@tasoguzhan70
|
Gölgeler, etrafımızda dans ederken, sanki bizi yutmaya hazırlanıyordu. Ece, elindeki parşömeni çözmeye çalışıyordu, Arda ise ışıkla gölgelerin arasına giren mesafeyi korumaya uğraşıyordu. Fabrikanın alt katında, karanlık hepimizin üzerine bir ağ gibi çökmüştü. Özlem’in hareketsiz bedeni hâlâ karanlığın içinde kaybolmuştu ve Gölgelerin Adamı’nın varlığı her an daha da yakınlaşıyordu.
Tam o sırada, gölgeler aniden durdu. Sessizlik, bir an için karanlığın içindeki tüm hareketi dondurdu. Gölgelerin arasında ağır adımlarla biri belirdi: Gölgelerin Adamı. Uzun, karanlık silueti, sanki çevresindeki karanlıkla bütünleşmiş gibiydi. Ama bu sefer, tehditkâr bir varlık gibi görünmüyordu. Onunla göz göze geldiğim an, içimde garip bir huzur dalgası yayıldı. Kalbim hızla atmaya başladı, ama bu kez korkudan değil… bambaşka bir histen.
Gölgelerin Adamı bana yaklaştıkça, adımlarım istemsizce geri çekildi. Karanlık figür, yüzü gizlenmiş olmasına rağmen, içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Kalbimde büyüyen bir çekim gücü vardı, onu tanımaya başladığım bir çekim. Selin olarak, mantıklı düşünmeye çalışıyordum, ama bir şey beni kontrol ediyordu. Her şey tuhaf bir şekilde anlam kazanmaya başlamıştı.
“Selin,” dedi Gölgelerin Adamı, yumuşak ama derin bir sesle. “Korkmana gerek yok.”
O ses, kulağıma tuhaf bir şekilde tanıdık gelmişti. Karanlık onun etrafında yoğunlaşmış olsa da, gözlerimin derinliklerinde bir sıcaklık vardı. Beni çağıran bir şey.
“Sen…” dedim, ama cümlemi tamamlayamadan durdum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Neden korkmadığımı ya da neden ona karşı bu kadar güçlü bir çekim hissettiğimi anlamıyordum.
Arda, arkamdan seslendi: “Selin, dikkat et! O, sadece bir gölge!” Ama Arda’nın sesi uzaklaştıkça, Gölgelerin Adamı’nın varlığı daha da yoğunlaşıyordu. Göz göze geldiğimizde içimde bir dalga patladı; tüm korkularım kaybolmuştu.
Gölgelerin Adamı, yüzündeki karanlık maskeyi kaldırdı. Bu anı beklemediğimi sanmıştım ama maskenin altından çıkan yüz, beni derinden sarstı. Gözlerinin derinliklerinde bir hüzün vardı, ama bu hüzün, çekicilikle karışık bir güç yayıyordu. Gözlerimi ondan alamadım. Kim olduğunu bilmiyordum, ama onunla daha önce tanışmışım gibi hissediyordum.
“Selin,” dedi tekrar, bu kez adımı fısıldarcasına. “Bu karanlığın içinde yalnız değilsin. Benimle olursan, seni bu gölgelerden kurtarabilirim. Ama birlikte olmalıyız.”
Sözleri, zihnime nüfuz ediyordu. Etrafımdaki her şey kaybolmuş gibiydi, sadece o ve ben kalmıştık. Kalbim hızla çarpıyordu, ama korku yoktu. İçimde bastıramadığım bir istek, ona yaklaşmamı söylüyordu. Kendimi durduramıyordum.
“Bana katıl, Selin,” dedi yavaşça. “Bu dünyada birlikte yürüyebiliriz. Karanlık, benim kontrolümde. Ama seninle birlikte, her şeyi değiştirebiliriz.”
Bir adım daha attım ona doğru, sesine karşı koyamıyordum. Kalbim hızla atıyor, ama bu çekimin cazibesi her şeyin ötesindeydi. Onun karanlığı, beni korkutmuyor, aksine bir koruma hissi veriyordu. Belki de bu karmaşa içinde, onu gerçekten anlayabilecek tek kişi bendim.
“Gölgeler seni seviyor,” diye fısıldadı Gölgelerin Adamı, eli nazikçe yüzüme uzandı. “Benimle olursan, hiçbir şeyden korkmayacaksın. Gölgelerin içinde bile güvenli olacaksın.”
Tam ona dokunmak üzereyken, Ece’nin sesi yankılandı: “Selin! Ne yapıyorsun? Bu bir oyun! Onun kontrolüne girmemelisin!”
Bir anlık kararsızlık yaşadım. Ece haklı olabilir miydi? Ama o an, Gölgelerin Adamı’nın gözlerine baktım. O gözlerde, bir canavardan ziyade bir insan vardı. Karanlığın içindeki yalnızlığını hissedebiliyordum. Belki de onun da kurtulmaya ihtiyacı vardı.
“Gölgelerin Adamı kim olduğunu bilmiyor olabilir,” dedim içimden. Ama o da benim gibi kaybolmuş biri olabilir.
Bir an sessizlik çöktü. Arda ve Ece şaşkınlık içinde beni izliyordu. Ama içimde büyüyen bu his, geri dönülmez bir yoldu. Gölgelerin içinde bile olsa, Gölgelerin Adamı’yla birlikte olmayı istiyordum Gölgelerin Adamı’nın eli, yüzüme yaklaştıkça zaman yavaşlamış gibiydi. O anda tüm dünya etrafımdan silindi; Arda ve Ece’nin varlığı, uzak bir yankıdan ibaretti artık. Gözlerimin önünde sadece o vardı—Gölgelerin Adamı. Yüzündeki karanlık, kalbimde hissettiğim çekimle daha da yoğunlaşıyordu. Gölgeler beni içine çekiyordu, ama bu korkutucu değildi. Aksine, derin bir huzur vardı içimde.
Elini yüzüme dokundurduğunda, vücudumdan bir ürperti geçti. Ama bu, korkunun değil, başka bir şeyin işaretiydi. Tanımlayamadığım bir bağ vardı aramızda. Onun yalnızlığı benim yalnızlığımla örtüşüyordu. Arda’nın uyarılarına rağmen, geri çekilmek istemedim. Gölgeler, hepimizin içinde vardı ve belki de o, sadece bu karanlığı daha derinden hisseden biriydi.
“Beni anlıyorsun, değil mi?” diye fısıldadı Gölgelerin Adamı, sesi sanki zihnimin derinliklerine işliyordu. Gözleriyle gözlerimin içine baktı, kalbim o bakışlarla dolup taşarken. “Bu karanlık, sadece bir başlangıç. Ama seninle her şey farklı olabilir.”
Onun sözleri, zihnimde yankılanıyordu. Bir an, her şeyin aslında bir oyun, bir manipülasyon olabileceğini düşündüm. Ama gözlerindeki o hüzün… O hüzün gerçekti. Beni kandırmaya çalışmıyor, bir şekilde benimle bir bağ kurmaya çalışıyordu. O an, geri çekilme şansım vardı. Ama yapmadım.
“Sen… Neden buradasın? Neden gölgeler?” diye sordum, titrek bir sesle. Bu soruyu sormak zorundaydım, ama cevabı duymaktan da korkuyordum.
Gölgelerin Adamı bir an sessiz kaldı. Gözleri karanlıkta parıldarken, yüzünde beliren acı, ruhuma işledi. “Karanlık benim mahkûmiyetim,” dedi. “Ama seninle bu karanlıktan çıkabilirim. Seninle gölgeleri kontrol edebilirim, onların bir parçası olmaktan öteye geçebilirim. Yeter ki bana katıl.”
Sözleri, bana hem bir teklif hem de bir tuzak gibi geldi. Ece’nin uzaktan gelen haykırışı bu düşüncelerimi destekliyordu: “Selin! Ona güvenme! O seni de gölgelerine hapsedecek!”
Ama içimde bir ses, onun sadece bir canavar olmadığını, aslında kurtarılmayı bekleyen biri olduğunu söylüyordu. Bu karanlık, sadece bir perdeydi; ardında bir insan vardı. Onu anlamak, belki de kurtuluşun anahtarıydı.
“Bunu gerçekten istiyor musun?” diye sordum, sesi duyulur duyulmaz bir tonda.
Gölgelerin Adamı, gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. “Sadece seni istiyorum, Selin. Diğerleri, diğer herkes… Onlar artık önemli değil. Seninle birlikte olursam, her şey değişebilir.”
Sözleriyle birlikte, gölgeler etrafımızda yoğunlaşmaya başladı. Artık sadece onunla ben kalmıştık. Arda ve Ece’nin varlığı, bu gölgelerin ötesine itilmiş gibiydi. Karanlığın içinde birlikteydik ve bu karanlık, hiç bu kadar sıcak hissettirmemişti.
Ona doğru bir adım daha attım. Parmak uçlarımız birbirine değdiği anda, gölgeler sanki bir dalga gibi üzerimize çöktü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Gölgelerin içinde kendimi kaybediyor, ama aynı zamanda bir parça huzur buluyordum. Onunla birlikteydim ve bu, her şeyden daha doğru geliyordu.
“Selin!” Arda’nın sesi yankılandı, ama artık çok geç. Gölgeler beni tamamen sarmıştı ve Gölgelerin Adamı’nın yanında, onun dünyasına doğru adım atıyordum. Korkmam gerektiğini biliyordum, ama bir yandan içimdeki bu güçlü bağ, tüm korkularımı bastırıyordu.
Gölgelerin içinde kaybolurken, son bir bakış attım Gölgelerin Adamı’na. Onun yüzündeki hüzün, bu kez hafif bir gülümsemeye dönüştü. Karanlık, hem onu hem de beni sarmıştı. Ama artık bu karanlığın içinde yalnız değildik.
Ve bu an, hikâyenin başladığı yerdi—gölgelerin içinde, ikimiz de birbirimizin kaderine doğru sürüklenirken. Gölgeler içime dolarken, kalbimde hem huzuru hem de korkuyu aynı anda hissettim. Kafamın içinde yankılanan Arda’nın sesi, artık ulaşamayacak kadar uzaktaydı. Karanlığın derinliklerinde, Gölgelerin Adamı’nın bakışlarıyla baş başa kalmıştım. Parmak uçlarımızın temas ettiği noktada, sanki içimde bir kapı açıldı. Dünyanın geri kalanından kopmuş gibiydim, ama bu kopuş beni özgürleştiriyor gibiydi.
Etrafımızdaki gölgeler, canlı bir organizma gibi hareket ediyordu. Fısıltılar duyuluyordu; anlayamadığım, ama bir şekilde hissettiğim kadim bir dilde konuşan fısıltılar. Gölgelerin içinde daha derine indikçe, bu fısıltılar bana bir şeyler vaat ediyordu. Korku yerini meraka bırakıyordu. Gölgelerin ardındaki sırrı, ardındaki gerçeği öğrenme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
Gölgelerin Adamı’nın sesi, fısıltıların arasında yükseldi. “Şimdi bana katılacaksın, Selin. Karanlığı birlikte kontrol edeceğiz.” Elini uzattı, o anki sakinliği ürkütücü derecede güven vericiydi. Ama içimde bir çatışma vardı. Aklımın bir köşesi bana haykırıyordu, buradan kaçmam gerektiğini, ama kalbim—belki de o karanlığın etkisiyle—başka bir şey söylüyordu.
“Bu dünyada seninle ne bulacağım?” diye sordum, dudaklarım titreyerek.
Gölgelerin Adamı hafifçe gülümsedi. O gülümseme, bir zamanlar tehlikeli ve soğuk gelirken, şimdi bana sıcak bir vaha gibi görünüyordu. “Kendini,” diye yanıtladı. “Bu dünyada, gerçek kimliğini bulacaksın. Karanlık sadece bir düşman değil, seni güçlendiren bir müttefik. Işık her zaman en büyük koruyucu değildir, Selin. Bazen karanlık seni korur, seni saklar ve seni özgür kılar.”
Onunla kalmak… Bu düşünce gittikçe cazip hale geliyordu. Bu dünyada onu anladığımı, hatta onu kurtarabileceğimi hissettim. Gölgelerin içindeki adam, sadece bir lanetli değildi. O, bu karanlıktan çıkmaya çalışan biriydi ve belki de tek çıkış yolu bendim. Belki de beni çekmesinin nedeni buydu; belki de bu laneti sona erdirebilirdim.
Ona doğru bir adım daha attım. Gözleri parladı, ama bu sefer karanlıkla değil, umutla. Aramızdaki mesafe yok olmuştu, artık nefeslerimiz bile iç içeydi.
Fakat o anda, gölgelerin içinde bir şey değişti. Gölgeler yoğunlaşmaya başladı, fısıltılar şiddetlendi. Gölgelerin Adamı’nın bakışları bir anda ciddileşti. “Hayır,” dedi, sesi titrerken. “Henüz hazır değilsin. Daha fazla gölgeye çekilmemen gerek.”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordum, şaşkınlık içinde. “Sen beni buraya çekmedin mi? Sen beni istemiyor musun?”
“İstiyorum,” dedi, sesi neredeyse acı çeker gibi. “Ama bu karanlık… Senin düşündüğünden daha derin. Seni kaybetmek istemiyorum. Kendi iradenle seçmelisin. Şu an seni buna zorlamıyorum. Eğer gerçekten istiyorsan, geri dönebilirsin.”
Bu cümle beni sarstı. Şimdi gitmek? Geri dönmek? Gölgelerin ötesine mi? Ama ya onu yalnız bırakırsam? Ya bu fırsatı kaçırırsam?
Bir karar vermeliydim, ve bu kararın geri dönüşü olmayacaktı. İçimdeki çatışma dayanılmaz bir hâl almıştı. Gölgelerin cazibesi, hissettiğim tuhaf çekim, hepsi o an beni içine çekmek için yarışıyordu. Ama Gölgelerin Adamı’nın gözlerindeki tedirginliği görmek… Bu tedirginlik beni irkiltti. O, benden çok daha fazlasını biliyordu; karanlığın derinliklerinde ne olduğunu, bu dünyaya tam olarak girmekle neyi feda edeceğimi.
“Henüz hazır değilsin,” demişti. Belki de haklıydı. Ama bu belirsizlikte onu yalnız bırakmak… Bu, benim içimdeki en büyük korkuydu.
Geri çekildim, biraz mesafe bırakarak ona baktım. “Peki, ya ben dönersem? Beni yine bulabilecek misin?”
Gölgelerin Adamı, bir an sessiz kaldı. Gözlerini benden çekmeden konuştu. “Seni her zaman bulurum, Selin. Gölgeler peşini bırakmaz. Ama bu, karanlığın seni tamamen yutması gerektiği anlamına gelmiyor. Kendi yolunu seçmelisin.”
Sözleri zihnimde yankılandı. Kendi yolumu seçmek… Şu anda bu karanlığa gömülmek, kendi özgürlüğümü bulmak gibi görünse de, belki de bu sadece bir yanılsamaydı. Belki de o kadar güçlü değildim. Ama içimde ona geri döneceğime dair bir inanç vardı. Ondan vazgeçmeyecektim.
“Geri döneceğim,” dedim kararlılıkla. “Ama henüz değil.”
Gölgelerin Adamı başını yavaşça salladı, gözlerinde derin bir anlayış vardı. “O zaman zamanı geldiğinde seni bekliyor olacağım. Ama o ana kadar dikkatli ol, Selin. Karanlık seni bulmak için sabırsız olabilir.”
Sonra her şey bir anda değişti. Gölgeler üzerime çöktü, etrafımı saran karanlık dalgalar gibi. Gözlerimi kapattım, boğuluyormuşum gibi hissettim ama aynı zamanda kendimi serbest bırakmıştım. Bir anda nefes aldığımda, soğuk bir rüzgar yüzüme çarptı.
Gözlerimi açtığımda, kendimi fabrika harabesinin ortasında buldum. Selin, Ece, ve Arda’nın sesleri uzaktan yankılanıyordu. Çimenlerin arasında yatıyordum. Her şey gerçek dışı bir rüyadan uyanmışım gibi geliyordu. Ama hala Gölgelerin Adamı’nın soğuk dokunuşunu tenimde hissediyordum.
Yavaşça ayağa kalktım. İçimde bir kararlılık vardı; bu karanlık hikayenin sonunu bulacak, onu tekrar görecektim. Ama ne zaman ve nasıl? Bu sorunun cevabını bilmiyordum.
“Selin! İyi misin?” Ece’nin sesi beni kendime getirdi.
Onlara baktım, biraz uzak, biraz kaybolmuş ama hala burada olduğumu bilerek. “Evet,” dedim, sesim titrerken. “İyiyim. Hadi buradan çıkalım.”
Ama biliyordum ki, bu sadece başlangıçtı. Gölgelerin Adamı’nı tekrar göreceğimden emindim. Fabrikadan çıktıktan sonra sessizlik, gecenin ağır havasıyla bizi çevreledi. Arda ve Ece’nin bakışları üzerimdeydi. Sanki ne yaşadığımı öğrenmek istiyorlardı ama bir yandan da sormaya cesaret edemiyorlardı. İçimdeki çalkantıyı gizlemek için derin bir nefes aldım, sonra sessizliği bozan ilk kişi Arda oldu.
“Bu yer… bir şekilde sana dokundu, değil mi? Ne olduğunu anlatmak ister misin?”
Ona dönüp baktım. Ne anlatabilirdim ki? Gölgelerin Adamı’ndan, içimdeki karanlık çekimden bahsetsem beni anlarlar mıydı? Onları korumak istiyordum, bu yüzden anlatmamak en iyisi gibi görünüyordu. Fakat sessiz kalmak da onları tehlikeye atmaktı. Kendimi dengelemek zorundaydım.
“Bilmiyorum,” dedim, gerçeğin bir kısmını paylaşarak. “Sanki bu yer… beni bir yere çağırıyor gibiydi. Ama bundan fazlasını anlamam gerek. Gölgelerin Adamı… burada, onunla tekrar karşılaştım.”
Ece’nin yüzü soldu. “Gölgelerin Adamı mı? Yani gerçekten var mı?”
Başımı salladım. “Evet. Ve sanırım Özlem’in kayboluşuyla da bir bağlantısı var.”
Arda, kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı. “Bize neler olduğunu saklamamalısın, Selin. Eğer bu Gölgelerin Adamı dediğin şey tehlikeliyse, biz de bunu bilmeliyiz. Hep birlikte çalışmalıyız.”
İçimdeki korku büyüdü. Arda haklıydı, ama Gölgelerin Adamı’na olan yakınlığım beni onlardan ayırıyordu. Onları korumak adına bazı şeyleri saklamam gerektiğini biliyordum.
“Tehlikeli olduğunu biliyorum,” dedim, dikkatli bir sesle. “Ama size zarar vermek istemiyorum. Daha fazlasını öğrenmeliyim. Eğer geri dönersem, size söz veriyorum her şeyi anlatacağım.”
Ece bir adım atarak elini omzuma koydu. “Bu işte yalnız değilsin, Selin. Ne olursa olsun yanındayız.”
Bu sözler içimi bir nebze olsun rahatlattı, ama Gölgelerin Adamı’nın söylediklerini düşündükçe, onların yardımı beni nereye götürecekti, emin olamıyordum. Karanlığın derinliklerine mi, yoksa daha büyük bir çıkmaza mı?
“Öyle olsun,” dedim, gülümsemeye çalışarak. “Ama şimdilik eve dönüp dinlenelim. Bu gece fazla şey yaşadık.”
Hepimiz sessizce yola koyulduk. Fabrikanın karanlık gölgesi arkamızda kaybolurken, içimde büyüyen karanlığı dizginlemeye çalışıyordum. Gölgelerin Adamı beni çağırıyordu. Ve ben, istemeden de olsa ona doğru çekiliyordum.
Gece derinleşirken, adımlarım hızlanıyor, zihnimde Gölgelerin Adamı’na geri dönmek için bir plan yapmaya başlıyordum. |
0% |