Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@tanvakti108

Hoş geldiniz canımın içleri! Okumadan önce yıldızı doldurmayı unutmuyoruz.

Kıraç, Ayrılık

3.Bölüm

Göz kapaklarımın gözlerime verdiği ağırlığı kirpiklerimi kırpıştırarak yok ettim. Gözlerim, huzura ermek adına açıldığında yani başımda bir eli saçlarımda diğer eli ile tesbih çeken Heja ile göz göze geldim. Gözlerimin açılması ile tebessüm etti. Tebessüm küçük dolgun dudaklarında eğrelti durmuştu.

"Rojbaş(günaydın)." Derken sesi titrekti.

İfadesiz bir şekilde başımı diğer tarafa çevirdim. Odamda, yatağımdaydım. Üstüm kuruydu lâkin içim çok ıslaktı. Göz yaşlarım yüreğime akıyordu. "Gün aydı mı, aymadı mı bilmiyorum Heja."

Saçlarımı tarayan parmakları anlık duraksama yaşadı. Parmakları nefes almak istemişti belki. "Biz bilmiyorduk Roya." Dedi hızla. Açıklama gereği duymuş olmalı ki derin nefesler solup duruyordu. "Yâde Rozan ile İdo amca dün aşiret toplantısına katıldılar. Ağabeylerin onların amacını bilseydi izin vermezdiler. Ağabeylerini tanımıyor musun?"

Biliyorum, tanıyorum. Ağabeylerimin böyle birşeye izin vereceklerini düşünmemiştim ancak bir gaflet sarmıştı işte bedenimi. Yâde Rozan sözünden dönmüştü demek. Hani bizde söz namustu? Yoksa Yâde Rozan... Şhh sakin ol Roya dedi iç sesim. Parmaklarım avuçlarıma saklandı.

"Ben uyurken ne oldu?" Gözlerimi gözlerine çevirdim. Gözlerini kapatıp açtı. Kahverengi gözleri ıslandı. Hamileliğin son günlerinde olan duygu seli Heja da oldukça fazlaydı. Olur olmadık şeylere alınır ağlardı. Ağlama sebebini sorduğumuzda da bebeğine değil burcuna laf atardı; ona göre tüm suç balık burcu olmaktı.

"Yâde Rozan ile Rizgâr kavga etti. Şerwan ile İdo amca da baya kavga etti. Sonra Rizgâr gitti Roya. Kapıyı böyle 'dang' diye vurup gitti." Burnunu çekti. "Karısını, beni ardında bırakıp gitti." Tekrar çekti burnunu. "Aradım açmadı da." Yanaklarını ıslatan göz yaşlarını elinin tersiyle sildi ve tekrar burnunu çekti. Şişmiş dudaklarını dişleyip bırakıyordu. Çocuk gibiydi. Rizgâr Ağa çok şanslıydı. Masumiyet akan bir karısı vardı.

Parmaklarıyla oynamaya başladı. Serçe parmağının tırnağını diğer serçe parmağı ile birleştirip bırakıyordu. Başını kaldırdığında durmaksızın akan göz yaşlarını gördüm. "Roya..." Dedi buğulu bir sesle. "Rizgâr'a bir şey olmaz, değil mi?" Kirpiklerime asılan bir damla yaş tenime değer değmez parmağımın ucuyla yakalayıp sildim.

İnatla kıvrılmayan dudaklarımı zorlukla kıvırdım. "Rizgâr Ağa'yı bilmem ama senin kocan olan o Rizgâr'a bir şey olmaz."

"Senin de ağabeyin." Dedi ardımdan.

Başımı salladım. "Evet, benim de ağabeyim." Gülümseyerek elimi tuttu. "Üzülme Roya. Kimse seni sevmediğin birine veremez. O devir mi kaldı ya! Kimse senin söz hakkını elinden alamaz bir kere!"

Derin bir nefes almadan önce yatağımda doğruldum. "Alacağını kim söyledi? Benim ile ilgili kararları ben hariç kimse veremez." Dedim duru bir sesle. Heja bakışlarını birkaç saniyeliğine yere, düşünürcesine çevirip yeniden gözlerime baktı. "Ama..." Diye fısıldadı. Dudaklarını birbirine bastırırken yüzünde binbir ifade geçmişti.

"Ama ne?" Diye sordum.

Bir eliyle yataktan destek alıp ayağa kalktı hemen. "Ben aşağıya insem iyi olur," dedi sesine yansıyan telaş ile. Benden kaçıyordu. Yataktan kalktım. Önüne dikildiğimde adımları duraksadı. Gözlerime bakıp başını çevirdiğinde yüzümü sıvazladım. Koluna uzanıp tutum.

"Heja?" Dedim, aldığım cevap ise gözlerini kaçırmasıydı. Ondaki ani değişikliği gördüğüm için, içime işlenen kuşku ile tek kaşımı kaldırıp iki kolunu tuttum.

Elleriyle elimi açmaya çalıştı.

"Öğlen oldu yemek yapmamız lazım."

"Senin mutfağa girmen yasak Heja. Beni kandırmayı bırakta cümleni tamamla." Yorulmaması için birçok şeyi yasaklamıştı Rizgâr. Eli ile saçlarının bir kısmını örten mor, çiçekli tülbentini düzeltti.

Kapının arkasından gelen gür sesle olduğum yerde sıçradım. Başım kapıya doğru refleksle dönmüştü bile. Ne olduğunu öğrenmek için ilerleyeceken kolumu saran parmaklar ile Heja'ya döndüm.

Yüzü bedeni gibi kasılıp duruyordu. Endişe içinde omuzuna tutundum. "Heja, ne oluyor?"

"Gitme. Gitme Roya, lütfen gitme." Ağlamaklı yüz ifadesini anlayamıyordum.

"Sakin ol önce bir. Gel bir otur şuraya bak sana da bebeğe de bir şey olacak." Onu yatağa doğru tekrar oturtmaya çalıştım ancak buna eli ile engel oldu. "Hayır, iyiyim ben. Sana söylemem yanlış ama söylemem de lazım."

Yutkundum. Duyacaklarım belli ki iyi şeyler değildi.

'Evet' dercesine başımı salladım.

Beni ardında bırakıp odanın ortasına doğru yürüdü. Söyleyeceği her ne ise zorlanıyordu. İstmeden hızlanan kalbimin sesi kulaklarımı çınlatıyordu.

Aralık dudaklarından serbest bıraktığı solukla gözlerini gözlerime dikti. "Aşiret toplantısı var." Tek seferde söylediği ile bedenim sarsıldı. "Araf Ağa karşı çıkmış. 'Bana verdiğiniz sözden nasıl dönersiniz' demiş. İdo amca ile bizimkiler bugün oraya gidecekler. Benim aklıma yeni geldi. Rizgâr'a o kadar odaklandım ki unuttum." Dedi pişmanlık ile. Gözleri dolu doluydu.

"Bir de... Araf, Bozbey aşiretinden Yusuf Agir Ağa ile kavga etmiş. 'Benim sevdam size ağır gelir, siz benim sevdamı taşıyamazsınız' demiş ortalık karışmış."

Kaburgalarımın arasında bir yer sızladı. Keskin bir acıyla kavruldu. Boğazıma dizilen hıçkırıklar öyle bir canımı yakmaya başlamıştı ki nefes almak bile zorlamıştı.

Tutunmak için bir şey aradım. Ellerim bir şey aradı ancak bulamadı. "Roya? Kurban olduğum etme böyle. Ah aptal kafam neden dedim ki!"

Neden başıma böyle bir şey geliyordu? Neden?

Kim verdiği sözden cayardı? Çocuk oyuncağı değildi ki hayatımız. Biz insanız! Yemin ederim ki kadınlar birer canlı! Bizim de kalbimiz var, bizim de düşüncelerimiz var.

Yüzüme dokunan parmaklar göz yaşlarımı siliyordu. Sessizlik! Sessiz olmalıydım.

Şşhh, sessiz ol kalbim. Kimse seni duymuyor, herkesin yüreği kapalı.

Bugün sana kapalı o kapılar.

Çalma boşuna. Çalma...

Nefes almam gerekiyordu. Evet biraz nefes almam gerekiyordu. Bir miktar alsam da olurdu.

Küçük bir soluk aldım.

Araf'ın yüreğine çöken ağırlığı ben de yüreğimde hissediyordum. Gözlerim silahın namlusuna dayanmış mermi misali Heja'ya döndü.

"Aşiret toplantısı nerede?"

"Delirme Roya!" Hırsla saçlarımı geriye taradım.

"Heja..."

Heja, bakışlarını tavana doğru kaldırıp hüzünle indirdi. "Rizgâr çok kızacak bana." Ona doğru yakaladığımız. "Eğer bana nerede olduğunu demezsen bir daha yüzümü görmezsin!"

Gözleri korku ile açıldı. "Bo- Bozbey konağında."

Omuzlarımı kaldırıp indirdim usulca. "Bozbey konağının yası var bugün Heja. Bozbey konağı bugün gözyaşları ile yok olacak."

☀️

Konağın arka kapısından çıkardığım Ak kızım ile Bozbey aşiretine giderken tek düşündüğüm, tek istediğim Adar'a bir şey olmamasıydı. Hava bugün bana inat güneşliydi. Tepedeki güneş yüreğimdeki yangını harlıyordu.

Geçtiğim sokaklardan bana dönüp bakan insanların yüz ifadesi çoğunlukla şaşkınlıktı. Cenazeye gider gibi simsiyah giyinmiştim. Evet, çünkü cenazeye gidiyordum. Kalpleri kirlenmiş insanların cenazesine.

Heja dil dökmüştü Bozbey konağına gitmemem için ama ben yine bildiğimi okumuştum. Heja'ya görünmeden çıkmayı başarmıştım. Odama gelip beni görmez ise konağı ayağa kaldıracağını iyi biliyordum. İnadı da deliliği de çoktu, hamilelik etkilemişti sadece onu. Yularını sıkıca tuttuğum attı arka ayaklarım ile daha da hızlandırdım. Heja yokluğumu anladığı an haber vereceği için beni çabuk bulabilirlerdi. Taşlı sokak duyulan at nallarıyla coşuyordu. Sağa doğru döndüğüm an gördüğüm adamlarla derince yutkundum. Taziye evi bu sefer hüküm evi sayılmıştı. Benim hayatım ile ilgili ben hariç herkes söz sahibi olmak adına buradaydı.

 

 

Benim hayatım.

Arabaların yanında bekleyenler beni görür görmez kendilerine çeki düzen verirken çoğu da şaşkınlık dolu ifadelerini atıp içeriye haber salmak için hareketlenmişlerdi. Çenemi dikleştirdim. Ak kızım ile arabalar arasından geçip avlu kapısının önünde durduğumda önde bekleyen Bozbey adamı başı ile bana selam verdi. Selamını almak yerine başım ile kapıyı gösterdim.

"Aç kapıyı."

Esmer, omuzları geniş Bozbey adamı giydiği ceketin önünü ilikleyerek bana doğru yaklaştı. "Hanımım girmeniz yasaktır. İçeride toplantı vardır."

"Sana içeride ne yapıldığını sormadım. Sana kapıyı aç dedim." Adamın çenesi seğirdi. Üsten attığım bakışlarımın gazabına uğrayan bu adam biraz daha beni içeri almamak için bir şeyler söyler ise elimden kurtulması zor olacaktı.

"Hanımım, içeriye kimseyi alamayız."

Ak kızın yularını sımsıkı tuttum, öyle ki parmak buğumlarım bembeyaz kesilmişti.

"Kimse diye bahsettiğin Roya Karadağ'dır Hamza," diye bağıran Şerif'ti. Şerif, Araf'ın adamlarındandı. Yani başımıza gelmiş Hamza denen adama dikkatle bakıyordu. Şerif bana baktığında ufak bir baş selamı verdim. Bu hareketim Hamza'yı daha da sinirlendirmiş olmalı ki öne doğru bir adım atarak Şerif ile aralarındaki mesafeyi yok etti.

"Kimin, kim olduğunu iyi bilirim ben Şerif."

"O zaman Roya hanımı içeriye alacağını da iyi bilirsin," dedi Şerif altta kalmayarak. Onların da sinirleri gerim gerim gerilmişti. Şerif her daim Araf'ın yanında olduğu için onu merak ettiğini, hal ve hareketlerinden anlayabiliyordum.

"İdo Ağa'nın emridir Şerif! Roya Karadağ bu konağa ayak basmayacaktır." Derken sesi hiddetlenirken öfke perçemlerimi coşturuyordu. Şerif dişlerini sıkarak bana baktığında derin bir nefes verip aldım. İdo amcam geleceğimi adı gibi biliyordu. İdo amcam bana ihanet etmişti. Gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Ak kızım kişneyip ön bacaklarını yere iki kere vurduğunda Omuzlarımı dikleştirdim. Bir elim ile kısa kıllarını severken Hamza'ya bakıyordum.

"Sakin ol kızım içeri geçeceğiz." Dedim kendimden emin bir sesle. Yüzümün yarısını kapatan kıvır kıvır saçlarımı geriye doğru atarak Şerif'e baş işareti verdim. Şerif baş işaretimi aldığı an elini siyah takım elbisenin pantolonuna sıkıştırdığı siyah, işlemeli silahı çekip Hamza denen adamın başına yasladı. Birkaç saniye de olan biten bir şeydi; öyle ki Hamza bile şaşkınlıktan ne yapacağını bilememişti bile. Şerif'in, Hamza'nın alnına dayadığı silahı gören herkes birbirine silah çekerken hiçbir duygu kırıntısı hissetmiyordum.

"Ne yaparsın sen Şerif!"

Şerif, ona uzatılmış silahları hiçe sayarak, "hak edene hak ettiğini ederim." Dedi. Çatık kaşları ve sert mizacı ile bana baktı, "içerisi sizi bekler hanımım."

Yüzümde beliren sırıtışı engelemedim. Ak kızın yularını çekerek arka ayaklarım ile hareket etmesini sağladım usulca. Gözlerimi Hamza'nın gözlerine diktim. "Neymiş Hamza?" Dudaklarımı hafifçe büktüm. "Verilen emirler beni bağlamazmış."

Hamza'nın yüzü kıpkırmızı olurken Tanımadığım bir adam avlu kapısını açmıştı bile. Ak kız yolu bilir bir hâlde ilerledi. Avluya giriş yaptığım an şaşkınlık nidaları yükseldi Bozbey aşiretinden. Bizim konağın yapısı ile aynı olan konak huzur vermiyordu. Girişte tekerleklerin içinde doldurulmuş toprağın can verdiği güller vardı. Ak kız bacaklarını sertçe yere vurup kişnediğinde yüreğim bir bahar seli almış gibi oldu.

Kişneme ile duyulan nal sesleri Bozbey aşiretinin kadınlarını pencereye çekmişti. Bana bakan birçok göz vardı ancak benim gözlerim üst avluda ellerini işlenmiş taşa yaslamış, keskin bakışları ile bana bakan Yusuf Agir Bozbey'deydi.

Bir elin yüreğimi avuçları arasına almasını engelleyemedim.

L

Alına düşen tutamlar rüzgârın seli ile asilce uçuşarak tekrar alnına konakladı. Yüz hatları gerim gerim gerilmişti. Benim gelişimi bekleyen ifadesi anlaşılır değildi. Midem bulanıyordu, boğazıma kadar yükselen sıvıyı yutkunarak gidermeye çalıştım. Canım acıyordu, benim kuyumu kazan ailem... İhanete uğramış hissediyordum.

Bu lânet duyguyu hak etmiyordum.

Çenemi dikleştirdim. "Roya Karadağ bu avluya giremezmiş dediler." Diye bağırdım. Yusuf Ağa kollarını işlemeli taştan çekerek takım elbisenin cebine ellerini yerleştirdi. Yüzünde ukala bir gülüş peyda olmuştu. Başını devam etmemi ister gibi sağ omuzuna hafifçe yatırdı.

Dudaklarım gülme şeklinde hareketlendi çok hafif. Sonra, bunu bile başaramadığımı fark ettim. Dilimi dudaklarım üzerinde gezdirdim ve: "Ben de, nasıl girilir göstereyim dedim." Diyerek ak kızın üzerinden atlayarak indim.

İfadesiz ve bir o kadar hırçın çıkan sesim Yusuf Agir Ağa'nın kaşlarının daha çok çatılması mümkünmüş gibi alına doğru uzanmasını sağladı. Dudaklarını birbirine bastırıp başını olumsuzlukla salladı. Yaptığım hareketin hoşuna gitmediğinin farkındaydım.

"Bu yaptığının cezası olduğunu bilirsin değil mi Karadağ kızı," dedi ifadesiz ses tonu ile. Bağırdığı için tüm konak konuştuklarımızı duyuyordu.

Önümdeki birkaç basamağı inerken yeleğimin cebinden siyah gözlüğümü çıkardım. Güneş, gözlerimi yakıyordu ancak gözlüğü takma nedenim ağladığımın anlaşılmamasıydı. Siyah gözlüğü takarken, "sizin bilmediğiniz bir şeyi daha biliyorum ağam," dedim.

Merdivenleri çıkarken attığım her adımda yer dönüyor, zemin ayaklarımın altında kayıyordu sanki. Beni, kızı gibi seven İdo amcamdan yediğim en büyük darbe buydu.

Onun tarafından ihanete uğramıştım.

Merdivenleri çıkıp karşısına dikildiğimde buradan dışarısının gözüktüğünü gördüm. Benim gelişimi ve adamlarla konuştuğumun her anına şahit olmuştu. Elleri halâ cebinde bana baktığında sakin duruşunun sinirlerimi bozduğunu anladım. Hiçbir şey olmamış gibi sakin kalışı benim öfkeme odun atıyordu.

Bu kadar sakin olması çok saçmaydı.

"Bizim bilmediğimiz neyi biliyorsun Karadağ kızı?" Aramızda gözle görülür bir mesafe vardı ancak bu mesafe benim gözümde yok gibiydi. Esen rüzgâr Yusuf Agir'den çaldığı kokuyu üzerime salarak soluklarıma işkence ediyordu.

"Adaleti." Dedim burnumu çekerek. "Size hiç uğramamış adaletin varlığını, sizin yok saydığınız hakkımızı."

Gözlerim dolduğunda kendimi kastım. Hayır, daha fazla ağlayamazdım. Daha fazla güçsüz konumda görünemezdim. Biraz ilerisinde, arkasında yer minderlerine oturan ağaları görmemle dudaklarım buruk bir ifade ile titredi.

Yusuf Agir Ağa'nın yüzüne kısa bir bakış attım. Dudaklarım biraz açık kalmış bir şekilde, kısa bir süre gözlerine baktım. Derin bir nefes alırken düşünceli bir şekle bürünmüştü. Baş köşelerde gördüğüm İdo amcamın varlığıyla bir kez daha kalbimin acıdığını anladım. Onu es geçip arkasında, yer minderlerine kurulmuş ağalara doğru gitmeye başladığımda içimde kopan fırtınaları eglemedim. Kendimden emin, güçlü adımlarla oraya ilerledim.

Bir Ağa'yı geride bırakmak belki yanlıştı ama benim de kendime has doğrularım vardı.

Boğazıma çektiğim nefesler ıstırap doluydu. Canımı yakıyordu lakin bu yakış amcamın baş minderde kurulmuş olmasının yanında hiçbir şeydi. Göz göze geldiğimizde, gözlerime birkaç saniye baktı ya da bakmadı çünkü başını eğmiş bakışımızı kesmişti. O da suçlu olduğunu biliyordu.

Yaşlı, genci birleşmiş bir karar alırken ne kadar da rahatlardı. Yüzümü buruşturdum. "Selamün aleyküm, Allah'ın selamı lâkin benim size verecek selamım yok." Omuz silktim. Biraz deli tarafımı görseler ne olurdu ki. "Bunun için ceza almam inşallah," diyerek gülümsedim. Burnumun sırtına kayan gözlüğü işaret parmağım ile geriye çekerek düzelttim.

Ağaların yüzünde oluşan ifadeler tam da istediğim gibiydi. Kimisinde buruşturma, kimisinde terbiyesizlik belirtisi olan burun kıvırması... Birçoğu kulaktan kulağa konuşmaya başlamıştı bile.

"Kadının buraya girmesinin yanlış olduğunu bilmez misin!" Diyen ak sakallı bir adamdı adını bilmesem de yüz siması olarak görmüşlüğüm vardı. Bir elini, kırıp oturduğu dizine yaslamış bana hesap soruyordu. Gözlerim Araf'ı aradı lâkin büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Araf yoktu. Babası vardı ancak O yoktu.

Konuşan ağaya destek çıkan birkaç kişiyle duruşumu bozmadım.

"Kerim Ağa, Roya Karadağ benim misafirimdir! Onunda burada bulunması benim için uygundur." Geride bıraktığım Yusuf Agir Ağa'nın tok sesi ile irkildim. Bu beklediğim bir şey değildi. Kaşlarım çatılırken, bakışlarım refleksif olarak Yusuf Agir Ağa'ya çevrildi. Şaşkın bir hâlde ona dönen bakışlarım yanıma yaklaşmış olmasından dolayı tedirginlikle durdu. Omuzlarımız arasında çok az bir mesafe kalmıştı. Bana çevrilmiş gözlerinde okuyamadığım çok şey vardı. Dudaklarını araladı. "Beni duydunuz değil mi ağalar?" Diye sertçe sordu.

Bakışlarını gözlerimden çekti. Tüm ağaların üzerinden geçen bakışları cevap arayışına girmişti.

"Bu töreye aykırıdır Yusuf Ağa," dedi esmer biri.

"Kurulan bu toplantıda Karadağ kızı içindir Hüseyin Ağa! Karadağ kızı burada olacak dediysem, kalacak!"

Beynimin kıvrımlarının zorlandığını hissediyordum.

Yutkundum.

Dudaklarıma akın eden öfke, duyduklarım ile buz gibi bir gülümseme olarak canlandı. Bu beklemediğim bir şeydi. Yani başımda benden bir hayli uzun olan Yusuf Ağa'ya baktım. Bakışları bir avcı misali oturan ağaların üzerinden bana çevrildi. Dudakları hafif aralıktı, sanki her an bir ölüm emri verecekmiş gibi duran renkli dudakları bir kez daha kıpırdandı. "Karadağ kızı," diye fısıldadı. "Cesarettin taktir edilesi, dilerim hep cesaretli olursun."

 

Bu kez sertçe yutkundum.

 

Suratımdaki afallamayı okumuş olmalı ki kirpikleri birleşti ve üst dudağı meydan okurcasına yukarıya doğru kıvrıldı.

 

Bu işten kurtulmam hiçte kolay olmayacak gibiydi. Lanet olsun ki Yusuf Ağa ne yapacağını iyi bilen biriydi!

•Bölüm sonu.

Bölümün kısa olduğunun farkındayım ancak yazdığım gibi atmak istedim, dilerim ki beğenir ve oy verirsiniz.

Bölüm nasıldı?

Gelecek bölüm aksiyonu baya fazla bakalım neler olacak hep beraber göreceğiz ^^

Sizleri seviyorum <3

Loading...
0%