@tanvakti108
|
Merhaba! Keyifle okuyunuz :))
Kıraç, Ayrılık 34. Bölüm
Bazen çok kırıldım dersin; bundan daha fazla kırılmam dersin ancak ansızın kırgınlıklar tazelenir ve sen bir daha kırılmam dediğin yerden kırılır, tuzla buz olursun.
Benim gibi.
Kime inanacağım; çok güvendiğim Cihangir Atabeyoğlu'na mı yoksa Mizgin Şahan'a mı?
Mizgin'i hatırlıyorum. Esmer teni, uzun boyu ve mükemmel fiziğiyle karşımızda duran biricik Şahan kızı, Mizgin Şahan. Dudaklarına sürdüğü uçuk pembe tondaki rujuyla, yaptırdığı uzun dalgalı saçları, salına salına konuşan ve bize doğru yürüyen ondan başkası değildi.
Söyledikleri bir çark misali döndü durdu kafamın içinde. Anlam veremedim ilk önce. Öylece durdum baktım.
Hiçbir şey bu kadar acı vermemişti.
"Mizgin!" Bu bağırış Cihangir'den çıkmıştı. "Bu yaptığın yanına kalmayacak."
Bu cümle belki de beni kendime getirendi. Bu cümle onun söylediklerini onaylayandı.
"Neden Cihangir Ağa? Ben ne yaptım ki?" Yüzünde zafer kazanmış bir gülüş peyda olmuştu. "Yusuf Agir Bozbey," beni işaret etti gözleri ile. "Roya'yı vurduğu zaman bir daha anne olamayacak olması, benim mi suçum?"
"Ne?" Bu tepki yanımızda olduğunu unuttuğum Araf'tan gelmişti.
"Bu ne diyor Cihangir?" Bu tepki annemden.
"Oğlum..." Bu tepki halamdan ancak benden bir tepki gelmedi. Belki de asıl tepkim buydu, susmak.
"Gidelim Roya," diyen Cihangir'in eli bana uzandı ancak tutmasına izin vermedim. Veremedim. Çektim kolumu kendime doğru. Gözlerim bir ona bir Mizgin'e gidip geldi. Hani olur ya bazen insana; boğazına kadar dolar takılır cümleler ama gücün yetmez onları savurmaya, bende tam olarak öyleydim. Savurmak istediğim sorular içimde hapsolmuştu. Başım omuzuma doğru hafifçe düştü. "Söyledikleri..." Dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.
"Roya," dedi ve tekrar uzandı bana.
Bir filim şeridi misali o gün döndü durdu kafamın içinde. Vuruluşum hastene ve Cihangir'in hiçbir sorun olmadığını söyleyen sözleri, hepsi döndü durdu. İnanmak istemedim. Ellerim titrerken Mizgin'e baktım. "Doğru mu?" Diye sorduğum oydu. "Ben," derken Cihangir'e döndürdüm yüzümü. Elim göğüsümün ortasında titriyordu. "Anne olamayacak mıyım?"
Cihangir'in gözleri yüzümde, ellerimde, saçlarımda gezindi. "Roya," dedi kızaran gözleriyle. "Konuşalım, lütfen."
"Neyi?" Dedim ağlak bir halde. "Bana söylediğin yalanı mı yoksa anne olamayacağımı mı?" Gözümden düşen yaş dudaklarıma misafir olurken gülümsemeye çalıştım. "Karar versene Cihangir Ağa? Hangisini konuşalım?"
"Eğer inanmazsan doktora görünebilirsin Roya'cım."
"Kes sesini!" Hiddetle bağırdı Cihangir, Mizgin'e doğru. "Bir kere daha o ağzını açarsan seni öldürürüm."
Yapardı. Karşımda duran Cihangir'in öfkesi, kızgınlığı o kadar çoktu ki bana bakarken yumuşamıyordu bile. Mizgin'in arkasına doğru yürüyen adamı gördüğümde şaşırmak artık yok olmuştu. Neye şaşıracağımı bilmez olmuştum. Bu adamı tanıyordum. Cihangir'le benim üzerimize araba farı yakmış ve tehditler savurmuştu... O gün, dün gibi gözümün önündeydi. Arslan Şahan'dı. Cihangir'in onu töreye vermek yerine birine, bilmediğim birine verdiği adamdı.
Ve o şuan tam karşımızda, Mizgin'in yanında durmuş pis gülüşüyle bize bakıyordu.
"Sen..." Cihangir'in kısık ses tonuyla ona baktım.
"Ben ya," dedi Arslan denen adam tek kaşını alayla havalandırıp gülerken. "Özlemedin mi beni Cihangir Ağa? Ben çok özledim seni." Ardından bir kahkaha attı.
"Babanın eteklerinden nasıl kurtuldun da karşımda duruyorsun Arslan Şahan?"
Arslan denen adamın yüzü kısa bir an bozguna uğrasa da hemen kendini düzeltti. "Evleneceğini duydum, böyle bir anı kaçıramazdım." Güldü yine. "Biliyorsun düğünleri çok severim."
"Ağabey," diyen Mizgin, Arslan'ın koluna geçirdi ince, uzun parmaklarını. "Ortada bir düğün kalmadı gibi." Bana baktığında gözlerindeki saf nefreti öyle derin hissettim ki midemi bulandırdı. "Kim ona bir evlat vermeyecek biriyle evlenir ki?"
Tam o an Cihangir'in eli beline gitti ve hiç tereddüt etmeden silahını çekip havaya bir el ateş etti. Beklemediğimden dolayı irkilip geriye atıldım.
"Bir daha o ağzını açarsan ikinci kurşun kafanı dağıtır."
Mizgin'in gözle görülür korkusu Arslan'ın onu geriye çekmesiyle yok oldu. Cihangir'in şaka yapmadığını biliyordum. Cihangir asla yalan söylemezdi...
Şey...
Yani, bana söylemiş olsa bile.
Benim gitmem gerekiyordu.
Benim acilen doktora görünmem gerekiyordu.
Cihangir bana yalan söylemez ki...
Ben ona çok güveniyorum.
Ben herkesi yok edip onu koydum evime, kalbime, önüme.
Tüm duygularımla ona sığındım ben.
O benim sığınağım.
Sığınağım başıma yıkılmazdı demi?
"Cihangir..." Diye seslendim onlarda olan gözleri anında bana dönerken. "Götür beni." Yine sana sığınıyorum Cihangir. "Lütfen."
Bu bir istek değil, ihtiyaçtı.
Bunu bekliyormuş gibi anında silahı beline yerleştirip ışıldayan gözlerle elime uzandı fakat tutacak cesaretim yoktu. Eli aramızda asılı kaldığında ağır ağır yutkundu eli yanına düşerken. Arkasındaki Araf'la gözlerimiz kesiştiğinde bana acıyan gözleri görmek beni dumara uğrattı. Ben acınacak bir hâlde değildim ki... Ona bir çift sözümün olmasını istedim. Son bir çift söz ancak buna bile değmezdi.
Arkamı dönüp yürürken annemleri de es geçip arabaya binmek için kapıyı açtım. Tam bineceğim vakit Cihangir'in ardından bağıran Arslan'la birkaç saniye durdum.
"Ne demiştim hatırlıyor musun Cihnangir ağa? 'Mutluluğu sana haram kılacağım' demiştim. Senin yaptıkların yanına kalmayacak. Evlensen bile asla baba olamayacaksın. Bu bile yeter mutsuz olmana. Okuldayken baba hayalleri kuran sen hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceksin." Kahkaha attı. "Neydi ya," düşünür gibi yaptı. "Kızın olursa Firuze koyacaktın demi öyle demiştin bir ara?"
Baba hayalleri... İçinde benimde olduğum ama asla olmayacağı.
Boğazıma takılan yumru öyle büyüktü ki daha fazla dayanamadım kapıyı açtığım gibi kendimi yolcu koltuğuna bıraktım. Cihangir sabır çekip gülümsedi. "Eğer yaşarsan bunu beraber bir daha konuşuruz Arslan Şahan."
Cihangir arabaya bindi. Cihangir arabayı çalıştırdı. Cihangir bana baktı. Cihangir sessizliğe sığınan beni izledi. Cihangir kimseyi umursamadan oradan uzaklaştırdı bizi. Cihangir... Cihangir bana yalan söyledi.
Nereye gidiyor olduğumuz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Nereye sürükleniyordum bilmiyordum.
Benimle konuşmak için kaç kez dudakları aralandı ancak benim buz ifadem onu engellemişti. Ne konuşacaktık? İnkar etmeyecek kadar doğrulamıştı olanları.
Titreyen ellerim herşeyin başladığı yere geldiğimi gördüğümde karnıma yaslandı. Yarama bastırdım ellerimi. Yine çınar ağacındaydım ama bu sefer bambaşka bir şekilde, yıkılacağını bilmeyerek değil yıkılmış bir şekilde.
"Roya..."
"Şhh," dedim ellerim kulaklarıma giderken. "Sessiz ol lütfen." Güldüm. "Herşeyin başladığı ve buna şahit olan çınar ağacı bir kez daha mutsuzluğuma şahit oluyor."
"Özür dilerim, yemin ederim böyle olsun istemezdim." Sertçe yutkundum ona kızmak ve susmasını söylemek istesem de içimdeki merak eden taraf buna engel oldu. "Sana söylemek istedim ama bu acıyı kaldıramazdın Roya."
Acı acı güldüm. "Bu kaldırmış halim mi?"
"O zaman psikolojik olarak daha kötüydün. En uygun zamanda-"
"Anne olamayacağını öğrenmek psikoloji dinlemiyor Cihnangir." Kaşlarımı çattım. "Hangi kadın için böyle bir şeyin uygun zamanı olur ki?" Nefesimi verdim. "Hâlâ inanmıyorum, inanmak istemiyorum." Boğazıma takılan düğümler gittikçe çoğalıyordu.
Ona döndüm, acıyla parçalanmış gözleri kısıldı bana bakarken. Dudakları bir parça aralanmış her an bir şey söyleyecekmiş gibi. Saçları dağılmış bir eli direksiyonda bir eli koltuk kenarında öylece bana bakarken bu mutlu günde yaşadığım bu ana inanamadım bir kez daha.
Güldüm.
"Mutluyduk." Dedim sesin benden çıktığından şüpheli bir tonda.
"Yine oluruz."
"Baba olmayacaksın." Fısıltılıydı sesim. Bu gerçek bir kurşun misali beynime saplanmıştı.
"Sen ol yeter." Dedi ve ben bir kez daha öldüm. Göz yaşım yanaklarıma doğru uzun şeritler çizerek yol alıp çeneme ulaştığında anında elini uzattı ancak dokunmadan yüzümü çevirip engel oldum. "Benim olmam hiçbir şeyi değiştirmez ki." Sessizce kendi kendime konuştum. "Hastaneye götürür müsün beni?"
"Beni dinlemeyecek kadar mı..."
"Dinlemeye bir şey bırakmadığın için olabilir."
"Eyvallah."
Gülümsedim. Aklıma okuduğum bir kitaptan gelen alıntı ile daha çok ağlayasım geldi. "Eyvallah bizden."
Arabayı çalıştırdı ve bana oldukça uzun gelen yolu yarım saat içinde bitirip hastanenin önünde durdu. Elleri direksiyonda başı önde nefeslendi önce. "Öğrendiğimde sana söylemek istedim ama dayanamazdın Roya. Onca acıdan sonra bu çok ağır gelirdi. Kaç defa söylemek için kendimi zorlasamda diyemedim, demedim."
"Merak ettiğim bir şey var. Eğer bugün öğrenmeseydim bana ne zaman gerçeği söyleyecektin Cihnangir."
Arkamızda çalan kornaları umursamadan konuştu. "Evlendikten sonra."
Gerçekten kabus falan mı görüyordum çünkü Cihnangir'in asla yapmayacağı şeyleri yapmasının başka bir açıklaması olamazdı.
Boğazıma takılan yumruları yutkunarak geçiştirmeye çalıştım. "Ben görememişim."
"Neyi?"
"Seni öyle kusursuz bir şekilde almışım ki benliğime kusurlu olduğunu görmemişim. Senin kusurun bencil olman."
"Senden vazgeçmeyeceğim. Geç buldum erken kaybetmeye de niyetim yok." Kendinden emindi. Ben de ondan emindim. Beni bırakmazdı. Geç bulmuştuk çünkü birbirimizi.
"Benimle gelmene gerek yok." Dedikten sonra kapıyı bir hışımla açıp kendimi dışarıya attım. Hastaneye doğru yürürken arkama bakmamak için kendimi öyle çok kastım ki titreyen dizlerim beni zorlamaya başlamıştı bile. Nihayet hastaneye gitmiş, sıra almış ve muane edilmek üzere sedyenin üzerine uzanmıştım.
Karnıma sürülen jelden sonra gözlerimi yumdum. Doktorun iyi şeyler söylemesi için dua ettim ancak öyle olmadı.
"Rahminiz... Hasarı çok fazla, alınmaması büyük bir başarı. Bunu söylemek inanın her doktor için çok zor ancak normal şekilde de, tüp tedavisinde de hamile kalmanız imkânsız görünüyor rahminiz bir bebeği taşıyamaz çok üzgünüm."
İmkânsız.
Anne olamayacağım.
Bu haksızlık olmadı mı?
Bu bana haksızlık olmadı mı?
"Evlenme teklifi aldım. Biraz önce isteme gecesi için elbise almaya gidecektim." Dedim gözlerimi açıp doktorun kırışmış yüz hatlarına bakıp. "Şimdi ise anne..."
Omuzumu sıvazladı. "Üzgünüm kızım, bu genç yaşta böylesine bir yükü taşımanı inan istemezdim ancak bazen insan kaderin önüne geçemiyor."
Öyleydi tabii.
Teşekkür edip apar topar çıktım hastaneden.
Yürüdüm.
Yürüdüm.
Kalbim sıkıştı. Öyle çok yandı ki canım gözümden düşen sessiz yakarışlar yaktı tenimi.
Bir duvara tutundum. Tam kayıp düşecekken tutuldum sevdiğim adam tarafından. Kokusu önce sindi her bir yanıma daha sonra kolları sardı güçsüz düşen bedenimi. Beni kucağına alıp duvar kenarına oturdu. "Özür dilerim delâlamın."
"İmkânsız dedi doktor." Göğüsüne başımı gömdüm. "Anne olmayacağım Cihangir."
"Özür dilerim."
"Ben neler yaşadım Cihangir. Neler neler oldu ama bu... Bu çok acı. Ben her yükü taşıdım ama buna gücüm yok."
Yoktu.
Annem tarafından sevilmedim. Sevdiğim sandığım adam tarafından seçilmedim. Başka birine zorla verilmek istendim. Kaçırıldım. Kaçtım. Vuruldum. Annem bana hamile iken tecavüze uğradı, haykırışlarını dinledim. Kurban edilen babama ağladım. Sonra...
Sonra aşık oldum ve topladığı güvenimi yerle bir iyieden bir şey daha öğrendim.
Anne olamayacağımı.
Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarım içerisinde geri çekilmek istedim ama beni sıkı sıkı tutan kolları bunu engelledi. "Bırak beni!"
"Bırakmam."
Kollarında debelendim. "Bırak beni diyorum sana! Bırak!" Geri çekilip göğüsüne doğru savurdum ellrrimi. "Seni affetmeyeceğim! Sen bana yalan söyledin!"
Her zaman dimdik duran omuzları düştü.
"Sana güvendim! Sana çok güvendim!" Güvenmiştim. Çok güvenmiştim Allah'ım. "Nasıl yaparsın bunu ya!" Bir kez daha ellerim savruldu göğüsüne. "Baba... Baba olmayacağını bile bile nasıl benimle evlenmek istersin!"
Ellerimi sol eliyle tutup sağ eliyle yüzümü kendisine doğru kaldırdı. "Ben seni istiyorum." Alev misali yanan bakışları yüzümün her santiminde debelendi durdu. "Seni istiyorum Roya. Ben bir tek seni istiyorum."
"Bencilsin." Dedim bir kez daha kavradığım gerçekle.
"Bencilim." Derin bir soluk çekti. "Bırak bencil olayım."
"Bunu asla kabul etmem." Yüzümü ellerinin arasından çekip elimi kurtarmak amacıyla geriye çekilmeye çalıştım ama izin vermedi. Gözlerine bakmam için bir eli belimi bulunca dalgalanan yüreğimle baktım gözlerine. "Kabul et. Bir kez de sen bencil ol."
Başımı iki yana hayır dercesine salladım. "Benim anne olma hakkım elimden alınmış olsa da senin baba olma hakkını elinden alamam. Ben, bencil olamam." Gülümsedim titrekçe kıvrıldı dudaklarım iki yana doğru. "O kadar kolay değil bu Cihangir. Senin düşündüğün kadar kolay değil."
Baktı bana.
Uzun sayılacak bir süre baktı.
Kabullendi belki de.
Ya da gerçekle karşılaştı.
Kendisini benden çekerek birkaç adım uzaklaştı. "Hayır," dedi.
"Evet," dedim.
"Gideceksin."
Ona yaklaştım. "Gideceğim."
Yaklaştı bana doğru tekrardan. "Bulurum."
O beni çekmeden kendimi yasladım göğüsüne doğru. "Bulma. Lütfen bulma Cihangir. Seni bırakmak zor olsa da bazen gitmek gerekir. Ben herşeyle yaşarım ancak bununla yaşayamam." Yutkundum acıyla. Göz yaşlarım teker teker akarken kollarımı kaldırıp sardım bedenine. "Seni çok seviyorum. Seni çok seviyorum." Kokusunu içime çektim. Sarıp sarmaladım. "Seni seviyorum."
Bir adam ağlarsa ve bu adam Cihangir Atabeyoğlu'ysa dünya birkaç dakikalığına zamanı yitirirdi. "Zaman veriyorum sana. Benden kurtulduğunu sanma. Ben senden asla vazgeçmem." Saçlarımı koklayarak öptü. "Asla vazgeçmem."
Saç diplerimdeki ıslaklık ömrümden gün çaldı. Art arda öptü. "Bulacağım ve asla bırakmayacağım seni."
Sustum. Ne diyebilirim ki... Belki bencildim. Belki değil kesin bencil olsam da sırf seviyorum diye, beni seviyor diye onun baba olma hakkını elinden alamazdım. Dışarda bir babayla çocuğu birlikte gördüğünde hissedeceği duyguların ağırlığını taşıyamazdım.
Ben o kadar güçlü değilim.
Hiç değilim.
Allah'ım... Ben onu sana emanet ediyorum.
* * Bir yıl sonra *
Elimde kalem ve küçük not defteriyle gelen müşterileri karşılamak için yerimden ayrılacağım vakit iş arkadaşım Büşra'nın dirseğimi tutmasıyla yerimde birkaç saniyeliğine durup yüzümü ona doğru çevirdim.
"Royaa, Allah aşkına ben gideyim mi?"
Güldüm. "Neden," diye sorarken gözlerimi gelen müşterilere çevirdim. göz ucuyla onları süzerken oldukça genç olan yakışıklı sayılacak kişilerle karşılaşınca gülüşüm büyüdü. "Haa," dedim anlayan bir ifadeyle. "çapkınlık saati diyorsun?"
Koluma vurdu sahte bir sinirle. "Ya Roya! Öyle şey mi olur canım arkadaşım ben sen yorulma diye söyledim."
"Bende yedim."
Şımarık bir gülüş sergiledi. "Yemiş gibi yapsan olmuyor mu?"
Omuz silktim. "Düşünmem gerekiyor."
Sarı saçlarını açarken ofladı. "Aşk olsun ya bir müşterinin lafı mı olur demen gereken noktada senin bir hakem misali uzatmalarını dinliyorum!"
Daha fazla sinirlendirmeden yerime oturdum geri. "Tamam tamam git, acıdım."
"Teşekkür ederim bebeğim." Öpücük atarak uzaklaşırken önümde beliren Emre'nin uzattığı kahveyi teşekkür ederek aldım. Alırken o kadar dikkat etmiştim ki elim yanlışlıkla olsa bile değsin istememiştim. Emre bu halime dalga geçercesine gülüp mutfak bölümüne geçerken omuz silktim.
O'na ihanet edermişim gibi geliyordu.
O'na.
Adını söyleyemediğim adama. Yürek yangınıma.
Sahi kaç gün, ay olmuştu. Telefonumdan tarihe baktığımda bugünle birlikte bir yılı tamamladığım gerçeğiyle buruk bir tebessüm oluştu yüzümde. Tam tamına on iki ay... Onsuz geçen koca koskocaman aylar. Beni eve götürüşü ailem ile vedalaşmam ve sırf o daha fazla acı çekmemek için eve gelmemesi havalimanında beni uzaktan izlemesi ve benim akacak göz yaşımın tükenişleri gözlerimin önünden bir filim şeridi misali geçti.
*Geçen ilk ikinci aydan bir gün *
Elimde kitap dışarda yağan yağmuru izlerken ev arkadaşım Burcunun kek yaparken çalan müziğine eşlik ediyordum istemeden.
"Elbet bir gün buluşacağız Bu böyle yarım kalmayacak.
İkimizin de saçları ak Öyle durup bakışacağız."
Şarkılar bizi söyler olmuş Cihangir. Biz saçlarımıza ak düşünce mi kavuşacağız. Ben çok özledim seni. Elimi göğüsüme götürdüm, orda sıkışıp duran acının tarifi yoktu. "Çok özledim. Çok özledim ama gelemiyorum Cihangir."
Geçen zamanda o kadar çok düşünmüştüm ki... En mantıklı kararın bu olduğunun artık farkındaydım ama bazenleri keşke Cihangir'in dediği gibi bir kez bende bencil olsaydım diyorum. Sadece bazenleri...
Geçen zamanda hiç karşıma çıkmamıştı. Hiç.
Belki de nerde olduğumu bilmiyordu.
Telefonumun zil sesi kulaklarımı çınlatmaya başladığında düşüncelerim bir sis bulutu misali dağıldı. Ekranda bilinmeyen bir numara vardı.
Bilinmeyeni bildiğim bir numara.
Dizimin üzerinde duran kitap yerle buluştuğunda kendime geldim. Hiç yapmamam gerekeni yaptım; açtım telefonu.
Bekledim.
Bekledim.
Nefesini hissettiğimde göz yaşlarımın kilidi kırıldı.
"Roya'm..."
Bedenim öyle bir titredi ki telefon tutan elim uyuştu.
Bir hıçkırık. Bin hıçkırık. "Dayanamıyorum Roya."
Bir hıçkırık daha. "Özlüyorum seni."
Bu sefer ben hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Mutfaktan koşarak gelen Burcu'yu göz yaşlarımın ardından bulanık bir şekilde gördüm. Elimde telefonla ona baktım. Sessiz olması için elimi uzattım, anladı hemen ve üzgün bir şekilde geri gitti.
"Hayır hayır, ağlama. Ağlama dayanamam."
Konuşmak istedim ama yapamadım.
Hissetmiş gibi ağlarken güldü. "Şşhh sakın konuşma. Konuşursan kapına dayanırım."
Gel kelimesi dilimin ucunda bir köz misali durdu yaktı canımı.
"Biliyorum hata yaptım söylememekle ama korktum Roya. Allah kahretsin ki korktuğum başıma geldi!" Öfkeli sesine kırılan birkaç eşya sesi eşlik ettiğinde avcumu dudaklarıma bastırdım. Omuzlarım ağladığımdan dolayı sarsılıyordu. "Gittin Roya! Ben gitme istedim. Ben gidersin diye korktum!" Ağladı. Göğüsümün içinde yanan ateş harlandı. "Sen yanımda olmadıkça ben yaşadığımın farkında değilim ki..."
"Ci-Cihangir."
"Deme, deme! Öyle deme Roya! Öyle deme! Ağlayarak adımı söyleme!"
"İkimize de acı çektiriyorsun." Heceleye heceleye çıktı cümle dudaklarımdan.
"Ne yapayım? Söyle, yardımcı ol bana. Telefon numaranı bulduğumda aramamak için kaç gün kendime çektirdim biliyor musun? Arama dedim, arama Cihangir bırak kafasını toplasın ama olmuyor ki. Ben dağılıyorum. Ben çok dağıldım Roya."
"Cihangir..."
İç çekti. "Beni toparlasana Roya."
"Yapma. Zaten zor daha da zorlaştırma.
"Sen yapıyorsun Roya. Yeterince acı çekmedin mi? Çekmedik mi?"
Çektik Cihangir, çok çektik ancak bu daha zor günler görmememiz için.
Hiç inanmadığım inanmak istemediğim cümleyi öylece söylerken geleceği düşünmemiştim. "Unutursun... Belki."
"Ne? Unutmak mı? Unutmak öyle mi? Kafayı yesem bile aklımdan silinmeyecek tek şey sensin Roya, ne unutması?" Kocaman bir kahkaha attı ağlayışlarla. "Bence yeterince düşündün sen, değil mi?" Kendi sorusunu kendisi cevapladı. "Evet, evet." Derin bir soluk aldık ikimiz aynı anda. "Hazırlan Roya Karadağ Cihangir seni almaya geliyor. Bitsin bu acı ızdırap ne sen yan ne de ben." Dedi ve yüzüme telefonu kapattı.
O gece.
O gece sabaha kadar bekledim.
Geçen bir hafta boyunca uyumayıp bekledim ama Cihangir gelmedi.
Ne aradı ne de geldi.
Sadece bir mesaj attı.
Bugünlere gelmemi sağlayan bir mesaj.
"Numaranı değiştir, adresini de. Bir kez daha bencil oldum."
*
Daldığım yerden Büşra'nın adımı seslenmesiyle çıkarken. Gözümden ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşlarımı hızla sildim. Ona dönüp baktığımda kaşlarını çatmış arkama baktığını ve bana da göstermeye çalıştığını gördüm. Arkamı dönüp baktığımda beklemediğim adamı görmek tüylerimi diken diken etti.
"Sen?"
"Konuşmamız gerek, lütfen."
* Bölüm sonu * Ayy bitti bilemiyorum içime şimdi gibi de sinmedi gibi de bölüm:/ daha çok acı çektirip öyle zaman atlaması yapacaktım da kıyamadım. Nasıldı? Gelen kim sizce? Yeni bölüm cuma günü gelece :)
|
0% |