşekkür ederim," dedi Roya, iki adamın da beklemediği bir sakinlikle. "Eğer sen olmasaydın şuan hayatta olmayacaktık."
Bunun bilincindeydi. O kurşunların hedefi kendileriydi. Savunmasızca duran bedenlerine isabet etmek için doğrultulmuştu o silahlar.
Yusuf karşısında kadının bir kez daha asiliğine, merhametine tebessüm etti. Utanması gerekiyordu. Yaptıları aklına geldiği için utanması ve karşısına çıkmaması gerekiyordu ancak hayat: bilmediği bir oyunun kuklası olmuş kaderin, kendisini oynatmasına izin vermişti, veriyordu.
"Ben yapmam gerekeni yaptım." Cihangir'e baktı. Kendisine ters ters bakan adamın yüzündeki ifadeye güldü. Roya'yı sevdiği uzaktan bile beli oluyordu. Sevmenin bu denli kendini kaybetmek olduğunu şimdi anlıyordu. Gözleri koluna kaydı, yaralanmıştı fakat onu derdi kolu değil, Roya'nın kendisiyle ne konuştuğuydu. Yusuf başını salladı inanmayarak.
"Cihangir," dedi, Roya. Başını ona doğru çevirdi. Yusuf'a öldürecekmiş gibi bakıyordu. Elini ona uzatacağı an kolunu fark etti. Kırmızıya boyanmış gömleğini görür görmez tiz bir çığlık attı.
"Cihangir!" Alelacele koluna dokundu. Koluna dokunulmasıyla yüzü acıyla kasıldı Cihanagir'in. "Ah! Özür dilerim, özür dilerim Cihangir! Yaralanmışsın!" Koluna bakmaya çalıştı. "Hemen hastaneye gitmeliyiz!" Ne yapacağını bilmeyecek kadar telaşlanmıştı. "Nasıl fark etmedim!" Diyerek kendini payladı. Kirpikleri ıslanmıştı. Nasıl fark etmemişti!
Kendisini korumak için yaralanmıştı! Belki önüne geçmeseydi o kurşun kendisini yaralayacaktı diye düşündü gözünden akan yaşlarla. "Hemen hastaneye gitmeliyiz," hareket etmeyen Cihangir'e baktı. "Durmasana Cihangir! Kolun kanıyor!"
Cihangir Roya'nın telaşını gördü. Elini uzatıp kendisi için akan göz yaşlarını sildi. "Sakin ol," dedi. "Sıyırdı sadece, iyiyim."
"Sen deli misin be adam! Sıyırdı diye iyi mi oluyorsun yani!" Anlamakta güçlük çekiyordu.
Cihangir kolunu uzatarak göz ucuyla yarısına baktı. Bu hareketi Roya'yı çileden çıkardı. "İyi iyi, merak etme."
Başıyla reddetti Roya.
"Çok kan var," burnunu çekti. "Beni delirtmek mi niyetin!"
Biraz daha yaklaştı Roya'ya, Cihangir. Yanında olan adamı da onlara bakan insanları zerre umursamadı. "Ağlama... Ağlama lütfen," dedi eliyle gözyaşını silerek. "Akan bir damla göz yaşın için herkesi yok ederim."
Omuz silkti Roya. "Hastaneye gidelim."
"İçin o zaman rahat edecek mi?"
Başıyla onayladı hızla. "Evet, lütfen..."
Hastaneye gitmek bir de öyle bilmek istiyordu iyi olduğunu. Onu kaybetmekten korkuyordu. Ansızın hayatına giren bu adamı kaybetmekten korkuyordu.
"Ahmet, arabayı hazırla," diye bağırdı Yusuf. Adamı arabayı onlara doğru getirirken kendisi de diğer araca doğru yürüdü. Yolda halletmesi gereken hususlar vardı. Önce o hususları halledecek daha sonra Roya'yla konuşacak ve bir daha dönmemek üzere gidecekti Urfa'dan. Belki önceden kendisiyle konuşmayı kabul etmezdi fakat bugünden sonra kendisiyle konuşacağına bir nezbe de olsa umut ediyordu.
Roya'yla Cihangir, Yusuf'a ait olan araca binerken dışarda toplanan kalabalığı da dağıtmak için kalan adamlar meydanı boş bırakmadı. Cihangir, yeni yeni hissetiği acıyla yüzünü buruşturmamak için kasıp duruyordu kendisini. Roya, arabanın bir köşesinde duran siyah bir şalı gördüğünde eline alıp Cihanagir'in koluna doğru uzandı. Cihangir'in gözlerine bakmaya korkarak yarasının üst kısmına, kanın durmasını sağlayacak şekilde sıkıca bağladı. En azından daha fazla kan kaybetmezdi. Ellerini kanlı kolundan çekeceği an Cihanagir'in elleri Roya'nın ellerine uzandı. Kanlı elleriyle Roya'nın narin ellerini avucuna hapsetti.
Bugün ikisinden biri ölebilirdi. Bu gerçek kafasını esir almıştı. Sevdası mahşere kalabilirdi. Artık dayanamıyordu. Bu son şansıydı. Belki de 'Rabbimin bize gönderdiği bir işarettir' diye düşünmeye bile başlamıştı.
"Bazen çok geç kalabiliriz, biliyorsun değil mi?" Çaresizce konuşuyordu Cihangir. İçine çektiği soluklar kendisini her fırsatta yaralıyordu. Kendisine gelsin istiyordu, Cihangir. Zaten yeterince birbirlerine geç kalmamışlar mıydı? Bunca geçen zaman yetmez miydi? Yeterdi. Düşen yüzü, titreyen dudakları ve kendisinden kaçan bakışları iç çekerek izledi.
"Cihangir," diye mırıldandı, Roya. Ne hissedeceğini bilmiyordu, sadece saf bir korku vardı yüreğinde. Tarif edemeyeceği bir korku. Bu his ne zaman oluştu, ne zamandır vardı? Hiç bilmiyordu.
"Sarıl bana, bunu çok ihtiyacım var." Tonlarca yükü sesine, benliğine işlemişler gibi fısıldadı Cihangir.
Yalvarmak hiç bu kadar güzel olmamıştı adam için.
"N'olur, sarıl bana."
Roya, başını kaldırıp karşısında kendisine sarılmak isteyen adamın yüzüne uzun uzun baktı. Sarılmak?
Ona sarılmasını istiyordu.
Yalvarırcasına...
İçindeki közlenmiş duyguların sessiz bir rüzgarla tekrar tekrar alevlendiğini hissedebiliyordu. Korkuyordu. Sevmek yormuştu kendisini. Yorulmak istemiyordu! Bir kez daha dayanamazdı. Sıcak ellerin arasında yuva yapmış ellerini usulca çekti. Titreyen dudakları zorluyordu kendisini ama yapamazdı.
Yapmaya cesareti yoktu. Evet! Evet cesaret etmekten korkuyordu.
Başını salladı iki yana doğru 'hayır' derecesine. "Yapamam," dedi hissizce. "Özür dilerim ama yapamam Cihangir." Yeşil gözleri, göz yaşlarıyla dolmuştu. Kirpiklerini kırpmasıyla yanağına iri bir yaş düştü.
Tenine düşen gözyaşları hiç bu kadar yakıcı olmamıştı.
İkisinin de gözleri birbirindeydi. İkisininde canı yanıyordu. Cihangir, kirpiklerine kadar ıslanmış Roya'nın, yanağına düşen gözyaşının sebebi olduğu için içi kavruldu. Ağlama demek istedi fakat ilk defa susmak istedi.
Sarılır sanmıştı.
Kolları kendisine sarılır hiçbir şeye geç kalmadığını görür sandı ama yanılmıştı.
Geç kaldın Cihangir Ağa dedi kendi kendine. Yüzünü, yağ gibi akan yola çevirdi, bğazında kalan düğümler, yüreğinde kalan hasretle. Başını sallıyordu sadece. Kendi kendine kızıyordu içten. Ah! Diyordu.
Daha önce gelseydim ya! Daha önce tutsaydım ellerini!
Dişlerini birbirine bastırdı. Sarılsın istemişti! Bir kere de olsa herşeyi yok sayıp sarılsın istemişti fakat unuttuğu bir şey vardı; Roya hep geçmişin gölgesinde olmayı seçiyordu. Belki düşündüğü yanlıştı ama böyle düşünmekten de alıkoyamıyordu kendisini.
Roya yüzünü yola çevirip kendisine bir daha bakmayan adama bakarak sessizce ağladı. Beni anlıyor mudur? Benim korktuğumu görüyor mudur? Düşündükçe kötüleşiyordu.
Titrek bir soluk alıp başını onun gibi yola çevirdi. Akıp giden yol kendisini daha fazla düşünmeye, düşündükçe kahrolmasına sebep oldu. Hastaneye çok az kala Cihanagir'e döndürdü yüzünü. Cihangir, kendisine bakmamakta kararlıydı. Ama yanılıyordu Roya. Her ne kadar Roya'ya bakmak istemesede gözleri hep üzerindeydi Cihangir'in.
Arabanın filimli camına yansıyan suretini net olmasa da görebiliyordu. Kendisine baktığını, dudaklarını ısırışını ve ağlayışını...
Yutkundu.
Önce yapılması gerekeni yapacaktı. Daha sonra ise Roya'ya bazı gerçekleri kabul ettirecekti.
Hastanenin önünde duran arabayla kapıları açıldı. Cihangir beklemeden inerken ardından Roya da indi. Etraflarını saran korumlar eşliğinde acile giriş yaptıklarında kendilerini bekleyen doktorlar hızla Cihangir'i müdahale odasına götürdüler. Ayakta ve kendisine bir kez bile bakmadan giden adamın adından düşen omuzlarıyla baktı Roya.
Ağlamayacaktı.
Elini tekini ağzına kapatıp burnunu çekti. Elleriyle saçlarını geriye atarak hastane koridorunda bir ileri bir geri gidip gelmeye başladı. Ağlamayacaktı. Yanına gelen korumlardan biri oturmasını söylese de oturmadı.
Acilin girişinde gördüğü kalabalığa kısa bir bakış attı. Büyük bir kalabalık vardı. Dev cüsseli adamların hepsi siyah giyinmiş ve kendisine doğru geliyordu. Tedirginlik sarmıştı Roya'yı. Adamların kenara çekilmesiyle ortalarından sıyrılıp öne geçen Yusuf Bozbey'i gördü kısık bakışları arasından. Heybetli vücudu, yenilmez ifadesi, buz tutmuş gözleri kendisindeydi. Attığı her adımda zemin sarsılıyordu sanki. Elinin teki kumaş pantolonun cebindeydi. Asil ve yenilmez görünüyordu. Giydiği, siyah takım elbisenin içinde bulunan beyaz gömleğinin birkaç düğmesi açılmış ve ona serseri bir hava katmıştı. Düzgün taranmış saçları, dudağında 'güç benim' diyen kıvrımlı gülüşüyle tam karşısında durduğunda Roya'nın kaşları çatılmıştı.
Kendilerinden önce başka bir araca binmişti ancak buraya geleceğini tahmin etmemişti. En son yaşadıkları sebebiyle Yusuf'un karşısında tedirginlik sarsa da bedenini, ondan korkmuyordu. Çenesine geldiği adama doğru başını iyice kaldırdı. Biraz önce teşekkür ettiğinden dolayı ona karşı yelkenlerini indirdiğini sanıyorsa yanılıyordu Yusuf Ağa.
"Ne işin var burda?" diye sordu agresif bir tavırla, Roya.
Elini kaldırıp baş parmağıyla dudağının kenarını çok hafif kaşıyarak cevap verdi Yusuf Ağa: "İyi olup olmadığına emin olmak istedim." Baştan aşağı Roya'yı hiçbir art niyet gözetmeksizin taradı. "İyisin."
"İyiyim. Daha iyi olacağım günler de gelecek."
Karşısındaki kadının hala kendisine karşı duvarları olduğunu görüyordu. "Benim de tek istediğim bu."
"Hiç inandırıcı değil Yusuf Ağa." Başını salladı. "Gerçekten neden buradasın?"
Derin bir soluk aldı Yusuf. Yanındaki adamlara baş işaretiyle kendilerinden uzaklaşmasını istedi. Adamları birkaç mesafe uzaklaştığın da başını tekrar Roya'ya çevirdi. "Beni affetmeyeceğini biliyorum," güldü. "Affetmeni de beklemiyorum zaten ama seninle çok kısa konuşmam gereken bir konu var."
Roya karşısındaki adamın ciddi olup olmadığını tartıyordu. Güvenmiyordu Yusuf Ağa'ya.
"Sana güvenmiyorum." dedi, Roya sıkıntıyla. "Onca olanlardan sonra... Olmaz."
Beklediği gibi olmuştu Yusuf'un. Kabul etmeyeceğini biliyordu. "Senin belirlediğin bir yerde, istediğin saate. Sadece beş dakika."
Başını hayır anlamında salladı Roya. "Ben geçmişe bir sünger çektim. Bir daha da dönmeye niyetim yok. Seninle konuşacağım hiçbir konu da yok Yusuf Ağa."
Arkasını döneceği an istemeden kolundan tutup kendisine doğru çekti Roya'yı, Yusuf. Şaşkınlığın sardığı yüzünü göğüsüne çarptığı adamın yüzüne doğru kaldırdı. Hangi cesaretle kolundan tutardı!
"N'pıyorsun sen?! Hangi cüretle tutarsın kolumu! Bırak kolumu!" Kolunu çekiştirdi sertçe.
Bırakmadı Yusuf.
Zor kullanmak istemiyordu ama bu kadının onu dinlemesi lazımdı. "Buradan gitmiştim! Sırf senin, geçmişi öğrenmen için döndüm. Beni dinlemen lazım."
Kolunu hırsla Yusuf'tan çektiği gibi işaret parmağını yüzüne doğru kaldırıp salladı. "Kim, gel dedi! Sana gel diyen mi oldu!"
Haklıydı. Gel diyen olmamıştı ama gelmesi gerekiyordu ve o da gelmişti.
Kendisine bağıran kadına ifadesizce baktı. Kendisine bağırıp gitmek için bir kez daha arkasını döndüğünde elleri yumruk oldu. İç çekti, yutkundu ve kendisini tutamadı. "Babamın da intikamını almam lazımdı! Babamın üstüne atılmış lekeyi kaldırmam lazımdı!"
Sözleri hastanede yankı yapmıştı.
Bağırarak söylediklerinden sonra Roya'nın gidişini izlememek için arkasını döndü. Kendisinin de yaraları vardı! Hiçkimse bilmese de kendisinin çektiği acıyı kimse çekmemişti.
Sakin adımlarla hastaneden çıkmak için yürümeye başladığında kolundan tutularak durdurulan bu sefer o oldu. Sağına doğru döndüğünde kızarmış gözleriyle kendisine bakan Roya'yı görmek canını sıktı. Onun ağlamasını istemiyordu. Ona yaşattıklarından sonra mutlu olması için elinden gelenin fazlasını yapacaktı.
"Sen... Sen ne diyorsun?" Şaşırmıştı Roya. Babam diyordu? İntikam diyordu?
"Duydun," dedi sadece Yusuf. Kolunu nazikçe Roya'nın elinden kurtardı. "Aramanı bekleyeceğim," dedikten sonra arkasına bakmadan ilerledi hızlı adımlarla.
Eli havada, yüzü şaşkınlık içindeydi. Mehmet Ağa sadece kendi çocukluğuna değil Yusuf'un çocukluğuna da mı leke saçmıştı?
Ellerini saçlarından geçirip bedenini hastane koltuğuna bıraktı fakat bırakmasıyla kalkması bir oldu çünkü halası Hazal Hanım büyük bir telaşla kendisine doğru geliyordu. Arkasında ağabeyleri de vardı.
"Roya!" Yanına yaklaşıp zayıf bedenini kolları arasına aldı, Hazal Hanım. Oğlunun vurulduğunu duyar duymaz çökmüş ağlamaya başlamıştı. Evladını kaybettiğini sanmıştı.
Ağlayışları, ağıtları tüm konağı birbirine katmış en sonunda da olan biteni öğrenir öğrenmez kendisini hastanede bulmuştu. Ciğeri yanıyordu. Evladına bir şey olma korkusu onu öldürüyordu. Yeğenine sımsıkı sarıldı. "Roya, keçamin!"
"İyi o hala," dedi, Roya Hazal Hanım'a sarılarak. "Küçük bir sıyrık. Merak etme."
Hazal Hanım, yeğeninden ayrıldıktan sonra Şerwan Ağa kardeşini kolları arasına aldı. "Sana bir şey oldu sandım." Dedi rahat bir şekilde nefeslenmeye başlarken. Başını eğip alını, yanaklarını öptü doya doya. "Çok korktum delalamin." Şakağına burnunu sürtüp derin derin kokusunu soludu."
Abisinin kendisine sarılmasıyla göz yaşlarına hakim olamadı. "İyiyim ağabey," dedi kendisinden beklenmeyecek bir sakinlikle.
"Doktor bir şey dedi mi kızım?"
Başını iki yana salladı. "Hayır müdahale ediyorlardı en son."
Rizgâr da kardeşine sarıldıktan sonra hâlâsına döndü. "Ben öğrenirim şimdi hala, sen önce bir otur."
Gözüyle görmeden inanmazdı Hazal Hanım. "Kim yapmaya cesaret eder!" Dedi kendi kendine. Bir Atabeyoğlu'nu vurmaya kim cesaret etmişti?!"
Sustu Roya.
Bilmiyorum der gibi bakıp sustu.
Bir saat sonra hiçbir damar ve life zarar vermemiş kurşunun sıyırması sonucu dikiş atılmış ve bir gün müşahede altında kalması için hastanede 201. Odaya alınmıştı. Herkes girmiş Cihangir'i görmüştü fakat halası ne kadar ısrar etse de Roya girmemişti odaya.
Cesareti yoktu.
Onun da kendisini görmek istemeyeceğini düşünüyordu ancak Cihangir istemese de odaya yattığı ilk saniyede gözleri kapıda olmuş, Roya'nın gelmesini beklemişti.
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere uzamış Roya o kapıdan girmemişti.
Bakışlarını tavana çevirdi Cihangir. Elleri yumruk şeklini almıştı. "Gelmeyecek oğlum! Gelmeyecek." Kendi kendine kızdı. Bugün ona her haliyle açık olmuştu ama Roya kapalı bir kutu gibiydi.
Roya ne kadar burada kalmak istese de ağabeyi eve gitmesini istemişti. Annesi kendisini merak ediyordu. Kimse hastane koridorunda yokken Cihanagir'in kaldığı odaya yaklaştı. Elini duvara yerleştirip aralık duran kapıdan odanın içine baktı ve o an Cihanagir'in tavana bakan gözlerini, ellerinin sıkılı yumruk şeklini alması gördü.
Kızgın mıydı kendisine? Onu görmediği için kırgın mıydı?
Dudakları titredi. Başını duvara yaslayıp yanaklarını şişirerek derince ofladı. Olması gereken buydu. Bundan fazlası olmazdı.
Kapının önünden hızla geçti. Hastaneden çıktığı gibi onu bekleyen araca binerek evin yolunu izlemeye başladı. O odaya girecek cesareti yoktu.
Yoktu işte!
Yok.
Cebinden telefonunu çıkarıp Yusuf'un hatırladığı numarasını tuşladı. Gözleri camdan kayan yolu izliyor, elleri gerginlikle titreyen dizlerinde geziniyordu.
İkinci çalışta açıldı telefon.
"Roya?" Diyen Yusuf Bozbey'di. Kendisi olduğunu anladığına şaşırmıştı Roya. Ancak şuan bunun sırası değildi.
Boğazını temizledi. "Herşeyin başladığı yerde, bir saat sonra." Dedikten sonra cevap verişini beklemeden yüzüne kapattı telefonu.
Bir on dakika sonra araba konağın önünde durmuş Roya sessizce inmişti. Avludan içeri geçtiği gibi annesini kucağıyla karşılaştı.
"Allah'ıma şükürler olsun, iyisin keçamin." Annesinin yanaklarını sulu sulu öptü.
"İyiyim dâye." Beraber içeri geçtiklerinde mutfak kapısında durmuş kendisine bakan Heja'yı gördü Roya. Gülse yanına koşup sarılacağını biliyordu fakat gülmek istemiyordu. Kırılmıştı.
Bakışlarını kaçırıp odasına gideceğini söyledi annesine. Mevsim Hanım kısımdaki durgun ifadeyi bugün olanlara verdi.
Merdivenlerden çıkan Roya avluda oturmuş Dilberay'ı gördü.
Odasına gitmekten vazgeçip sessizce yanındaki sandelyeye yorulmuş bedenini bir çuvalı bırakır gibi bıraktı.
Dilberay yanında hareketlilik hissedince başını çevirdi ve yanına oturan arkadaşını gördü. İyi olduğunu gördüğünde gülümsedi. Uzanıp bedenini tuttuğu gibi kolları arasına aldı. "Roya!"
Güldü Roya.
"Tamam keçe, tamam! Aaa iyiyim ben!" Ellerini sımsıkı tuttu. Özlemişti arkadaşını, dertleşmeyi.
İkisi birkaç saniye göz göze kaldı. İkisinin de gözlerinden yorgunluk akıyordu. Bir ah çekti Roya. Dilberay da eşlik etti.
"Nasılsın?" Diye soran bu kez Roya'ydı.
Dilberay omuz silkti. Nasıl olabilirdi ki... Sevdiği adamın başka bir kadınla olan mutluluğunu izlerken nasıl mutlu olabilirdi? "Kötüyüm," dedi dürüstçe.
"Dilberay..." Ne diyeceğini bilmiyordu. "Ağabeyim, Dilşah'la..."
"Biliyorum Roya," dedi Dilberay arkadaşının kendisini teselli edecek sözlerini keserek. Gözlerini bayarak iç çekti. "Şerwan onunla sadece arkadaş diyeceksin." Başını iki yana salladı. Yüzünde hüzün, kırık gülüşlerinde kırgınlık, omuzlarında sevdanın ağır yükü vardı. "Dayanamıyorum ama Roya... Beraber gülüşlerine, rahatça sohbet edişlerine, beraber gezmelerine... Dayanamıyorum."
Roya ağlamaya başlayan arkadaşına sarıldı. Onun gözyaşlarına kıyamazdı... Yüzünde belirgin olan acıyı görebiliyordu. "Ah Dilberay ! Ah yaralı ceylanım..."
Hıçkırdı Dilberay. Tutamıyordu kendisini.
"Ben, onu uzaktan sevmeye alıştım ama... Ama başkasıyla görmeye alışamam. Olmaz yani, anlıyor musun?"
Nasıl anlamazdı?
En iyi o anlıyordu ya.
"Anlıyorum Dilberay. Seni çok iyi anlıyorum."
Dilberay'la bir yarım saat dertleştikten sonra ikisi gülerek ayrılmışlardı yerlerinden. Dilberay yemekler için mutfağa inerken Roya da üzerini değiştirerek Yusuf Ağa ile buluşmak için yola koyulmuştu bile.
Ahırdan aldığı Rizgâr ağabeyinin atıyla rüzgâra meydan okuyan saçlarıyla herşeyin başladığı yere, çınar ağacına gidiyordu.
Yaklaştıkça siyah bir arabanın orada olduğunu gördü.
Atını şaha kaldırıp durdurduğunda Yusuf'un uçurum kenarında, elleri cebinde öylece durduğunu gördü. Attan tek seferde atlayıp siyah yelelerini sevdi. Rahatsızca ses çıkaran atını küçük ağacın dalına bağlayıp Yusuf'a doğru yürümeye başladı. Nefes dahi almak istemiyordu. Aldığı nefesler dar geliyordu kendisine.
Yapamıyordu.
Burada olmak canını yakıyordu.
Dudaklarının arasına sızan saç tellerini çekip yana atarak derin bir soluk aldı.
"Zaman hızlı geçiyor," diye konuştu Yusuf, arkasında kendisine gözlerini dikmiş bakan kadına doğru. "Burada sana karım olacağını söylediğimde..."
"Bunları konuşmaya gelmedim." Dedi Roya, konuşulan konudan rahatsız olarak. Yusuf gibi kendisi de uçuruma doğru yürüdü. Attığı adımlar emin adımlardı.
"Biliyorum." İç çekti. "Neden benimle evlendirilmek istendin, biliyor musun?"
Aralık dudaklarını birbirine bastırdı Roya. Başını yana doğru salladı. "Neden sen diye çok sordum. Nedenlerde boğuldum, sessiz kaldım." Diye karşılık verdi Roya.
"Babaannem ile babaannen çok yakın iki dosttu. Aralarından su sızmazdı. Babam," dedi yüzünde mükemmel bir gülüşle Yusuf. "Babamla babanın da etkisi varmış tabii bunda."
Kaşları çatılmıştı Roya'nın. "Bunu neden anlatıyorsun?"
"Annene yapılan iftirada babamın da adı geçmiş. Çekilen fotoğraflardan bir tanesi de babamın annene yardım ederken çekilen bir fotoğrafmış. Yanlış yere çekilmiş bir fotoğraf karesi... Hem babanı hem babamı aldı bu hayattan."
Yusuf'un söyledikleriyle başı ona dönmüş şaşkınlıkla irileşmiş gözlerle izlemeye başlamıştı.
"Yusuf..." Diye mırıldandı usulca.
"Mehmet Ağa iki arkadaşı birbirine bırakacak kadar kötü kalpli biri. O şerefsiz en başından ölmeyi hak ediyordu fakat gerçekler ortaya çıkmadan da öldüremezdim." Roya'ya döndürdü ela gözlerini. "Senin öyle bir adamın oğluna olan aşkını öğrenen dâye Rozan ile babaannem kendilerince bir oyun kurdular."
"İkimizi kurban ettiler..." Başını iki yana hiddetle salladı Roya. "Öylece gerçekleri anlatmak varken bizi kurban ettiler..." Anlamıyordu.
"Babaannem ölmeden önce bana bir vasiyet etti. Bana," yutkundu. "Benden seninle evlenmemi istedi, Karadağ kızı. Bunun senin hayatın için en doğru karar olduğunu söyledi. Yapmak istemedim." O günler dün gibi aklındaydı. Reddetmişti fakat babaannesi onu ikna etmeyi becermişti.
"Beni öldürecektin!" Öfkeyle Yusuf'a baktı. "Bana herşeyi anlatabilirdin!"
"Dinlemezdin!"
"Dinlerdim!" Diye bağırdı Roya. "Dinlerdim..."
Ellerini iki yana açarak başını hayır anlamında salladı Yusuf. "Dinlemezdin, Karadağ kızı. Senin sevdan gözünü kör etmişti."
"Ne olursa olsun senin bana yaptığın kötülükleri kapatmaz bu anlattıkların! Seni masum kılmaz!"
"Masum olduğumu söylemedim." Sesi buz gibiydi.
Hırçın bakan gözlerini Yusuf'a sabitledi. Çıldırmış gibiydi. "Seni asla affetmeyeceğim!"
"Affetmeni beklemiyorum." Öyle bir amacı yoktu. Tek amacı artık bu yaralı kadını ne olursa olsun korumaktı.
"Senden nefret etmeye devam edeceğim!"
"Edebilirsin."
"Bir vasiyet uğruna hayatımı dağıttın!" İşte bu Yusuf'un ateşlenmesini sağlamıştı.
"Bir vasiyet mi! O vasiyet senin hayatını kurtardı! Senin sevdiğin adam, ölümüne sevdiğin adam seni bir tercih haline getirdi farkında mısın?" Bunları duymayı beklemeyen Roya'nın bedeni büyük bir çöküntüye uğradı.
Sendeledi.
Yusuf ise üzerine gitmeye devam etti. "O adam seçtiği kadınla bir aile kurdu! Senin saçlarına sebep olurken ve sen böyle bir adamdan kurtuldum demek yerine hayatım mahvoldu diyorsun!" Tüm dişlerinin görüneceği şekilde, delirmiş bir şekilde güldü Yusuf.
"Seni annene kavuşturdu! Seni gerçekten seven bir adama kavuşturdu be kadın! Senin için canını hiçe sayan bir adama kavuşturdu!"
Kulaklarını kapattı Roya. "Sus!" Diye bağırdı. Duymak istemiyordu.
"Cihangir Atabeyoğlu sen başkasını seviyorsun diye yıllardır kendisiyle kavga ederken sen gelmiş bana burada hayatımı dağıttın diyorsun. Ben sana yeni bir hayat verdim Roya Karadağ." O kadar sinirlenmişti ki yüzündeki kasların hepsi gerilmiş, gün yüzüne çıkmıştı.
Yeni bir hayat...
'Belki anne olmanı elinden aldım ama sana çok güzel sevecek bir adam verdim' dedi içinden Yusuf.
Allah kahretsin!
Islak kirpikleriyle Yusuf'a baktı. Son dedikleri... Nasıl?
"N... Ne diyorsun sen?" Ne demek yıllardır?
"Ona git Karadağ kızı. Daha fazla geç kalma."
Belki de hayatında yaptığı en güzel konuşma buydu Yusuf Bozbey'in. Git diyordu Roya'ya.
Roya birkaç saniye donmuş düşüncelerle yerinde kaldıktan sonra koşarak atına bindi. Atını hızla eve sürmeye başlarken tek amacı uzaklaşmaktı.
Uzaklaşmak, gitmek.
Konağa vardığı gibi merdivenleri koşarak çıktı. Kalbi gümbür gümbürdü. Odasına geçeceği an gözüne çarpan ışıkla durdu. Cihangir'in odasının ışığı yanıyordu. Kim vardı o odada? Gelmiş miydi yoksa?
Yutkundu.
Adımlarını Cihangir'in odasına doğru yönlendirdi. Elini kahverengi oymalı kapının koluna attığı gibi tek seferde hiç düşünmeden açtı. Pişman olup gitmek istemiyordu. Kapıyı açtığı an odanın ortasında çift kişilik oldukça büyük olan yatakta yarı uzanmış vaziyette kendisine bakan, omuzu sarılı Cihangir'i gördü.
"Roya..." Diye fısıldayan adamı görünce kalbinin göğüsünü delip dışarı çıkacakmış gibi atmasına engel olamadı.
Kapıyı kapatıp derin derin nefesler alamaya çalıştı. Sakin kalmak istiyordu ama bu pek mümkün değildi. İki adımda yatağa yaklaşıp yapması gerekeni yaptı. Kollarını hiçbir şey düşünmeden Cihanagir'in boynuna sardı.
İşte şimdi nefes alabilirdi.
"Sarılmak istedim," dedi ağlayarak. "Yemin ederim istedim ama yapamadım."
Yüzü şaşkınlıktan tebessüme dönen Cihangir ne yapacağını bilemedi. Dudaklarını Roya'nın saçlarına bastırdı gerçek olup olmadığını test etmek istercesine.
Gerçekti.
Tek kolunu bedenine doğru sardığında yaşadığını hisseti.
"Şu yaşıma kadar ölüydüm Roya." Derin derin kokladı saçlarını. "Şimdi yaşamaya başladım."
Bölüm sonu 🥀
Ahh bitti bölüm! Nasıldı?
Bölüm hakkında düşünceleriniz neler?
Roya & Cihangir bölümleri artık gelsin artık yaniii
Yusuf Bozbey?
Gelecek bölüme kadar kendinize iyi bakın sizleri seviyorum<<3 |
0% |