Yeni Üyelik
32.
Bölüm

29. Bölüm part2

@tanvakti108

Selamm!

 

Bölüme geçmeden önce vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmuyoruz. <33 Her yorum motive demek. Motive demek çabuk bölüm demek <33

 

Madrigal, seni dert etmeler

 

Keyifli okumalar<3

 

29.Bölüm (part 2)

 

Roya, karşısında kendine içi giderek bakan adamın gözlerinde gördüğü anlamların hayatını nasıl etkileyeceğinin farkında değildi henüz. Ona olan bağlılığının ne derece olduğunun, sevgisinin ne denli büyük olduğunun farkında değildi. Gözleri, geldikleri yerde tekrar tekrar gezintiye çıktı.

 

"O ne demek?" Diye sordu tedirgin aynı zamanda merak sinmiş sesiyle. Kaderimin sen olduğunu anladığım yer de ne demekti?

 

Cihangir, geldikleri alana bakarken sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordu. Başını geriye yasladı ve muazzam bir şekilde gülümsedi kendine merakla bakan yeşil harelere.

 

Ne çok sevmişti bu kadını.

 

Hâlâ da seviyordu.

 

"Üç yıl önce," dedi kendisiyle konuşur gibi. "Tam üç yıl önce Urfanın kapalı çarşısında sonra da bu meydanda çıktın karşıma."

 

Roya'nın ince kaşları çatıldı. "Biz karşılaştık mı?"

 

Başıyla onayladı Cihangir. O anları hatırlayınca heyecanı büyüyordu.

 

"Tam üç yıl önce hem iş hemde yakın bir arkadaşımın düğünü için gelmiştim Urfa'ya..."

 

•Üç yıl önce •

 

Genç adam uzun yolculuklardan pek haz etmese de bu kez başkaydı onun için. Yakın arkadaşı, aynı zamanda Urfa'nın önde gelen Yavuz aşiretinin biricik oğulları Faruk Yavuz evleniyordu. Sırf düğününe katılabilmek için işlerini hiçbir zaman tüketmeksizin bitirip bugün için kendisine boşluk yaratmıştı.

 

Urfa da pek mazisi yok sayılmazdı. Annesinin bir zamanlar anlattığı şehre ayak basmak acıdan başka bir şey değildi.

 

Urfa, annesi için acı demekti. Kendisi içinde öyleydi. Annesinin yüreğine ateş salan bu şehirden pek haz etmiyordu. Gerigince oturduğu koltukta bedenini dikleştirdi. Yanında Azad ile Serhat'ın konuşmalarına adapte olmak istese de olamıyordu. Dar sokakları geçen arabanın camından dışarıyı izlerken gergin bir nefes koyverdi.

 

"Otel hazır zaten, diyorum ki; otele eşyaları bıraktıktan sonra Urfa'nın tozunu mu atalım?" Dedi Serhat direksiyonu sağa kırarken.

 

"Ben yorgunum kardeşim. Toplantıda hemen sonra yolculuk etmek beni bitirdi." Diyerek kendisinin gelemeyeceğini söylerken aklında sevdiği kadının güzel yüzü beliriyordu.

 

Dikiz aynasından dışarıyı izleyen Cihangir'e baktı tek kaşı kalkık. "Sen ne diyorsun?"

 

"Bakarız," dedi başını cama yaslayarak. İçinde hiç bitmeksizin var olan bir inanç vardı o an. Kalbinin odacıklarına sığmayıp taşan bir heyecan. Neydi bu? Neyin heyecanıydı? Bir şey olacak hissi de neden sarmıştı benliğini? Eli yumruk oldu. "Gezeriz," dedi kendisiyle konuşur gibi.

 

Araba kalacakları otelin önünde durduğunda üç genç telaşsızca indi. Dışarı gelen otel müdürüyle kısa bir şekilde selamlaşıp Azat'ı orda bırakıp arabaya tekrar bindiler.

 

Sürücü koltuğuna kendisinden önce binen Serhat'a başını salladı iflah olmaz bir şekilde Cihanagir. Araba sürmekten hiç bıkmazdı Serhat, en büyük tutkusuydu. Yanındaki koltuğa yerleşirken kendisini merak eden ağabeyine yetiştiğine dair bir mesaj atıp Serhat'a baktı. "Hadi bakalım Serhat bey, bizi nereye götüreceksin?"

 

Arabayı çalıştırdığı gibi gaza yüklenince öne doğru atılan Cihangir sessizce küfrederek sabırlı olmaya çalışır bir şekilde sırıtan Serhat'a baktı. "Ulan it!"

 

"Çarşıya gidelim mi aşkım?"

 

Cihangir gözlerini yumdu. "Aşkını sikeyim Serhat!"

 

Serhat arkadaşına takılmayı sevdiği için direksiyondaki sağ elini Cihangir'e doğru uzattı. "Ama aşkımmm..."

 

Cihangir sertçe eline vurdu. "Tövbe estağfurullah! Elini kırarım Serhat!"

 

Gülerek önüne döndü. "Heyheylerin üzerinde," dedi aracı Urfa'nın kapalı çarşısına doğru sürmeye başlarken. "Düğünden sonra direkt Hakkari'ye mi uçuyoruz?" Dedi Serhat ciddiyetini toplarken.

 

"Toplantım var. Olmasaydı birkaç gün kalırdık." Dedi yorgunca. Belki onları görürdü. Dayısının çocuklarını... Şerwan, Rizgâr... Bir ah çekti. Onları en son ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu bile. Aileler yüzünden ayrı büyümüşlerdi.

 

En çok.

 

En çokta onu merak ediyordu.

 

Roya Karadağ'ı.

 

Küçük cimcimeyi.

 

Büyümüştür şimdi... Genç kız olmuştur. Dudağında kırık bir tebessüm oluştu. Dayısının emanetleriydi.

 

"Daldın Cihangir Ağa?" Diye soran Serhat vardıkları çarşının otoparkına giriş yaparken arkadaşındaydı bir gözü. Urfa'nın onu. İçin hüzün demek olduğunu biliyordu.

 

"Belki karşıma çıkarlar," dedi kendi kendine.

 

Serhat arabayı durdurdu. Aslında istese bulurdu. Gidebilirdi yanlarına ama bunun hiç iyi bir fikir olmadığını bildiği ve annesine söz verdiği için yapmıyordu. Tek merak ettiği kendilerinin onları merak ettikleri kadar onlarda merak ediyorlar mıydı? "Kader bu Cihanagir. Belki bir adım sonra dip dibe geleceksiniz. Baksana," dedi başıyla çarşıyı göstererek. "Bu kalabalık içerisinde belki de karşına çıkar."

 

Umudu vardı.

 

Başını sallayarak indi arabadan. Siyah takım elbisesi tüm bedenini bir zırh gibi sarmış ve üzerine tam oturmuştu. Arabadan indiği gibi taktığı gözlüğü ise güzel gözlerini saklamıştı bir mücevher gibi. Öylesine can alıcı görünüyordu ki, insanın nefesini kesiyordu. Ona dönen bakışların meraklı ifadeleri altında arkadaşıyla yan yana yürüyerek çarşıya giriş yaptılar.

 

Serhat kendilerine bakan kızları görünce yüzünde çapkın bir eda oluştu. Takım elbiseli, heybetli vücutlarıyla kalabalığın arasında yürürken dikkat çekmemek elde değildi.

 

"Lokum alayım ben," dedi Serhat, yan yana dizilmiş her çeşit lokumu görünce. Ağzı sulanmıştı. "Cihangir," dedi. Kendisine bakan arkadaşına lokumcuyu işaret etti. "Beklesene biraz lokum alayım, ağzımız tatlansın."

 

Başını salladı Cihangir. "Kavrulmuştan da al." En sevdiği lokumlardan biriydi.

 

Serhat giderken arkasından kısaca bakıp geçen insanlara yol vermek için geriye doğru çekildiği an gözleri bir yere takıldı.

 

Gözleri onca insan içinde birinde duruldu. Kaşları çatıldı, dudakları aralandı, kalbini hisseti. Atışını, kanın hızını hisseti. Başını eğdi, dayanamadı tekrar kaldırdı.

 

O da kimdi?

 

Uzun. Upuzun saçlarını gördü ilk. Sırtından dökülüp kalçasına kadar gelen saçlarını gördü. Parlaklığını gördü. Hisseti o an. O saçların yumuşaklığı avuç ayasında oluşturacağı hissine kapıldı. Bir an boğuluyor olduğunu düşündü çünkü nefesi kesilmişti. Daha yüreğinde oluşan hisse anlam verememişken saç tokası deneyen kızın yüzünü görmesiyle büyük bir çıkmaza girdi.

 

"SüphanAllah," dedi büyüleyici güzelliğine doğru. Sendeledi ve sertçe yutkundu. O an, yer yüzü yer çekimini kaybetti ve tüm insanlar yok oldu onun için. Sadece arkadaşının tuttuğu aynadan saçına iliştirmeye çalıştığı tokayı deneyen o kızla kendisi vardı.

 

Çok duru gözüküyordu. Duru ve naif.

 

Eli ne zaman gözlüğünü gitti ne zaman o gölgeyi yok etti farkında değildi. Gözlerini kıstı. Dudaklarını büzerek konuşan kızın varlığına kapıldı.

 

Kendine gel Cihanagir Ağa. Diyen iç sesine doğru konuştu. "Hiç bu kadar kendimde olmamıştım."

 

Cihangir karşısında duran kıza doğru çekildiğini bütün azalarıyla hissediyordu. Kızın üzerinde mevsimlik, vücut hatlarını saklamasını rağmen güzelliğini öteden beli eden yeşil bir elbise vardı. Elbisenin üzerinde minik minik çiçek desenleri bahar getirmişti Cihanagir'in yüreğine. Saçına taktığı taşlı, küçük, çiçekli saç tokasını bırakıp tamamen kendisine doğru döndürdüğü bedeni sayesinde kızın yüzünde en ufak bir kusurun bile olmadığını gördü.

 

Yeşil gözlerinin hemen kenarında ufak olan benine kadar inceledi, Cihangir. Bir saniye bile bakışlarını çekmeden ezberlemek istedi ona dair olan herşeyi. Uzun uzun seyretti. Ona doğru yürümeye başlayan kendisinin ne yaptığını bilmiyordu.

 

"Sakin ol Cihangir Ağa," diye içinde coşmuş sesleri susturmaya, sakinliğini korumaya çalıştı.

 

Attığı her adım kendisini tutuşturuyordu. Ona her yaklaştıkça gerim gerim geriliyordu. Heyecanından bahsetmeye bile gerek yoktu. Koskoca Cihanagir Atabeyoğlu bir kadına kaptırmıştı yüreğini. Kendisinden küçük olan kıza kaptırmıştı.

 

Kaşları çatıldı ve adımları durdu.

 

Bunu hiç düşünmemişti. Kendisinden küçük görünüyordu. Allah aşkına yanına gidip ne diyecekti? Belki sevdiği vardır. Kendi

düşüncesine sinirlendi. Yüz kasları belirgin hâle gelmişti. Birkaç saniye içinde neydi bu sahiplenme hissiyatı...

Başını sallayarak ellerini yumruk şekline getirip Serhat'ın olduğu tarafa baktı. Tekrar önüne doğru döndüğünde biraz önce gördüğü kızın yerinde olmayışıyla bozguna uğradı.

 

Kalabalık çarşıda etrafında bir tur dönerek onu arayan gözleri sağa doğru dönen cadde gördüğünde hiçbir şey düşünmeden peşine takıldı. Adımları telaşlı ve aceleciydi. Görüş açısına girdiği kızla beraber adımları yavaşladı. Her çeşit şekerin bulunduğu alana giriş yapmıştı. Yan yana dizilmiş şekerle baka baka arkadaşıyla ilerleyen kızdan gözlerini almazken arkasından kendisine dokunan kişiyle bakışlarını elin sahibine çevirdi.

 

Serhat nefes nefese bir şekilde, "Oğlum bağırıyorum niye durmuyorsun?" Tek dizini kırmış nefesleniyordu.

 

"Duymadım," diyen Cihangir önüne döndüğünde göremediği kızla sinirle soluk alıp verdi. "Ulan serhat! Ulan Serhat!" Diye mırıldana mırıldana Serhat'a döndüğünde kendisine bakarak ağzına lokum atan adamla ensesini kaşıyarak sabırlı olmaya bir kez daha çalıştı. Onun yüzünden kaçırmıştı işte!

 

Sağa sola baktı fakat bir iz yoktu.

 

Serhat arkadaşının birini arar gibi etrafına bakınmasıyla işkilendi. Bedenini dikleştirerek başını iki yana salladı. "Kimi arıyorsun, fıldır fıldır dönen gözlerinle kardeşim?"

 

"Ebeni arıyorum Serhat! Anladın?"

 

Serhat'ın göz bebekleri büyüdü şaşkınlıkla. "Ebem Yâde Dilşah'tır Cihangir Ağa vallahi kulakları çınlar!" Diyen adama öfkeyle döndü.

 

Bu hâlâ konuşuyor muydu?

 

"Daha fazla asabımı bozma da düş önüme!"

 

Serhat suratında ki sırıtış ile, "Tamam beyim ne kızıyorsun."

 

"Serhat!" Diye bağırıp önüne döndüğü an çarptığı narin bedenle ne olduğunu anlamadan, ayaklarının dibine doğru dökülmeye başlayan badem şekerleriyle başını sinirle kaldırdı.

 

Yeşil gözlere kenetlendiği an siniri şaşkınlığa döndü usulca. Gökte ararken yerde bulmak bu olmalıydı.

 

Öfkeyle kalkan kaşları şaşkınlıkla gerildiğinde kendisine kızgınlıkla bakan yeşil gözlere doğru suspus oldu.

 

Genç kız arkadaşıyla en çok sevdiği kesme şekerleri alıp eve gitmek için dükkandan çıktıklarında önünde aniden beliren adam yüzünden çarpışmış ve çok sevdiği şekerlerin telef olmasını izlemişti büyük bir hüzünle.

 

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!?" Diye bağırdı kendisine mani olamadan. Önüne bakmadan yürüyen adama doğru başını kaldırdı. Kendisinden büyük olduğunu düşündüğü adamın gözleri yüzünde gezinirken hiçbir tepki vermiyordu.

 

"Hey!" Dedi ileriye doğru atılıp. "Size diyorum!"

 

"Sakin ol biraz," diyen arkadaşı Dilberay'ın, kolunu tutmasıyla geriye doğru çekildi.

 

Cihangir kendisine çarpan kıza hipnotize olmuş bir şekilde bakıyordu. "Kusura bakmayın lütfen," dedi sonunda kendisini toparlamayı becerebilirken.

 

Roya adamı baştan aşağıya süzdü. "Kusura bakıyorum. Sizin yüzünüzden şekerlerim mahvoldu!"

 

Serhat ileriye doğru atıldı. "Ücreti neyse öderiz," diyerek cüzdanına yöneldiğinde Roya'nın yanındaki Dilberay sertçe adama baktı.

 

"Sizden ücret isteyen mi oldu?"

 

"Ben," diyen Serhat cüzdanı tekrar yerine koyarken böyle bir tepki beklemediği için şaşırmıştı. Kötü niyetli değildi.

 

"Özür dilerim," dedi yere eğilip bir avuç badem şekerini eline alırken. "Badem şekerini nasıl telafi edebilirim?"

 

Bu kadar düzgün ve kendisine kırmamaya çalışarak konuşan adama hayretle baktı Roya. Emin olmuştu. Bu adam buralı değildi. Şivesinden bile anlaşılıyordu. Her ne kadar şekerleri için üzülse de ondan isteyecek değildi. Hem sevdiği adam, Araf Ağa alırdı istediği kadar badem şekeri.

 

Evet kesinlikle alırdı.

 

"Lüzumu yok." Dedi kendinden emin bir sesle. "Bir daha bana çarpmayın yeter." Koluna girdiği arkadaşını çekiştirip gitmek için sağa doğru ilerlediğinde Cihanagir kendisini zor tutmuştu önlerinde durmamak için.

 

Bir elinde tuttuğu badem şekerlerini bir de giden kıza baktı. Dudağının köşesinde küçük bir kıvrım oluştu. "Badem şekeri," diye fısıldadı.

 

Serhat arkadaşını iyi tanırdı. İlk defa özür dilediğine şahit oluyor ve bunun şaşkınlığını yaşıyordu. Badem şekerini sıkı sıkı tutan eline bir de yüzündeki tebessüme baktı gülerek. Elini kaldırıp omuzuna koydu. "Yoksa," dedi ciddi bir tonla. "Cihangir Atabeyoğlu'u gökyüzünü buldu mu?"

 

İşte bu soru Cihanagir'in üst üste derin iç çekişlerine sebep oldu.

 

"Buldu, kardeşim." Badem şekerlerini cebine attı. "Buldu."

 

Emindi kendisinden.

 

İnsan birkaç dakika içerisinde aşık olur muydu? Olurdu.

 

Cihangir Atabeyoğlu'u öyle bir tutulmuştu ki yıllarca sürecek olan bu sevda onu tüketecekti.

 

Yanacak, kavrulacaktı.

 

Kaderdi bu ve bunu bilmek gerekir ki kaderden kaçış yoktu.

 

*

 

"Hohoo!" Diye bağırdı Serhat. "Oğlum bir silkelen kendine gel lan!"

 

Cihangir gömleğinin düğmelerini bir türlü birleştiremediği için sinirliyken bir de Serhat'ın kendisiyle dalga geçmesi yüzünden delirecekti. Sabahtan beri odada 'Urfalı güzel yarim' şarkısını söyleyip geziniyordu. Onu dövmek için giriştiğinde ise Azat gülerek engel oluyordu.

 

Çarşıdan geldiklerinde Cihangir direk duşa girerken Serhat dedikoducu teyzeler misali Azat'ın yanına oturmuş balandira balandıra çarşıda olanları anlatmıştı.

 

Azat duyduklarıyla hem şaşırmış hem de mutlu olmuştu.

 

"Bunu varya," diyerek iğrenç birşeyden bahseder gibi yüzünü buruşturdu Cihanagir. "Getiren de kabahat!"

 

"Aşk olsun!" Diyerek alınmış gibi yaptı Serhat. "Kalbimi kırdın."

 

Cihangir, Azat'a baktı yardım et der gibi. Azat gülerek siyah gömleği Serhat'ın üzerine doğru fırlattı. "Git giyin bizi delirtme Serhat. Yavuz aradı nerede kaldınız diye."

 

Serhat nihayet susup üzerini giymek için diğer odaya geçtiğinde iki adam da nihayet sessizlik dercesine gülümsediler.

 

"İyi misin sen?" Dedi Azat Cihangir'e doğru.

 

Cihangir sertçe yutkundu. "Onu tekrar görürsem iyi olacağım."

 

"Bir kere gördüğün bir kıza bu kadar tutulmuş olman tuhaf." Dedi Azat, kendi düşüncelerini dile getirirken.

 

Kol düğmelerini takan Cihanagir aynadan arkadaşına güldü. "Bir kere görmek yetti Azat. Sanki hep onun gelmesini bekliyormuşum gibi. Onu görünce kışım, bahar oldu." Gözlerinin önünde beliren kızgın bakışları, kendinden emin duruşu ve durur güzelliğiyle iç çekti. "Kaybolmuş beliğimi bulmuş gibi hissediyorum."

 

"Eğer gerçekten o kız senin kaderinse yollarınız tekrar kesişir Cihanagir." Bunu biliyordu, hissediyordu. O kız tekrar karşısına çıkacaktı.

 

"Bu kez karşıma çıktığında nefessizlikten ölmezsem adını soracağım."

 

Güldü Azat.

 

"Aşkın etkisi zehir gibi kardeşim. Bir tattın mı kanser edecek, öldürecek kadar kuvetli."

 

"Eğer," dedi, tamamen hazır bir şekilde Azat'a dönerek. "Zehirim o ise ben ölmeye razıyım."

 

Azat'ın dehşetle bakmasına neden olacak bir şekilde gülerek odadan çıkarken arkasından söylenerek gelen Azat, hazırlanmış Serhat'ı da peşine takmıştı.

 

Kendinden emin adımlarla, dudağında mutluluğu simgeleyen ıslıkla asansöre bindi. Saatine baktı derin bir nefes alıp verdi. Gri takım elbisesi siyahtan daha çok yakışmıştı adama. Kahverengi harelerine ayrı bir güzellik katmıştı. Uzun saçları ensesine doğru taramış olsa da alnına düşen birkaç tel saç ona ayrı bir hava katmıştı.

 

Üç arkadaşın yanında Hollywood yıldızları halt etmişti. Yan yana yürürken her zaman olduğu gibi yine dikkatleri üzerlerine çekmeyi becermişlerdi. Beraber arabaya binip düğünün olacağı meydana doğru sürdü arabayı Serhat Ağa.

 

Düğün alanına yakın Cihanagir yine aynı heyecanı hisseti. Sakin olmak için parmaklarıyla ritim tuttu. Araba nihayet durduğunda üçü aynı anda indiler. Onları gören düğün sahipleri ve aşiret ağaları karşılamak için kapıya geldiler sırasıyla. Üç gencin de aşiretlerler için ne kadar önemli olduklarının bilincindeydiler. Cihangir, Yavuz'un babası Mustafa Ağa'nın elini tutarken büyük bir özlemle kendisine doğru çektiği adama sarıldı.

 

"Özlettin kendini evlat!" Dedi babacan bir ifadeyle Mustafa Ağa.

 

"Biliyorsun Mustafa amca," dedi kulağına doğru.

 

Bilirdi elbet. Ne acılar çektiklerini iyi bilirdi.

 

Sırtına doğru vurdu bir iki kere. "Tü Xêrhati Cihanagir."

 

Sarılma faslından, selamlaşmadan sonra oturacakları yere doğru ilerlerken hemen hemen tüm düğün halkının bakışları üzerlerindeydiler. Hepsi üç adamı merak ediyor bilenler de kulaktan kulağa yayıyordu kim olduklarını. Genç kızlar halayda daha bir coşuyor, aşiret ağaları kendi yanlarına oturmaları için sandalye gösteriyorlardı.

 

Hiç bilmeden oturduğu yer Yusuf Bozbey'in yanıydı. Şimdi iki asil adam yan yana oturuyordu. Yusuf telefonuyla ilgilendiğinden Cihanagir'i fark etmemişti. Şuan daha önemli bir işle meşguldü.

 

Düğüne biraz geç kalmış olsalarda gelinle damatın daha gelmedikleri için rahatlamıştı Cihangir. Gözleri halaya oradan kendilerine bakan insanların üzerinde kısaca gezindi.

 

"Cihangir," diyen Serhat'a baktı. Başını 'Ne?' anlamında salladı.

 

Serhat elinde tuttuğu telefonu ona doğru uzattı. "Hazar Ağa sana ulaşmamış önemli bir şey konuşacakmış."

 

Telefonunu çıkartıp baktığında sessizde olduğunu gördü. Lanet ederek başını sallayıp ayaklandı. Onun ayaklandığı gören Yavuz'un amca oğlu Bekir yanına geldi hızla. "Bir isteğin mi var Cihangir Ağa?"

 

"Yok Bekir, sağol." Dedikten sonra düğün alanından biraz uzaklaşmak için sessiz bir yer aradı gözleri. Meydanı geçmeden durup telefon etmek için babasını numarasını aradığı an bir ses duydu kulakları. Bir gülüşme sesiydi. Telefonu kapatıp sesin geldiği yere doğru ilerlediğinde gördüğü yüzle dudakları bir parça aralandı.

 

Kaşları derince çatıldı.

 

İşte!

 

İşte yine çıkmıştı karşısına.

 

Arkadaşıyla beraber düğünde oynamak yerine sessiz bir yerde oynayan kıza hayran bakışlarla baktı Cihanagir. Giydiği yöresel siyah kıyafeten beli olan ince beli kollarını ona dolama isteğiyle doluştu. Daha sonra bunu düşündüğü için kendisine kızdı.

 

Kimdi bu kız?

 

Kim?

 

Gülerek halay çeken Roya, Araf'ı bekliyordu. Beklerken de müziğin ritmine kendisini bırakmış oynuyordu. "Hadi Dilberay biraz canlı kurban!"

 

"Offf Roya! Yoruldum artık vallahi yeter!"

 

Roya...

 

Gözleri kısıldı kalbinde ince bir sızı oluştu Cihangir Atabeyoğlu'nun.

 

Omuz silken Roya gülerek diz kırıp etrafında döndü. Dönerken saçları uçuşurken Cihangir'in nefesi kesilmişti. Uzun kahve saçlarının kokusunu alır gibiydi.

 

Öyle derin öyle hasretle bakıyordu ki Cihangir Ağa...

 

Roya'nın bedenini saran ürperti kalbini tekledi ve dansı yarıda kesildi. Birinin onu izlediği şüphesine düştü. Korku dolu ifadelere etrafını gözetlemeye başladı.

 

"Ne oldu?"

 

"Biri bizi izliyormuş gibi hissettim." Dedi sesine yansıyan tedirginlikle.

 

Cihangir karanlıkta olduğu için iç çekti. O da kendisini hissetmişti.

 

"Koskocaman Roya Karadağ'ı kim izleyebilir delalamin," dedi Dilberay gülerek. Roya da güldü fakat birinin onları izlediğine emindi.

 

Son cümleyi duyan Cihangir kalbinden vuruldu o an. Gözleri hiç olmadığı kadar büyüdü elleri yumruk şeklini aldı.

 

Sendeledi acıyla.

 

Roya Karadağ.

 

İsmi beyninde yankılanmaya başladı. Geriye doğru sendelediğinde ayağının pet şişeye takılmasıyla çıkan gürültü iki kızı da korkuttu. Cihangir ayağının takıldığı şişeye bir de onlara baktı.

 

"Kim var orda?" Diye bağırdığında Cihanagir geri geri giderek oradan uzaklaştı. İyice uzaklaştığına emin olduğu an yüzünü sıvazlayarak derin derin soluklar almaya başladı.

 

"Yanlış duydum! Yanlış duydum!" Gönlünü kaptırdığı kız o, olamazdı.

 

Annesinin hasretini çektiği cimcimesi olamazdı.

 

"Offf!" İsyan etti. Önünde bulunan aracın tekerine tekmesini geçirdi öfkeyle. "Bu ne! Bu ne!"

 

Kuzeni ondan öte annesinin hasret olduğu yeğenine kaptırmıştı gönlünü.

 

Büyümüş mü diye merak ettiği cimcimeye...

 

Gözlerine, gülüşüne takıldığı kız Roya Karadağ'dı.

 

"Allah'ım ben ne yapacağım!"

 

Yapacağı bir şey yoktu. Kader yolunu çizmişti. Bu sevda onun canını yakacaktı. O da biliyordu bunun olacağını. Unutmaya çalışacak ama her zaman başa dönüp duracaktı. Bazen isyan edecek bazen sabretmeyi öğrenecekti.

 

Çoğu gece ağlayarak uyanacak çoğu gece gülerek uyuyacaktı.

 

Sevdiğinin olduğunu öğrenecek, ölmek isteyecek ama ölmeyecekti.

 

Kalbinden silip atmaya çalışacak, başarısız olacaktı.

 

Aşk zehirdi.

 

Zehirli bir sarmaşık misali her yerine yayılacak ve onu kafesleyecekti

 

Çok severdi Cihangir Ağa.

 

Çok fazla seven.

 

*

 

•Şimdiki Zaman•

 

Her duyduğuyla şaşırıp kalan, göz yaşı döken Roya, ağlamaktan önünü göremez olmuştu. Cihangir'e bakarken onun kendisine karşı hissetiği saf sevginin bu kadar ağır oluşu altında eziliyordu.

 

Hatırlıyordu.

 

Badem şekerlerini düşüren adamı hatırlıyordu.

 

Cihangir, elini cebine atıp bugün aldığı bademleri küçük bir poşet içerisinde Roya'ya uzattı. "Bunları," dedi tebessüm ederek. "Dökülen bademlerin yerine aldım."

 

Ona badem almıştı.

 

Dökülen bademleri yerine.

 

O gün, Araf Ağa ona badem almamıştı.

 

Cihangir Ağa ise üç yıl geçmesine rağmen o bademleri ona almıştı.

 

"Cihangir," dedi Roya, hıçkırığını tutamadı. Titreyen eliyle badem şekerini aldı. Başını kaldırıp Cihangir'e baktı. 'Bu kadar seven bir adamı, hak ettim mi?' Diye soruyordu kendisine.

 

"Sen," dedi burnunu çekerek. "Sen çok güzel bir adamsın." Badem şekerini kenara koydu. Cihangir bakışlarını bir saniye bile olsa ayırmadı Roya'nın yüzünden.

 

Roya, yüzünü ıslatan gözyaşlarını silerek elini uzatıp Cihanagir'in yüzünü avuçları arasına aldı.

 

İç çekti Cihangir.

 

"Senin kalbin çok güzel seviyor," dedi yüzünü iyice yaklaştırarak. "Beni seçtiği için ne kadar şükretmem gerekiyor?" Diye sordu gülümsemeye çalışarak.

 

Cihangir de güldü.

 

Gözleri bir anlık ağladığı için şişmiş dudaklarına kayda da hemen kaçırmıştı bakışlarını. "Yanımda olduğun için ben nasıl şükredeceğim Karadağ kızı?" Roya'nın yüzüne bakarken yutkunamıyordu bile. Bu kadına deliler gibi aşıktı. "Seni öyle çok seviyorum ki bazen bu sevginin beni delirteceğini hissediyorum."

 

"Cihangir..." Derin bir nefes çektiğinde ciğerlerine adamın kokusu dolmuştu.

 

"Cihangir kurban olsun sana."

 

Birbirlerine o kadar çok yaklaşmışlardı ki ikisi de şaşkın aynı zamanda doğru olanın bu olduğunu hissediyorlardı. Doğru olan iksinin artık birbirine geç kalmamalarıydı. Soluk soluğa birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Zaman durmuş, dünya dönmeyi bırakmış herkes yok olmuş ikisi kalmıştı yalnızca.

 

Roya'nın dudaklarını öpmek gibi bir arzuyla dolup taşan adam ne yapacağını bilmiyordu.

 

"Roya..." dedi kaybolmuşçasına. Mantığı yerle bir olmuştu.

 

Yakınlardı. O kadar yakınlardı ki ikisinde kalp atışları dudaklarında can buluyor nefesleri birbiriyle raks ediyordu.

 

"Cihangir..." Diyen Roya'yla, gözlerini yumup açtı adam. Deliye dönmüştü adeta. Onunla bu kadar yakın olmak...

 

"Yapacağım şey için özü..."

 

Cihangir'in cümlesi öyle bir güzel yarıda kaldı ki... Cihangir tüm cümlelerinin Roya tarafından kesilmesine razıydı.

 

Birleşen iki et parçası değildi.

 

Birleşen kalplerdi.

 

Birleşen sevdaydı.

 

Cihangir elini Roya'nın yüzüne yerleştirerek öpüşüne karşılık verdi. Özlemle, hasretle, acıyla, gülüşle öptü Roya'yı.

 

Yanıyordu.

 

İkisi de alev alev yanıyordu.

 

Bölüm sonu🥀

 

 

Nihayet dediğinizi duyar gibiyim:))

 

Nasıldı bölüm?

 

Sevdiysek güzel bir yorumla anlatabilir misiniz?

 

Sizleri seviyorum <33 yanımda oluşunuz bilmek güzel hissettiriyor.

 

Gelecek bölüme kadar kendinize iyi bakın <33

Loading...
0%