@tanvakti108
|
Selamm! Oy ve yorum atamayı unutmuyoruz sizin her oy ve yorumunuz benim daha hızlı bölüm yazmam demek. Hirai Zerdüş - Ben bilmezdim renkleri
7.Bölüm Ölüm, insanı korkutan bir kelimeydi. Kimine kurtuluş, kimine kaybedişti. Araf Ağa için ise ölmek bir kurtuluştu. Mecburi bir kurtuluş. Başka çaresi yokmuşçasına yüreğine sıktığı silahla boylu boyunca uzanıyordu şimdi soğuk betonda. Beton bile utanıyordu Araf'ın böyle yerde kanlar içinde olmasına... Araf Ağa'nın evliliği bir cenaze yeriydi. Gerçekten öyle de olmuştu. Bir yas yeri... İnsanlardan yükselen ağıt ve çığlıklar hiçbir şeyi değiştiremezdi. "Oğlum!" Diye feryat eden Mehmet Ağa gördüklerine dayanamıyordu. Bir babanın yüreği sökülmüştü. Araf, sadece kendine değil babasının da yüreğine sıkmış gibiydi. İçindeki acı anlatılır gibi değildi. Bir iki adım sadece atabilmişti. Dizlerinde derman kalmamış, çekilmişti. Eliyle sol tarafını tutup dizleri üzerine düştüğünde bir yangın daha başlamıştı avluda. Mehmet Ağa'nın yüreği evladını kanlar içindeki cansız bedenini görmeye dayanamamıştı. Gözlerinden akan yaşlarda boğuluyordu. Besmele çeken dudakları bembeyaz kesilmişti. Yere yan bir şekilde düştüğünde avluda bulunanlar nereye koşacaklarını bilmiyorlardı. Şimdi... Şimdi o herşeyi bilmiş töre bu durumu değiştirebilir mi? Şimdi bu kararı veren o ağalar başlarını dimdik tutabilecekler miydi? Şüphesiz tutarlar. Onlar bu acıyı nereden bilebilirlerdi ki! "Hayır! Hayır!" Diye bağıran bir sevda kalmıştı ortada. Roya Karadağ. Babası gibi sevdiği adamın da gözleri önünde kendisine kıyışına şahit oluyordu. Bu olmamalıydı. Ellerini göğüsüne doğru sertçe vurdu. Üst üste vurdu yüreğine. Dudakları ne diyeceğini bilmez bir hâlde titriyordu. Gördüklerinin doğru olmaması için her şeyini veriridi. Fütursuzca avluda gezen bakışları tekrar Araf'ın bedenini bulunca boğazından boğuk bir çığlık yükseldi. Esen Rüzgâr, yağan yağmur Roya'nın çığlığıyla durulmuştu. Zihninde zehirli bir yılan misali dolanan cümle, sol yanına çok ağır geliyordu. Mahşere mi kalmıştı... Kalmasındı. Kalamazdı! Başını iki yana doğru salladı hissizce. Onu tutan büyük kollara yumruğunu geçirerek açmaya çalışırken, göz yaşları durmaksızın akıyordu. Öyle çok ağlıyordu ki avluda dönen ağıtlar yanında hiç oluyordu. "Bırak beni! Ağabey, ne olur bırak beni!" Ayakları sertçe yeri dövüyordu. "Beni bırakmazsın Araf! Ölmeyi yasaklıyorum sana!" Attığı çığlıklar yürek yakıyordu. Rizgâr kardeşinin acısını en derinde hisederken onu tutmaktan başka halta yaramadığı için kendisiyle ayrı bir kavgaya tutuşmuştu. Önceden bulabilseydi böyle bir şey olmazdı diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Ellerini döven küçüğüne sıkıca sarıldı. "Yapma delâlamın," diye kulağına doğru fısıldadı lâkin Roya'nın onu duyacağından emin değildi. Kız kardeşi kendinde değildi. "Ambulans çağırın! Ne duruyorsunuz!" Diye bağıran kişi Araf'ın arkadaşı Ali'ydi. Kardeşini kanlar içinde görmeye dayanmıyordu. Eliyle nabzını yoklamaya çalıştı ancak titreyen ve ağladığı için bulanık gören gözleri buna engel oluyordu. Araf'ın bedenini bacakları arasına almış hüngür hüngür ağlıyordu. "Dayan gardaşım! Dayan! Biri şu siktiğim arabasını getirsin!" "Mehmet Ağa!" "Yaraya bastırın!" Roya, Rizgâr'ın ellerinden sonunda kurtulup ileriye doğru atıldığında attığı adımla kaldı. Titreyen ayakları onu tutamamış yere sertçe çakılmasını sağlamıştı. "Araf uyan! Ali uyansın! Uyandırın onu!" Dizleri üstünde Araf'a yaklaştığında gördükleriyle ağlaması daha da şiddetleniyordu. Bedeni durmaksızın sarsılıyor dudaklarından kesik kesik çığlıklar semayı süslüyordu. Araf'ın kanlı gömleğine bir de hissizce yanında duran eline baktığında artık düşünemez hâle gelmişti. Hıçkırıklar arasında, "babam gibi yapma... Bırakma beni." Diyerek kesik kesik konuşması çoğu insanın ruhuna acı serpiştiriyordu. Titreyen elini, Araf'ın eline uzattığı an bir çığlık koptu en derinden. "Dokunma kocama!" Roya'nın elleri duyduklarıyla kaskatı kesilirken nefes alması da zorlaşmıştı. Bir el yüreğine geçmiş acısını deşiyordu. Gözlerini sesin sahibine, Rojin'e çevirdiğinde içinde birikmiş nefretle dudaklarını araladı. Yapacağının önüne geçilmez duvarlar öreceğini bilse de yapacağı şeyden hiç korkmuyordu. Öfke, acı, nefret o kadar benliğine işlenmişti ki ne yapacağını şaşırıyordu. Kendinden emin sesiyle; "Benim sevdama kocam demen için önce ölmem gerekir Rojin xanım!" Acıyla güldü. Aklını, fikrini, zikrini yitirmiş gibiydi. Herşey iyi giderken neyin nesini başaramamışlardı da bu olanlar reva görülmüştü kendilerine? Sevmişlerdi sadece. Lanet olsun ki çok sevmişlerdi birbirlerini! Yerde yatan Araf Hancıoğlu güzel sevmişti. Roya yerde yatan Araf Ağa'ya bakıp göz yaşları arasından gülümsedi. Uzanıp Araf'ın biraz uzağına düşmüş silahı aldığı gibi Rojin'e uzatan Roya, "Hükmü siz verirsiniz değil mi! Benim de hükmüm sevdama kocam diyen bu kadını vurmaktır!" Kadın kadına bunu yapar mıydı? Yanlış. Kadın kadına bunu yapmazdı ancak Rojin, Roya'ya en büyük kötülüğü yapmıştı. Avluda bulunan herkes gördükleriyle şaşkınlık nidaları dökerken Roya Karadağ hiç düşünmeden Rojin'in omuzunu hedef alarak tetiğe bastı. Silah sesi bir kez daha yürekleri dağlarken beyaz gelinlikler içindeki Rojin Sarıkaya acı içinde avlunun ortasına, "Yavrum!" Diye feryat eden Semih Ağa'nın kucağına düştü. Hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu, Roya bile. Roya içindeki yangınla başa çıkmaya çalışıyor ancak beceremiyordu. Bulanık gören gözleri, titreyen bedeni sıcak kollar tarafından sarılırken dudakları tek bir ismi fısıldayıp duruyordu. Araf... Her şeyi uzaktan izleyen Yusuf Agir Bozbey son olanla nutku tutulmuş bir şekilde Karadağ kızına bakıyordu. Güzel gözlerinden akan yaşların canını yakmaması gerekirken, canından can alınıyormuş gibi hissetmesi çok saçmaydı. Araf'ın yaptığı yetmezmiş gibi üstüne Roya'nın yaptığı işleri daha da zor kılarken kendinden emin, güçlü adımlarla herkesi aşıp Roya'nın yanına varmıştı. Ona engel olmak isteyen Karadağ erkeklerini engelleyen adamlarına kısa bir bakış atarak Roya'nın elindeki silahı alıp arkasında duran adamı Serdar'a uzatırken Araf ismiyle bayılan Roya'yı kucakladığı gibi ayağa kalktı. Derin bir nefes aldı. Kafasını kucağındaki Karadağ kızına eğdiğinde yutkunmakta zorluk çekti. İçinden, 'Böyle olmamalıydı' diye geçirse de bu olanların en büyük suçlularından biri de oydu. Rizgâr gördüklerini atlatamazken kardeşini götüren Yusuf Ağa ile hepten delirmişti. Yeni gelen Şerwan ise nereye bakacağını, ne yapacağını bilmez bir şekilde Roya'yı alan Bozbey'e ithafen, "Bırak onu Bozbey! Eğer kardeşimle berber bir adım daha atarsan buradan kimse sağ çıkmaz!" Diyerek bağırdığında Yusuf Ağa ona kısa bir bakış attı sadece. Yusuf Ağa'nın umursamazlığıyla çekilen silahlar, siren seslerine eşlik etmişti. Yusuf Agir Bozbey kucağında bembeyaz olmuş Karadağ kızıyla çekilen silahların arasından öyle bir geçmişti ki kimse ne olduğunu anlayamamıştı bile. Yazılan kader öyle bir yazılmıştı ki asla değişme söz konusu bile değildi. En acısı da; Araf Ağa kanlar içinde yatarken bile sevdasıyla bir araya gelemiyordu... 🥀 Donuk bakışlarım, hastane koridorunda sırtını duvara dayamış ağabeyim Rizgâr'a kayıp duruyordu. Siyah gömleğinin ilk üç düğmesi pervasızca açılmış, saçları dağınık bir şekilde alnına dökülmüştü. Onun içindeki karmaşayı hissediyor gibiydim. Heja tam karşıdaki odada doğum sancısı çekerken hiç kimse mutlu değildi. Oysa ne çok hayal etmiştim bu anı. Ailemize katılacak yeni üye için ne hazırlıklar yapmıştım. Derin bir nefes aldım. Kolumdaki serumdan rahatsız olduğumdan çıkarmak adına elimi uzattım ancak yanımda oturan Şerwan ağabeyimin büyük eli, elimi avucuna alarak buna engel oldu. Kırmızının en iç alıcı rengindeki dudakları aralandı, "N'pıyorsun?" Diye sorduğunda geriye doğru kendimi çekmemek adına zor durdurdum kendimi. Kimse dokunsun istemiyordum bana. Bedenim değil, ruhum istemiyordu. "Çıkarıyorum ağabey," dedim yaptığım şeyin normalliğini ona da anlatmak istercesine. Bana dolu gözleriyle baktı. Bu bakışları içimdeki acıyı dindirmiyordu. Ona kırgınım. İçimdeki küçük çocuk ağabeyime çok kırgındı. Gözlerimi gözlerinden çekerek tam karşımdaki doktor odasına baktım. Bakışlarının ağırlığı halâ üzerimdeydi. "Neden bana bakmıyorsun? Neden beni yalnız bıraktın ağabey? Yapılan sakinleştirici iğnelerin sonucunda mı yoksa Araf'ın başına gelenlerden mi hissizlik bedenimi sarmıştı bilmiyorum. Tek bildiğim büyük bir acının içinde kavrulduğumdu. Kaşlarım çatıldı. Elimi sıcak elinden çekip dizime yerleştirdiğimde Şerwan ağabeyimin huzursuzlukla oturduğu sandalyede kıpırdanışını göz ucuyla gördüm. "Roya?" Diye seslendi. Bakmadım. "Üç gündür tek bir kelime bile duymadık senden," iç çekti. "Konuş be delâlamın..." Oturduğum sandalyeden ağır ağır kalktım. Yanımdaki tekerlekli serum askısını tutup ilerlemeye başladım. Arkamdan derin bir oflama duydum. "Yine mi gideceksin oraya?" Diyen Şerwan ağabeyim önüme geçmişti bile. "Gitmene izin vermiyorum! Seni polise vermediler belki ama intikam için sana zarar verebilirler." Ben en büyük zararı aldım ağabey, inan bu zarardan daha büyüğü olamaz. "Şerwan! Rahat bırak Roya'yı." Dedi Rizgâr, hafif yüksek bir sesle. Şerwan'ın kasılan yüzü omuzumun gerisindeki ağabeyimi bularak tekrar bana döndü. "Ona bağırmalarına dayanamıyorum!" Elini omuzuma uzattığında kendimi geri çekerek elinin havada asılı kalmasını sağladım. Bana 'yapma' der gibi baktı. "Gitme oraya... Oraya giderek kendine eziyet ediyorsun." Buğulu gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Ağlamak istemiyorum. Yeterince ağlamıştım. Başımı iki yana olumsuz anlamda sallayarak yanından geçtiğimde omuzlarının büyük bir hüzünle çöktüğünü gördüm. "Onu biraz yanlız bırak Şerwan." Rizgâr ağabeyimin sesi sakin ve bir o kadar ruhsuzdu. "İki gündür zaten yeterince yanlız kalmadı mı Rizgâr!" Sona doğru sertleşen sesindeki öfkeyi en derinde hisederken sol gözümden yanağıma doğru akan göz yaşımın oluşturduğu yarıkları hissettim. Attığım her adımda döktüğüm göz yaşlarım artık bir hiçti. Ağlamanın çare olmadığını anlayalı çok oluyordu. Üç gündür, hastane köşelerinde ruhsuz bir şekilde dolaşmaktan başka bir şey yapmıyordum. Asansörün bulunduğu yere giderken arkamdan gelen adım seslerine aşina olmuştum. Ağabeyim tek başıma dolaşmamı istese dahi Yusuf Agir Bozbey'in adamları peşimi bırakmıyordu. Derin bir soluk alarak sakin kalmaya zorladım kendimi. Bir kavgayı daha kaldıramazdım. Gücüm gerçekten yoktu. Tükenmenin son demlerindeydim. Tekerlekli serum askısını tutan avuç ayamın içindeki nemi pantolonuma silerek yok ederken dördüncü kata çıkmak için düğmeye basarak asansörün açılmasını bekledim. Birkaç saniye sonra açılan asansör kapısından geçmek için adım attım. Asansörün boş olması işime gelirken içeriye ardımdan giren iki adamla sertçe yutkundum. Elimi uzatıp gideceğim kata basacağım zaman benden önce basan adama ters bir bakış attım. Benim bakışlarımla başını yere doğru eğmesi sinirlerimi daha çok yıpratırken gözlerimi yumup birkaç dakika kendi iç sesimle bir mahkeme kurdum. Sakin olmalıydım. Sakin ve kendinden emin. Ne olursa olsun kendimi bırakmamalı olacaklara hazırlıklı olmalıydım. Açılan asansör kapısıyla rahat bir nefes alıp verdim. Yanaklarımı ıslatan göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Benden önce çıkan adamlara altan bir bakış atıp bende çıktığımda gördüğüm kalabalık artık beni korkutmuyordu. Beni gören Habibe hanım, "yine mi geldi bu!" Diye bağırırken onu kulak ardı ederek Mehmet amcanın yanına yürüdüm. Üstünde hastane kıyafetleri vardı. Yüzü çökmüş üç gün içinde ruhu çekilmiş gibiydi. Kalp krizinin eşiğinden dönmüş olsa da bu birkaç gün onun için tehlikeliydi. Beni gören Ali yanıma gelip bana destek olduğunda ona minnetle baktım. "Çıkarın şu kızı bu kattan!" Diye çığlık atan Habibe Hanımın sesini duydum. Bir anne olarak öfkesini anlıyordum. Rojin'in annesiydi. Beni öldürecek gibi bakması, her an bir nedenle üzerime saldırmasına alışmıştım. Evladını vurmuştum. Zerre pişman olmamıştım. Omuzundan sıyıran kurşunun tam kabinden geçmesini istemek aptallıktı belki ancak benim gözüm o an o kadar dönmüştü ki bunun doğruluğunu, yanlışlığını düşünecek hâlde değildim. Töre gereği bana verilecek bir ceza vardı. Beni polise vermeyip kendileri adaletsizlik içinde adalet kuracaklardı tabii bu olaylar biraz dinene kadar. İdo amcam nasıl ikna etti bilmiyorum lâkin herşeye sarpa sarmıştı. "Dâye, yeter sus! Mehmet Ağa bile bir şey demezken sana laf düşmez!" Ali'ye baktım. Bana hafifçe gülümsedi. "Bugün biraz iyi gördüm seni," dediğinde alt dudağımı ağzımın içine yuvarlayıp bıraktım. "Bugünde yaşıyorum Ali." Kan çanağına dönmüş gözlerini kapatıp açtı. Mehmet amca beni görünce kalkmaya çalıştı. Elimle onu durdurup yanına oturduğumda elini omuzuma koyup beni kendisine doğru çekti. Dolan gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile. "Benim emanetim." Araf'ın emaneti. "Daha uyanmadı değil mi?" Diye sorarken hıçkırmamak için kendimi zor tutuyordum. Sırtımdaki eli titriyordu. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle göğüsü bir çığ gibi büyüdü. "Uyanacak. Sen varsın, nasıl uyanmasın kızım." Ben varım diye orada ama... "Mehme-" diye konuşmamı hızla böldü. "Baba, kızım. Baba diyeceksin bana." Boğazımda oluşan yumruya rağmen yutkundum. "Ben baba dediğim adamı kaybettim Mehmet amca. Sana da baba dersem," ıslak kirpiklerimi kırpıştırdım. "Gitmenden korkarım." Gözlerimi sıkıca yumup açarak yutkundum ve silkilenerek kendime gelmeye çalıştım. Benim bu hâlim Mehmet amcanın daha da kötü olmasına neden olabilirdi. Aslında çok korkmuştum, Mehmet amcanın beni suçlamasından. Nedensizce yanına ilk geldiğimde gerginlikten düşüp ayak ucuna bayılmıştım. Mehmet amcaya sıkıca sarıldım. "Korkma keçamın ben seni bırakmam." "Araf'ta böyle söylemişti." Diye fısıldadım. "O seni bırakmayı istemezdi." Diyen Ali, Mehmet amcanın diğer tarafına oturdu. Kendine sıkarak mı? Ölüme giderek mi? Diye söylenmek istedim ancak bunun yerinin burası olmadığının farkındaydım. Mehmet amcanın kollarından çekilerek düzgünce oturduğumda düşüncelerimi bir kenara atarak kesik bir soluk verdim. Nitekim açılan yoğun bakım ünitesinden çıkan doktorla da ayağa kalkmıştım bile. Doktorun başına toplanan herkesi uzaktan izlemek kalmıştı bana. Mehmet amca ayağa kalkmış elimi avucuna toplamıştı. Desteği bendim. Dayanağım oydu. Kırkların başında olan doktor elindeki dosyaya birkaç kez baktıktan sonra Ali'ye dönerek; "Hastanızın sağ akciğeri yaralanma sonucunda zarar görmüştü. Yoğun bakımda 1 gün mekanik ventilatorde takip ettikten sonra cihazdan ayırdık. Çektiğimiz akciğer filmlerinde zarar gören kısmın hızlıca iyileştiğini gördük. Birkaç gün serviste takip edip taburcu etmeyi planlıyoruz geçmiş olsun, tedavi hala devam ediyor." Duyduklarımla nefesim kesilir gibi oldu. Normal odaya alınacaktı. Kurtulmuştu. Beni bırakmamıştı. Kolumdaki seromu canım acıyacak bir şekilde çıkarıp titreyen adımlarla oradan uzaklaşırken kalp ritimlerimi durduramıyordum. Arkamdan bana seslenen Mehmet amcayı duymayacak kadar kendimde değildim. Asansöre gelip zemin kat için düğmeye basarken arkamda bekleyen adamlara ithafen; "merdivenlerle gelin," dedim. En azından gerçekten biraz yanlız kalmak istiyordum. Asansörün açılan kapısından dışarı çıkan bir kadınla boş kalmıştı. Kendimi asansöre atıp zemin katta bastım. Hareket eden asansörün içinde nefeslerimi susturamıyordum. Stop düşmesine basıp asansörün durmasını sağladım. Kurtulmuştu. Araf benimleydi! Bırakmamıştı beni. Ağzımdan çıkan hıçkırıkla beraber yere çöktüm. Bir müddet kıpırdamadan ağlamaya devam ederken kalbimin sızlayan yerinden akan kanın ruhuma damlayarak tamamen kırmızıya boyamasına, beni ben olmaktan çıkardığını hissediyordum. Dizlerimi karnıma doğru çekip ağlarken birkaç dakika sonra asansör otomatik bir şekilde çalışmıştı. Kendimi durduramıyordum. Kalbimin üstüne binmiş yükün bir nebze azalması beni iyi hissetirmişti. "Roya?!" Başımı gömdüğüm yerden kaldırıp bana telaşla seslenen Rizgâr ağabeyime bakarken ıslak kirpiklerim kurumamak için direnerek gelen yaşları tekrar kendine misafir etti. "Ağabey..." Diye usulca mırıldandım. Açılan kollara doğru kendimi atarak yıllarca, hasret kalmışçasına sarıldım ağabeyime. Ağabeyim ona sarılışımla birkaç adım geriledi. Boynuna doladığım kollarımı biraz daha sıklaştırarak hıçkırdım. "Kurtuldu ağabey! Beni bırakmadı!" Belimi saran kollarla derin bir nefes aldım. "N'olur ağabey, bizi ayırmalarına engel ol. Ben onsuz yapamam!" Rizgâr ağabeyim beni daha sıkı sarmalarken, "Roya," diye mırıldandı. Başımı boynuna gömerek derin bir nefes aldım. Bu kokuyu böyle derinden koklamayalı bayağı olmuştu. Titreyen dudaklarımı esmer tenine dokundurup ayırırken, "Babam gibi kokuyorsun ağabey. Lütfen bana bir kerelik babalık yap." Dedim usulca. Sesli yutkunuşunu duydum. "Bugün," dedi saçlarımın arasına doğru. "Söz veriyorum bugün." Duyduklarımla geriye çekilip şaşkın bir şekilde ağabeyime baktım. Hayır demesini bekleyen tarafım yerle bir olurken, "Kandırmıyorsun değil mi?" Diye sordum. Sesime yansıyan şaşkınlık yüzümde de belli etmiş olmalıydı. Hafif bir gülümseme kondu dudaklarına. Sağ elini aramızda kaldırıp ıslak yanağımı usulca parmaklarının sırtı ile okşadı. "Doğan çocuğum Neva üzerine yemin ederim ki." Neva mı? "Heja... Doğum yaptı mı?" Yorgun gözlerini yumup açtı ve başını mutlulukla salladı. "Biraz önce." Benim kardeşim doğum yapmıştı. Abimin gözlerindeki pırıltıların güzelliğiyle dudaklarımı ıslattım. "Hayırlı olsun ağabey. Umarım çok güzel bir baba olursun." Bana bir baba olamadın belki ama kızına güzel bir baba olmanı diliyorum ağabey. Lütfen onu çok sev. * "Meleğim..." Diye fısıldadım sessizce. Heja'nın yanındaki beşiğe koydukları küçük Neva'ya bakarken bir an Dünya ile bağlantım kopumuştu. O kadar güzeldi ki insan bakmaya kıyamıyordu. Minicik parmakları, baş parmağıma bir sarmaşık misali dolanmıştı. Küçük kırmızı dudakları, küçük burnu ve yeşil gözleriyle aynı annesiydi. Neva, annesi Heja'nın kopyasıydı. Yatakta uyuyan yorgun, bitkin Heja'ya bakarak gülümsedim. Ailenin diğer fertleri gelmeden buradan çıksam iyi olurdu. Hiç kimseyle konuşacak takatim yoktu. Çömeldiğim yerden kalkıp küçük Neva'nın elinden parmağımı, canını acıtmadan kurtarıp ona doğru eğildim. Bebek kokusu anında bütün ciğerlerimi işgal ederken dudaklarımı kıvırdım. Küçük cadı çok güzelsin ancak bu Dünya seni çok yoracak. Hep gül, küçük Neva'm. Kabanımın kemerini düzeltip dışarı çıkmak için odanın kapısına doğru yürüdüm. Ağabeyimin benim için getirttiği kıyafetler sayesinde hastane kıyafetlerinden kurtulmuştum. Kapıyı açıp odadan çıkmamla karşı duvara sırtını dayamış Ali'yi görmem bir oldu. Beni görünce sırtını duvardan ayırıp kapının önündeki adamlara aldırmadan yanıma geldi. "Ne oldu?" Diye sorarken boğazım düğümlenmişti. Kalbim deli gibi atıyordu. Araf'a bir şey olma korkusuyla Ali'nin koluna tutundum. "Araf'a bi-" diye cümlemi tamamlamamı engelleyerek. Başını iki yana hızla salladı. "Hayır, hayır. Merak etme Araf gayet iyi. Konuşacak kadar iyi." İç çektim. Bedenim hemencecik gevşedi. Önüme düşen Saç tutamını geriye atıp. "Korktum." Dedim. Dudaklarını büzerek, "korkutmak istememiştim," pişman olmuş tonla. Boştaki elimi sorun yok anlamında salladım. "Sen neden geldin o zaman?" Sorumla etrafını kontrol ederek, "Herşey hazır." Dedi kimsenin bizi duymaması için sesini kısarak. "Senin arka bahçeye çıkman gerekiyor sadece." Elini büyük siyah kabanının cebine koyup beni aniden kendisine doğru çekmesiyle sert ve oldukçada geniş göğüsüne doğru çarptım. Gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Cebine arabanın anahtarını koydum zaten bende geleceğim ancak ondan önce senin arabaya varman gerekiyor." Dedikten sonra geri çekildiğinde dudaklarımı ıslattım.
"Allah analı babalı büyütsün inşallah," diye abartılı bir şekilde bağırmasıyla gözlerimi gergince etrafta gezdirdim.
Elimi kabanımın cebine yerleştirdiğimde anahtarın soğuk metalini parmaklarımın arasında hissettim. Sımsıkı sardığında bu anahtar son şansımızdı. "Teşekkür ederim Ali." Başını 'eyvallah' der gibi hafifçe öne doğru salladı. Ali bana sonkez bakıp giderken ben olduğum yerde derin bir nefes alıp onun tam tersi istikamettine doğru ilerlemeye başladım. Arkamdaki adamların da benimle birliktelik geldiğini gördüğümde koluma taktığım çantamın askısını avucumda ezdim. Asansörün bulunduğu alana giderken Şerwan ağabeyimin bana doğru gelişini gördüm. Bana ufak bir tebessüm atıp arkamdaki adamlara doğru, "Siz birkaç dakika benimle gelin," dediğinde adımlarım sekteye uğradı. Adamlardan biri, "Yusuf Ağa'nın kesin emridir ağam. Roya hanımı yanlız bırakamayız." Bu sözleri çok duymuştum. Yusuf Ağa'yı iki gün önce görmüştüm ve ondan sonra da hiç görmemiş sadece adını duyuyordum ve tabii verdiği emirleri de. Ağabeyimin yanından geçerken omuzunu hafifçe omuzuma doğru sürttü. Ona doğru keskin bakışlarımla bakarken dudaklarını oynatarak, "iyi ol." Dedi. O da işin içindeydi. Binlerce kuşun kalbimden dışarı taşmasını sağladı gülüşü. Yüzündeki yorgunlukla dudaklarına konmuş tebessüm çok tezat bir görüntü sağlıyordu. Gözlerim anında dolunca bakışlarımı kaçırarak önüme döndüm. Adamların itirazı ve ağabeyimin onların önüne barikat kurması epeyce işime yaradı. Seri adımlarla asansöre yetiştiğimde dolu olmasını görmemle sinirle dişlerimi birbirine kenetledim. Sağa sola doğru bakıp diğer asansöre baktığımda onunda dolu olduğunu gördüm. Başımı arkaya doğru çevirerek merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Merdivenlerin başında derince aldığım solukla inmeye başladığımda düşmemek adına merdiven demirini tutuyor geçen insanlara da dikkat ediyordum. Bir an düşer gibi olduğumda on sekizin başlarındaki bir kız tarafından tutuldum. Ona doğru minetle bakıp merdivenleri inmeye başladım. Nefes nefese indiğim merdivenlerin sonuna geldiğimde rahat bir nefes alacağımı sanarken, büyük giriş kapısında gördüğüm Yusuf Agir Bozbey'le adımlarım durdu. Yanındaki adamlarla hararetli bir şekilde konuşuyordu. Kaşları çatıl, bedeni ise uzaktan olmasına rağmen gergindi. Bir eliyle saçlarını karıştırıp ileriye doğru yürümeye başlamasıyla temkinli adımlarla girişin tam tersi yönündeki arka kapıya ilerledim. Hastanenin arka bahçesine geldiğimde aceleyle cebimden anahtarı çıkarıp düğmeye bastım. Gözlerim arabaların üstünde gezerken ışığı yanıp sönen siyah ciple oraya doğru koşarak ilerledim. Nabzımın durdurulamaz hâlde olduğunun farkındaydım. Dudaklarım aralık bir şekilde aldığı solukları geri vermek çok zorlaştı. Arabanın arka kapısını açıp içeriye geçtiğimde titriyordum. 'Allah'ım lütfen yardım et." Nefeslerim birkaç dakika sonra düzene girdiğinde bakışlarım heryerde geziniyordu. İçimdeki duyguların çatışmaya başlamasıyla ilerde geldiğini gördüğüm Ali ile sertçe yutkundum. Araf neredeydi? Dışarı çıkmak için hareketlendiğimde sedye ile getirilen Araf'ı gördüm. Çığlık için aralanan dudaklarımı son anda avuç ayamla engel oldum. Geliyordu. Bana geliyordu. Şuan gerçekten nefes aldığını hissedebiliyordum. Sedyede uzanan bedenini görünce geriye doğru düştü bedenim. Yutkundum. Üzerine bir bataniye örtülmüştü. Ali ile tanımadığım biri Araf'ı arabanın yanına getirdiklerinde arabanın kapısını açarak onlara yardımcı oldum. Ali gülen bir yüzle bana baktı. Titreyen ellerimi koltuğun deri yüzeyine bastırarak Araf'ın arabaya bindirilişine şahit olurken hala onun burada olduğuna inanamıyordum. "Başını dizlerinin üzerine koy Roya uzanması lazım." Hızla başımla onayladım. Araf'ın başına uzanıp dizlerimin üzerine sabitlediğimde gerçeklik kavramını yitirmiştim. Solgun yüzü, kurumuş dudakları ile dizlerimin üzerinde olan kişi Araf Arslanoğlu'ydu. Gözlerimden akan yaşlar Araf'ın yüzüne doğru süzüldü. Araf dudaklarının üzerine düşmüş göz yaşımla irkilip gözlerini açtığında nefesim kesildi. Siyah gözlerinin derin okyanuslarına dalarken kirpiklerime birkaç kez kırpıştırdım. Dağılmış saçlarıma elimi uzattığım an sağ eli benden önce davranıp elimi sımsıkı kavradı. Koltuktaki bedenini rahatsızca kıpırdattı. Dudaklarımda ki buruk gülüşle, "rojbaş evinâmın." Dedim. Elimi tutan soğuk parmaklarını okşadım usulca. Ona sımsıkı sarılmak istiyen tarafımı dizginlemek zordu. Özlem dolu bakışlarla bana bakarken dudaklarını araladı. "Sen napıyorsun delâlamın." Diye kısık sesle konuşmasıyla iç çektim. Ben sevdamızı koruyorum. "Hayatım boyunca yaptığım en doğru şeyi yapıyorum." Ona doğru eğilip konusunu içime doğru çektim. Kendine has kokusu, hastane kokusuyla bir olmuş olsa dahi içimdeki kelebekleri mutlulukla sarmıştı. "Seni kendime kaçırıyorum Araf Ağa." Bölüm sonu🥀
Bölümün birinci kısmı bitti... Umarım severek okumuşsunuzdur.
Nasıldı?
Araf'ın ölmediğini sevindiniz mi?
Sizce bundan sonra ne olacak?
Roya'nın Araf'ı kaçırmasına ne diyorsunuz?
Sizleri seviyorum <3 |
0% |