@tanvakti108
|
Selamm! Bölümü okumadan önce vote vermeyi unutmuyoruz değil mi? Instagram: gmze_cllk hesabımı takip ederek hikâye alıntılardan haberdar olabilirsiniz. Keyifli okumalar! 4.Bölüm
Hayatım avuçlarımdan akıp gitmeden önce toparlamam gereken noktadaydım. Artık çok geç dememek için çabalıyordum ve bu çabam boşu boşuna olmayacaktı. Her yanımı saran tozlu acılar, gönlümü besleyen umut ile sarsıldı. Bana meydan okuyan bakışlar, bedenimde büyük bir gezintiye çıkmıştı. Ortamda oluşan sessizlik ise büyük bir deprem oluşturuyordu yüreğimde. Nasıl bir oyunun içinde düştüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yusuf Ağa'nın bu sakinliği de normal değildi. Normal olan bir hiçbir şey yoktu zaten. Gözlerimi birkaç kez yumup açtıktan sonra bostanını yere vuran ağaya baktım. Kaşları öfke ile çatılmış dudakları zehrini salmak adına aralanıp kapanıyordu. Yaşlı insanlar sevilirdi oysa. Bakışlarının hedefi ayakta duran Yusuf Ağa ile benim aramda gezinip duruyordu. "Sen ne dediğini bilmezsin Yusuf! Konu bu kadın olsa dahi burada olması yanlıştır!" Bayan demediği için şükür ettim. Yusuf bir adımda önüme geçti. Gölgesinin üzerime düşüşü nefessiz kalmama yetmişti bile. Uzun bedeni koruma kalkanı gibi önümdeydi. "Ağa, Beşer Ağa." Bastırdığı kelimeleri, tüyler ürpertici bir etki yaratmıştı üzerimde. "Yusuf değil, Yusuf Ağa diyeceksiniz." Kaşlarım alnıma doğru uzandı. Adının Beşer olduğunu öğrendiğim ağa Yusuf Ağa'ya ters bir şekilde baktı. "Amcan ile düzün konuş Yusuf!" Dedi oturan ağlardan biri. Gözlerim irileşti. Öğrendiğim bu bilgi beni gerçekten şaşırtmıştı. Beşer Ağa'nın, Yusuf Ağa'nın amcası olması neden beni bu kadar şaşırttığını bilmiyorum belki de ona karşı sert üslûpla konuştuğundandı. Yusuf'un omuzları sarsıldığında güldüğünü anladım. Konuşan ağaya bir şey demedi. Sessiz kaldı ancak diğerleri sessiz kalmayacaklardı. "Roya, gel kızım." Diye seslenen, Araf'ın babası Mehmet amca ile derin bir soluk aldım. Avuçlarıma saklanan parmaklarımı usul usul açtım. Beni kızı gibi gören bu adam benim için çok değerliydi. Siyah çakmak gözleri bana Araf'ı andırırken içim bir kez daha acıdı. "Sen ne dersin Mehmet Ağa! Onun buraya oturma hakkı yoktur!" "Çok meraklıydım zaten yanınıza oturmaya!" Diye öfke ile püskürdüm. Kendimi tutamadım, tutmam gerekirdi lâkin olmamıştı işte. Söz ağızdan bir kez çıkmıştı. Hiçte pişman değildim. Şaşkın ve öfkeli bakışların üzerime düşüşü ile çenemi dikleştirdim. "Roya," diye uyaran İdo amcam ile dudaklarım sinirle titredi. "Ne oldu amca? Birkaç yaşlı adam ağa sıfatı adı altında toplanmış, benim hayatımın kararını veriyor!" Hepsinin üzerinde bakışlarımı gezdirdim. "Hiç birinizin hakkı yok bunda!" "Bu nasıl bir kendini bilmezliktir İdo Ağa? Siz kızlarını-," diyerek devam etmeye çalışan bir ağanın sözlerini amcam İdo kesti: "söyleyeceklerini tartarak konuş Mahmut Ağa." Diye yerinden kalkan amcamdı ve bu inanılmazdı. Tamam, hakkını yememek lazım amcam ilk defa bana böyle bir şey yapıyordu fakat bu yaptığından daha kötü ne olabilirdi ki başka? Bir adım geride olduğum aklıma gelince öne doğru adım atarak Yusuf Ağa ile aynı hizaya geldim. Bakışlarının ağırlığı üzerime çökse de onunla göz göze gelmek istemiyor oluşumdan konuşan ağalardan bakışlarımı çekmedim. Bir şey söylemiyordu Yusuf Ağa, sadece izliyordu. "İdo Ağa, senin yeğenin töreye yeni adet mi çıkaracak? Onu de hele, öyle hareket edelim." Diyen Kerim Ağa'yla beraber gözlerimi sinirle devirdim. Ortamdaki hava gittikçe daha da kötü bir hal alacaktı bunu ön görebiliyordum. "Benim yeğenimin yaptığı seni ilgilendirmez!" Kerim Ağa alayla güldü. "Ondan mı toplandık. Yeğenini Yusuf Agir Ağa'nın gelini olmasını söyleyen sen, şimdi de iyi amca rolüne mi giriyorsun?" Dudaklarından çıkan alaylı sözlerin benim hayatıma yağan bir gerçek oluşuyla sarsıldım. "Ne!?" Dudaklarımdan kopan haykırışla Gözlerim acıyla doldu. Sendelemem diyen ben sendelemiştim. Parmak buğumlarım bembeyaz kesildi. Gözlerim Mehmet amca ile kesiştiğinde nefes almam da zorlandığımı anladım. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Acımasızca sarf edilen sözler kafamın içinde dönüp duruyordu. Beni... Nasıl... Başımı iki yana salladım. Durmadan yaptığım bu hareket isayanımın ilk halkasıydı. Hayır... Araf'tan başkası ile olmazdı. "Ağalar! Roya benim gelinimdir! Araf'ım ile sözlenecek iken vefat eden Emine ana için ertelendi!" Ayağa kalkmış yanıma gelen Mehmet amcayı Yusuf Ağa engel olmuştu. Tam önümde durmuş bana yaklaşmasını engellemişti. "Çekil Yusuf Ağa!" Diye kükreyen Mehmet amcayı belki de ilk defa bu kadar darmadağın görüyordum. "İdo Ağa kardeşini istedi diye sen benim gelinime göz koyacak kadar şerefsiz miydin oğul!" Yumruk yemiş gibi kasıldım. Bu sözler bomba etkisi yaratmış, çekilen silahlara da öncülük etmişti. Yusuf Ağa Mehmet amcaya doğrulttuğu silah ile boğazıma dizilen hıçkırıklarım sessiz gözyaşına dönerek yanağıma usulca akmaya başladı. Yusuf Ağa'nın dolgun dudakları aralandı, kaşları kalktı. Öfke yüzüne öyle bir sinmişti ki karşısında dağ olsa yıkacak gibi duruyordu ve karşısında duran Mehmet Ağa, dağ gibi biriydi "Sözlerini geri al Mehmet Ağa! Benim istediğim kişi daha bekardır! Ne yüzük vardır ortada da ne de başka bir şey!" Duygusuz sözleri göğüs kafesimi yararak yüreğimi avuçları arasına sıkıştırdı. "Sevda var lan ortada! Sevda var!" Duyduğum sesle arkama şaşkınlıkla döndüm. Haykırarak avluya giriş yapan, Araf'tan başkası değildi. Şaşkındım. Gözlerim iri iri açılmıştı. Araf, sapasağlam bir şekilde konağa giriş yapmış tam karşımızda duruyordu. Gözleri kıpkırmızıydı, omuzları düşmüş giydiği siyah takım elbisenin içinde dağınık görünüyordu. Yutkunmaya çalıştım ancak bunu bile beceremedim. Yusuf Ağa'ya diktiği gözleri yanında duran bana kayınca onunla göz göze geldim. Bakışlarındaki güçsüzdü ve ben ona sarılıp güç vermek istedim. Gözlerinden gözlerime akan özlem çok fazlaydı. Elinde tuttuğu silahın kabzasını daha sıkı tuttu. Bedenimi tarayan gözlerinin hasar tespiti yaptığını biliyordum. Bedenimde dolanan gözleri tekrar gözlerime ulaştığında dudaklarımı 'iyiyim' diye kıpırdattım. Aldığı cevap ile yükselip inen göğüsündeki rahatlamayla yutkundum. Ona sarılmak istiyorum. Bakışlarını benden çekti. Güzel yüzüne iç geçirerek baktım. Dudaklarının ucunda kabuk tutmuş bir yara vardı. Sağ gözünün altındaki morluk ise kendini belli ediyordu. "Ben sevdayı falan bilmem Araf Ağa!" Diyerek bağırdı Yusuf Ağa. Yanında olduğum için irkildim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hırlar gibi alıp verdiği nefes beni korkutuyordu. Ortamdaki gerginliğin üzerine avluya giriş yapan ağabeyim Şerwanla Rizgâr gördükleri ortam ile silahlarını çekmişlerdi bile. Yüreğime salınan kaybetme korkusuyla titredim. Burada olmam onları zor duruma sokmuş olmalıydı. Göz yaşlarım yanaklarımı ıslatıyordu. Rizgâr ağabeyimin bakışları bana döndüğünde yutkundu. Dimdik omuzları hafif bir çöküntü yaşadı beni görünce. "Roya..." Diye mırıldandı. Gözleri 'neden geldin' dercesine kısıldı. "İdo Ağa, kızım karşılığında Roya bizim gelinimiz olacaktır, indirin silahları Bozbey konağında kan istemem!" Konuşmak için dudaklarımı araladığım an ağabeyimin 'hayır' anlamında kalkan kaşları ile diyeceklerimi yutarak bekledim. "Şiyar Ağa! Size verecek kardeşim yoktur! İdo amcamın kızı vardır, Sedat'tın yaptığı hatanın kurbanı kardeşim olmasına müsamaha göstermiyorum!" Sedat ağabey ne yapmıştı böyle? Bozbey kızına mı göz koymuştu? Ne yapmıştı? Şerwan ağabeyime bakan Araf, baş selamı vererek bana döndüğünde nefesim kesilir gibi oldu. "Gel buraya delâlamın," diyen Rizgâr ağabeyim ile titreyen dizlerimi harekete geçirerek gitmeye yeltendiğimde Yusuf Ağa'nın sözleri üzerine attığım bir adımla kaldım. "Bir adım daha atarsan kan gölüne döner burası." Başımı çevirerek ona baktım. Bana bakmıyor Mehmet amcaya bakıyordu. Ona baktığımı hissettiği için başını bana doğru çevirdiğinde dudaklarımı araladım. "Eğer burada kalırsam senin kanın üzerime sıçrar Yusuf Ağa. Benim yerim burası değil ve sen de bana emir verecek kişi değilsin!" Ölüm konusu sol tarafımda bir sancı yaratırken göz yaşlarım artık durdurulamaz bir hâle gelmişti. Burnumu çekerek bana tuhaf bir şekilde bakan Yusuf Ağa'dan gözlerimi çektim. "Ağalar ortada iki can söz konusu. Yusuf Ağa ile Roya Karadağ evlenecek yoksa Sedat ile Delâl ölecekler!" "Kim ölüyorsa ölsün! Eğer ben Bozbey aşiretine gelin olursam ben öleceğim!" Dedim bağırarak. "Arag Ağa'ya da Rojin Sarıkaya istenilecektir! Törenin kararı budur!" Sözlerimi duymazdan gelmeleriyle dişlerimi alt dudağıma sertçe geçirdim. En yaşlıları olan Mevlüt Ağa bastonunu yere vurup ayağa kalkmıştı. Söylediklerinin içimde oluşturduğu kasırgadan haberi yoktu. Alabora olan duygularımdan bihaber söyledikleri bir kez daha sendelememe neden olmuştu. Rojin ile... "Törenizin canı cehenneme! Bir iki cahilin oluşturduğu töre adlı yargı mahkemesine itimadım yoktur benim! Ben ne canımı veririm size ne de ruhumu!" Bağırarak söylediklerimden sonra birkaç adımda ağabeyim Şerwan'a ulaştım. Boyuna atlayıp derin bir soluk aldığımda bu yaşananların da kabus olmasını diledim. Belimi saran tek kolu ve saçlarıma bastırdığı dudakları beni güvende hissettiriyordu. "Şşhh sakın ağlama delâlamın. Ben seni kimseye yem etmem, gerekirse ölürüm." Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Ölme ağabey babam gibi sen de ölme." Boynundan derin bir soluk aldım. Sırtımda hissettiğim delici bakışlar tüylerimi diken diken etmişti. Başımı Şerwan ağabeyimin göğüsünden ayırıp Araf'a baktım. Dolu gözleri ile karşılaştığımda boğazını temizleyerek boş olan elini öne doğru biraz uzatarak açtı. Gözlerim ağabeyime dediğinde başımı 'evet' anlamında salladı. Alev alev yanan yüreğimi de kendim ile birlikte alarak Araf'a doğru adımladım. Titreyen elimin ayasını pantolonuma sürttüm. Bakışlarının yoğunluğu konuşan ağalara sağır etmişti beni. Sadece o ve ben varmış gibiydi. Uzanıp elini sımsıkı tuttum. Baş parmağı elimin üstünü okşadı. Ellerinin sıcaklığı ellerimin soğukluğuna ilaçtı. Kalbim onun tutuşu ile nefeslendi. "Benim sevdam kimsenin kurbanı değildir. Biz bu karara da töreye de karşı geliyoruz! Öldürecek misiniz? Eyvallah!" "Araf Ağa!" Diyen Yusuf Ağa'nın silahı bu sefer bize dönmüştü. "Bana bak Yusuf Ağa! Benim sevdam sana ağır gelir dedim!" Diyen Araf'a daha da yaklaştım. "Bırak o eli!" Dediğinde Araf'a baktım. "Sıkıysa gel bıraktır!" Dediğinde gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Bize doğru gelen Yusuf Ağa ile korkuyla Araf'ın elini sıktım. Ağabeyim Rizgâr, Yusuf Ağa'nın önüne geçerek ona engel olurken Şerwan ağabeyim de bizim gitmemiz için koruma kalkanı oluşturmuştu. Yanıma gelip alnıma dudaklarını bastırdığında titriyordum. Olanları aklım almıyordu artık. "Sakın dönmeyin!" Saçlarımdan derin bir nefes aldı. Onu görmeme korkusu saran bedenim zangır zangır titriyordu. "Çekil aradan Rizgâr Ağa!" Gözlerim yolunu kaybetmiş gibi kimde duracağını bilmiyordu. Aralık dudaklarımı kapatıp dilimle ıslattım. Ağabeyim bir elini belime sararak beni sardığında Araf'ın eli hâlâ elimdeydi. "Seni seviyorum delâlamın." "Ağabey..." Dedim ne yapacağımı bilmez bir hâlde. "Kardeşim sana emanet," dedi soğukkanlılıkla Şerwan ağabeyim. Araf başını öne doğru salladı. "Emanetin canımdır." Ağabeyim başını eğerek Araf'ın beni götürmesini izlemekle kaldı tıpkı diğer ağalar gibi. "Araf Ağa, bu yaptığın ölümdür!" Diye bağıran Mevlüt Ağa'nın sözleri ile merdivenlerin ikinci basamağında durduk. Araf arkasına bakmadan, "Sevda ölüm demek zaten ağalar tabii siz bunu nereden bileceksiniz!" Gökyüzüne sıkılan silahlar ile ufak bir çığlık attım. Araf tekrar beni yürütmeye başladığında olan bitenin hala etkisindeydim. Doğru düzgün düşünemiyordum. Bu olanların ise bir açıklaması yoktu. Dışarı çıktığımızda hazırlanan arabaya beni yerleştiren Araf'ın dudakları saçlarımı buldu. "Bitti evinâmın." Dedi hızlı aldığı nefesler arasından. Kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçtiğinde bittiğine inandım. Bitmişti. Ya da bu daha bir başlangıçtı... Urfa'dan çıkmadan bittiğine inanacak gibi değildim. Ama Araf bitti demişti. Araba Bozbey konağını ardında bırakırken tuttuğum hıçkırıklarım da büyük bir acı ile arabanın içini dolduramaya başladı. Özlem, o özlemi kamçılayan kırılmışlıklar boğazımdaki hıçkırıkları susturamıyordu. Dar sokakları geçerken Araf sessizdi. Arabada hıçkırıklarım sessiz iç çekişmelere döndüğünde nihayet sessizlikte yok olmuştu. "Roya, güzelim..." Yan yanaydık. Gözlerine bakmaya korkuyordum. Ağlamaktan kızarmış olduğunu bildiğim gözlerimi ağır ağır Araf'ın yakışıklı yüzüne çevirdim. Dalgalanan çene kaslarından dolgun dudaklarına yol haritası çizerken nefesimi tutmuştum. İki gün içinde yüzündeki kirli sakallar haşin çenesini sarmıştı. Kara gözlerindeki özlem dudaklarımın titremesine neden oldu. Çatık kaşlarından kızgın olduğu anlaşıyordu. Sürekli yana doğru taranan saçları dağılmıştı. "Bitti işte. Ağlama, canımı acıtma evinâmın." ikimizde özleme kavruluyorduk. Bakışlarımı önüme düşürdüm. Ara sokaklardan geçerken bundan sonrasını düşünmeyi yasaklamıştım kendime. Düşünme dedim kendime, oldu bitti düşünme. Elime değen sıcaklıkla bakışlarımı Araf'a çevirdim. "Korkma." "Korkmuyorum." Dedim kısık bir tonla. Aklım Sedat ağabeyin ve İdo amcamın yaptığı gelince boğuluyor gibi oluyordum. Uzanıp pencereyi açacağım an buna Araf'ın eli engel oldu. Ona baktım. "Açma, üşürsün." "Yüreğimde bir yangın var Araf," baş parmağı avuç ayamı sevdi. "O ateş nasıl sönecek? Bu olanlara bir anlam vermem ben. Sedat ağabey ne yaptı? Benim hiçbir şeyden haberim yok." Dedim güçsüz sesimle. "Ben, seni de babam gibi kaybetmekten çok korktum." Söylediklerimle derin bir iç çekti. Eli elimden uzaklaşıp el frenine gitti. Ani fren ile araba sarsıldı. Öne doğru gidecektim ki kolunu uzatıp buna engel oldu. Şaşkınlıkla Araf'a baktım. Elini uzatıp ensemi kavradığı gibi beni göğüsüne çekmesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Burnuma dolan sigaraya bulanmış parfüm kokusu, genzimi yakarak ciğerlerime doldu. Derin derin soldum kokusundan. Ellerim sırtını buldu. Rengimin attığını hissediyordum. Karnıma ağrı girmişti. Gözlerim yine buğulanmıştı. "Buradayım. Sen de ben de dönen o oyunda kazanan olduk anladın mı? İdo amcanın ne yaptığını anlamıyorum." Dudaklarını açık gerdanıma bastırdı. Kirli sakallarının oluşturduğu hissi özlemiştim. "Tek bildiğim çok pis bir oyunun dönüyor olması Roya." "Beni bırakma sakın Araf." Dedim akan göz yaşlarımla yalvararak. Kulağımın arkasına dudaklarını bastırıp derin bir soluk aldı. "Urfa şahit olsun ki seni bırakırsam yüreğime sıkar bu toprağa gömerim kendimi." Yüzümü avuçları arasına aldı. Akan gözyaşlarımı parmaklarıyla sildi usulca. "Deme öyle, " dedim titreyen sesimle. Alnını alnıma yasladı, "öyle evinâmın, öyle." Kafamı iki yana salladım. "İlk defa, bugün senin gözlerindeki korkuya şahit oldum. Beni kaybetmekten kortun. Ben en son annemin gözlerinde görmüştüm o korkuyu. Benim hayatımda bir annem ikincisi sen. İkinci defa bir kadının gözyaşları canımı yakıyor." Hıçkırıklarla ağlıyordum artık. "İçime öyle bir sızmışsın ki büsbütün sen olmuşum. Bana güven istiyorum. Kimse güvenmesin sadece sen güven." "Güveniyorum," dedim. Gözlerini kapattı derin bir nefes çekti. Ona doğru yaklaştım iyice. "Şimdi benimle kendi isteğinle gelmek istiyor musun Roya? Sen kendi kararlarını alacak kadınsın. Benimle gelir misin?" Bir de soruyor muydu? Hâlâ kapalı gözlerine uzanıp uzun uzun öptüm. Rahat bir nefes verince geri çekildim. Gözlerini birden açtı, yutkundu. Ardından beni çekip alnıma dudaklarını bastırdı. "Söz veriyorum istemediğin hiçbir şeyin olmasına izin vermeyeceğim. Şimdi gitmemiz lazım, bizi bulmak için aramaya çıkmışlardır bile." Bu gerçeğin varoluşu can sıkıyordu. Geriye doğru çekilerek sırtımı koltuğa yasladım. Önüme gelen saçlarımı arkaya atıp göz yaşlarımı yavaşça sildim. Herşey güzel olacak. Araf bana son bir bakış atıp arabayı ilerletmeye başladığında yüzümü ona doğru çevirdim. Yüzünde gizleyemediği bir rahatlamanın varlığı dudaklarındaki kıvrılmadan belliydi. Onunla gitmeme olasılığımın oluşunu düşünmüş olması yutkunmama neden oldu. Gözleri iri iri açılıp acı bir fren sesi ile durduğunda bu kez beni tutamamış sertçe başımı ön kaputa çarpmıştım. Sarsılarak duran araba ve bana seslenen Araf ile acı içinde gözlerimi açtım. Araf'a baktığımda anlamadığım cümleler kuruyordu. Elim refleksifle alnıma gitti. Parmaklarıma bulaşan sıvının kan olduğunu bulanık gözlerle görünce acıyla inledim. "Evinâmın!" Gözlerim ön cama doğru kaydı. Etrafı saran arabalar vardı. Gözlerim kapanıyordu açmak için zorladığımda önümüzü kesen arabanın ön kapısı açıldığını, bulanık bir şekilde gördüm. "Araf, bul-buldular bizi."diye inleyerek konuştum. Ensemden tutan Araf'ın sıcak eli buz kesmişti. Herşey daha yeni başlamıştı bile. Aklıma dank eden gerçekle sarsıldım. Bozbey konağından çıkmak kolay değildi orası bir ağa eviydi ve Bozbey ailesi ister ise biz oradan çıkardık. Açılan kapının ardından çıkan heybetli vücut, Yusuf Agir Ağa'nındı. Bize yine bir oyun oynamıştı. Bizimle farenin kediye oynaması gibi oynuyordu. Bulmuştu bizi. Araf'ın elini tutmaya, dudaklarımı aralamaya çalıştım ancak kapanan gözlerimle bunu başaramadım. 'Beni bırakma Araf.' Bölüm sonu 🥀 |
0% |