Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@tanvakti108

Selamm! Bölüme geçmeden önce vote vermeyi unutmuyoruz değil mi?

Instagram: gmze_cllk

Can Ozan - Sar bu şehri

Keyifli okumalar! <3

 

5.Bölüm

 

Nefes nefese gözlerimi doğrularak açtım. Zaman kavramını kaybederek etrafıma bilinçsiz bakışlarla baktığımda nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bulanık gözlerimi kırpıştırdım ve derin bir nefes aldım. Elim, ağrıyan başıma gitti. Başımda feci bir ağrı vardı. Alınımdaki şişkinliğin sebebini parmağımla anlamaya çalıştım. Yara bandı gibiydi bunu anlayabiliyordum. Uzandığım büyük yatağı görmem ile korku ile üzerime örtülen kalın, yumuşak dokulu yorganı atarak yataktan kalktım. Ben... Ben en son... Araf!

Araf!

Hayır, hayır!

Gözlerim korku ile açıldı. En son olanların bir bir aklıma hücum etmesi ile bocalayarak sendeledim. Elimle yatak başlığından destek alırken kalp ritimlerim inanılmaz hızlıydı; öyle ki sağ elimi sol göğüsüme bastırdım. Sakin olmalıyım. Evet, sakin olmalıyım. Araf beni buraya getirdi. Evet büyük ihtimalle öyleydi. Dilim tutulmuş nedensizce parmak uçlarım karıncalanmaya başlamıştı.

Sakin kalmalıydım ama biliyordum ki bu saatten sonra sakin kalmak en zoruydu.

Yine de kendimi kasmadan, korkutmadan durmalıydım.

 

Etrafıma baktım. Orta büyüklükte bir odaydı ancak odanın ilerisinde Amerikan tarzı bir mutfak bulunuyordu. Küçük bir ev gibiydi. Görünen pencereden gördüğüm çam ağaçları ile nefes alış verişlerim göğüsümü yaracak şekilde hızlandı. Araf değilse ya buraya getiren beni? Etrafımda ise yarayacak bir şeyler görmek adına odanın ortasına doğru sessiz adımlarla yürüdüm ancak etrafta hiçbir şey yoktu. Mutfağa gittim. Kahverengi dolapları sessiz olmayan çalışarak açmaya başladım. Sağdaki, ikinci rafta bulduğum bıçaklardan bir tanesini elime aldım. Gözlerim buğulanmıştı bile.

 

Yusuf Ağa'dan kaçıp kaçamadığımı bilmiyordum. Yusuf Ağa'nın en son önümüzü kestiğini hatırlıyordum. Araf'ın bizi oradan kurtarmasını diliyordum. Her şeye rağmen kendimi güvende tutacak bir şeylerin olması beni iyi hissettirirdi. Bıçağın siyah sapını avucuma iyice yerleştirdim. Dış kapıya doğru yürüdüm. Temkinliydim ve açacağım kapının ardında karşılaşmak istediğim tek kişi Araf'tı. Kapıyı açmak için uzandığım da duyduğum kilit sesi ile nefesini tuttum. Kapının gıcırdayarak açılması ile gözlerim büyüdü. Arkaya doğru adımladım ve açılan kapıdan görünen siyah botların sahibine usulca baktım.

 

Karşılaştığım ela gözlerle dudaklarım aralandı. Aralık kapıda başı, hafif eğik bir şekilde altan bakışlarla bana bakan kişi Araf değildi.

 

Yusuf Agir Bozbey!

 

Bana bakan gözleri gözlerimden usul usul avucumda sımsıkı tuttuğum bıçağa kaydı. Bıçağı gören gözlerinde geçen pırıltı tedirginliğimi harladı. Yutkundum. Bıçakta olan gözlerini tekrar bana döndürdü. Aralık kapıyı tamamen açıp bedeninin içeriye soktuğunda geriye doğru bir adım daha attım. Heybetli bedeni karşısında çenemi dikleştirdim.

 

"Çocukların bıçakla oynamaması gerektiğini bilmiyor musun?" Dedi tek kaşını kaldırıp.

 

Ne saçmaladığı hakkında birkaç saniyelik duraksamadan sonra aralık, kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Sen utanmıyor musun bir çocukla zorla evlenmeye?" Güldüm beli belirsiz. Gevşeyen yüzü ciddiyetine dönerken bende hiç olmadığım kadar kendimdeydim. "Şu bıçağı elime almama sebep olduğun için utanmıyor musun? Beni kaçırmaya hiç mi utanmıyorsun?" Sorularım isyandı. Sustu. "Cevap ver bana Yusuf Ağa!" Diye çığlığa yakın bağırdım. Bakışları yüzümden bir saniye bile ayrılmadı. Ela gözlerinden geçen duyguların karmaşası yüreğime de bir karmaşa ekliyordu. Uzun saçlarının alnına dökülmüş olması ve sağ gözüne mesken tutulması onunla olan bakışlarımızı etkilemiyordu. Eliyle arkasındaki kapıyı kapatarak sırtını bana döndü.

 

Sırtına bakarken cesaretli olduğunu anladım. Ben, elimde bıçakla karşısındayken o, ona zarar verip vermeyeceğimi bilmeden sırtını dönmüştü bana. Ya çok cesaretliydi ya da aptaldı! Kapının kilitlenme sesi ile nefesimi tuttum.

 

"Ne yapıyorsun sen!?" Diye bağırdım. Beni duymazdan gelerek anahtarı çevirerek çıkardı. Çıkardığı anahtarla bana döndü. Kaşlarımı yukarı kaldırıp indirirken elimdeki bıçağı öne doğru birazcık uzattım. "Ne yapacaksın bana! Sen beni nasıl kaçırırsın!" Bağırmam onu etkilemiyordu.

"Bağırma," dedi ve bana doğru bir adım attı.

"Yaklaşma bana!" Derken korkudan titriyordum. Korkum sadece onunla olmaktan değildi. Araf'a bir şey yapma düşüncesi dönüp duruyordu kafamın içinde. Olmamıştır. Ona bir şey olmamıştır ki...

Bir anda kolumu kavradı ve elimdeki bıçağın düşmesini sağlayacak şekilde kolumu sarsarak avuç içiyle dirseğimi büktü. Korkarak aramıza düşen bıçağa baktım. Kolumdaki acıyla yerdeki başımı kaldırdım. Sert ifadesi yerli yerindeydi. Ela gözlerinin yanında, kaşına yakın beli belirsiz bir çizik vardı.

"Araf'ı da mı tutsak ediyorsun? O nerede? Ağabeylerim bunu hesabına sana çok fena ödetecek, şimdi bırak kolumu!" Sesimin titreyeceğini sanırken güçlü çıkmasıyla alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Söylediklerimle kolumu biraz daha sıkı tuttu.

 

"Bana bak Karadağ kızı!" dedi dişlerini sıkarak.

 

Ayaklarımın dibine düşmüş bıçağa basarak ona yaklaştım. Başımı, uzun boyundan dolayı yukarı kaldırarak, "baktım! N'oldu?!" Diye bağırdım. Yusuf Ağa'nın böyle biri olduğunu hiç düşünmemiştim. Duyduklarım ile gördüklerim arasında dağlar kadar fark vardı. Gözünle, kulağınla duymadığına inanma derlerdi ve bu gerçekten çok doğruydu.

 

Sert yüzü biraz daha sertleşti. Kolumdaki baskı biraz gevşemişti. Yusuf Ağa gözlerini kapattı ve birkaç saniye öyle durdu. Kapalı gözlerinin ardından iyi gibi görünen bu adam kötü kalpliydi. Gevşek tuttuğu kolumu hızla kendime çekerek birkaç adım uzaklaştım sınırından. Ne yapacak diye beklerken gözlerini sakinlikle açarak ağzının içinde birşeyler geveledi. İşaret parmağını bana doğru uzattı. "Bir daha O'nun adını ağzına almayacaksın!"

 

Onun adını ağzıma almamak mı? Delirmişti bu adam! Ben Araf'ı kalbime almışım ağzımdan mı düşürecektim? Tek kaşımı kavisle kaldırdım. "Araf'ın mı?"

Araf'ımın mı?

Benim Araf'ım.

Benim sevdam.

"Bana bak!" Dedi bağırarak. Sesini duyunca tekrar 'baktım' dememek için zor tuttum kendimi. "Duymadın herhalde beni! Ya da anlamakta zorluk çekiyorsun, çekiyorsunuz!" Dedikten sonra iki büyük adımda yanıma, dibime kadar girdi.

 

Ela gözlerindeki öfke ile gözlerimde ki öfkenin sesi olsaydı, burasını cayır cayır yakmıştı.

Titreyen bedenim ve hızı katbe kat hızlı atan ritimleri göğüsümü dövüyordu. Aramızdaki gerilim gözle görülürdü. Kirli sakallarının süslediği çehresi kasılmış elmacık kemiklerini ortaya sermişti. Korkuyor olsam da ona belli etmeye hiç niyetim yoktu. Dibimde oluşu pahalı parfüm kokusuna sinmiş ağır sigarayı yine burnuma çalmış, ciğerlerime hükümetmişti.

"Sen artık bir Karadağ kızı değil Bozbey gelini sayılırsın! Ağzından çıkana da, hareketlerine de dikkat edeceksin! O'nun adını da bir daha anmayacaksın!" Kükreyerek söyledikleri acıyla yutkunmama sebep oldu.

Milimlik mesafemizi de yok ederek dudaklarımı araladım. "Dilimi dağlasan da, yüreğime sıksan da ben Bozbey gelini değil, Araf'ın gelini olacağım Yusuf Ağa. Sen de bunu o kıt, buz tutmuş yüreğine kazı!"

 

Söylediklerimin onu sarsacağını veyahut bana bir şey yapacağını sanırken sert ve yenilmez yüz ifadesi hiç değişmeden sadece bakmakla kaldı. Gözlerim yanında yumruk yaptığı eline kaydı, sıktığı elinin üzerinde belirginleşen damarları ve yüzü içimi gıcırdatatırken onu bu denli sinirlendirmiş olmam bile beni oldukça keyiflelendirmişti. "Ne dilini dağlarım ne de yüreğine sıkarım Karadağ kızı." Benden uzaklaştında anlamsızca ona baktım. Yüzüme gelen saç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırırken Yusuf Ağa geri geri dış kapıya doğru yürüdü. Attığı adımların sesleri içimdeki acıyı fitiliyordu. "Sen istemesen de hem dilinden hemde yüreğinden silinecek Araf." Burnundan sert bir nefes çekti. "Bu benim değil, senin kendi isteğinle olacak." Dedikten sonra cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. Dışarı çıkmadan önce omuzumun üstünden bana baktı. "Yiyecek bir şeyler alıp geliyorum rahat dur, beni yorma." Kapıyı kapatıp kilitlediğinde düşüncelerim ile beraber tek başıma kaldım.

 

Boşluğa düşmüş gibi.

Kaybolmuş duygularımla yetim, Araf'sız öksüz kalmış gibi.

Boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımı tutmaya çalışırken gözlerimden boşalan yaşları durduramıyordum. Gözlerimden dökülen yaşlarla beraber arkamda kalan yatağın üzerine usulca çöktüm. Akmasın bu yaşlar! Akmasın işte! Elimi bacağımda, kolumda gezdirdim. Sakin kalmaya çalışıyordum tutarlı tutarsız hareketlerimle. Titreyen ellerimle önüme dökülen saçları geriye taradım.

Araf'ı unutmazdım. Unutamam. Neler döndüğünü bilmiyorum fakat bu bilmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Amcam İdo'nun bunu nasıl yaptığını, neden yaptığını anlamıyorum. Ya peki Yâde Rozan? O da biliyordu... Peki neden? Neden ortada bir şey yokken yanan ben, biz oluyorduk?

Kalbime nakış nakış işlenmiş Araf'ı silmeye güçlerinin yeteneğine mi inanıyorlardı? Evet, amcamla Yâde Rozan, Mehmet amcayı sevmezlerdi hatta bize karşı ilk çıkan onlardı ancak söz vermişlerdi ki... Ben onları ikna ettiğimi sanırken onlar benim arkamdan derin bir çukur eşmiş, beni de o çukura gözü kapalı itmişlerdi.

 

Yumruklarımı sıktım. Dudaklarımı ısırmaktan damağıma ulaşan kan tadıyla acıyla yutkundum. Gözlerimi kapıdan pencereye doğru çevirdim. Ayağa kalkıp pencereye doğru yaklaştım. Dışarıda iki araba ve yirmiye yakın adam vardı. Kapıdan adım atsam da bu adamları geçmek zordu.

 

Kaçamayacağım galiba...

Hayır Roya, sen istediğin herşeyi yaparsın! Güçlü kal.

Geriye doğru gitmeden önce Yusuf'u gördüm. Arabanın ön camından korumayla konuşuyordu. Kaşları çatıktı. Hızlı hızlı konuşurken arada nefesleniyor yanındaki adama eliyle bir şeyler gösteriyordu. Gösterdiği yeri göremiyordum ancak tahminen elinden kaçmamam için tedbirler alıyordu. Uzun boylu koruma bir iki şey söyledikten sonra başı ile selam verip uzaklaşınca Yusuf eliyle arabanın camına usulca vurup arabayı çalıştırdı. Bir iki saniyelik zaman diliminde başı benim olduğum tarafa döndüğü gibi kendimi geriye çektim. Onu izlerken yakalanmak en son isteyeceğim şeydi.

 

Çalışan motor sesinin git gide uzaklaştığını duyunca pencereye usulca yaklaştım. Dışarı baktığım an Yusuf'un bindiği arabanın yerli yerinde olduğunu görmem sonucu gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Bir kolu camdan sarkmış, sarkan elinde sigara tutuyordu. Başımı iyice kaldırdığımda bana bakan gözleriyle selamlaştı gözlerim. Kısık gözleri bu anı bekliyormuş gibi bana odaklıydı. Yaşadığım anın sıcaklığıyla dudaklarım birbirine sürtündü. Yusuf Ağa'nın dudakları benim şaşkınlığımla yukarı doğru kıvrıldı.

Kendimi geri çekmem gerekiyordu.

Çektim.

Kendimi ışık hızı ile geriye çekerek yatağa oturdum. Kalbim, ritimlerini şaşmıştı. Derin derin soluklar alıp verdim. Duyduğum korna sesi ile oturduğum yatağın pikesine tırnaklarımı bastırdım. Benimle oyun oynuyordu ve ben de saf gibi onun oyununa dahil olmuştum!

Elbet kurtulacaktım buradan! Ama ondan önce Araf'a bir şey olup olmadığını öğrenmem gerekiyordu. Başımı, ellerimin arasına alıp ofladım. Adar ile ben töreye karşı gelip o konaktan çıkarak ölüm fermanına imza atmıştık. Aklıma üşüşen kötü düşünceleri başımı iki yana sallayarak geçirmeye çalıştım.

Eğer Araf'ın kılına zarar gelirse Urfa'nın üstünde taş, bizi ayırmaya çalışanların bedeninde kalp bırakmam!

Bunu yaparım ben bir hanımağaydım!

Ben Roya Karadağ'ım.

En önemlisi de ben, bir kadındım!

***

 

Uzandığım yatak rahattı ancak ruhumun rahat olmadığından tenime batan iğnelerin ucu canımı acıtıyordu. Gece olmak üzereydi. Kaç saattir buradayım bilmiyorum. Gözlerimi kapattım. Duyduğum tıkırtı sesleri ile gözlerimi açtım. Yanlış duyup duymadığımı bilmiyorum lâkin ismimi söyleyen biri vardı. Yatakta hızla doğruldum. Yusuf daha gelmemişti, açlığın verdiği his ile midem bulanıyordu. Mideme su haricinde hiçbir şey girmemişti. Yiyecek durumda değildim de zaten.

"Hanım ağam?"

Hızlı adımlarla kapıya yaklaştım. "Kimsin?" Diye sordum. Boğazımın kuruluğunu geçirmek adına yutkunup kapının anahtar deliğinden bakmaya çalıştım. Bir şey görmemekle beraber başımı kapı koluna vurmam ile kısık bir küfürle başımı kaldırdım.

"Ben Araf Ağa'nın adamı Celil. Sizi buradan kaçırmaya geldim." Duyduğum her kelime ile gözlerime dalga dalga süzülen umut ışıklarıyla nefeslendim. Celil diye bir adamın varlığını hatırlıyordum. Yüzüme yayılan buruk gülümsemeyle beraber, "Araf iyi mi? O nasıl? Beni nasıl çıkaracaksın buradan?" Diye hızlı hızlı sordum.

Onu çok merak ediyorum.

İyi olup olmadığı deli gibi merak ediyorum.

"Araf Ağa iyi hanım ağam. Sizi birkaç dakika içinde buradan çıkaracağım kapının yanından ayrılmayın yeter." Dedi kalın sesiyle.

Başımı o görmesede aşağı yukarı salladım. "Tamam, tamam," dedim tedirgin bir sesle. Acaba bunlar beni salak yerine mi koyuyordu? Buradan elimi kolumu sallaya tabii ki de çıkamazdım. Geriye doğru çekilerek kapının açılmasını bekledim. Kapıyı zorluyordu. Kapıdan çıkan gıcırdama sesi kulağımı tırmalarken bir 'tak' sesiyle kapı aralandı.

 

Aralanan kapı tamamen açıldığında içeri giren soğuk rüzgârla titredim. Gözlerim yabancı kahvelerle kesiştiğinde bunun bir oyun olduğunu anladım. Celil az çok hatırlıyordum. Araf bazen' yaşlı kurt'a otur artık evde desem de durmuyor' diye bahsederdi. Çaktırmamak adına üst dudağımı kıvırırken sahte bir endişe ile, "Adamlar var nasıl gideceğiz ki biz?" Diye sordum. Adının Celil olduğunu söyleyen adam heybetli vücuduyla geriye çekilip benim dışarı çıkmam adına elini uzattı. "Merak etmeyin Roya hanım adamların hepsi derin uykuda." Korku vardı elbet. Nereye götürüleceğim ve Yusuf'tan kaçarken daha beter birine denk gelmekte korkutuyordu beni.

 

Gözlerimi kısarak gülümsedim. "Araf'a gideceğiz değil mi?" Başı güven verircesine eğildi. "Ağam sizi bekliyor."

Başımı sallayıp tedirginlikle dışarı adımladım. Rüzgârdan dolayı saçlarım uçuşup sırtımı usul usul dövüyordu. Ormanda olan bu kulübe şehrin tepesindeydi. Burası Urfa değildi!

Urfa da değildim!

Celil kulübenin önündeki merdivenleri hızlı hızlı inerken ben olduğum yerde, gördüğüm gerçeklerle yüzleşiyordum. Gözlerim anında doldu. Salak gibi ağlayacak mıydım yoksa? Hayır! Hayır ağlamak falan yoktu! Kendine gel Roya!

Burnumu çekerek bakışlarımı taşlı yolda durmuş arabanın yanına giden Celil'i buldu. Merdivenlerden telaşsız bir şekilde inerek ona doğru gitmeye başladım. Kulübenin etrafındaki adamların boyu boyunca yerde görmek beni korkutmuştu. "Merak etmeyin sadece uyku ilacı içtiler," dedi Celil adamlara olan bakışlarımı fark ederek. Bunu duymak içime serin su serpmişti. Benim yüzümden kimseye zarar gelmesini istemiyorum.

"Telefonunu kullanabilir miyim?" Diye sordum o, sürücü kapısını açmışken. Bakışlarını gözlerime sabitlediğinde, eli cebine gidiyordu. Bu sakinliği ve ağır hareketleri iyi bilirdim. Gözlerini gözlerimden ayırmıyor, yüzünde mimik oynamıyordu. Gözlerim, parlayan silah kabzasıyla kısıldığında yüzümde ister istemez bir gülüş yerleşmişti. O, önce davranmadan ileriye doğru atılıp sağ ayağımla tekmeyi karnına geçirdim. İki büklüm bir hâlde şaşkınlıkla solduğunda, "Şerefsiz!" Diye çığlık attım. Sırtı arabayla birleştiğinde siyah deri kemerine sıkıştırdığı silahı çekip bir saniye bile beklemeden ensesine sertçe geçirdim. "Geri zekalı! Mal! Mal!" Reflekslerim oldukça iyiydi. Şerwan ağabeyim sağ olsun, bana çok şey öğretmişti. Celil arabaya sürtünerek yere düştüğünde nefes nefese kalmıştım.

"Yok yok! Bunlar beni hafife aldı kesin! Bir de Araf'ın adını kirletiyor şerefsiz!" Bayılmış iri cüssesine tekme geçirdim bir kez daha. Ona doğru eğilip cebini yokladım. Siyah kabanının içindeki telefonu alırken yüzümde bir gülüş peyda olmuştu. Parmaklarımın arasında tuttuğum telefonla bakışmamı kesip elinde tuttuğu araba anahtarını da aldıktan sonra tatlı olduğunu umduğum sesimle, "Sağol ahbap! Ahmaklığın işime yaradı." Dedim.

Ayağımla onu ittirip düşürdükten sonra zaman kaybetmeden sürücü koltuğuna geçtim. Telefonun açma düşmesine bastığımda gördüğüm şifre ile gözlerimi sinirle kapatıp telefonu dışarıya fırlattım. Bir şey de istediğim gibi olsa şaşırdım zaten. Sakin olmaya çalıştım. Buradan kurtulup Araf'a kavuşma düşüncesi heyecanlanmama neden olmuştu.

 

Arabayı çalıştırıp bilmediğim yolda ilerlemeye başladım.

Her şey güzel olacaktı.

Belki, belki canım yanacaktı. Belki kötü şeyler yaşayacağım ancak bunlar geçecek ve ben mutlu olmanın yolunu yine bulacaktım tıpkı her seferinde olduğu gibi.

Yine en iyi bildiğim şeyi yapıp kendi kendimi teselli ederek cesaret vermiştim. Biraz öncekine göre gerginliğimi, kötü düşüncelerimi bir kenara atmış bir nebze de olsa rahatlamıştım.

Daha mantıklı düşünecek, yaşananlardan kurtulacaktım.

Araba ıslak yoldan geçip birkaç kilometre uzaklıkta olan ilçeye yaklaşırken içimdeki rahatlama daha da artıyor ve heyecanla ellerimin titremesine sebep oluyordu. Şehre yaklaştığımda gördüğüm tabelayla çokta uzakta olmadığımızı anladım. Birecik ilçesinde bir yerdeydik. Buranın adını duymuş ve bir kez gelme fırsatı elde etmiştim. Yapacağım ilk şey telefon bulmak olacaktı.

Yanlız yaşadığım rahatlama karşıdan bana doğru gelen araçla yeniden yok olup gitmişti. Yusuf Ağa'nın arabası yüksek bir hızla bana doğru geliyordu. Parmaklarım direksiyonu daha sıkı tutu. Frende ve gazda olan ayaklarım ise kasılıp duruyordu. Gözlerimiz çakışınca yüzünde gözle görülür öfke dalgalanmasını yanımdaymış gibi hissettim.

Burnundan soluyordu. Elini kaldırıp bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Vitesi değiştirip gazın üstündeki ayağımı biraz daha bastım. Islak toprakta çıkan ses beni korkutsa da onun yanından geçmek için direksiyonu biraz kırdım. Yanından geçerken gözlerinin beni delip geçtiğini biliyordum. Araba sarsılarak ilerlerken eğimin olduğu yolda dengemi sağlamak için büyük bir uğraş içine girdim. Birkaç dakika da tekrar yola giriş yaptığımda terlemiştim. Yan aynadan gördüğüm Yusuf'un arabası u dönüşü yapıp arkama takılmıştı bile.

 

Biraz daha gaza bastım. Ondan kurtulmam gerekiyordu. İlçeye giriş yaptığımda önüme çıkan caddelere hızla giriş yaptım. İzimi böyle kaybedebilirdim belki. Lânet herif! Peşimi bırakmasa olmuyordu değil mi?

 

Yan aynadan geliyor mu diye kontrol ettim. Gelmediğini görünce dudaklarım kıvrıldı. Önüme dönmem ve frene basmam bir oldu. Acı fren sesi tüm sokağı inleti. Az kalsın kafa kafaya çarpışacaktık!

Mal mıydı bu herif!

Ahh! hayır hayır, bu tam bir dağ eşkıyasıydı!

Bana bakan gözlerine nefretle baktım. O kadar rahattı ki sigara bile içiyordu. Geri geri gitmek için hareketlendiğimde arkamda bir aracın daha durduğunu görmek tüm umutlarımın üzerine bolca kırgınlık boca etti. Dudaklarım titredi. Tekrar Yusuf'a baktım. Aşırı sakinlikle sigarasını biri ince biri orta kalınlıkta olan iki dudaklarının arasına sıkıştırıp kapıyı açtı.

Gözlerini birkaç saniye üzerimden çekse de arabadan indikten sonra tekrar bendeydi gözleri. Sigaradan bir nefes daha çekti. Yanakları çektiği dumanla gerilmiş, elmacık kemiklerinin sivriliğini ortaya sermişti.

Tam bitmemiş sigaranın izmaritini ayaklarının ucuna attı. Yanan izmariti suyla buluşup anında söndü. Celladım olmaya ant içmiş gibiydi Yusuf Ağa. Bana doğru gelerek oturduğum sürücü koltuğun kapısını açmaya çalıştı ancak içeriden kilitlediğim için açılmamıştı.

 

Camı iki kere tıklatı. "Aç şunu," sesi tehditkârdı.

 

Elimi uzatıp düğmeye bastım. İçeriye yayılan 'tık' sesiyle kapının kilidi açıldı. Kapımı açtığı an buram buram sigara kokusunu soludum istemeden. "İn arabadan," dedi.

"Hayır," dedim.

"Karadağ kızı, in şu arabadan yoksa ben seni indireceğim!" Diye bağırdı. Yüksek sesi beni yerimden kaldırırken ona ters ters bakıyordum.

İnip karşısında durduğumda boyuma lanet ettim. Ne olur du ki biraz daha uzun olsaydım! Bana üstten dik dik bakışlarına karşı ona biraz daha yaklaştım. "Ne bakıyorsun?" Diye sordum dilime dolanmış kızgınlık namelerle.

Başını biraz eğerek dudaklarını kıvırdı. "Gelinime."

Dudaklarında eğrelti duran 'gelinim' kelimesi midemi bulandırdı.

"Ben senin ne gelinin olacağım ne de başka bir şey! Bunu," parmağımla göğüsüne doğru üst üste birkaçkez vurdum. "Kalbine de, aklına da sok!"

Göğüsüne vurduğum parmaklarımı tuttu. Sıcak parmakları buz tutmuş parmaklarıma tutunduğu an büyük bir elektriklenme oldu. Hissettiğim bu akımı o da hissetmiş gibi gözlerimin içine baktı. "Ben seni aklıma koydum, kalbime de koyarım sen de bunu sok kafana."

Duyduklarımla geriye doğru hırsla çekildim. "Ya sen bir de okumuştun değil mi!? Seni istemeyen birini nasıl istiyorsun! Kalbimde biri var diyorum! Nasıl bir mideye sahipsin sen be!"

"Laflarına dikkat et!"

"Etmiyorum! Anladın mı? Etmiyorum!" Diye bağırdım. Sokağın ortasında etrafımızı saran adamlar umrumuzda değildi.

"Edeceksin!"

Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. "Neden? Söylesene ağam, neden? Neden ben! Neden başkası değil de ben!" Burnumu çekerek ellerimi iki yana doğru açtım. "Sen ağasın, senin etrafında onca dönen kız varken neden ben!"

"Berdel bu." Dedi sakinlikle. Gözlerini benden kaçırıyordu. Bir ağa gözlerini kaçırıyordu.

Siktiğimin berdeli!

Başımı gülerek iki yana salladım. Yalan söylüyordu. "Yalan söylüyorsun Yusuf Ağa. Berdel değil bu! Sizin yaptığınız berdel değil!" Artık durdurulamaz bir hâle gelmiştim. Öfke ile solup duruyordum. İçimde öyle bir şey vardı ki ağlasam, haykırsam içimdeki acıyı söndürmeye yetmezdi.

"Sakin ol!"

Karşı çıktım. "Olmam, sizin yaptığınız cinayet." Omuzlarımı düşürdüm. Başım eğilmişti. Göz yaşlarım damlalar halinde yanağımı geçerek ayak uçlarıma toplanıyordu. "Siz bizi öldüreceksiniz... Ruhumu öldüreceksiniz." Başımı kaldırdım. Çenesi kasılmıştı. Elalarına çalınmış kırmızılık, onun da canının yandığını gösterir miydi? Dudaklarını araladı, kapattı. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama aklına gelen bir şey onu durdurmuştu.

Uzanıp kolumu tuttuğunda güçsüz görünmemek için verdiğim çaba bir hıçkırıkla son buldu. Hıçkırık sesim aynı zamanda gök gürültülü yağmurun başlangıçı da oldu.

"Neden Yusuf Ağa, neden!?" Kolumu çekerek göğüsüne doğru yumruklarımı geçirdim. Sert göğüsü yumruklarımla bir milim bile kıpırdamadı. İki kolumdan sımsıkı tutulup soğuk arabaya yaslandırıldım.

"Çünkü!" Diye bağırdı. Alında belirmiş damarlar onu çok korkunç gösteriyordu. Nefesi ise yüzümde canlanmıştı. "Çünkü!" Dedi bir kez daha ancak kollarımı bırakıp arabanın tekerine tekme geçirmesiyle devamını getirmedi.

Bir, 'çünkü' kelimesine sığdırılan cümleler diline dolandı da, dudakları hükmü vermiş gibi aralanmadı.

Hıçkırdım.

Nefes nefese arabanın tekerine bir kez daha vurarak kolumdan tuttuğu gibi beni arabasına bindirdi.

Güçlü durmak ne zor işti öyle.

Ben güçlüydüm aslında...

Arkamda Araf vardı.

O, olmasa da güçlüydüm... Arkamda, babamın mezar taşı gölgesi vardı.

Kapanan kapı ile başımı cama yasladım. Hıçkırıklarım hala devam ediyordu. "Urfa'ya dönüyoruz." Dediğinde Yusuf Ağa, yaşlı gözlerim, ona döndü.

"Ne?" Diye sordum tarazlı sesimle.

"Burada kalmak için hiçbir sebep kalmadı." Bana baktı. Ela gözleri buğulanmıştı. Gözlerime birkaç saniye baktıktan sonra önüne dönerek arabayı çalıştırdı.

Hiçbir sebep kalmadı derken neyi kastettiğini anlamamıştım.

Bölüm sonu 🥀

 

Bittiii! Bölüm nasıldı? Siz bu bölümü okurken ben diğer bölümü yazmaya başladım bile. (:

Hiçbir sebep kalmadı derken Yusuf Ağa neyi kastetti sizce?

Araf sizce şuan nerede?

Bölümü sevdiyseniz bir kalp alabilir miyim? <3

Sizleri seviyorum<3

Loading...
0%