@tanvakti108
|
Keyifli okumalar...
33.Bölüm
"Böyle şansızlık olmaz ama Roya! Hayat benim üzerime oynuyor artık çok eminim ben," diyerek yakınan Dilberay eline aldığı bıçakla çayın yanına indirecekleri böreği dilimliyordu.
"Sakin ol önce Dilberay. Hem sadece tanışma bak altını çiziyorum sadece bir tanışma," tabii bunu demesi kolaydı Roya için; şayet adam elinde çikolata ve güllerle âdeta istemeye gelmiş gibi bir hazırlık yapmıştı.
Gül deyince aklına biraz önce gelenler geldiğinde istemeden irkildi. Az kalsın Cihangir adamın boğazına yapışacaktı.
Yarım saat önce
Roya bir elindeki güllere, bir de adama bakarken böyle bir yanlış anlaşılmadan nasıl sıyrılacağını düşünüyordu ki imdadına Cihangir yetişti. Kolları arasına bırakılmış gülleri sertçe alıp aynı sertlikle adamın göğüsüne çarparak dayadığın da Dilberay'ın babası Mahmut bey, karısına tedirgince baktı.
Bir kavga çıkması en son isteyeceği şeydi.
Cihangir, yanında sevdiği kadına gülü uzatıp bir de üstüne yetmezmiş gibi onun güzel olduğunu dile getiren adamın boğazına geçirmek istediği ellerine zar zor hâkim oluyordu. Sertçe göğüsüne vurduğu güllerle beraber ona doğru yaklaştığında Roya'nın titreyen parmaklarını kolunda hisseti.
"N'oluyor?" diyen kişi Çağan'ın annesi, Hasibe hanımdı. Bir oğluna bir de karşısında durmuş adama bakıyordu.
"Bir şey olduğu yok." dedi Cihangir oldukça gür sesiyle. "Oğlunuz gülleri yanlış kişiye verdi." Ellerini güllerden çektiğinde düşecek olan buketi son anda tutan Çağan kaşları çatık bir şekilde arkada endişeli gözlerle onlara bakan Roya'ya çevirdi.
Cihangir, Roya'nın önüne geçip Çağan'ın görüşünü kapatırken sakin olmaya çalıştı. "Yanlış diyorum, yanlış!" Hâlâ bakmaya çalışmıyor mu varya... Dövesi vardı şimdi de işte ortam pek müsait değildi.
Çağan, Cihangir'e baktığında onu bir yerlerden tanıdığına emindi ancak emin olamıyor, hatırlayamıyordu. Boğazını temizledi. "Kusura bakmayın ben onu öyle görünce..."
"Sen görmediğin bir kızı nasıl istemeye geliyorsun?" diyen Cihangir, onun sözünü tamamlamasına izin vermedi.
"İstemeye gelmedim," ailesinin yanında kendisine böylece küçük düşüren adama sinirlenmek istemiyordu ancak karşısındaki adam bunu zorluyordu. "Tanışmaya geldim. Hem siz, kim oluyorsunuz?"
Mahmut bey açıklama yapmak için araya girecekti ki Cihangir engel oldu buna. "Çiçek uzattığın kadının sözlüsüyüm. Tanışmaya geldiğin kızın da ağabeyi sayılırım."
Nefesini tutan Roya, Cihangir'in dudaklarından düşen kelimeyle içi bir hoş oldu. Dudakları şaşkınlıkla aralansa da kalbi güzel bir ritime tâbi tutulmuştu.
Boğazını temizledi Çağan. Karşısındaki adamı şimdi anlamıştı. Kim olursa olsun yanında sözlüsüne gül uzatsa o da aynı tepkiyi verirdi. Gözleri ellerine düştüğünde kaşları çatıldı. "Yüzükleriniz yok," dediğinde bunu kendi kendine söylediğini sanıyordu.
Patlama noktasına gelir ya insan, Cihangir de o noktaya basıp döküldü. "Sana ne? Sen buraya ne için geldiğini unuttun herhalde! Ama merak etme ben çok güzel hatırlatırım sana(!)." İmayla konuşup koluna uzandığı an Roya artık bir şeyler söylemek ve bu ortamı yok etmek için öne atıldı. İki aile de bu olaydan huzursuzluk içinde duruyorlardı.
"Cihangir," dedi koluna kendisine çekip. "Yanlış bir anlaşılma oldu ve düzeldi daha fazla uzatmasakta içeri geçsek," derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştı. "Ayıp oluyor," dedi sadece Cihangir'in duyabileceği bir tonla.
Cihangir gözlerini hiç haz etmediği adamdan çekti. Arkasında kalan insanlara bakıp yutkunarak geri çekildi birkaç adım daha. "Kusura bakmayın," dedikten sonra elleriyle içeriyi gösterdi. Buyrun."
Mahmut Bey rahat bir soluk alıp misafirleri içeri buyur ederken en son geçen Çağan, gülleri kapının yanında bulunan vestiyerin önündeki sehpanın üzerine bırakıp içeriye geçti.
Herkesin gittiğinden emin olan Cihangir Roya'yı kendisine çekip saçlarını öptü hızlıca. "Sakın kızayım deme güzel gözlüm. Sana değen bakışlardan bile delicesine kıskanırken herif eline çiçek veriyor!"
Sancıyla inledi Roya. "Cihangir!"
"Yok Cihangir falan!" Başını kaldırıp kendisine bakan kadına eğildi usulca. "Daha ben eline çiçek vermedim!"
"Verseydin! Kimse sana verme mi dedi?"
Yutkundu Cihangir. Bakışları yüzünün her zerresinde dolandı. "Görünmez bir duvar vardı, benim sana gelmemi engelleyen."
"Ama o duvar artık yok." Cihangir'in gözlerine, yeşilin en yoğun halini alan gözleriyle baktı. "Bana sahiplenir gibi bakan gözlerin o duvarı yıktı."
Biraz önce siniriyle neredeyse alev alacak gözleri şimdi şefkatle harmanlanmış bakıyordu. Bakışları genç kadının içini okşuyordu. Kendine hakim olmazsa adamın göğüsüne sinecekti içerideki herkesi unutup...
"İlk fırsatta çiçek alacağım sana."
Omuz silkti gülerek Roya. "Çiçeklerine sarılmak için can atıyor kollarım." Kısık sesiyle beraber Cihangir de gülümsedi.
"O kollarının bana sarılmak için de can atmasını isterim." Ona daha da yaklaşmadan önce söylemişti cümleyi Cihangir Atabeyoğlu.
Gülümseyen kadının vücudu, aklı, kalbî birbirinden bağımsız çalışır gibi ancak anlaşmaya varmış gibi büsbütün Cihangir Ağa'nın göğüsüne yaslandı. Sarılmasına karşılık omuzlarına sarılan kolları Cihangir'in saçlarını sevmesiyle daha sıkı tutundu dağ bildiği adama.
"Kollarım isteğine kavuştu." Muzip sesi Cihangir'in hoşuna gitmişti.
İkisinin arasına giren öksürük sesiyle Roya kendisini geriye çekip mutfak kapısında kendilerine sırıtarak bakan arkadaşını gördü. Elini göğüs kafesine bastırdı korkuyla. Mahmut amcalara yakalandığını sanmıştı.
"Korkuttun Dilberay!"
"Bölmek istemezdim ama arkadaşımı almam gerekiyor Cihangir eniştecim." Dilberay, Roya'nın kolundan tuttuğu gibi kendisine çekerken Cihangir hoşnut olmayan bir yüz ifadesiyle baktı Dilberay'a. "Yakında, çok yakında onu kimse benden alamayacak." Sessiz homurdanmalarla içeriye girdi.
Şimdiki Zaman
"Roya acaba çayları sen mi versen?"
"Saçmalama Dilberay! Cihangir bu sefer öldürür hepimizi!"
"Off ya offf! Keşke girişte bir güzel vursaydı da bende bu tanışmadan kurtulmuş olsaydım." derken kapının girişinde duran adamdan iki kız da habersizlerdi.
Yüzü düşen Roya, Dilberay'ı kendisine döndürdü. "Çağan kötü bir adam değil. Onu az çok tanıyoruz, biliyorsun."
Ağlamaklı bir şekilde omuz silkti Dilberay. "Kötü bir adam olmadığını biliyorum ama... Ama sevmek başka Roya. Ben sevmediğim bir adamla bir ömür geçiremem."
"Kaderde nasip değilse ucunda ölüm de olsa, yan yana gelmek imkânsızdır," diyen Çağan kendisini beli ettirerek mutfağa doğru ilk iki adımını attı. Kendisine dönen iki şaşkın kıza gülümsedi. "Biraz konuşalım mı, Dilberay?"
Bu ricayı ilk babasından almıştı. Mahmut Bey'in izni sonucu mutfağa gelebilmişti nihayet çünkü; her ayağa kalktığında Cihangir de kalkıyor ve onun odadan çıkmasına engel oluyordu.
Roya, bir Çağan'a bir de arkadaşına bakıp elindeki bezi mutfak tezgâhının üzerine bırakıp çekildi. "Ben bir ihtiyaçları var mı bakayım." Çağan teşekkür edercesine Roya'ya baş saladıktan sonra mutfak kapısını hafif aralık bırakacak şekilde örterek omuzlarını dikleştirip utançla başı yere eğik olan Dilberay'ın karşısına geçti.
Çağan Şengül gördüğü küçük kızın tesirinde, mutfak kapısından baktığında kalmıştı. Saçlarının gür ve parlaklığıyla yüzünün bir kısmını örten kadının güzel olması dikkatini çekmişti. Gözleri kahvenin sıcak yoğunluğuna bırakmış kızlara ilgisi vardı. Karşısında tanışmak için geldiği kızın gözleri kendisini ona çeken en büyük etken olmuştu. Uzun boyu ve zayıf bedenine yakışan güzel yüzü eğikti.
"Başını eğecek kadar mı istemiyorsun?"
İstemekle alakalı değildi ki bu Dilberay için... Şerwan'a bakan gözleri başka bir adama bakacak diyeydi başını eğmesi.
"Kaldır başını," sesi emretmekten daha çok rica içerisindeydi.
Kaldırdı başını Dilberay. Uzun zaman önce kendisine yakıştırdıkları adamla göz göze geldi. Denizi andıran harelerin titreyişine tanık oldu kahveleri. Deniz ile kara gibiydiler o an. İkisi de dumara uğradı. Adam kadının güzelliğinden, bakışlarından nasibini alırken kadın; bu kadar güzel bakan gözlerin varlığıyla nasibini aldı.
İlk defa biri ona bu kadar yakındı. İlk defa biri ona bu kadar güzel bakıyordu.
"Kaldırdım," dedi, sessizce Dilberay ne diyeceğini bilmeyerek.
Boğazını temizleyen Çağan kendisine gelmeye çalışıyordu. Şimdiye dek nasıl olurda bu güzel kızı görmemişti? "Annem ilk defa bana bir kızdan bahsetti," diyerek söze başladı Çağan. "Şimdiye kadar evlenmek niyetinde değildim. Ailem bunu bildiğinden baskı yapmadılar fakat annem ilk defa senin adını yanımda söylemeye başladı."
"Neden evlenmek istemiyordun ki?"
"Sevmek için," dediğinde Dilberay'ın dudakları çok hafif gerildi yukarı doğru. Bu küçük hareket Çağan'ın kalbini yerinden sökecek kadar bozdu ritimlerini.
"Ortak noktamız," dedi, burukça Dilberay.
"Ortak noktamız." Diyerek, onayladı Çağan.
Dilberay oluşan sessizlikle ne yapacağını bilemedi. Adamın kendisinde olan bakışları o kadar derindiki heyecanlanmasına neden olmuştu. Tuhaf bir heyecandı.
Al al olmuş yanaklarından gül kırmızısı olan dudaklarına düşen gözleri birkaç saniye orada oyalandıktan sonra genzini temizledi. "Ben hemen evlenelim demiyorum Dilberay. Ben seninle tanışmak istiyorum."
Ne diyeceğini bilemedi Dilberay. Aklına üşüşen Şerwan faktörüyle yüzü düştü. Karşısındaki adamı kırmak istemiyordu ama... Şerwan'ın dedikleri, yaptıkları, yapamadıkları birer birer geçti önünden ve başını aşağı yukarı hareket ettirerek onayladı, Çağan Ağayı. "Tanışalım," dedi kısık bir sesle.
Gülümsedi adam. İçine sığmayan heyecanla telefonunu cebinden çıkarıp uzattı Dilberay'a doğru. Bir telefona bir de Çağan'a bakan Dilberay ne yapacağını bilemedi. "Numaranı..."
Elinden alıp numarasını yazıp tekrar uzatırken Çağan'ın gülüşü daha da büyümüştü. "Pişman olmayacaksın."
"Umarım."
Pişmanlık belki de uğramazdı ikisine... Yeni sayfalar her zaman yeni güzellikler getirirdi...
Kim bilir...
*
Araba konağın önünde durduğunda yorgunlukla başını Cihangir'e çeviren Roya, dudaklarını büktü. Parmak uçları birbirine sürtüyor ve oluşan sıcaklık bedenini talan ediyordu. Konağa bakarken bugüne kadar yaşadıkları gözlerinin önünden geçiyor ve gözleri istemeden gözyaşlarına misafir oluyordu. Bu misafirlik fazlaydı... Bu misafirlik acıydı. Şu zamana dek yaşanılanlardan sonra mutluluğu bulmuş olmasına rağmen içi buruktu. Hep bir tarafı eksikti... Derin bir nefes aldığında aldığı o nefesin bedenine uyguladığı baskı bükülen dudaklarını titretti.
"Şu zamana kadar geçirdiğim acıların en güzel mükâfatı sensin Cihangir." Başını eğdiğinde gülümsemişti de aynı zamanda. "Beni tutup çektin acılarımdan."
Onu sakinlikle dinleyen Cihangir'in yüreği yel yeriydi tam şuan. Konuşurken elleriyle oynayan ve dudakları titreyen kızın yüzüne uzanıp kaldırdığında dudaklarından dökülen her kelimeye şükretti. "Özür dilerim," dedi sessizce. Nasırlı elleri yüzünü okşadı. "Sana geç kaldığım için," uzayan saçlarına dokundu. "Daha erken gelemediğim için gelmemi engelleyen nedenleri söküp atamadığım için özür dilerim"
Yüzünde dolaşan elleri sıkıca tutup Cihangir'in yüzüne baktı Roya. Kelimeler diline dolanıp duruyordu. Bir gunes misali patlayan gözleriyle baktı adamın özür dileyen yüzüne. Nasıl da güzeldi bu adam. Nasıl da seviyordu kendisini. Kelimelerle ifade etmek yerine uzanıp yanağına bastırdı dudaklarını. Teninden genzine dolan koku başının dönmesine neden oluyordu her dafasında. Bu kokuyla bir ömür geçirirdi. "Kokun," dedi cesaretle. Dudakları hala tenindeydi. "Çok güzel."
Öyle bir iç çekti ki Cihangir, tüm bedenindeki damarlar sızladı. Başını çevirdiğin de bir milim uzağındaki Roya'yla dudakları birbirine sürtündü. Dudaklarından başlayan kıvılcımın küçük emareleri ikisinin de bedenini yoklamaya başlamıştı. İkisi de aynı anda nefeslendi. Cihangir'in gözleri, kızın dudaklarına bir de gözleri arasında mekik dokuyordu. Roya, elini uzatıp kirli sakalı yüzüne dokunduğunda ağırca yutkundu Cihangir. Kendisine hâkim olamamaktan ölesiye korkuyordu.
"Senden daha güzel bir şey yok be güzelim," dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp kapalı gözlerine dokundurdu parmaklarını. "Şu gözlerinin değdiği herşeyin benim için nasıl bir nimet olduğunu bir bilsen..."
"Böyle güzel konuşma."
"Konuşacağım." Başının tepesine dudaklarına bastırdı dudaklarını. Hep öpmek istiyordu. Tüm acılarını yok etmek istercesine hep sıkı sıkı sarılmak Roya'yı izlemek istiyordu. Yılların ondan götürdüklerine inat herşeyi en güzel haliyle yaşamak istiyordu. "Sen benim yanımda olduğun sürece konuşacağım."
Gülümseyerek elini Cihanagir'in yanağından çeken Roya, başını salladı. "Ben hep yanında olacağım."
"Biliyorum." Derken kendinden de Roya'dan da emindi Cihangir. Roya'nın gözleri konağı bulduğunda neler yaşayacağını az çok tahmin ediyordu. Utanmıyordu ama çekiniyordu.
Bu sabah Cihangir'in kendisi hakkında söyledikleri ve sonradan olanlar için ne yapacağını da kestiremiyordu. Başıyla hadi diyen Cihangir'e uyarak beraber arabadan indiklerinde biraz ilerideki adamların hazır ola geçişini izledi bayık gözlerle. Yanına emin adımlarla gelen Cihangir'in küçük elini büyük avucuna almasıyla nefesi kesildi. Sanki hiç birini, hiç yaşamamış gibi heyecanlanması Cihangir Atabeyoğlu etkisiydi.
Onun yanında öyle küçük kalıyordu ki... Kendisi dev gibiydi.
Tam o an küçük bir şarkı cümlesi sızdı düşüncelerinin arasına. 'Yanında cüce kalırım ama sana aşkım devdir.'
Aşık mıydı?
Seviyordu ve belki de aşık olmuştu da kendisinin bundan haberi yoktu. Heyecanlandı. Bir birleşen ellerine bir de Cihangir'e baktı. Gönül işte... Cihangir Ağa onun gönlüydü.
Elini sıktığında Cihangir'in durup kendisine bakmasıyla küçük bir kedi misali koluna sırnaştı. Söze dökemediği ancak Cihangir'in gözlerinden anladığı cümleleri içinden sıraladı.
Sırıtarak Roya'nın elini sıkıp baş parmağıyla parmaklarının sırtını büyük bir aşkla okşadı. İkisi aynı anda aynı şekilde birbiriyle uyumlu şekilde attıkları adımlarla ilerlerken ikisinin de dudaklarında mahzun gülüşleri vardı.
Beraber yan yana öyle güzellerdi ki onları uzaktan izleyen Araf'ın kendisinin neden burada bulduğundan habersizdi. Bir anda kendisini burada bulmuştu. Önüne dönüp sırtını taş duvara sertçe yasladığında gözünden düşen yaşlar başını eğmesiyle ayak ucuna düştü. Dudakları titrerken yumruk olan eli duvara sertçe çarpıp duruyordu. "Benim yüzümden," derken tüm yaşananların kendisinin yüzünden olduğunu biliyordu. Pişman olmanın belki de ne zamanı ne de yeriydi ama bu acıyla da nasıl yaşayacağını bilmiyordu.
"Baba oluyorum, Roya." dedi, hıçkırığını dışarı savururken. "Baba oluyorum da..." Göğüsünde hissetiği acıyla beraber taş duvardan kayıp düşerken dudaklarından düşenler, yıldırım etkisi yarattı gökyüzüne."...Annesi sen değilsin be gülüm." Yere sertçe düştüğünde hıçkırık sesleri de artmıştı. "Annesi sen değilsin."
Baba oluyordu, Roya'nın bir zamanlar canından bile çok sevdiği adam.
Baba oluyordu, Roya'yı yarı yolda bırakıp giden adam.
Baba oluyordu Roya'yı tercih haline getiren, Araf Ağa...
Başı yere eğik öylece ağlarken duyduğu adım sesleriyle başını kaldırdığında bir zamanlar can yoldaşı olan adamı gördü. Ali, tam karşısında durmuştu. İkisi birbirlerinin gözlerine bakarken elini kalkması için uzatan Ali'ye şaşkınlıkla baktı, Araf.
"Sen..." Derken elini uzattı. Ayağa kalktığında büyük bir özlem vardı gözlerinde. Ali, onu affetmiş miydi?
Ali ağlayan ve kendi kendisine konuşan adamı bir müddettir izliyordu. Onu ayağa kaldırdığında da gözlerinde kendisine olan özlemi görmüştü ama ondan daha önemli bir mevzu vardı. Kendisine sarılmak için hareketlenen dostunu istemeyerek engellediğinde yapacağının en doğru karar olduğunu biliyordu.
"Git buradan, Araf."
Kolları havada asılı kalan Araf'ın kaşları çatıldı. "Ne?"
Dişlerini sıkan Ali, Araf'ın yakasından tuttuğu gibi duvara yasladı sertçe. "Buradan gideceksin! Anladın mı?" Yakasını sertçe bırakıp çenesini havaya dikti. "Bu şehirden defolup gideceksin! Roya'nın bir kez daha senin yüzünden üzülmesine izin vermeyeceğim!"
"Sen ne diyorsun Ali?" Can yoldaşı onu şehrinden kovuyor muydu?
"Duydun beni!" Diye bağırdı, tükürür gibi. "Karını da alıp siktir olup gideceksin!"
Başını hırsla iki yana salladı. Nasıl giderdi? Gidemezdi ki... "Gidemem," derken bunu kendisine fısıldıyordu.
"Lan beni delirtme!" Diye öne atılıp tekrar yakasına yapıştı ancak Araf, bu sefer engel olup onu kendisinden uzaklaştırmayı başarmıştı.
"Ben sevdiğim kadını kendi ellerimle başka bir adama ittim," sesi titriyordu. Gözünden yaşlar dökülüyordu... "Bana yardım edin diye bağırmamak için öyle zor tutuyorum ki kendimi... Başka şansım mı vardı?"
Güldü Ali. "Ben senin yanında olduğumu kaç kez söyledim sana? Ulan o kadın varya," yüzünü sıvazladı hırsla. "O kadın sırf seni sevdiği için töreye karşı çıkıp seni kaçırdı lan! Sen ise iş geçmiş bitmişten sonra gelip pişmanlığını dile getiriyorsun."
"Pişmanım çünkü!"
"Çocuk yaparken de var mıydı bu pişmanlık!?"
"Ali!"
Güldü Ali histerik bir şekilde. "O artık mutlu." Ellerini cebine yerleştirip geri adımlar attı. "Cihangir Atabeyoğlu ona hak ettiği değeri veriyor. Senin yaktığın, yıktığın kadını küllerinden var etti Cihangir Ağa." İkisinin mutluluğunu görmeden rahat etmezdi adam artık. Bir daha huzursuzluk olmasın istiyordu herkes gibi. "Yeni yazılan bu hikâyede sana yer yok, Araf Ağa."
Bildiklerini duymak ne kadar ağır gelse de gözlerini bir zamanlar dostu olan adamdan kaçırmadan dinliyordu. İki yanında salınan elleri yumruk olmuştu. Neye sinirleniyordu? Sahi sinirlenmeye hakkı var mıydı? Yoktu.
Sona saklanmış cümlesini omuzları taşıdı. "Sen bu hikâyede kötü karakter olmaktan başka bir şey olmayı beceremedin, Araf. Sen, sevgine sahip çıkmak yerine yenildin. Senin tek bir kelimenin bile değeri yok artık kabul et ve kimseye huzursuzluk vermeden git buralardan... Bari bunu yapmayı becer."
Sözlerinin ağırlığı öyle bir sindi ki o an havaya, karşısındaki adamın donduğunu fark etti. Böylesine şeyler söylemek aklında dahi yoktu fakat diline yapışmış gerçeklikler ağır basmış, omuzları kambur gibi taşımıştı.
Omuzları düştü Araf'ın önce. Dolu dolu gözlerle Ali'ye baktı. Haklı dedi bir yanı. Çok haklıydı. Yürümeye başladı yalpayan bedeniyle. Ne kadar güçlü adımlar atmaya çalışsa da bunu yapacak gücü yoktu kendisinde. Arkasına dahi bakmadan, arkasında yumruk yaptığı elini dişlerinin arasına sıkıştırıp ağlayan Ali'yi görmeden ilerlemeye devam etti. Nereye gideceğini bilmez bir şekilde ilerledi ve yolun sonu evine çıktı. İçeri girdiğinde kapıda kendisini bekleyen kadını gördü. Bakışlarını çekmek istedi ama bunu bile yapacak takati yoktu.
"Hazırlan," dedi kendi odasına gitmek için merdivenlere yönelirken. "Urfa'dan gidiyoruz."
"N-Neden?" Diye sorma gafletinde bulundu. Gözleri darmadağın olan adamın çehresinde gezintiye çıktığında anında sorduğu sorudan pişman olsa da Araf Ağa onu şaşırtmış ve sorusunu yanıtlamıştı.
"Yeni sayfaları kirletmemek için..."
*
Avludan giriş yaptıkları ilk an Rizgar Ağa ile karşı karşıya kaldılar. Olanları öğrendikten sonra yerinde durmayıp avluda bir o yana bir bu yana gidip gelen Rizgar Ağa, kapıda görünen çiftle derin bir nefes alıp verdi gergince. Bir kız kardeşine bir de Cihangir'e baktı. Sevinse mi sinirlense mi bilmiyordu.
"Ooo," dedi Rizgar, arkada birleştirdiği ellerini havaya kaldırıp. "Sonunda çifte kumrular teşrif ettiler, ha?"
"Ağabey...."
"Şhh, senin ifadeni daha sonra alacağım." Dedi, Roya'nın sözünü tamamlamasına izin vermeden.
Roya'nın yanakları kızarmış bir şekilde elini önünde bağlamış duruyordu. Avlunun bir köşesinde kendilerine tebessüm eden Hazal halasını gördüğünde daha da utanmıştı. Abisinin işareti ile odasına giderken çaktırmadan Cihangir'e baktı.
Cihangir, sorun yok derecesine gözlerini kapatıp açtı.
Odaya çıkamak için ağabeyinin yanından geçerken gözlerine bakmaktan çekinmedi. Şerwan gibi bir hata yapmaması için bakmaya devam etti. Güvenmek istiyordu. Kardeşinin ne dediğini anlayan Rizgar, yanından geçen kardeşinin koluna uzanıp tuttuğu gibi bedenini kendisine çekip alnına dudaklarını yasladı. "Odana geç geleceğim birazdan."
"Ağabey, canını yakma," dedi ve kendisini çekip hızla merdivenlerden çıkıp odasına kendisini atarken. Sırtını kapıya yasladığında kalbi gümbür gümbürdü. Dudaklarında oluşan tebessüme parmaklarını dokundurdu. "Allah'ım mutluyum. Sonunda mutluyum." Büyük bir heyecanla aynanın karşısına geçti. Yanaklarına baktı, gözlerine ve oradan gülmekten görünen dişlerine... "Cihangir Atabeyoğlu etkisi bu demek."
Cihangir Atabeyoğlu etkisi.
Gür bir kahkaha atıp kendisini yatağın üzerine attı. Rizgar ağabeyinin bir şey yapamayacağına emindi ondandı bu rahatlığı.
Avluda ise herşey birbirine girmiş gibiydi Rizgar Ağa, Cihangir'e yaklaştığı gibi yumruğu yüzüne geçirmiş yakasından tuttuğu gibi taş duvara yaslamıştı. Hazal Hanım, Mevsim Hanımla birlikte iki deli adamı elleri kalplerinde izliyorlardı. Olası bir kavgayı engellemek için diken üstünde bekliyorlardı.
"Demek kardeşimi seviyorsun?"
"Karşılıklı," dedi Cihangir, gözlerini bir aslan misali kendisine sabitleyen Rizgar'a karşı.
Gür bir kahkaha attı Rizgar keyiften yoksun bir şekilde. "Karşılıklı," diye tekrar ederken gülüyordu. Cihangir'i severdi, evet iyi bir adamdı ancak kız kardeşi konu olunca bir şeyler ters gidiyordu içinde. Roya'nın yukarı giderken 'canını yakma' fısıltısını hâlâ duyuyordu. Cihangir'in de söylediği gibi karşılıklıydı belli ki... Peki o nasıl şu ana kadar fark etmemişti? Roya'nın arkasında duracaktı durmasına ama Cihangir'e de öylece göz yumamazdı.
Usul usul yanına yaklaşırken ikisinin bakışlarında da aynı duygu yer edinmişti; inatçılık. Cihangir asla Roya'yı bırakmayacağını anlamasını istiyordu Rizgar'ın. Rizgar ise kardeşini sevdiğini söyleyen bu adamın onu üzüp üzmeyeceğini hesap ediyordu. Cihangir'e yaklaştığı gibi yumruğu yüzüne geçirdi. Gelen darbe ile sendeleyen Cihangir'e eşlik eden annelerin çığlığıydı.
"Oğlum!"
"Rizgar!"
"Demek karşılıklı ha?" Bir tane daha vurmak için yakasından tuttuğu gibi kendisine çevirdi.
Yanağı kızaran Cihangir, güldü sesli bir şekilde. "Sadece bu kadar mı?"
Sinirlenen Rizgar, bir tane de konuşan ağzının üzerine yumruğunu geçirmesiyle dudağı patlayan Cihangir'den bir acı inleme sesi geldi. Rizgar yumruğunu salladı geri çekilerek. Hayvan gibi adamdı, eli kızarmış, ağrımıştı. "Elimde kalacaksın!"
"Roya için az bile," dedi dudağının kanayan yerini işaret parmağıyla çekip bırakırken.
"Eğer onu üzerse-"
"Sizin gibi üzmeyeceğime emin olabilirsin Rizgâr!"
"Bana bak!" Diyerek bir kez daha diklenen ve öne çıkan Rizgar ile bu sefer Cihangir de çıktı öne doğru. İkisi de heybetli ve uzun boylu olmalarına rağmen Cihangir'in yapısı gereği daha bir dik duruşa sahipti. Keskin bakışları Rizgar'ın öfkeli gözlerinde alayla geziniyordu. "Baktım Rizgar Ağa. Doğrular canını mı sıktı?"
Ne diyeceğini bilemedi Rizgar Ağa. Karşısında haklı olmasına sinirlendi de bir şey diyemedi ve bu çok koymuştu işte. "Evet, ben Roya'yı üzdüm, kırdım, döktüm ama onunla iyileştim, iyileştik." Elini kaldırıp Cihangir'in omuzuna yerleştirdi. "Ama o bir kez daha sevda yüzünden üzülürse iyileşmez."
"Bunu bilmiyor gibi mi görünüyorum?"
"Biliyorsan ona göre hareket edeceksin!"
"Sevdiğim kadına nasıl hareket edeceğim seni pek ala ilgilendiren bir durum değil Rizgâr Ağa." Kendisinin de kız kardeşi vardı fakat Rizgar'ın eskiden yaptıkları yüzünden kendisiyle onu aynı kefeye koyamıyordu.
"Cihangir!" Diyerek uyardı onu Hazal Hanım. Ne olursa olsun karşısında Roya'nın ağabeyi olduğunu unutmamalıydı deli oğlu. "Kesin artık bu tantanayı! Oturup düzgünce konuşmak varken bu şiddet eyleminiz ne kadar doğru?"
"Halâ..."
"Sakın Rizgar. Sakın tek kelime etme. Oğlumun Roya'yı ne kadar sevdiğine ben şahidim. Onun dizlerimde uyuklar halde Roya'yı anlatışına ben şahidim." Cihangir'e baktı hüzün dolu gözleriyle. Ne çok beklemişti bu günleri. "Cihangir'in sevgisini sakın ölçme."
Mevsim Hanım da güler bir şekilde Cihangir'e baktı. "Benim rızam var oğlum."
Kanlı dudaklarına rağmen güldü Cihangir. "Kızını istemeye geleyim mi Mevsim yenge?" Dudakları arasından çıkanla Hazal Hanım önce bir şoka uğradı ancak çok kısa sürdü. Şen bir kahkaha attı.
"Höst lan!"
Cihangir, ters bir şekilde Rizgar'a baktı. Elbette önce Roya'ya soracaktı. Hatta şimdi sormalıydı. Onsuz tek bir saniyeye dayanacak gücü yoktu. Evet evet, şimdi yapmalıydı. Gözleri üst avluya gidip geldi. Daha sonra beklemeden Rizgar'ı geçtiği gibi merdivenlere yöneldi. Annesi arkasından seslense de o öyle bir odaklanmıştı ki yapacağı şeye kimseyi duymuyordu.
Çok aceleci değil di demi?
Kapısını çalmak için elini kaldırdığında nefes nefese kalmıştı şu kısa zaman içinde. Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğinde dolabının önünde kendisine şaşkın bir şekilde bakan Roya ile gülümsedi.
"Cihangir?" Gözleri dudağının kenarında ki kana değdi. "Cihangir!" Bu kez sesi şaşkınlıkla değil endişeyle çıkmıştı. İki adımda odanın ortasında buluşan genç birbirlerine baka kaldılar.
"Canını acıtmamasını söylemiştim!" Dedi Roya, elini kaldırıp dudaklarına dokunurken. "Yine dinlememiş." Altan bakışlarla Cihanagir'in gözlerine baktı. "Acıyor mu?"
Şuan belki de aklına en son gelecek şey acısının olup olmadığıydı Cihangir'in. Derin bir nefes eşliğinde fısıldadı. "Benimle evlenir misin?"
"Ne?" Diyerek ilk tepkisini ortaya koyan Roya, duyduğuyla kalbi duracaktı. Ne diyordu bu adam böyle?
"Gelip istiyeyim seni."
Roya şaşkınlıkla geriye doğru kaçtı. "Şaka mı yapıyorsun?"
"Çok ciddiyim Roya. Sensiz bir saniyeye bile tahammülüm yok artık. Yok dersen," yutkundu. Lanet olsun böyle bir ihtimal olmamalı! "Seni anlarım."
Anlar mıydı?
Roya birkaç saniye durdu öylece. "Sen ciddisin..." Aşağıda ne olmuştu da Cihangir kapısına dayanmıştı?
"Ciddiyim dedim."
Nefessiz kaldığını hisseti Roya. Saçlarını geriye atarak nefeslenmeye çalıştı. Ne kaybederdi ki? Ne kaybederim ki, diye düşündü. Ha şimdi ha daha sonra eni sonunda ikisinin de yolu buna düşmeyecek miydi? Düşecekti. Beklentiyle yüzüne bakan adama tekrar yaklaştı. Doğru karar verdin diyen iç sesiyle büyük bir rahatlık çöktü üzerine. Büyük bir cesaretle "Gel," dedi Roya. "Gel Cihangir," dedi, heyecan dolu sesiyle.
"Ne?"
Kıkırdadı Roya, tutamadı kendisini. Cihangir'in tepkileri bile kendisine benziyordu. Başını yukarı kaldırıp yüzünü iyice Cihangir'e yaklaştırdı. "Gel," dedi bir kez daha fısıltıyla. "Gel iste beni."
Bölüm sonu🌹
Umarım bölümü sevmişsinizdir çünkü yazmakta epey zorlandım. İlhamlarım kaçıp kaçıp duruyordu ancak nihayet bu sefer kaçmayı başaramadılar.
Bölüm Hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizce evlilikleri öylece kolay olabilecek mi?
Araf Ağa'nın yaptığı?
Ali'nin yaptığı?
Cihangir Atabeyoğlu?
Roya?
Sizleri çok seviyorum ❤️ gelecek bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın. |
0% |