@tanvakti108
|
Selamm! Bölüme geçmeden önce lütfen yorum ve vote vermeyi unutmayın. Her yorum ve vote benim için o kadar kıymetli ki benden ve kitaptan esirgemeyin :(
Emir Can iğrek, Beyaz skandalım
Keyifli okumalar! <33
30.Bölüm
Küçüklüğünde annesi tarafından sevilmese de abileri tarafından sevilmişti.
Bir yanı hep eksik büyürken annesinin sevgisizliğiyle tamamen eksik kalmıştı Roya. Çektiği acıları gizlerken çok göz yaşı dökmüş ama asla gülmekten çekinmemişti.
Hayatı öylece alıp giderken karşısına Araf çıkmış ve o eksik parçasını bulduğunu sanmıştı. Acıların bittiğini mutlu olacağını düşünmüştü.
Yanılmıştı.
Hayat onu yanıltmıştı.
Sevdiği adam bile onu seçim haline getirip seçmemişti...
En sevdiği yerden, sevdiği adam tarafından bir kez daha paramparça olmuştu. Oysa bir sevgi uğruna canını hiçe sayacak kadar sadık bir insandı Roya.
Herkese karşı gelecek kadar cesaretli, sevdiği uğruna ölecek kadar âşıktı.
Ama... O cesaretini de kırmayı onu yapayalnız bırakmayı başarmışlardı.
Şimdi hiç bilmeden sevildiğini öğrenmiş ve bunun gerçekliğine inanmakta güçlük çekiyordu.
Onun güvenini yerle bir eden sevdayı Cihangir, sarabilir miydi?
Sevmek vardı; sevmek vardı.
Şuan.
Tam şuan dudaklarının üzerini bir kar tanesi kadar yumuşak dokunan tenin kendisinin ne kadar çok sevdiğine şahit olmuştu.
Yer, gök hepsi şahitti.
Kalbi de nefesi de şahitti.
Karşılık verirken hiç tedirginlik yoktu daha çok hasret vardı. Elleri saçlarından kayıp yüzünü bulduğunda kendisini yavaşça çekti ve nefes nefese kalmış bir şekilde gülümsedi.
Cihangir kendisinden çekilen bedenle alt dudağını ağzına yuvarlayıp bıraktı. Gözleri hâlâ Roya'nın dudaklarındaydı. Hafif şişmiş üst dudağına içi giderek baktı. Şimdi nasıl, kim engel olacaktı ona?
"Cihangir..." Dedi, sesi utançtan titremiş ve bu titreyiş Cihanagir'in hoşuna gitmişti. Yüzündeki ellerinin üzerine kocaman ellerini yerleştirerek yüzünde haps etti. Araları daha çok açılmadan başını eğip tekrar Roya'nın dudaklarına kısa bir öpücük kondurup çekildiğinde rahatlayacağını sanmıştı ama bu daha çok zorlamıştı sınırlarını.
"Seni seviyorum," dedi alnını Roya'nın alnına yaslayıp. Tüm kalbiyle dile getiriyordu. "Seni çok seviyorum." Sessiz fısıltısı çığlık çığlığaydı aslında. Onca yılların biriktirdiği sevgisini dile getirmek ruhunu huzura erdiriyordu.
Nefes nefeseydi Roya. Kulakları duyduğu kelimelerle şenlenmiş, kalbi göğüsüne sığmamıştı. Bu çoktandır oluyordu. Hissetiklerini anlıyordu artık. Biliyordu. Bilmeliydi de.
Güvenmeliydi.
Aşktan kaçmamalıydı.
Belki öyle büyük bir aşkı yoktu Cihangir'e karşı ama seviyordu, değer veriyordu. Heyecanlanıyor aynı zamanda hep yanında olmak istiyordu. Dudaklarını öpen adamın nefesini yüzünde hissetmeyi sevmişti. Seni seviyorum diyen adama ne diyeceğini bilemedi. Yıllardır kendisini seven adama süslü cümlelerle yalan da söyleyemezdi.
Ne dese yanlış anlamazdı?
Ya da ne demeliydi?
"Bir şey demene gerek yok," dedi Cihanagir. Öpüşüne karşılık vermişti ya o yetederdi ona. Ama... Ama bir şeyler demesini istemişti. Allah kahretsin ki kalbi sıkışmıştı işte! Zaten beklemiyordu hemen kabullenmesini veya ona sarılmasını. Evet, evet öyle.
Kapalı kapıları zorlamayacağını öğrenmişti.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum Cihangir. Beni bunca zaman sevmen... Bu kadar güzel sevmene ne desem az kalır." Ellerini yüzünden kurtardı. Hâlâ çok yakınlardı birbirlerine. İkisinin sıcak nefesleri birbirine karışıyordu. "Yanında heyecanlanıyorum, gülüyorum." Doğruları söyledi Roya. Ne hissettiğini söylemek daha doğru gelmişti.
Güldü Cihanagir.
"Seni öptüğüme asla pişman değilim. Bana yakın olmanı seviyorum." Derin bir iç çekti. "Seni seviyorum Cihanagir." Eline uzanıp tutarken gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. "Ben bir kez daha birini sevemem derken çıktın karşıma. İyi ki geldin." Uzanıp yanağına dudaklarını bastırdı. "Ben seni, senin kadar sever miyim bilmem ama..."
Cümlesini kesen bu kez Cihangir'di. Dudaklarına bu kez Cihangir öperek konuşmasına engel oldu. Onun dudakları arasından kendisiyle ilgili çıkan her güzel sözde yapmak istediği şüphesiz buydu. Geri çekildiğinde utançtan yanakları kızaran kızın güzelliğine güldü. "Kalbini bana açtın ya o yeter. Ben seni bunca zaman bekledim. Şimdi yine bekle desen; beklerim." Dudaklarını ıslattı. "Ben seni çok seviyorum Roya." Bir kez daha güldü. "Ben seni çok fazla seviyorum."
O böyle güzel konuştuğunda yanaklarına toplanan sıcaklık kendisini belli ediyordu. "Böyle güzel konuşma." Diye mırıldandı kısık sesiyle.
"Böyle güzel konuşmama alış," geri çekilmek istemese de çekildi, Cihangir.
Roya da çekilip üzerini düzeltirken heyecanla gülüyordu. "Şimdi ne olacak?" Merak ediyordu. Herkes bilecek miydi? Onca şeyden sonra nasıl bir tepki alacağını bilmediği için şuanda kimsenin de bilmesini istemiyordu ancak Cihangir'in de ne düşündüğünü merak ediyordu.
"Ne mi olacak?" Diye sordu Cihanagir, Roya'ya dönüp bakarken. Öyle soru mu sorulurdu. Başını sallayan Roya'ya bakıp gülümserken arabayı çalıştırdı. "Biz olacağız gülüm."
Ah...
Gülüm demişti.
Utandı birkez daha Roya ve önüne dönerek ellerini kucağında topladı. Biz olacağız diye tekrar etti içinden.
Cihangir ile Roya olacaklardı.
İkisinin de yüzünde büyük bir gülümseme yer edinmişti. Arabayı eve sürerken ikisi konuşmuyordu ancak gözleri, kalpleri öyle çok konuşuyorlardı ki Roya elini göğsüne bastırıp susturmaya çalıştı bir ara.
Direksiyonu tutan elinin birini indirip Roya'nın elini aldığı gibi kendisine çekti. Gerçek olduğunu hissetmesi gerekiyordu. Bunca yıldan sonra yanında olduğunu bilmeliydi. "Ulan!" Dedi Roya'nın elini dudaklarına doğru kaldırıp öperek. "Çok mutluyum be!"
Roya ışıl ışıl parlayan gözlerle baktı Cihanagir'in yüzüne. Mutluydu. Kendisi gibi o da mutluydu. Hatta belki de Cihanagir'in mutluluğu kendisinin kat be kat üzerindeydi. Yanakları al al olmuş ve başını eğmişti. Bakamıyordu ona oysa Cihangir doya doya ona bakmak isterken...
"Sen utanıyor musun?" Diye sordu Cihanagir gülerek. Roya başını eğdiği için tam olarak yüzünü görmese de yanaklarının kızarıklığını görmüştü.
"Yoo," derken bile sesi utançtan kısık çıkmıştı.
"Emin misin?" Diyerek üzerine gitti Cihanagir. Kendisi de hayret içerisindeydi ayrıca. Roya'nın utançtan kızaran yanaklarını görmek ona inanılmaz bir haz vermişti. Daha tatlı gelmişti gözüne. Beyaz tenine kızarıklık yakışmıştı... Gözleri bir anlık Roya'nın açık gerdanına kaydığında boğazını temizleyerek önüne döndü.
Kesinlikle düşünmemişti.
Roya'nın boynunda kendi emarelerinin varlığını asla düşünmemişti!
"Yeni yetme misin oğlum!" Diye sessizce mırıldandı. Elinde olsa ama değildi. Dokunmadan uzaktan sevmek farklıydı ama şimdi... Ona baktığında içinde çağlayan hislere dur diyemiyordu.
"Eminim, utanmıyorum." Yalandı. Bunu söylerken bile utanmıştı. Araba Karadağ konağına tekrar döndüğünde ikisi de aynı anda nefeslendi. Elini nasıl çekeceğini düşünürken Cihanagir ona yardımcı olarak eline bir kez daha öperek bıraktı. Alev alev yanan elini kendisine çekip kemerini açtığı gibi indi arabadan.
Arabadan çıkan Roya'nın ardından baktı ve o da kemerini çözüp yarasına dikkat ederek indi. Roya'nın yanına gidip kolunu onun omuzuna doladı.
Roya şaşkınlıkla Cihangir'e dönerken göz bebekleri büyümüştü. "N'pıyorsun?"
"Sarılıyorum," dedi çok doğal bir şekilde.
"Farkında değilsin herhalde?" Eliyle konağı işaret etti. "Konağa geldik. Karadağ konağına."
Omuz silkti Cihanagir bunda ne var der gibi. Roya'nın yüzü öylesine masum duruyordu ki bu yüreğini titretmişti. "Ne var bunda? Geldiysek geldik."
Roya'nın kaşları çatıldı. "Sen kendinde misin?" Diye sordu bu sefer, hayır yani eğer kendinde olsaydı böylesine umursamaz olmayacağını biliyordu. Acaba yarasını zorlamış mıydı? Ondan mı böyle oldu.
"Ben, sendeyim." Dedi yüzünü Roya'nın yüzüne yaklaştırıp. "Üç yıldır sendeyim."
İşte buna diyeceği yoktu Roya'nın. Gözlerini kaçırdıktan sonra boğazı düğüm düğüm olmuştu. Cesaretli kızdı fakat Cihangir'in gözlerine bakacak cesareti yoktu.
Bakarsa kaybolurdu onunla birlikte.
"Gidelim biz en iyisi." dedi, Roya Cihangir'e bakmamaya çalışarak.
Sırıttı Cihanagir. Gözlerini kendisinden kaçırışına bile âşıktı. Avluya geldiklerinde kolunun altından çıkmaya çalışsa da Roya, Cihanagir buna izin vermemiş mümkün olduğunca sarmıştı onu. Roya'nın gözleri avluda, terasta gidip geliyordu. Birilerinin onları görmesini en azından şimdi görmelerini istemiyordu.
"Cihangir biri görecek şimdi!" Dedi merdivenlerin başında durup kolunun altından çıkmaya çalışırken.
"Görsünler," derken bugün umursamazlık seviyesinin bir hayli üstünde geziniyordu Atabeyoğlu.
"Göründüklerinde ne açıklama yapacağız Cihanagir Bey? Gecenin bilmem kaçındayız!" Sessiz sitemiyle kıkırdadı Cihangir.
Roya eğlenen adamın yüzünü gördüğünde sabır istedi gök yüzüne bakarak. Merdivenin birinci basamağına daha geçmeden sırtı soğuk taş duvara yaslandığında artık herşey için geçti.
Yüzüne eğilmiş ve dudaklarına dudağını yaslayan Cihanagir onu büyük bir şoka uğratmıştı. Kısa bir öpücük bırakıp zor bela çekilen Cihangir, şaşkınlıktan büyümüş yeşil harelere baktı uzun uzun.
"Eğer birlerine açıklama yapmamız gerekiyorsa senin benim olduğunu söylerim."
Roya'nın yüreği şahlanmış dörtnala koşarken artık emin olmuştu. Cihangir aşkından sarhoş olmuştu. Aklı yerinde değil gibiydi.
Fütursuzca, kendisini kaybederek genç kızın üzerine doğru gidip onu öpmesiyle puta dönmüş kızın yüzüne doğru uçuşan saçları usulca çekti. "Cihangir'in Roya'sı." dedi büyük bir mutlulukla.
"Duydun değil mi?" Diye sordu. "Sen Cihanagir'in Roya'sısın. Benim Roya'm. Cihangir Atabeyoğlu'nun."
Kapattı gözlerini Roya. Açmadı. Hissetiği duyguların nasıl yüreğinde şekil değiştirdiğinde şahit olmak istedi, oldu da. "Duydum." dedi, kısık bir sesle. "Cihangir'in Roya'sı." Dudaklarından çıkanlarla beraber gözlerini açtı. Kahverengi hareler ona hayranlıkla bakıyordu.
Cihangir ona, o Cihanagir'e.
"Seni öyle seveceğim ki tüm yaralarının izi bile kalmayacak. Tüm benliğimle senin için kendimle savaşacağım." Alnını öptü kokusunu derince soluyarak. "Seni sevdamın da üzerinde seveceğim."
Gözleri dolu dolu baktı karşısındaki adama. Kelimelerinde kendini buluyor gibiydi. "Teşekkür ederim Cihanagir. Bana geldiğin için. Yüreğini benimle doldurduğun için, çok teşekkür ederim." Yanağına doğru firar eden göz yaşını umursamadan parmakları üzerinde kalkarak Cihangir'in yanağına dudaklarını bastırıp merdivenleri koşarak çıktı.
Nefes nefese odasına girip kapıyı kapattığı gibi neden ağladığını bilmeden ağladı. Gözünden dökülen yaşlarla beraber yatağa uzanıp uykuya dalana kadar ağladı.
Cihangir, eğer ki daha önce gelmiş olsaydı belki de şimdi ne yara olacaktı ne de hasret.
Kader işte.
Nerede ne olacağını kimse bilmezdi.
*
Sabahın ilk ışıklarında iki gençte uyanmıştı. Cihangir dünün ardından saatleri saya saya bitirmiş şuan da içine sığmayan heyecanla kahvaltı saatinin gelemesini bekliyordu. Uyanmış mıydı acaba? Diye düşünüp birkaç kez kapıdan dönmüştü.
Yeni âşıklar gibi yerinde duramıyordu. Otuz yaşında değil gibiydi. O ağır abi olan adamın nereye kaybolduğundan bile haberi yoktu.
Üzerine siyah gömleğini geçirirken hâlâ zorlansa da kendisini epey iyi hissediyordu. Aynadan saçlarını eliyle düzeltip gülümsedi. "Cihangir, Roya'sını görecek," dedi ceketini de üzerine geçirip küçük bir çocuk sevinciyle ıslık çala çala odadan çıktı.
Roya da uyanmış, üzerine geçirdiği elbiseyle ayna karşısında durmuş kendisine bakıyordu. Yüzünde farklılık mı vardı? Yanakları çekilmişti yukarı doğru sanki. Gözleri de daha mı yeşil olmuştu? Ah! Dünü düşündükçe aklını kaybedecekti. Onun yüzüne nasıl bakacaktı şimdi? Utandırır mıydı acaba onu? Düşünceleri o kadar saf ve masumdu ki insan dokunmaya kıyamıyordu.
Araf Ağa öyle güzel bir kadını kaybetmişti ki...
Saçlarını sırtına doğru atarak derin bir soluk alıp odadan çıkmak için hareketlendi ancak kapısı o açmadan açılmış, kendisine bakan ağabeyi ile göz göze gelmişti.
"Ağabey?" Diye sordu şaşkınca.
Şerwan mahçup bir şekilde gülümseyerek bedenini tamamen odaya alıp kapıyı kapattı. "Seninle konuşmam gereken bir konu var."
Konunun Dilberay olduğuna adı kadar emindi Roya ancak şuan tek görmek istediği Cihanagir'di. Omuzlarını düşürdü ona ihtiyacı olduğunu ve bir o kadar da kendisine kızgın olduğu Şerwan'a başıyla yatağını gösterdi.
Şerwan yatağa oturduğunda Roya da yanına oturmuştu.
"Konu ne?" Diye sordu.
İç çekti Şerwan. "Konu Dilberay."
"Sana duygularından emin olmadan benimle konuşma demiştim." Derken abisinin göz altlarında oluşan mor halkalara bakıyordu. Uyumadığını bas bas bağıran gözlerine üzüldü. Eski abi kardeş ilişkilerini o kadar çok özlemişti ki. "Benimle konuşmak istediğine..."
"Evet," dedi Şerwan kardeşine dönerek. "Duygularımdan emin oldum Roya."
Roya heyecanla yutkundu. Abisinin gözlerinin içine bakıyordu Dilberay'ı seviyorum demesi için.
Şerwan çok düşünmüştü. Sabaha kadar uyumamıştı. Kaç sigara içmişti de öyle sabah etmişti. "Roya," dedi başını iki yana deli gibi sallayarak. "O Dilberay." Dedi kendisine bunu bir kez daha hatırlatarak. "Benim küçüğüm. Arkamdan top için ağlayan Dilberay."
Omuzları düştü Roya'nın.
"Ben ona karşı bir şey hissedemem ki. Yapamam bunu. Sen neysen benim için Dilberay'da o." Sadece bir kez. Bir kez farklı bakmıştı ama bunu da kendisine yediremediğinden kendisiyle kavga etmiş ve unutmuştu. Dilberay kendisini sevse de kendisi onu kardeşi olarak görmekten başka bir şey yapmayacaktı. Öyleydi değil mi? O kardeşi dediği kızdı, bakmazdı ona.
"Çok üzülecek," dedi Roya, Dilberay'ın bunları duyunca ne hale geleceğini biliyordu; yıkılacaktı.
"Buna da bir çözüm buldum," dedi Şerwan. Kardeşinin ellerini tuttu sıkıca. "Hakkari'ye tekrar döneceğiz."
Dönmek mi?
Başıyla onaylamadı hızla "Annem burda," dedi bunun iyi bir fikir olmadığını belirtircesine. "Annemi bırakmam."
Şerwan herşeyi düşünmüştü. Annesiyle konuşmuş ve ikna etmişti dün. Eğer Dilberay olmasa da tekrar döneceklerdi. "Annem de gelecek," dediğinde Roya burukça dudak kıvırdı. Gitmek istemiyordu.
"Ben," dediğinde buna engel oldu Şerwan: "Hayır deme Roya. Hepimizin buna ihtiyacı var. Urfa bize iyi gelmiyor." Derken sesi titrekti. Sıkıntıyla aldığı soluk ciğerlerine ağır geldi.
Bakışları donuklaştı Roya'nın. Bu şehri terk etmek, bu sefer hiçbir zorluk olmadan terk etmek güzel gelmiyordu. "Dilebray'la senin konuşman gerekiyor." Ellerini çekerek ayağa kalktığında biraz önceki mutluluğu ve heyecanı yerle bir olmuştu. "Çok üzülecek."
"Onunla konuşacağım," derken bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Kalbini kırmaktan çekiniyordu ama kıracak hatta bununla kalmayıp paramparça edecekti. Ayağa kalktı ve odadan sessizce çıktı. Ayakları avlunun terasına onu götürürken gözleri kendisine bakan bir bedenle karşı karşıya kaldı. Gözleri kan çanağına dönmüş bir kadınla.
Kaderinde vardı galiba; hayatını değiştirecek olan sözleri uzaktan duymak.
Roya'ya bakmak için giderken yine işitmişti duymak istemediği sözleri. Şimdi öylece durup, karşısında şaşkınca kendisine bakan adama karşı çok şey söylemek istese de; yumdu gözlerini yuttu tüm harflerini. Hayat yüzüne bir kez daha tükürmüş ama o yağmur sanmıştı. Gözlerinden düşen göz yaşları dudağında ki kıvrılmaya Karagül oldu. Gidecek olan bir adamı tutmazdı. Kendisini sevmeyen bir adama yüreğini adamazdı artık.
Kardeş olmadıkları hâlde kendisini öyle gören bir adama bakmazdı.
Omuzlarını kaldırıp indirdi. Bir şeyler demek istedi ama dili varmadı.
Ne diyecekti? Gitme mi? Yada neden diye mi? Yeterince açık değil miydi herşey...
Şerwan'da ondan geri kalmıyordu. Saçları dağılmış, burnu kızarmış ve gözleri ağlamaktan şişmiş kadına bakarken içi burkulmuştu. O gözlerden düşen her göz yaşında ömrü kısalıyordu sanki. Nefesi yerle bir oluyor, kalbi sıkışıyordu. "Ben," dedi gözlerini kaçırarak. "Özür dilerim." Bir özürün hiçbir şeyi düzeltmeyeceğini bildiği hâlde söylemişti.
Allah kahretsin ki karşısında ağlayan kadına içi gidiyordu. Sarılmak ve ağlamasını engellemek istiyordu ama yapamazdı. Ona umut verecek herşeyden kaçmalıydı.
Kendisinden kaçmalıydı.
Omuz silkti Dilberay. Elleriyle yanaklarını kurulayarak başını kaldırdı; küçük burnunu havaya dikti. Burnunu çekerek, piyanoya yakışacak kadar güzel parmaklarını saçlarından geçirip geriye doğru taradı. Kendinden emin bir şekilde ama aslında tek bir harekete yerle bir olacak bedenini ileriye doğru sürdü. Attığı her adım ikisinin de canını yakıyordu. Şerwan'ın tam yanından geçerken omuzunu omuzuna vurup bir adım arkasında durdu. İkisinin de yüzleri farklı yöndeydi. Sırt sırta vermiş dokunmadan duruyorlardı.
Ona dokunan omuzu cayır cayır yanmaya başlamıştı.
"Seni sevmek güzeldi, Şerwan Ağa. Acı verse de güzeldi ama hata yaptığımı çok geç fark ettim." Alt dudağını ağzına yuvarlayıp bıraktı. Sesi ağladığından dolayı boğuk ve kısıktı. "Seni sevmek güzel de sevmeyi bilmeyen bir adamı sevmek çok berbat bir şey."
Adam duyduklarıyla sarsıldı. Elleri yumruk olurken omuzları da kalbi gibi yerle bir olmuştu.
"Sen sevmenin ne olduğunu bilmeyen bir adamsın." İç çekerken gülümsedi hissizce daha sonra omuz silkti umursamazlıkla. "Nefesimi kesen yorgunluklarım değilmiş Şerwan Ağa. Nefesimi kesen senin sevmeyi bilmeyen yüreğinmiş. Bunu çok geç olsada anladım, teşekkür ederim."
Umarım benim kadar acı çekmezsin Şerwan.
Arkasına bakmadan güçlü adımlarla odasına doğru yürüdü. Arkasında gidişini seyreden adamı görmeden kayboldu.
Dağılmış bir hâlde duran Şerwan önüne döndüğünde bu kez başka bir yüzle karşı karşıya kaldı.
Dilşah, dolmuş gözleriyle kendisine bakıyordu. "Sen ona âşıksın," dedi Dilşah gördüklerinden emin bir şekilde.
Şerwan'ın kaşları çatıldı. "Ne?" Diye sordu boş bulunarak.
Dilşah ona yaklaştı. "Sen, Şerwan Ağa. Sen Dilberay'a âşıksın."
Yutkundu Şerwan.
İnkar etmek istedi ama buna gücü yoktu. Âşık değilim demek istedi ama susmayı tercih etti. Susarsa herşey düzelir sandı.
"Abi-kardeş ilişkisiyle büyüdüğün için çekiniyorsun. Eğer Dilebray'ın aşkına karşılık verirsen herkesin vereceği tepkiden korkuyorsun." Kendisi Şerwan'a karşı bir şeyler hissetse de doğruları söylemekten çekinmiyordu. Bu sefer aynı hatayı yapmayacaktı. Başkasını seven bir adamı sevmeyecekti.
"Ben hiçbir şeyden korkmuyorum." diye reddetti anında. "Öyle bir şey yok!" Dedi sertçe. Dilşah'ın yanından geçmek istediğinde önüne geçip durdu Dilşah.
"Sen kendi duygularından korkan adamın tekisin Şerwan Ağa!"
"Dilşah," dedi uyarı dolu bir sesle.
Kendisine biraz daha yaklaştı Dilşah. "Git ve aynaya bak Şerwan Ağa. Gözlerinle söylediklerinin ne kadar zıt olduğuna kendin şahit ol." Hiç acımadan konuşuyordu Atabeyoğlu kadını. "Ne kadar inkar edersen et," parmağını adamın göğüsüne doğru vurdu. "Burası ona sevdalı. Burası ona yanık. Sen ona alev alevsin."
Adam geriye çekilmek istediğinde bir kez daha engel oldu Dilşah. "Keşke biraz kızkardeşine çekseydin. Onun sevdası için verdiği mücadelenin çeyreğini gösterebilseydin."
"Sana yeter, dedim." Diye tehlikeli bir şekilde dişleri arasından konuştu, Şerwan.
"Bence de yeter." Geriye çekilip alayla gülümsedi. "Senin korkaklığını kabul edelim. Pişmanlığını izlemek zevkli olacak," der demez topuklu ayakkabıların çıkardığı sesle beraber kahvaltı için aşağıya inmeye başladı.
Önündeki taş duvara düz bir ifadeyle bakan Şerwan öfkeyle yumruğunu duvara geçirdi. "Lanet olsun!" Diye bağırdı ve bir kez daha yumruğunu duvara geçirdi.
Ve ilk pişmanlığını yaşayan Karadağ erkeğinin bilmesi gereken bir husus vardı; son pişmanlık fayda etmezdi.
*
Kahvaltı masasında oturmuş merdivenlere bakıp duruyordu genç adam. Herkes gelmiş ama bir o gelmemişti. İçinde bir yerlerde onu dürtükleyen duyguları pişman olduğunu söylese de o sabırlı olup bekliyordu.
Karşısında oturmuş Şerwan'ın asık yüzüne baktı. "Karadeniz'de gemilerin mi battı Şerwan," dedi kendisini oyalamak için.
Kendisine sataşan Cihangir'e dönüp baktı o da. Yüzünden mutluluğu okunuyordu. "Asıl senin şu muşmula suratını güldüren sebep ne Cihangir?" Başını sallayıp tek gözünü kırptı.
Dudakları kıvrıldı Cihangir'in. Kardeşin dememek için kendisini zor tuttu. Gülerek ekmeğinden bir parça koparıp ağzına attı. "Söylesem inanmazsın Şerwan."
Masadaki herkesin bakışları ikili üzerinde gidip geliyordu. "Ben de merak ettim şimdi oğlum. Sabah sabah seni yatağından eden nedir?"
"Islık çala çala indi aşağı hala," diyerek ona destek çıktı Gülistan.
Tam o sıra merdivenlerden inen Roya yerinde çakılı kaldı. Bakışları masada dolaşıp Cihangir'i bulduğunda parmak uçlarına kadar heyecana bulandı. Ne cevap vereceğini deli gibi merak etmişti.
Cihangir, kendisinden önce kokusunun burnuna dolanmasına alışık olduğundan onun geldiğini anlamıştı. Annesinin güler yüzüne doğru: "Yakında düğün var dâye." Dedi ortaya bombayı salarak.
Merdivenlerde ağzı şaşkınlıkla açılan Roya'nın göz bebekleri de nasibini almıştı duyduklarıyla. Düğün mü? Bu adam kafayı mı yemişti? Korkudan çarpmaya başlayan göğüsünü tuttu.
"Ne dersin oğlum sen!?" Hayretle oğluna baktı Hazal Xanım.
Önüne döndü ve başını kaldırıp merdivenlerde duran sevdasına baktı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak hale geldiğini gördüğünde keyfi daha da yerine gelmişti. Öyle köşe bucak kaçarak doyamazdı sevdiğine onu ikna edecek ve biran önce kavuşacaktı. Yapacaktı, karşı çıkan olursa da omuzuna atar kaçırırdı.
Roya'sı için herşeyi göze alırdı.
"Düğün derim dâye. Sevdalı olduğum bir yârim var."
"Kuzulkurt Cihangir! Ne düğünü oğlum?" Yanındaki annesinin bostonunu yere vurmasıyla irkilerek Yâde Rozan'a baktı. Annesi Cihangir'e bakıp duruyordu. Yaşlı kurt torununun bakışlarını izleyerek yaralı kuzusuna baktığında birçok şeyi anlamıştı.
Eğer düşündükleri doğruysa bu düğün bu aileye iyi gelecekti.
"Gelin kızımızı getir tanışalım o vakit." Dedi, aksanlı sesiyle.
Cihangir, anneannesinin sesiyle kendine gelip çapkınca güldü. "Eğer beni öldürmezse getiririm Yâde." Şüphesiz Roya'nın bakışları hiçte iyi şeyler vadetmiyordu. Öfkeden deliye dönmüş yeşil hareleri ona ölüm sunuyordu adeta.
"Ne ölmesi oğlum! Kafayı mı yedin sen?"
Merdivende elleri yumruk olmuş bir şekilde söylenenleri sindiren Roya gözlerini birkaç saniye kapatıp açtıktan sonra Cihangir'e ne yaptığını sorgulayan bir bakış attı.
Aldığı yanıt kemikli çene kaslarının çarpık gülüşüyle gerilmesiydi. Eğlenmek mi istiyordu? O zaman ona onun gibi yanıt vermekten geri durmayacaktı.
Bakışlarının üzerinde olduğunu bildiği adama doğru elini saçlarına atıp şımarık bir şekilde arkaya atarak geri kalan mervidevenleri indi.
Kendisine bakarak attığı saçlarına içi giderek baktı Cihangir. Nasıl da salına salına canını okumaya geliyordu Karadağ kızı.
"Biri düğün mü var dedi?" Diyerek annesinin yanağından öpüp Şerwan abisinin yanındaki boş sandalyeyi çekerek oturdu. Otururken halası da konuşmaya başlamıştı. "He ya keçamin. Cihangir birini bulmuş."
Cihangir annesine bakarak boğazını temizledi. "Birini bulmuş değil, dâye," bakışları çok kısa Roya'ya değdi. "Birine vurulmuş." Önüne tekrar dönmeden heyecanla karşısındaki kızın ne tepki vereceğini izliyordu.
Ürkek bir ceylan gibi bakışlarını ona çeviren ardından da önüne dönen kadın, kucağında buluşturduğu ellerine bir süre baktıktan sonra başını kaldırdı. Kendisine öylece güzel bakan adama kanmak istemedi.
Kendisinin bile haberi olmadığı düğün konuşuluyordu!
Eh! Biraz uğraşsa hiçte fena olmazdı.
"Aaa," dedi abartılı bir sesle. "Senin yaşın geçmemiş miydi, Cihangir... Abi?" Diye durmamış Cihangir'e laf soktuğunda masadakilerin hepsi kırkır kıkır gülmüştü.
"Çok doğru dedin keçamin bu kêrin (eşeğin) yaşı geçti. Kim bakar buna?" Diyen Yâde Rozan torununa destek çıktı.
Kendisine şaşkınlık ve kızgınlıkla bakan adamın gözlerinin içine bakarak, umursamadan kahkaha attı. Kendisine destek çıkan Yâde Rozan torununa gülerek izliyordu.
Cihangir hayret ederek karşısında gülen kadına bakıyordu. Yine nerden çıkmıştı bu yaş mevzusu? Bir de abi demiyor mu! İnadına yaptığının farkındaydı elbet. Ama huzursuz olmuştu işte. Yerinde kıpırdanıp durdu. "Merak etme Yâde, senin elini öpmeye getirdiğimde bana nasıl baktığını sorarsın ona." O an Roya ile göz göze geldiğinde göz kırparak cevap vermişti.
"Tövbe estağfurullah!"
Roya, gözlerini devirerek önüne döndü. Önüne döndü dönmesine de yüreği dörtnala koşmaya başlamıştı bakışlar altında.
Sofrada olanlar dahil herkes susarak kahvaltısını ettikten sonra Roya yardım ederek kısa bir süre içinde bulaşıkları halledip aşağıya inmeyen Dilşah ile Dilberay'a bakmak için kollarını göğsünden çözerek merdivenlere ilerlemeye başladı.
Cihangir ise nihayet dercesine Roya'yı gördüğü gibi kalkarak hızlı adımlarla önüne geçmiş ve onun ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden merdivenin yanındaki kilere sokmuştu.
"Napıyorsun sen Cihanagir!?" Gözleri korkuyla büyümüştü. Ya biri görseydi!
Cihangir, özlemle bakışlarını Roya'ya çevirirken ince bileğini okşayarak narin ve bir o kadar küçük olan elini sımsıkı tuttu. Ellerinin içinde kaybolmuştu resmen. "Özledim," dedi bir elini duvara yerleştirip başını kıza doğru iyice yakınlaştırarak. "Sen, özlemedin mi?"
Roya, hayranlık dolu bakışlarla kendisini kafeslemiş adama bakarken ne diyeceğini bilmiyordu. O kadar yakışıklı bir yüze sahipti ki sürekli görmek ve dokunmak istiyordu. Özlemişti o da. Nasıl olduğunu bilmesine de gerek yoktu. Onu bir kaç saat geçmesine rağmen özlemişti ancak bunu dile getirmek istemedi. Sabah duydukları yüzünden kızgındı. Kaşları anbean çatıldı.
"Cık," dedi dilini damağına sertçe vurup ses çıkmasını sağlarken. "Özlemedim." Boşta kalan elini adamın göğüsüne yerleştirdi usulca. "Sabah dediklerin de neydi senin Atabeyoğlu?"
Cihangir, çapkın bir gülümseme oturttu dudaklarına. Kahverengi gözleri karşısındaki kadının yeşil gözlerinde dolanırken içinde akışkan bir kıvam almıştı yüreği. "Asıl şu 'Abi' meselesi de ne Karadağ kızı? Hele bir de yaş mevzusu da vardı, değil mi?"
Omuz silkti Roya, yüzünde hınzır bir ifade oluşmuştu. "Doğruları söylemekte mi suç?" Diye başladı sözlerine. Uğraşmak istiyordu. Onunla uğraşmak hoşuna gitmişti. Yaş mevzusun da olan takıntısını biliyordu. "Benden büyüksün sonuçta sana abi deme..."
Öylece konuşan kıza iyice sokulmuştu Cihangir. Dudaklarının her kıpırdanışında boğazı kupkuru kesiliyordu. Ne dediğini duymuyordu bile. O kadar odaklanmıştı ki dudaklarına alt dudağında küçük bir olduğunu ama bunun zar zor beli olduğunu görmüştü. Daha yakından baksa mıydı? Hatta tadını da almalıydı.
"... Sen beni dinliyor..." Cümlesini kesen dudaklarla gözleri kapanmıştı.
Gündüz vakti kilerin içinde ateş misali tutuşmuşlardı.
Dudaklarını ezen dudaklara karşılık vermeye başlarken kolları da boynuna dolanmıştı. Öyle güzel öpüyordu ki adam, Roya titreyen dizleri yüzünden düşmemek için direndi. Tam o an Cihangir ne halde olduğunu fark etmiş bir şekilde elini ince beline yerleştirip kendisine çekerek bedenlerini bir bütün haline getirdi.
"Kaderimsin kızım sen benim!" Dedi Cihangir öptüğü dudaklarının üzerine fısıldarken.
Bir kez daha öpmeye başladığı an kapı sertçe açılmış ikisi de şaşkınlıkla ayrılıp kapıya dönmüşlerdi.
"Ohaa! N'oluyor lan!" Kilerden meyve almak için giden Gülistan, kapıyı açtığı an gördükleri yüzünden elindeki meyve sepetini yere düşürmüş karşısında kendisi gibi şaşkınlığa düşen ikiliye bakakalmıştı. "Siz öpüşüyordunuz?" Eliyle dudaklarını örttü. "Vallahi öpüşüyordunuz!"
"Şansımı sikeyim ben," dedi Cihangir daha ilk günden yakalandıkları için.
Roya bir konuşan Cihangir'e bir de kapıda şaşkınlıktan gözleri büyüyen genç kıza baktı. Şimdi nasıl açıklayacaktı durumu?
"Yanlış anladın," dedi aklına ilk gelenle.
"Ulan dudağını sömürüyordu kızım yanlış anlaşma bunun neresinde?" Diye bağırdığında, Roya korkuyla Cihangir'e döndü.
Cihangir karşılarında durmuş Gülistan'a bakarken arkadan bir ses daha duyduğunda yok artık derecesine başını sallayıp sinirle güldü.
"Kim kimin dudağını sömürüyor lan!" Roya duyduğu ikinci sesle gözlerini sımsıkı yumdu. Lütfen Allah'ım, lütfen bu konuşan Şerwan olmamış olsun!
Gülistan geri geri çekilirken ortaya çıkan Şerwan ile omuzlarını düşürdü Roya.
İlk günden herşeyi batırmışlardı. Ne olacağını düşünmek bile istemiyordu çünkü kendilerini gören Şerwan şaşkınlığını atlatır atlatmaz Cihangir'in üzerine atlamış ve yumruğunu yüzünde patlatmıştı.
Bölüm sonu 🥀
Ayyy ayyy ilk günden yakalanan Cihangir ve Roya'yı tebrik ediyoruz. :)
Bölüm nasıldı?
Roya & Cihangir?
Şerwan?
Dilebray?
Dilşah? (Gerçekten kendisine yakışanı yaptı <3)
Gelecek bölüme kadar kendinize iyi bakın. Sizleri çok çok seviyorum<33
Muah. |
0% |