Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@tanvakti108

Selammssss! Nasılsınız? İyi olun lütfen.

Vote ve yorumları unutmuyoruz değil mi?

Hikâyelerim ile ilgili alıntılar için; Instagram- gmzcllk

hesabımı takip edebilirsiniz.

Sıla, Oluruna bırak

Keyifli okumalar <3

 

8.Bölüm

Kalbimizi paramparça eden ve birleştiren şeylerden biriydi sevda. Aşk değil; sevdaydı bu. Aşk ile sevdanın arasındaki pamuk ipliğinde durandık biz. Sevda birbirine bakmak değil; yan yana durarak ileriye bakmaktır.

 

Bir saat bile ayrı olsak ben ona hasret derim.

Ben, Araf'a hasretim.

Araf ölmemişti.

Acıyla yutkunurken dizlerimin üzerindeki Araf'a baktım uzun uzun. Titreyen ellerim saçlarını bulurken dudaklarımı ıslattım. Kendimi aniden o kadar yorgun hissetmiştim ki bayılmamak için kendime zorlukla söz geçiriyordum. Bana asırlar gibi gelen birkaç gün bitmişti.

 

"Kurtulduk bu sefer," diye mırıldandım. Araf, kömür gözlerini arabanın içinde bir tur gezdirerek tekrar bana baktığında göz yaşlarımdan dolayı bulanık gören görüşümü gözlerimi kırparak yok ettim. Göz yaşlarım Araf'ın yanağına temas edince Araf gözlerini huzurla kapatıp gülümsedi.

 

"Göz yaşlarında can buldum delâlamın." Diye zorlukla konuşurken yüzündeki affalama yok olmuştu. "Sanırım..." deyip yutkundu. "Beni gerçekten kaçırıyorsun Roya Karadağ."

 

Kınayan bakışlar eşliğinde, "bir Karadağ kızından beklenen hareketler bunlar Araf Ağam." Dudaklarımız da buruk bir tebessüm baş göstermişti.

 

Elini uzatıp yüzüme dokunduğunda gözlerim kendiliğinden birkaç saniye kapandı. Buz gibi parmakları tenimde ki yangına odun atıyordu. Parmaklarının sırtı yanağımı severken kalbim hissettiklerim ile kendinden geçiyordu. "Sen sevdana sahip çıkan Karadağ kızı," deyip gözlerimin içine hiç bakmadığı gibi baktı. O an içimde bir fırtına koptu âdeta. "Ben ise vazgeçen bir Ağa." Acıyla yutkundum. Parmakları yanağımı terk ederken gözleride beni terk etmişti. Alak bulak bir ifade ile ona bakarken yanağım kaybettiği temasla karıncalanıyordu. Gözlerim doldu da taşmaya fırsat olmadan arabanın içini bir ses doldurdu.

 

Ön koltukta oturan Ali ile bakışlarımız dikiz aynasında bileşince yüzündeki kemiklerin kaskatı olduğunu gördüm. Bakışların kaçırıp yola devam ederken Urfa'yı geride bırakmıştık.

 

"Sesi aç Ali," diyen Araf ile sırtımı koltuğa iyice vererek başımı omuzuma düşürdüm. Şarkının sözlerini ezbere biliyordum tıpkı Araf'ın da bildiği gibi.

 

Daha iki hafta önce bu şarkıyı beraber dinlemiştik. Başım onun göğüsünde onun elleri saçlarımdaydı. Göz yaşlarım birer birer hatırladığım anılarla yanağıma düşmeye başladı. Ellerim saçlarını severken onun bakışları dışardaydı.

 

Kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Ben bilmezdim renkleri..." Diye mırıldandım, burnumu çekerek.

 

"Bir çıktın karşıma indirdin gökleri," diye devam etti kısık sesiyle. Dudaklarının her kıpırdanışı bir yangın başlatıyordu yüreğimde.

 

Elimi terlemiş alnına koydum usulca. Gözlerimden akan yaşlar, dudaklarında can buluyordu artık.

Sessiz kaldım, sessiz kaldı.

 

İkimizde sessiz kalmaya mahkûm bırakıldık.

 

Şarkı arabanın içini dolduramaya başlarken bizim yaptığımız tek şey ağlamaktı.

 

Bir bir saydın avucuma gülleri

Sevdim yaşamayı sevdim çiçekleri

Bir bir saydın avucuma gülleri

Sevdim yaşamayı sevdim çiçekleri

 

Yangın ol gel, yandım demem

Zehir getir baldan geçem

Yeter ki gül, gülden ötem

Diken ile sarıl bana...

*

"Daha çok var mı Ali?" Diye sordum uyuya kalan Araf'tan gözlerimi alarak. Araba taşlı yola doğru saparken, "geldik." Dedi Ali ilerideki bağ evine benzeyen yeri gösterirken. Etrafta ev olmaması daha rahat olmamı sağlarken Urfa'ya hâlâ yakın olmamız beni endişelendiriyordu. Ağabeyim Kahramanmaraş'ta gizlenmemiz için herşeyi ayarlanmıştı kısa bir süreliğine. Yolda bir kez aramış, iyi olduğumuzu duyduğu an da telefonları yok etmemizi istemişti. Gaziantep'te Ali yeni hat çıkarmış ve araba değiştirip yola devam etmiştik. Bu sefer gerçekten kaçtığımıza emindim.

Rizgâr, Araf'ın olmadığını gördüklerinde korkmuş olduklarını ve aramaya başladıklarını söylemişti. Birkaç hafta burada saklanıp Amerika'ya gideceğimiz için Ali yanımızdan gidecekti. Onun başının belaya girmesini istemesem de girmişti. Arabadan inen Ali Araf'ı almak için bizim kapımızı açtığında bakışlarım gözleri huzurla kapanmış Araf'a buldu.

"Tam iyileşmedi," dedim alt dudağımı çekiştirerek. "Ya daha kötü olursa?" Diye sordum korku barındıran sesimle.

Sorumla beraber Ali, Araf'a baktı. "Gayet iyi o merak etme. Doktor, enfeksiyon kapmaması için yarayı iyi tutmamız gerektiğini söyledi. Onun haricinde birkaç ağrı kesici de yazdı ki ilaçları da yanımızda."

Yıpranmış gözlerimi kırpıştırdım. "Umarım herşey yolunda gider," hissizlik içindeki nefeslerimi yuttum. "çünkü bir kez daha onu kaybetmeyi kaldıramam." Kaldıramazdım. Bu bir gerçekti.

Ne kadar gerçekler can acıtsa da böyleydi işte.

Off.

"Hadi yardım et, eve geçelim." Başımı salladım. Araf'ı uyandırmak için elimi yüzüne uzattığımda gözlerinin açık olması soluklarımı boğazıma dizdi. Gözlerinden ne düşündüğünü anlamak zordu. Dudakları oynadı ancak söylemek istediği her ne ise bir an da vazgeçti. Gözlerini gözlerimden kaçırarak elini Ali'ye uzattı. "Kaldır beni."

Bu da neydi şimdi?

Yabancı bakması da neyin nesiydi?

Nefesimi dışarı vererek Ali'ye yardım ettim. Araf'ı indirdiğimizde Araf ona yardım ederken ben de bagajda bulunan eşyaları alıp küçük bağ evine doğru yürümeye başladım. Yavaş yavaş yürüyen Araf'tan gözlerimi alamıyordum.

"Cebimde anahtar var Roya," diyen Ali'ye yaklaştım. Montunun cebinden anahtarı çıkarırken Araf'ın bakışları üzerimdeydi. Ona bakmak isteyen tarafımın ağır gelmesiyle başımı kaldırdım, yüzünü çevirdi.

Yüzünü çevirdi.

Boğazıma düğümlenen yumruyu yutkunarak gidermeye çalıştım. Dudaklarımı ısırıp ağlamamak için kendimle direnirken parmaklarımın arasındaki anahtarı kapının deliğine sokmaya çalışıyordum. Bir iki denememden sonra açtığım kapıyla içeri girerek kapıyı tamamen açıp içeri girmeleri için yer açtım. Ahşap olan evin içerisi modern bir şekilde dizayn edilmişti. Solana bağlı Amerikan tarzı mutfak küçük ve şirin görünüyordu. Ali, Araf'ı geniş salonda bulunan vizyon rengindeki koltuğa doğru götürüp oturturken kapıyı kapatıp yere indirdiğim eşyaları almak için uzandım ancak Ali buna engel oldu. "Sen geç ben hallederim." Ona minetle bakıp içeriye geçtim.

Her yer tertemizdi.

Evin içi ruhsuz değildi. Kime ait olduğunu bilmesem de evin içi huzurluydu. Üst kata çıkan, mutfağın sağında duran merdivene doğru giden Ali, "üst katta yatak odası var." Dedi. Başımı salladım.

Ellerimi dizlerime sürterek Araf'a doğru gittim. Koltuğa uzanmış bana bakıyordu. İstemsizce gülümsedim. Boğazını temizledi. "Gel yanıma." Sol yanına mı?

"Geleyim mi? Soluna." Dedim titreyen sesime düşen, yağmur damlaları ile.

Üst dudağı kıvrıldı. Güneş açtı gözlerimde. "Gel, sahip olduğun soluma."

Göğüsümde biriken tüm duyguları ezip geçerek Araf'a doğru yaklaştım. Boş bıraktığı tarafa otururken sol göğüsüne baskı uygulamayacak bir şekilde kollarımı boynuna doğru sardım. Kalbi göğüsümde atarken başım kuytusuna ulaşmıştı. Gözlerim kapandı, kokusu ciğerlerime doldu. Araf'ı tanıdığımdan beri belki de ikinci kez hasretten kahroluyor, mutluluktan ağlıyordum.

Sağ kolu beli kavrayıp beni kendisi ile bir bütün hâline getirince iç çektim. Onun kollarındayken babama sarılıyormuşum gibi hissetmek çok başkaydı. Sertçe yutkundu. Başını boyun girintime saklarken hissettiğim ıslaklıkla bir kez daha iç çektim.

"Sana ağlamak yakışmıyor Araf Ağa," dedim sırtında gezdirdiğim parmaklarımla.

Boynumda bir iç geçirme sesi geldi. Yanaklarını omuzuma silerek kalktı ve yüzünü yüzüme hizalayınca gözlerine yakından bakmış oldum. Ağladığı için kirpikleri ıslaktı. Gözlerininin kenarındaki kırmızılık ise yorgunluktandı. Elini uzatıp yanağımı avucuna alınca yanağımı iyice bastırdım avuçlarına.

Gülümsedi. "Biliyorum, bana ağlamak değil sen yakışıyorsun."

Aptal bir şekilde kıkırdadım."hah! Şunu bileydin." Derken gülüşümü durduramıyordum.

Gülüşüme dalınca dudaklarımı ıslattım. Bakışlarım kuru dudaklarına kayınca oradaki ruhsuzluğu yok etmek istedim. Dudakları aldığı kesik nefeslerle açılıp kapanması karnımda oluşturduğu depremi en derinden hissetmek ise ayrı bir olaydı. "Seni öpsem kızar mısın?" Pat diye sorunca Araf benden biraz uzaklaşıp şaşkınlıkla bana baktı.

Ben de şaşkındım.

Ben ne dedim az önce?

Gelen sesle ikimizin bakışı yukarıya kayarken merdivenlerden inen Ali ile ayağa kalktım. Utanmıştım.

İstediğim kötü bir şey değildi ki? Masum bir şeydi. Hem, hem ben öpeyim derken yanaktan bahsetmiştim. Evet, evet yanaktan.

"Herşey tas tamam. Hiçbir eksik yok olursa da beni ararsınız." Dedi Araf'ın yanına gelerek. Araf'a baktığımda onun Ali'ye değil bana bakıyor oluşu ile başımı öne eğerek mutfağa doğru adımladım. Amerikan tarzı mutfağa geldiğimde Araf'a kısa bir bakış attığımda onun bana bakmıyor oluşu ile rahat bir nefes aldım. Buz dolabını açıp baktığımda dolu görmem artık şaşıracağım bir şey değildi. Rizgâr ağabeyimin bu kadar eli kolu uzun olduğunu belki de ilk defa görüyordum.

Dolabı kapatıp mutfak dolabını biraz karıştırıp bardak bularak su içtim. Ali bana seslenince elimdeki boş bardağı tezgâha bırakıp içeri geçtim. Aslında mutfağa gelme sebebim onları biraz olsun yanlız bırakmaktı. Ali gözleri kızarmış bir şekilde bana doğru gülümsediğinde ben de karşılık verdim. "Kardeşim sana emanet Roya," dedi bana doğru gelerek.

"Bak bak, beni iyice yok say beni Ali aefendi" Diye mızmızlanan Araf'a baktım. Yüzünde sahte bir ciddiyetle Ali'ye bakıyordu. Kaşları çatık yüz kasları ise gerilmişti.

Ali tek kolu ile beni kendisine çekti. "Aslan gibi yengem burada olurken seni kime emanet edeceğim Araf Ağa?" Tek kaşını kaldırıp "hem Roya Karadağ seni kaçırmıştır. Sana bakması da onun görevidir."

Kendimi tutamayarak kıkırdadım. Araf uzandığı yerden biraz doğrulup sahte bir kızgınlıkla, "sen hele önce o kolunu çek Ali." Ali başını onaylamaz bir şekilde sallayarak kolunu üzerimden çekti. "Formuna dönüyor bu Roya. Ben sana dedim bu ayıya bir şey olmaz diye."

"O ayı göt-" Araf sinirle yüzünü sıvazladı. "Bak ağzımı bozacaksın! Siktir git! Hadi!"

Ali bana dönerek, "kendinize iyi bakın olaylar biraz sessizliğe gömülür gömülmez gelirim. Sakın dışarı çıkmayın, uyanık olun. Ben hariç kimseyi de aramayın. Bir eksik olduğunda beni arayın." Başımı her söylediklerine olumlu anlamda salladım onunl dış kapıya doğru giderken. Çıkardığı montunu giyip bana döndüğünde gülümsedim burukça. "Teşekkür ederim Ali."

Başını eğdi, "asıl ben teşekkür ederim Roya kardeşimi böyle güzel sevdiğin için."

Sarılıp ayrıldığımızda kapıyı açıp dışarı çıktı. Arabayı da kendisi ile götürecek güven duyduğu biri ile de tekrar getirmesini isteyecekti. Arabaya bindiğinde bende kapıyı kapatıp arkama döndüğüm an karşımdaki bende şaşkınlık içinde kaldım.

Sırtım dış kapının yüzeyine çarparken Araf beni kolları arasına kilitledi. Aldığım nefes tıkanıp duruyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "N'pıyorsun?" Diye sordum. Aramızdaki milimlik mesafeyi de yok ederek biraz daha yaklaştı. Koyulaşmış gözlerini üzerimden çekmeden, "Seni öpeceğim." Dedi.

"Ha?" Diye istemsizce soludum.

Başını eğerek dudaklarını yanaklarıma bastırdığında ruhumun bedenimi terk edeceğini sandım. Kaşlarımı çatarak beni ele geçiren heyecanıma rağmen dudaklarımı araladığımda, dudakları bu sefer çeneme dokundu ve tam oraya kondurduğu öpücükle iç çekti. Bu bir öpme değildi; bu bir kavuşmaydı.

Soğuk dudaklarının alev alev yanan bedenimdeki ısıyı hissettiğini biliyordum. Elini, karnına yasladığım ellerime götürerek tuttuğunda parmak uçlarımdan başlayan yangın göğüs oluğumda duruldu. Yanan ve nefes nefese kalmış bedenime rağmen konuşmam gerektiğini fark ettiğimde kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Bu da neydi şimdi?" diye sordum zorlukla.

Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. "Özür dilerim," ona bakmak adına başımı kaldırmak istediğimde buna engel olarak alnını alnıma yasladı. Nefeslerimiz dudaklarımızda kayboluyordu. "Senin gibi sevdam için karşı duramadığım için özür dilerim."

Yutkundum.

"Ölümü çare diye bulduğum için özür diledim."

Bu konuşmanın yeri zamanı şimdi değildi. Daha değil...

"Ara-" Araf diyemeden kesti sözümü.

"Lütfen dinle," dedi fısıltılı aciz çıkan sesiyle. Ayakta durmasının iyi olmadığını bilmiyor muydu?

"Ayakta durman yanlış, hadi gel oturalım." Elimle onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ancak buna engel oldu.

"Roya, lütfen..."

Başımı iki yana salladım. "Dinlenmen gerekiyor. Hem üzerini de değiştirmemiz lazım." Dudaklarımı büktüm. "Yemekte yapmalıyım. Ateşte sönmek üzereymiş odu-"

Baş parmağının soğukluğunu dudaklarımda hissettiğimde acıyla iç geçirdim. "Yapma Roya, lütfen dinle beni."

İstemiyorum.

Dinlemek istemiyorum.

"Dinlemek istemiyorum, çekilir misin?" Geriye doğru bir adım atarak benden uzaklaştığında ona bakmadan yanından geçerek bana dönmesini bekledim. Araf bana dönerek elini uzattığında kalbindeki patlamaları yok sayıp yürümesine yardım ettim. Koltuğa oturtuğumda çorba yapmak için mutfağa giderken Araf'ın sesi ile durmak zorunda kaldım.

Kim kalmazdı ki...

"Evlendim ben Roya."

Kurduğu cümle kulaklarımdan süzülerek kalbime ve beynime aktığında dizlerimin titreyişi ile sendeledim. Bu sefer sadece sendeleyen dizlerim, bedenim değildi; kalbim de sendeledi.

Bu gerçeği duymak istemiyorum.

Benim için anlamsızdı ki zaten. Kağıt üzerinde evli olması çok şeyi değiştirir miydi ki? Hayır, değiştirmezdi hem o istemeyerek evlendi. Zorla.

"Bakmayacak mısın bana?" Bakmalı mıyım?

Bakarsam ağalarım ama.

"Roya..."

"Ev..." Yutkundum. Söyleyeceğim kelimenin ağırlığı dilimi yakıyordu. "Evli olduğunu biliyorum." Yavaşça ona döndüm. Omuzları yine düşmüştü. "İsteyerek olmadığını sen de biliyorsun, değil mi?"

Başını sıkkın bir şekilde eğerek bakışlarını kaçırdı. Avuç içim ve boynum terlemeye başlayınca rahatsız bir şekilde kıpırdandım. "Susma sana Araf."

Lütfen böyle susma.

"Biliyorum, ancak töre bunu bilmez! Sen de bunu bilmez misin?"

"Biz neden kaçtık Araf? Biz şuan neredeyiz?" Diye sorarken aklımı kaçırmamak için zor dayanıyordum. Birkaç derin nefes aldıktan sonra ağlamaklı sesimle, "ben çorba yapacağım sende biraz düşün olur mu Araf?"

Gözlerini kısarak yorgun ifadeyle bana baktı. "Sen çorba yapsan da, biz kaçsak ta gerçekler hiç değişmeyecek Roya."

Omuzlarım düştü.

Dudaklarımı ısırıp bıraktım. Dudaklarım sayısız kez açılıp kapandı ve en son, "sen gerçekleri kabullenmişsin Araf Ağa. Ama ben bu gerçekleri kabul etmiyorum!"

Sırtımı döndüğüm an gözlerimden yanaklarıma yol alan göz yaşları elimin tersiyle sildim. Ağlamayacağım. Elimi tezgaha dayayıp derin derin solukları alıp yüreğimdeki yangını söndürmeye çalıştım. Parmak buğumlarım yumruk yaptığım için bembeyaz kesilmişti. Bizim için ölmek isteyen Araf'ın bu saçma gerçeği kabul etmesini kaldıramazdım.

Belime dolanan kollarla yerimde sıçradım. Sırtım Araf'ın sıcak olmuş yaralı göğüsü ile birleştiğinde ise durulmaya fırsatı olmayan göz yaşlarım tekrar yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı. Araf'ın başı omuzumla başım arasındaki boyun girintime yerleştiğinde gözlerim usulca kapandı. Derin bir nefes aldığında göğüsü aldığı nefesle şişti. "Özür dilerim," boğuk sesiyle gözlerimi araladım.

Belime sarılı kollarına tutunup tezgâh ile kolları arasına bedenimi çevirdiğimde göz göze geldik. Gözleri gözlerimde birkaç saniye takılıp elini kaldırdığında iç çektim. "Özür dilerim delâlamın. Sana zarar gelmemesi için ne dediğimi bilmiyordum. Ben senin için ölürüm Roya, senin kılına zarar gelmemesi için ölürüm."

Parmaklarımı dudaklarına bastırdım. "Şşhh sakın, sakın bir daha ölüm deme. Sen ölürsen ben yaşar mıyım sanıyorsun? Bu konular şimdi konuşmamız gerekenler değil ben daha bu konuşmalara hazır değilim. Lütfen..."

Başını eğip alnımı öperek geri çekildi. "Söz Roya, söz." Benden geri çekilip yatağına giderken sürekli ayağa kalktığı için isyan edip çorba için malzemeleri aramaya başladım. İçim bir nebze olsa da rahatlamıştı.

Bulduğum malzemeleri tezgâha koyaraken mutfak masasına koyduğum telefonumun ışığı yanıp söndü. Ali'nin attığını düşündüğüm mesajı açtığımda tanımadığım numara ile karşılaştım.

 

Gönderen: 0546*******

Umarım evimde rahattın yerindedir Karadağ kızı.

Bozbey.

Şaşkınlıkla okuduğum mesajla telefon ellerimin arasından masaya düşerken kuru kalmamaya yemin etmiş kirpiklerim tekrar ıslandı.

Bu ev Yusuf Agir Bozbey'in eviydi.

Kaçmamıza yardım eden oydu.

Peki niye?

Neden?

 

🥀

•Araf'ın vurulmasından iki gün sonrası•

Boşluktaydım.

Boşlukta hissizce durandım. İçim yanıyor Allah'ım. Bu olanları kaldıramıyorum. Korkuyorum da... Çok korkuyorum hemde. Avuç içlerimi dudaklarıma bastırıp hıçkırdım. Göz yaşlarım parmaklarımın arasına sızdı usulca. Durduramadığım sayısız göz yaşlarım parmaklarımdan intihar eylemini kıpkırmızı olana dek bastırdım dudaklarıma avuçlarımı.

Nefes alışım zorlansa da dahi bırakmadım.

Nefesimi kestiler benim.

Araf beni bitirmişti.

Ellerimi dudaklarımdan çektiğimde boğuk sesim odada yankı yaptı. Kulağıma dolan sesin bana ait olup olmadığını bilmiyorum.

Hayatım avuçlarımın arasından göz yaşım gibi akıp gidiyordu. Umudumu yitirmeye ramak kalmıştı. Ağlıyordum, hiçsizliğe ve bu bitişe.

Gerçekten bitmiş miydi? Bu kadar erken mi? Daha ellerim ellerini sevmemişken bu ayrılık reva mıydı bize?

"Yeter! Gelme! Akma!" Diye bağırırken sertçe yüzüme vuruyordum.

"Ölmedi Araf! Akmasın!"

Durmuyordu!

Uzandığım hastane yatağından inerek ayaklarımı sertçe yere vurdum. Pencerenin perdesi elime gelirken onu sertçe çekerek düşmesini sağlarken yatağın üstündeki yastığı alıp odanın bilmediğim bir yerine fırlattım. Hıçkırıklarımla göz yaşlarım bir yarış içine girmiş gibiydiler. Sesim artık odanın dışına çıktığı emindim.

Dermanı kalmayan dizlerimin üzerinde yere düştüğümde bedenimi saran kollara sığındım.

"Şşhh, ağlama." Boğuk sesin sahibine baktığımda görmeyi en son beklediğim kişiyi gördüm.

Yusuf Agir Bozbey.

Yerde bacaklarının arasına kıstırdığı bedenimi göğüsüne yaslamıştı. Bana ağlama diyordu. Ağlama(!)

"Bırak beni! Senin, sizin yüzünüzden ben sevdiğim adamı kaybediyorum!" Kollarını arasında çırpınarak çıkmaya çalıştım. Beni sıkıca tutup "yeter Karadağ kızı!" Diye bağırmasıyla hıçkırdım.

 

 

Güçsüzce bedenimi rahat bıraktığım da bağırarak ağlıyordum artık. Kapının kapanma sesini duydum ancak bakmadım. "Sana ağlama demedim mi ben?" Diye sordu mekanik bir sesle. Sesinde hissedilir öfke göğüsünde atan kalbin ritimlerini de değiştirmişti. Düzensiz ritimleri sırtımı dövüyordu.

"Kendisi akıyor! Dur diyorum ama durmuyor!" Yüzüme vurmak için kaldırdığım ellerimi tuttu. Sıcak ellerinin parmaklarıma bıraktığı hissiyatı sevmedim.

"Daha fazla kendine zarar vermene izin vermem."

"Neden?" Diye sordum dümdüz bir sesle.

Başını omuzuma yaslayıp beni iyice göğüsüne yasladığında sertçe yutkundum. Onu itecek tâkkatim kalmamıştı. Aldığı nefesler yanağıma değiyordu. "Çünkü sen bir Bozbey gelini olacaksın." Dudaklarının dokusunda bulunan pürüzleri kulağıma değdiği için net bir şekilde hissettim.

Başımı göğsüne doğru sertçe vurdum. "Yapma Yusuf Ağa... Yapma." Kollarından çıkmak için kalkmayı denedim ancak yine engel oldu.

Sesli bir nefes verdi. "Yapmayacağım Karadağ kızı. Ben artık duracağım," ellerimi tutan parmakları, nabzımı okşamaya başlarken gözlerim artık acıdığından yaşlarını yitirmişti. "Çünkü sen geleceksin bana ve sen kendi rızan ile benimle evlenmek istemezsen, evlenmeyeceğiz."

Hıçkırıklarıma iç geçişlere dönerken Yusuf Agir Bozbey'in kolları da beni serbest bırakıyordu. Söylediklerinin zihnimde şekillenmeye başlamasıyla acı dolu bir gülüş kondu kurumuş dudaklarıma. "İmkânsızı istiyorsun."

"Evet, imkânsızı istiyorum."

Pelte olmuş bedenimi bırakıp ayağa kalktığında kafamı yukarıya kaldırıp bana bakan gözlerine baktım. Ela gözleri hırçın çağlayanları andırıyordu ve bu çağlayan bana huzur vermiyordu.

"Seni ilk gördüğüm gibi güçlü kal." Dedikten sonra odanın kapısını açıp dışarı çıktı.

Gözlerim kapanan kapıda birkaç dakika öylece oyalandı. Söylediklerinden öyle emin konuşmuştu ki yutkunamadım bile. Elimle yüzümü kapatıp bedenimi tamamen yere bıraktım.

Boşluktaydım ve boşlukta birçok soru işaretiyle dolanıyordum.

Sessimi kimse duymuyordu.

Zihnimin derinliklerindeki boşluktaydım ve ben bile kendimi oradan nasıl kurtaracağımı bilmiyordum.

 

🥀

Şimdiki Zaman

Düşen telefondan çıkan sesle ellerimi dudaklarıma bastırdım.

Yusuf Agir Bozbey yine neyin peşindesin böyle?

"Roya?"

Kendime gelmek için derin nefesler alıp verirken elimle de yüzümü sıvazlıyordum.

Telaşlı yüz ifadesiyle bana bakan Araf'a döndüğümde, "kapı çalıyor," dedi.

Kapının çalması normaldi ancak bizim kapımızın çalınması hiçte normal değildi.

Korkuyla Araf'a baktım.

Bu kadar erken olmamalı.

Lütfen...

 

Bölüm sonu 🥀

 

Sevdik mi bölümü?

 

Araf... Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Peki Bozbey sizce sözün

de duracak mı? Roya'nın rızası olmadan evlenmeyecek mi?

 

Gelen kim sice?

 

Sizleri seviyorum <3

Loading...
0%