Yeni Üyelik
31.
Bölüm

29. Bölüm

@tanvakti108

Selam!

 

Bölüme geçmeden önce rica ediyorum vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Verdiğim emeğin karşılığını alamamak insanı kötü hissettiriyor...

 

Düzeltme fırsatım olmadı bölümü yazdığım gibi attım. Yazım yanlışları için üzgünüm :' birkaç güne düzenleyeceğim.

 

Sözleri seviyorum, keyifli okumalar <3

 

"30. Bölüm (part 1)"

 

Kader, belki de ilk defa gülüyordu ikisine...

 

Sımsıkı sarsıldığı kadının kokusunu derin derin çekerken yutkunuşları ardı sıra dizilmişti.

 

Rüyada gibiydi.

 

Rüya gibiydi.

 

Geri çekilmek istiyor bir taraftanda kalbine de kollarına dur diyemiyordu. Kolları hasretti. Başını biraz daha eğerek boyun girintisine yasladı korkarcasına. Tam şuan ölebilirdi. Şu saniye ölse neden demezdi. Derin bir soluk aldığı, bildiği kokuyu bu kadar yakından aldığı için göğüsünü parçalayan kalbine titredi dudakları. Boyanmış gibi duran kırmızı dudakları kabuk tutmuştu. Gözleri kapanıp açılıyordu. Teninin sıcaklığına bir sıcaklık daha eklenmişti. Aldığı, kokuya aşıktı.

 

"Aşığım," dedi fısıltıyla. Sesi bir çareydi. Dillendirdiği kelimeyle kollarının arasında titreyen Roya'nın bedenine daha sıkı sarıldı. Sımsıkı sarsıldı. "Kokuna aşığım." Dedi bir kez daha.

 

"Cihangir..." Diye usulca mırıldandı. Ne diyeceğini bilemeyerek burnunu omuzuna sürttü. Bedeninde hissetiği heyecanda neyin nesiydi? Kolları arasında titrediğini hissediyordu. Korkmak değildi bu. Bu his çok tuhaftı. Zor olsa da geri çekilmeyi becerdiğinde başı eğikti. Cihanagir'in yüzüne bakmaya utanıyordu.

 

Üst üste yutkunmaya çalıştı ama yapamadı. Heyecanı büyük bir lokma olup takılmıştı sanki oraya.

 

Cihangir ise cayır cayır yanıyordu. Kendisi de heyecanlanmayalı bayağı olmuştu. İçindeki kıpır kıpır hisle ne yapacağını bilmeden bakıyordu başını eğmiş kadına.

 

Saçlarının önüne düşüşü, kızaran yanakları, ne yapacağını bilmeyen parmaklarının birbirine dolanmasına baktı uzun uzun. Daha fazla dayanamadı elini uzatıp çenesinden nazikçe tuttuğu gibi kendisine doğru kaldırdı başını. O kadar kusursuz ve masum görünüyordu ki derin bir soluk alma telaşına düştü.

 

"Sen bana geldin," derken kendisine de açıklama yapıyordu. "Geldin değil mi?" Alt dudağını dişleri arasına alıp bıraktı. "Ben inanmak istiyorum Roya."

 

"Ben..."

 

"Sen," dedi, Cihangir bir çift güzel sözüne dünyaları yakacağı kadına biraz daha yaklaşarak.

 

"Geldim galiba," dedi bakışlarını kaçırarak.

 

"Rüya gibi," dedi Cihanagir. "Her gün gördüğüm rüyalar gibi. Uyandığımda gidecekmişsin gibi."

 

"Cihangir," dedi Roya, titreyen elini kaldırıp Cihanagir'in yüzüne dokunmak için daha çok yaklaştı.

 

Kendisi ne yaptığını bilmiyordu ana bırakmıştı sadece.

 

Yutkundu.

 

Yanıyordu işte. Öyle bir durumdaydı ki kalbine mesken olmuş sisli dumanlar kendisini ablukaya almış yakıyordu.

 

Elini indireceği vakit Cihangir, yaralı kolunu kaldırıp Roya'nın ince bileğini tuttu. Bu tutuş aynı ritimleri farkı göğüslerde çarpıştırdı. İkisinin gözleri birbiriyle selamlaştığında aynı anda aldıkları soluğu, büyük bir iç çekişlere kurban ettiler.

 

Tuttuğu eli yüzüne yasladı Cihangir. Gözleri, büyük bir dalganın esiri olup Roya'nın fırtınasına kapılıp usul usul kapandı. Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Huzuru hissediyordu.

 

"Bunun adı aşksa... Bu his beni benden alıyor, Roya." Roya'nın yüzündeki elini yanaklarından sürüye sürüye dudağına doğru götürdü. Dudaklarını avuç ayasına bastırdığı an Roya, artık korkmaya başlamıştı.

 

Kalbi durmayı, sakin olmayı becermeliydi!

 

Dünya ile bağlantısı kesilmiş gibi hissediyordu. Sadece Cihanagir varmış gibiydi. Sadece ikisi...

 

"Bana, söyle Roya," dedi, sakin bir sesle Cihangir.

 

"Neyi?" Diye soran Roya, tüm konuşma yetkisini kaybetmiş gibi hissediyordu kendisini. Gözlerini Cihangir'in avuçlarında olan dudaklarına baktı. Biraz önce o dudaklar içini gıdıklayan davranışı sergilemişti. Nabzını avuçlarında, sıcaklığını teninde hissetmişti.

 

Dudakları tenini sevmişti.

 

Bu hissi sevmişti Roya.

 

"Bana bir şans verdiğini."

 

"Ne şansı?" Diye sordu Roya, gözleri Cihanagir'in kıvrılmış dudaklarında gezinirken.

 

Cihangir, kendisine öyle masum bir yüz ifadesiyle bakan Roya'yı kendine getirmek adına işaret parmağını çenesine yerleştirip kendisine çevirdi.

 

Roya, kendisine bakan Cihanagir'le utandı. Adamın dudaklarına dalmakta neydi Allah aşkına!

 

"Ben," gözlerini kaçırdı. "Ne diyeceğimi bilmiyorum."

 

"Ah," dedi Cihangir. Bu his kendisini öldürecekti. "Kaçırma gözlerini benden. Ben gözlerine bu kadar hasretken daha fazla çektirme bana."

 

"Böyle konuşma," elini kendisine çekti, kucağında topladı.

 

Başını çok az eğdi Cihangir. Tek kaşı kalkık, dudağında oluşan kıvrımlarla baktı karşısında duran, kirpiklerine kadar aşık olduğu kadına. "Utandın mı yoksa?" Gözlerini kendisine döndüren kadınla gülümsedi. Kaşları çatılmıştı. "Utanacak bir durum yok ortada."

 

"Hah!" Dedi Cihangir hafif yüksek bir sesle. "İşte, benim de istediğim bu. Bana gelmen, sarılman, şans vermen de utanılacak bir durum yok."

 

Parmaklarını birbirine doladı. Cihanagir'e şans vermek istiyor ama korkuyordu da. Yusuf ağanın, söyledikleri zihnine bir yılan misali sinsice sızmaya başladığında Cihanagir'in bu şansı hak ettiğini kabul ediyordu.

 

İkisi de bir şansı hak ediyordu.

 

Şans artık onlardan yana olmayı becermeliydi.

 

Hızla ayağa kalktı. Geriye doğru gittiğinde ne yapacağını merakla bekleyen Cihangir'e başını salladı.

 

Bir şey anlamadı Cihangir. Gözleri kısılmış Roya'a bakıyordu. Bedenini dikleştirdi, kolundaki sızıyı hissetmiyordu. Kolu kopsa o an hiç umrunda olmazdı. Kendilerine ait bir hikâyenin olacağı düşüncesi ilmek ilmek atılmıştı yüreğine.

 

"Korkuyorum." Sesinin titreyişini en derinlerde hissetti, Cihangir. Ne yapacağını bilmeyen elleri rahat durmuyor bir koluna tutunuyor, bir birbirine dolanıp duruyordu.

 

Yataktan yüzü buruşa buruşa kalktı. Roya, buruşan yüzünden acı çektiğini hissetiğinde öne doğru bir adım attı fakat ayakları bir diğer adımlara yasak olmuş bir şekilde yerinde durdu.

 

"Ben de korkuyorum." İlk defa itiraf ediyordu. "Ben de seni kaybetmekten, sana zarar verilmesinden... Sevgimi hissettirememekten korkuyorum."

 

Böyle konuşmamalıydı. Roya onun kendisini çok sevdiğini anlıyor, hissediyordu. "Sen beni çok seversin," dedi dolan gözlerle. Ağladı ağlayacaktı. Uzun ince parmaklarını saçlarından geçirdi.

 

"Çok seviyorum." Diye yanıt verdi Cihanagir.

 

Utandı Roya. Açık açık bunu duymak tüm duygularını darmadağın ediyordu. Ne hissedeceğini bilmeyecek kadar şaşmıştı. Heyecanlanıyor aynı zamanda Cihanagir'e karşı tutukluk yaşıyordu. Gülümsemek istedi, yapamadı. Yapmak istedi, gerçekten gülmek istedi ama olmadı. Aptal kalbi zaten zorluyordu kendisini.

 

"Sen hep yanımda olursun," dedi, cılız bir sesle Roya.

 

"Ben hep sendeyim zaten." Dibine kadar girdiği kadının eline uzanıp tuttu. Korkmadan, çekinmeden tuttu. Sıcaklığını iliklerine kadar hisseti. "Ben uzun zamandır sendeyim."

 

Titreyen göz bebekleri birleşmiş ellerine düştü kısa bir an. Kurumuş dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissetti. "Benim senden yana korkum yok." Elini çekti. Sanki çekilen eli değilde adamın yüreğiydi. Yüzü düşen Cihanagir'in birkaç saniyelik gülüşüne baktı. "Benim korkum, kendim."

 

Cihangir, dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri ağır ağır kapanıp açılırken içi içini yiyordu. Pes etmeye niyeti yoktu. Ne kadar zor olursa olsun Roya'ya sevdasını anlatacaktı. Yaralı gönlündeki yakıcı acıya elini bastırdı. Biraz önce mutluluktan kavrulan gönlü şuan ızdırap bayraklarını asıyordu.

 

Üzerine daha fazla gitmek istemedi. Arkasını dönerek yatağa gitmeden önce: "Keşke bıraksan da senin korkularını beraber aşabilsek." Dedi, bitkince Cihangir. Pikeyi çekti kasılan bedeniyle. Yüzü düşmüştü.

 

Roya, karşısında sadece tek bir sözüyle yerle bir olan adamla iç çekti. Dilinin ucunda biriken cümleleri yok etmedi, edemedi. Bir iki adım attığı gibi kollarını Cihanagir'in sırtından beline sımsıkı sardı.

 

Sonunda yapmıştı. Bir kere de olsa sadece kendisini dinlemeyi becerebilmişti.

 

Nefessiz kalmışçasına göğüsü gümbür gümbür atıyor soluğu kesiliyordu. Hissetiği duygunun hiçbir açıklaması olamazdı.

 

Cihangir'e sarılmak, kendini bulmak gibi hissettirmişti.

 

"Ben sadece sana değil," dedi elinin altında, avucunda atan kalbe hitaben. "Kendime de bu şansı veriyorum."

 

Gergin bedeninin an beyan yumuşadığına şahit oldu, Roya'nın kolları. Boğazı kurumuştu. "Ah Roya," diyen adamın sesi boğuktu. "Ah güzelim," dedi eliyle kendine sarılmış elleri sararken. "Ben şimdi hangi biri için şükür namazı kılayım?"

 

Gülümseyişinde göz yaşları vardı Roya'nın.

 

"Bana sarıldığına mı? Şans verişine mi? Elimi tuttuğuna mı yoksa kalbinin çarpışını, yüreğimde hissedişime mi?" Bedenini Roya'ya doğru döndürdü. Sarılışından mahrum kalmanın artık tam anlamıyla nasıl bir his olduğunu anladı kısacık anda.

 

Kısacık anda terkedilmiş gibi hissetti kendisini, Cihanagir Ağa.

 

Yeşil harelere baktı. Parlayan, korkan, ağlamamak için direnen gözlere uzun uzun baktı. Gözleri gözlerini öylece deşerken, bakışları tüm yaşanmışlığın izlerini yüreğine nakşederken, acıların üzerinde birer çizik oluşturan yaralı olmayan elini uzatıp avuçları arasına aldı, Roya'nın güzel yüzünü.

 

Roya'nın gözleri, Cihangir'in kuzguni harelerinden ayrılmıyordu. Kuruyan dudaklarını birbirine bastırdı. "Cihangir..."

 

"Cihanagir'in canı," diye karşılık verdi. Bir an olsun gözlerini Roya'nın yüzünden ayırmak istemiyor saatlerce, haftalarca, aylarca bakmak istiyordu. Gözleri dudaklarına kaydığında ise ağır ağır yutkundu.

 

Başını eğdi. Gözleri kapanan kadının alnına dudaklarını bastırdı. ikisi de aynı anda nefeslendi. İkisinin de göğüsünden çıkmak için çarpan kalpleri acı verir oldu.

 

"Hoş geldin. Bana, bize hoş geldin."

 

Alnında dudakları olan adamın kokusunu soludu.

 

Cihangir, başını çektiğinde dışardan duyduğu sesle bir rüyadan uyanırmışçasına ikisi de irkildi. Roya telaşla bir Cihangir'e bir kapıya baktı.

 

"Cihangir."

 

Bu ses, halasının sesiydi. Korkuyla kapıya ilerlediğinde Cihanagir, kendisini kolundan tutmak yerine yanağından kavrayıp bir kez daha alnına bastırdı dudaklarını. "Cihangir," dedi şaşkınca Roya.

 

"Gece," dedi bir kez daha alnından öperken. "Damda bekleyeceğim seni."

 

Daha da yakınlaşan sesle yerinde heyecan ve tedirginlikle ne yapacağını bilmedi. "Tamam," dedi. Gitmek için kapıyı açtığında kendisine hayran bakışlar atan adama gülümsedi.

 

İkisi de gülümsedi.

 

Ah kader! Onca yaşananlardan sonra nihayet gülüşlerine göstermişti bize yaralı kadının.

 

Bundan sonrasında acıya da mutluluğa da aynı yürekler can çekişecekti.

 

*

 

"İçim içime sığmıyor Allah'ım!" Kendisine odaya attığından bu yana yerinde duramıyordu Roya. Eli ritimleriyle kendisini deli eden kalbinde duruyordu. Kirpiklerinin titreyişi, dudaklarının kıvrılması, yanaklarının al al olması durmuyordu.

 

Aynanın karşısında kendi yansımasına bakarken boynuna kadar kızardığını görebiliyordu. Biraz önce yaşadıklarına diyecek bir şeyi yoktu. "Şimdi biz neyiz ki?" Diye fısıldadı kendi kendine. "Aşık mı? Sevdalı mi?" Eli alnına gitti. "Bu yaşadığım bilinmez duygular neden bana yabancı?" Giydiği elbisenin eteğinin beline doğru indirdi ellerini. "Onu görmek isteyen gözlerime ne demeli peki?"

 

Kendini durduramıyordu. Araf'la olan zamanlarından daha öte bir şeydi yaşadığı. Hissediyordu işte! Kendini hissediyordu. Kollarına sığındığında sonsuz güveni hissediyordu. Onu düşününce başı dönüyordu. Dönmeliydi de belki. Uzun bir zamandan sonra böylesine bir adım atmak kendisine iyi gelmişti. İçi rahattı.

 

Tıklatılan kapıyla başını arkasına doğru çevirdi. Kapıyı açıp içeri giren Dilşah'la yüz ifadesini hemen değiştirdi. Kendisine mahçup bir edayla bakan Dilşah'a düz bir ifadeyle baktı.

 

Başını kapı eşiğinden uzatan Dilşah: "Girebilir miyim?" Dediğinde başını salladı Roya. Ne kadar iki arkadaşını anlamak, aralarında ayrım yapmak istemesede Dilberay'ın yeri ayrıydı. Dilşah'ın bile isteye bir şey yapmadığını biliyordu fakat kendi duygularına da engel olamıyordu.

 

Yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirdi. "Tabii," dedi eliyle yatağı göstererek.

 

Dilşah, Roya'nın yanına gelmeyi çok düşünmüş en sonunda da cesaretini toplamayı başararak gelmişti. Kısık gözlerini Roya'nın yüzünde gezindirdiğin de kendisinin ne yanlış yaptığını anlamaya çalışıyordu. Roya ile böyle olmak canını sıkıyordu. Buna bir son vermeliydi.

 

"Roya," dedi kapıyı kapatıp ayakta duran arkadaşına yaklaşarak. "Bir sorun mu var?"

 

Demek açık olacak dedi içinden Roya. Bu onun işine gelirdi. "Nerden bu kanıya vardın?"

 

"Yanlış bir şey yapıyormuşum gibi davranıyorsun, soğuksun bana." Elini uzattı, "Sakın öyle bir şey yok deme Roya. Buraya geldiğimizden beri biz iyi değiliz. Ben istemeden bir şey mi yaptım?"

 

Yanaklarını şişirerek derince ofladı Roya. Yatağa gidip oturduktan sonra eliyle yanını vurdu iki kere. "Gel," dedi sakince. Yanına oturan Dilşah'ın ellerini sımsıkı tuttu. "Benim seninle bir derdim yok Dilşah. Sen benim hem kuzenim hem de arkadaşımsın ama..." Bakışlarını birkaç saniyeliğine tavana çevirdi. Nasıl denilirdi ki böyle...

 

Dilberay ağabeyimi seviyor uzak dur diyemezdi ki.

 

"Evet Roya, ama?" Devamı olan cümleyi tekrar etti Dilşah.

 

"Ama Şerwan ağabeyimle aranın, offf!" Nasıl söyleyeceğini bilememişti.

 

İrkildi Dilşah. Elini çekti Roya'nın elleri arasından. "Benim Şerwan ile yakınlığım mı rahatsız ediyor seni?" Bu soruyu sorarken bile canı acımıştı. Oysa sevinir sanmıştı Dilşah. İçinden çıkamadığı duygular içine girmişti. Kalbindeki boşluğu doldurmak değildi bu... Küçük bir hoşlantıydı fakat yine de Şerwan ile olan arkadaşlığını Roya'yı rahatsız edeceğini düşünmemişti.

 

"Şerwan ağabeyimle aranızda bir şey var mı?" Uzatmadan sordu Roya. "Bak," dedi yanlış anlamasını istemediği Dilşah'a doğru iyice döndürürken bedenini. "Yanlış anlama beni ama benim," başını salladı hüzünle. "Bunu bilmem gerek Dilşah."

 

"Roya," dedi Dilşah, duyduğu soruyla şaşırmamıştı fakat kendini tuhaf hissetmişti. Ne cevap vereceğini bilmiyordu.

 

"Lütfen yanlış anlama beni." Başını kendisine bakmayan Dilşah'a doğru eğdi hafifçe. "Ağabeyim ile aranızda bir şey var mı?"

 

Bunun cevabını bekleyen biri daha vardı kapıda. Bir eli göğüsünde bir eli tepsiyi sıkı sıkı tutmuş bekleyen yaralı kadın vardı.

 

Gözlerini kaçırdı Dilşah. Roya hariç her yerdeydi bakışları. Gözlerini büyük bir acıyla yumdu Roya. İçten içe lütfen, olmasın diye geçirirken Dilşah'ın sesini duydu.

 

"Ben... Ben Şerwan'a aşık oluyorum. Onun da bana karşı bir şeyler hissetiğini düşünüyorum."

 

Tam o an Roya'ya çay getiren Dilberay duyduklarıyla yerle bir olmuştu. Titreyen ellerinden kayıp düşen çay bardakları çıplak ayaklarını kesse de o acıyı, yüreğinde hissediyordu. Kanayan ayakları değilde yüreğiydi sanki. Elleri dudaklarına kapanmıştı. Gözleri dolmuş duyduklarını etkisinden sarsılıyordu.

 

"Hayır," dedi başını sallarken. "Hayır..."

 

Kırılma sesiyle odadan çıkan Roya, kapının önünde ayaklarını cam parçaları kesmiş, titreyen Dilberay'la büyük bir kasırgaya uğradı.

 

Omuzları düştü.

 

Duymuştu. Allah kahretsin ki duymuştu!

 

"Dilberay!" Çığlık atarcasına ona doğru elini uzattığında kendisini geri çeken kızla boğazı düğüm düğüm oldu. "Dilberay, lütfen..."

 

Yanağına iri iri düşen göz yaşlarıyla başını iki yana sallayıp durdu. Roya'nın arkasında kendisine bakan kıza çevirdi bakışlarını. Kendisine bakan Dilşah'a titreten dudaklarıyla baktı. Aşık olduğun adamı ben yıllardır seviyorum diyemedi.

 

Ruhu cayır cayır yandı.

 

"...bana karşı birşeyler hissetiğini düşünüyorum."

 

Bu düşünceyi Şerwan ona vermişti. "Roya," dedi acıyla.

 

"Dilberay, lütfen güzelim." Ona yaklaşmak istedi ancak reddedildi.

 

Aşağıdan duyduğu gürültüyle, yukarı koşar adım çıkan Şerwan'ın gelişi ise herşeyi daha beter hâle getirdi. Gözleri gürültüye sebep olan şeyi gördüğünde irkildi. "Dilberay!" İleriye doğru atılıp kadını çekeceği an iki eliyle reddetti bunu Dilşah.

 

"Sakın!" Dedi bağırarak. "Sakın dokunma bana." Gözyaşlarıyla ıslanmış kirpikleri birbiriyle kavgaya tutuştu. Gözleri açılıp kapanıyordu. Tutamadı kendisini, hıçkırdı. Bir Dilşah'a bir sevdiği adama baktı.

 

"Ayakların kanıyor, bırak yardım edeyim." Dedi Dilberay'ın ağlayan yüzüne doğru. Onun canının acısı kendi acısıymışçasına yandı.

 

Başını olumsuzca iki yana doğru salladı, Dilberay. "Kanayan tek yer ayaklarım değil, Şerwan... Ağabey." Ağabey kelimesi bir kez daha haşladı dilini. Kanayan ayaklarını umursamdan cam parçalarını hiçe sayarak adım atmasıyla derin bir şekilde acıyla inledi. Ayağına bir kez daha batan cam parçasının derisini kestiğini hissediyordu.

 

"Dilberay! Napıyorsun sen kadın!" Dinlemeden kızı kolundan tuttuğu gibi kendisine yaslayıp sinirle yüzüne haykırdı. "Ayaklarının halini görümüyor musun!"

 

Ölmesine gerek yoktu artık... Şerwan'ın kendisine bakmayışına her gün ölüyordu zaten.

 

Eğildiği gibi Dilberay'ı kucağına alarak bedenini dikleştirdiğinde kimseye bakmadan aşağıya inen merdivenlere doğru yürümeye başladı. "Bırak beni!" Diye, bağırdı Dilberay. "Senin yardımına ihtiyacım yok!"

 

"Sus kadın sus! Ayaklarına bakmam lazım!"

 

"Sana ne ya! Sana ne ayaklarımdan! İndir beni dedim!" Kollarıyla göğüsünü döverken avluda olan herkesin bakışları ikilinin üzerindeydi.

 

"Oğlum ne oluyor!" Diyen annesini duymadı Şerwan.

 

"Zeliş sultan ilk yardım çantamı odama getir." Eli ıslak kadın başını salladı hızla.

 

Odasına doğru giderken, Dilberay delirmek üzereydi. Onun kokusunun hakim olduğu odaya girmek istemiyordu. "Bırak beni Şerwan ağabey!"

 

Bırakmadı Şerwan, hatta daha sıkı tuttu. Odasının kapısını dirseği ile açıp içeri girdiği gibi Dilberay'ı zayıf bedenini yatağının üzerine bıraktı. Arkalarından giren Zeliş sultan çantayı odaya bıraktığında Şerwan başıyla çıkmasını gösterdi. Zeliş sultan dışarı çıktığında odasının kapısını kapatıp ayağa kalkmaya çalışan ve hala ağlayan kıza doğru yaklaştı.

 

"Dur bir yerinde! Ayakların daha çok acıyacak!"

 

Başıyla reddetti Dilberay. "Acısın! Acısın Şerwan ağabey bundan sana ne?!"

 

İlk yardım çantasını sertçe açtı Şerwan. Sabırlı olacaktı. Sabırlı.

 

"Otur Dilberay."

 

"Hastaneye giderim, sana gerek yok!" Çantayı sertçe bırakıp bedenini dikleştiren Şerwan, Dilberay'la burun buruna geldi. İkisi de bu yakınlığı beklemedikleri için afallarken Dilberay'ın hassaslaşmış kalbi bir kez daha dayanmadı. "Yapma bunu," dedi Dilberay çaresizlikle. "Yapma anladın mı!"

 

Tek kaşı anlamayarak kalktı Şerwan'ın. "Ne yapıyorum," dedi. "Ben napıyorum sana Dilberay?"

 

"Senin için önemliymişim gibi davranma. Bana yakın olmana tahammül edemiyorum artık." Başını eğdi. Göz yaşları ayak ucuna dökülüyordu.

 

Duyduğuyla sarsıldı Şerwan. Kendisine tahammülü yok muydu? "Rahatsız ettiğimi bilmiyordum."

 

Başını hidetle kaldırdı."Rahatsızım! Senin önce yakın olup daha sonra aramıza mesafeler koymandan rahatsızım! Uzak dur benden!" Bir kez daha hıçkırdı. "Anladın mı?Uzak dur benden! Ya uzak dur ya da..." Acıyla yutkundu. Havada asılı kalmış elini yumruk haline getirip indirdi dizine doğru.

 

Karşısındaki kadının akıttığı her göz yaşı ciğerini paramparça ediyordu, Şerwan'ın. "Ya da ne?" Diye sordu Şerwan.

 

Söylemeyecekti.

 

Gitmek için sağa doğru adım attığında acıyla kasılsa da ayakta durmayı başardı. Şerwan kolunu tutarsak engel oldu gitmesine. "Ya da ne Dilberay?"

 

Gözlerini sevdiği adamın gözlerine kenetlendi. Ağlamaktan şişmiş gözleri, dudakları onu darmadağın gösteriyordu. "Ya da sımsıkı tut ellerimden Şerwan." Sesi cılız çıkmıştı. "Seni sevdiğimi görmüyor musun? Ben sana veda edemem Şerwan. Lütfen yardım et bana!"

 

Duyduklarıyla sendeledi Şerwan.

 

"Ben..." Dedi ne diyeceğini bilmez bir ifadeyle.

 

Gözlerini yumdu Dilberay. "Lütfen," dedi. "Bana yardım et çünkü ben bu çıkmazdan çıkamıyorum."

 

"Ben senin ağabeyinim Dilberay." Beklenen bu değildi. Bu yasaklı bir cümleydi.

 

Keşke sussaydı.

 

Dili kopsaydı da ağabeyinim demeseydi.

 

Acı acı güldü Dilberay. Başını Şerwan'a çevirdi. "Anladım," dedi ağlayarak. Çehresine uzanan göz yaşını elinin tersiyle sildi, burnunu çekti derin bir iç çekti. Kanlı ayaklarıyla hiç canı acımıyormuş gibi yürüdü. Kapıyı açtı ardına bakmadan çıktı odadan.

 

Kapının önünde duran Roya'nın dolu gözlerine baktı burukça. Düşecek gibi oldu ama düşmedi. "Hastaneye gidelim mi?" Dedi, titreyen, ağlamaktan boğuk çıkan sesiyle.

 

Başını salladı Roya. "Gidelim gülüm," dedi hüzünle. "Gidelim."

 

Odada ne dediği şimdi aklına dank eden Şerwan Ağa öfkeyle yumdu gözlerini. "Hassiktir!" Yumruk yaptığı eliyle ilk yardım çantasını öfkeyle savurdu. "Ne dedim ben! Ne dedim ben!"

 

Pişmanlık öyle amansız bir şeydi ki insanı yer bitirirdi.

 

Şerwan Ağa da yaşayacağı pişmanlıkla ölüp dirilecekti.

 

Kendi yaptığı hatanın kurbanı olacaktı.

 

Yanacak, yakacaktı.

 

Gülecek, ağlayacaktı.

 

"Ben ne dedim! Ulan beni seven kadına ben ne dedim!"

 

*

 

Ayakları pansuman yapılmış ve birkaç gün üzerine basmaması gerektiğini söyleyen doktordan sonra eve dönülmüştü. Roya'yla beraber Rizgâr ağabeyi de kendileriyle gelmişti. Dilberay'ı kendi evine gitmek istese de Roya ona izin vermemişti. İkisi arabadan indiklerinde gece çökmüştü bile. Konağın ışıkları yanıyordu birer birer. Roya'nın da ışığı yanmıştı ancak Dilberay'ın karanlığına eşlik etmek istiyordu. Rizgâr ağabeyi onu kucağına alıp odasına götürdüğünde aileye kısa bir açıklama yaparak kendisi de Dilberay'ın odasına gitmişti. Kendileriyle konuşan Dilşah'ın hiçbir günahı olmadığını bilse de anın acısıyla onu başından savmıştı.

 

Dilberay'ın üzerini değiştirmesine yardım ettikten sonra aldığı ağrı kesicilerle uykuya dalana kadar yanında durdu. Ara ara yüzünün buruşmasına iç çekerek bakmış daha sonra odasına çekilmek için kalkmıştı.

 

Kalktığı an arkasında hissetiği hareketlilikle başını arkasına çevirdi. Kapı aralığından kendisine bakan adamla yüzünü buruşturdu. Şerwan Karadağ gelmişti.

 

"Senin burada ne işin var!" Sessiz olmaya çalışıyordu. Ağabeyinin kolundan tuttuğu gibi kendisiyle beraber dışarı çıkardı.

 

"İyi mi?"

 

Güldü Roya. "Sence ağabey?" Gözlerini ağabeyini baştan aşağı süzdü. "

Ondan uzak duracaksın!"

 

"Durmam." Dedi kesin bir dille. "Duramam Roya."

 

Anlamadı Roya. "Ağabey sen farkında mısın kıza ağabeyinim dedin hemde sana sevdasını açıklarken!"

 

Elleriyle başına vurdu sertçe. Bir iki adım ileriye gidip geldi. Ofladı. "Bilmiyorum Roya! Ağzımdan nasıl çıktı onlar bilmiyorum!"

 

"Sen Dilberay'ı seviyor musun ağabey?"

 

Bir kez daha ofladı Şerwan. "Bilmiyorum," dedi sıkıntılı dolu bir sesle.

 

Roya aldığı cevapla başını salladı. Elini Şerwan'ın omuzuna yerleştirdi. "Önce kendinden emin ol ağabey daha sonra arkadaşımın karşısına dikilirsin. Ama şimdi değil! Eğer onu üzersen ben de seni üzerim Şerwan Karadağ! Hiç acımam."

 

Bir şey demesini beklemeden odasına gitti. Başı çatlayacaktı bir ağrı kesici alıp uyumak istiyordu. Odaya girdiğinde yatağının üzerinde oturan adamla korktu. Korkuyla soluk alıp verdi.

 

Başını eğmiş ayaklarını izleyen adamı gördüğünde gözlerini sıkıntıyla yumdu. Unutmuş olmazdı! Nasıl unuturdu!

 

Başını kaldıran Cihanagir, Roya'nın üzgün bakan gözlerine baktı uzun uzun. Bir saate yakın damda bekliyordu. Olanları daha sonradan duymuştu. Kullandığı uyku ilacı yüzünden mayışmış olduğu için dışarı çıkamamıştı ancak onun gelemesini beklemişti.

 

Gelmemişti.

 

Aklına milyonlarca soru gelmiş hepsini def ederek odasında beklemeye karar vermişti ve nihayet karşısındaydı.

 

Tek eliyle destek alarak ayağa kalktı. Üzerinde gri eşofman takımı vardı. Kolu sargıda olduğu için bol bir tişört tercih etmişti. Saçları dağınık gözleri buğuluydu.

 

"Gelmedin," dedi Cihangir kırgınca.

 

Başını omuzuna yatırdı Roya. Sakin adımlarla yani başında durduğunda kollarını uzatıp sarıldı bir kez daha Cihangir'e. Yorulmuştu bugün. "Özür dilerim," dedi Roya. Cihanagir'in ne hissettiğini anlayabiliyordu. Kendisine kızdı.

 

Kendisine sarılan kadınla tüm kötü düşünceleri yerle bir oldu. Bedeni şaşkın olsada huzurlu hisseti. Düşen omuzları gerildi, bedeni huzura erdi. Tek eliyle sırtına tutundu. "Vazgeçtin sandım." Korkusunu dile getirdi açıkça.

 

Sarıldığı an adamın teninin ne kadar soğuk olduğunu hissetti Roya. Beklemişti onu. Geri çekilip yüzüne doğru kaldırdı bakışlarını. "Vazgeçmedim. Hem sen..." gülümsedi. "...Vazgeçsem de peşimi bırakmazsın ki, değil mi?"

 

Elini uzatıp yüzüne düşen saçları usulca kulağının arkasına sıkıştırdı Cihanagir. Dudaklarında muazzam bir tebessüm vardı. Herkesi kıskandıracak bir tebessüm. Usta bir ressamın çizemeyeceği kadar güzel bir tebessüm...

 

"Seni sevmeye devam ederdim ama zorlamazdım."

 

"Sen nasıl bir adamsın Cihangir Atabeyoğlu? Bu kadar düşünceli olmayı nasıl beceriyorsun?"

 

Elinden tuttuğu kadını yatağa doğru çekiştirdi. İkisi beraber yatakta oturduğunda Roya ne yapacağını merakla bekliyordu. Yatak başlığına yaslanıp kolunu iyice açtı adam. "Gel buraya," dedi.

 

Roya utangaçlığı bir kenara bırakıp hiçbir şey düşünmeksizin açtığı kola sığındı. Soğukluğu kaybolmuş bedenindeki sıcaklığa başını yasladı. "Biri gelirse?" Diye sordu tedirginlikle.

 

"Cık." Dedi dilini damağına sertçe vurup ses çıkarırken. "Gelmez kimse."

 

"Nasıl bu kadar eminsin?" Ağabeylerinin gelip yanlış anlamasından bir kere daha savaşmaktan korkuyordu çünkü yorulmuştu.

 

"Kapıya Ali'yi diktim." Dedi muzip bir şekilde.

 

Gözleri büyüyerek uzandığı yerden kalkıp hayretçe Cihangir'e baktı. "Şaka yapıyorsun?" Dedi şaka olmasını isteyerek.

 

Başını salladı iki yana doğru.

 

"İnanmıyorum Cihangir! Ali'yi kapıya dikemekte ne ya!"

 

"Bağırma," dedi kendisi de doğrularak. "Kimsenin aramıza girmemesine emin olmak istedim." Dediğinde, inanmayarak baktı yüzüne doğru Roya. Bir de iyi bir şey yapmış gibi konuşuyordu.

 

"Kim bilir Ali, hakkımızda ne düşünecek!"

 

Kaşları çatıldı Cihanagir'in. "Kimse seni düşünemez!"

 

Kaşları çatıldı Roya'nın "Ben, biraz önce sana anlayışlı mı demiştim?"

 

Başını salladı Cihangir evet dercesine. Roya'nın kendisine kızgınlıkla bakmasını hararetle konuşmasını iç çekerek izledi. Elleri durmuyor sürekli hareket ediyordu. İçinden gelen bir hisle elini uzatıp sımsıkı tutarak yürümeye zorladı.

 

"Cihangir napıyorsun!?" Diyen Roya'yı duymadan odadan çıktı. Kapının önünde bekleyen Ali'ye döndü hızla. "Kim sorarsa işleri var dersin."

 

"Gece gece ne işi Cihangir! Saçmalama lütfen!"

 

Ali bıyık altından güldü. Kendisine öldürecekmiş gibi bakan Roya'ya göz kırptı. "Sen kardeşime iyi bak yeter."

 

Roya hayretle ikisine baktı. "İnanmıyorum! İkiniz birlik mi oldunuz?!"

 

Merdivenlerden inerken hala kendisine soru soran Roya'ya döndü. Yakınlıkları ikisininde nefesini kesti. "Bekle," dedi yutkunan Cihangir. "Sadece bekle."

 

Dudaklarını birbirine bastırıp sustu Roya. Ön kapıdan çıkacakken Roya gözlerini büyüterek onu arkaya doğru çekiştirdi. "Adamlar var," dedi sessizce.

 

Arkadaki araçlardan birine binerken Cihangir çarpıkça güldü. "Cihangir Roya'yı kaçırdı derlerse rızası vardı derim," dediğinde boştaki arabaya binen Roya'nın yüzünde dehşet dolu bir ifade yerleşti.

 

"Öyle mi?" Diye sordu, eli kapının koluna giderken.

 

Başını gülerek sallayan adamla inmek için harekette geçtiğinde Cihangir onu tuttuğu gibi kendi sınırına çekerek dudaklarını alnına bastırdı. "Çok seviyorum be kızım."

 

Roya hızla kendisini geri çektiğinde anın heyecanıyla elini saçlarına karıştırıp yüzüne doğru mesken etti.

 

"Nereye gidiyoruz?" Dedi sessizliği bozarak. "Hem sen arabayı tek elle sürebilecek misin?"

 

"Merak etme iyiyim Hanımağam."

 

Başını iki yana sallayarak güldü Roya. Karanlık caddeleri, sokakları aşarak geldikleri boş meydanda duran arabayla Cihangir'e baktı.

 

"Buraya neden geldik?" Diye sordu. Meydanda ne işleri vardı ki?

 

Arabayı durdurup iyice geriye yaslandı Cihangir. "Burasının benim için farklı bir anlamı var." Dedi. İnemek istiyordu fakat onları burada gören birileri yüzünden Roya'nın başının belaya girmesini istemiyordu.

 

"Ne anlamı var? Gece gece buraya gelme amacımız ne Cihangir?"

 

"Burası," dedi Cihangir başını Roya'nın

güzel yüzüne döndürerek. "Kaderimin sen olduğunu anladığım yer."

 

30. Bölüm (part 1)

 

Sonunda bitti bölüm.

 

Bölüm nasıldı?

 

Dilberay?

 

Roya & Cihangir?

 

Gelecek bölüme kadar kendinize iyi bakın sizleri seviyorum<33

Loading...
0%