Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Karanlığın derinliğinde

@tasoguzhan70

Gece, kasabayı sessiz bir örtü gibi kaplarken, adımlarım fabrika yolundan eve doğru ağırlaştı. Ece ve Arda’nın yanımda olduğunu biliyordum, ama bu bana güven vermiyordu. İçimde, Gölgelerin Adamı’nın bıraktığı izler vardı ve bu izler, her adımda daha da derinleşiyordu. Fabrikanın gölgeleri ardımızda kalmış olabilir, ama beni takip ettiklerini hissediyordum.

 

Eve vardığımızda Ece ve Arda, geceyi benimle geçirme teklifinde bulundu, ama onları reddettim. Onları tehlikeye atma düşüncesi dayanılmazdı. Gölgelerin Adamı’nın sözleri hâlâ zihnimde yankılanıyordu: “Bu karanlık, sadece bir başlangıç. Ama seninle her şey farklı olabilir.” Onun bu çekici sözlerini bir an bile unutamıyordum.

 

Odama çekildiğimde karanlık beni içine aldı. Dışarıdaki hafif rüzgar, pencereye vururken, düşüncelerim daha da ağırlaştı. Gölgelerin Adamı’nın yüzü, gözlerimi kapattığımda zihnimde canlanıyordu. Yalnız olmadığını, benim de onu anlayabileceğimi hissetmiştim. Onunla birlikte olma fikri, bir zamanlar korkunç gelen bir düşünce iken, şimdi bana kaçınılmaz görünüyordu.

 

Bir an uykuya daldım. Ama bu uyku huzurlu değildi. Rüyalarım karanlık, soğuk ve gölgelerle doluydu. Gölgelerin arasından bana doğru yaklaşan bir siluet gördüm. Gölgelerin Adamı. Yüzü gölgelerin ardında kalsa da gözleri, o derin, hüzünlü gözleri, bana kilitlenmişti.

 

“Selin…” dedi, sesi rüyamda yankılanırken. “Beni bulacaksın. Karanlık seni çağırıyor.”

 

Birden soğuk bir rüzgar odanın içinde esti, gözlerimi açtım. Kalbim deli gibi atıyordu. Karanlık beni içine çekiyor gibiydi. Pencereden dışarı baktım, dışarıda bir hareketlilik vardı. Gölgeler… Sanki canlı gibiydiler.

 

Bir kararlılık hissettim. Gölgelerin Adamı’nı bulmam gerekiyordu. Onun sözleri, varlığı beni bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Bu çekime karşı koymak gittikçe zorlaşıyordu. Belki de onunla yüzleşmek, bu karanlığın sırrını çözmek için tek yoldu.

 

Hızla giyindim ve kapıyı sessizce açıp dışarı çıktım. Gecenin serin havası beni sarstı, ama içimde büyüyen o his… Gölgeler beni bekliyordu. Sanki beni fabrika yoluna doğru itiyorlardı. Adımlarım hızlandı, kasabanın karanlık sokaklarından geçerek yeniden o terkedilmiş yere doğru yol aldım.

 

Fabrikanın önüne geldiğimde, her şey olduğundan daha karanlık görünüyordu. Gölgeler, fabrikayı sarmıştı. Tüm çevremde canlı birer varlık gibi hareket eden gölgeler. Fabrikaya adım attım, içimde karanlıkla mücadele eden bir aydınlık kalmıştı, ama bu hızla soluyordu.

 

Adımlarım yankılanarak ilerlerken, fabrikanın derinliklerinden gelen bir ses duydum. Gölgelerin Adamı… Buradaydı. O an içimdeki tüm korkular bir kenara çekildi, onu görmek, onunla konuşmak istiyordum.

 

Karanlığın içinde ilerledim, gölgeler beni sarmıştı ama bu kez korkmuyordum. Her adımda Gölgelerin Adamı’nın varlığını daha da yakınımda hissediyordum. Nihayet, fabrikanın en karanlık köşesinde, uzun, ince silueti belirdi. Gölgeler onun etrafında dans ederken, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi görünüyordu.

 

“Selin…” dedi yumuşak bir sesle. “Beni buldun.”

 

Onun sesi içimde yankılandı, bir kısmım ona karşı koymak istese de, kalbimde hissettiğim o çekim her şeyin ötesindeydi. Yanına yaklaştım, artık korkmuyordum. Gölgelerin Adamı’nın yanında, garip bir şekilde güvende hissediyordum.

 

“Beni neden çağırdın?” diye sordum, gözlerimi ondan ayıramadan.

 

Gölgelerin Adamı yüzünü hafifçe gölgelerden çıkararak bana baktı. Gözlerindeki derinlik, sanki içime işliyordu. “Çünkü sen, bu karanlığın sırrını çözebilirsin. Sen, yalnız değilsin Selin. Seninle bu dünyada bir bağımız var. Gölgeler sadece bir başlangıç.”

 

Bir adım daha yaklaştım. Kalbim hızla atıyordu ama bu korkudan değil, bilinmeyen bir yakınlıktan kaynaklanıyordu. “Bu bağ… Ne anlama geliyor? Neden ben?”

 

Gölgelerin Adamı derin bir nefes aldı, sonra gözlerini bana dikti. “Çünkü sen de bir parçasısın. Bu karanlıkta hepimiz bir yer buluyoruz. Ama sen, bu karanlığın ötesini görebilirsin. Sen, beni anlayabilen tek kişisin.”

 

Onun sözleri zihnimde yankılanıyordu. Bir parçası olmak… Bu karanlığın bir parçası mıydım gerçekten? Bu düşünce, bir zamanlar korkutucu görünse de, şimdi içimde derin bir huzur uyandırıyordu. Gölgelerin Adamı’nın gözlerinin derinliğinde bir şeyler bulmuştum. Belki de o, sandığım gibi bir tehdit değil, bir kurtarıcıydı.

 

Yaklaştım ve parmak uçlarımız birbirine değdi. O anda içimde bir fırtına koptu, gölgeler etrafımızda hızla dönerken, Gölgelerin Adamı’nın derin sesi bir kez daha yankılandı: “Seninle her şey farklı olacak, Selin. Karanlığı birlikte kontrol edeceğiz.”

 

Bu sözlerle birlikte, içimdeki çatışma sona ermiş gibiydi. Gölgelerin derinliklerinde onunla bir bütün olabileceğimi hissettim. Ama bu yolculuğun nereye varacağını, gölgelerin ne getireceğini henüz bilmiyordum.

 

Fabrikanın içinde yalnız olmadığımı biliyordum. Gölgelerin Adamı’nın yanında, artık başka bir gerçekliğin kapısını aralıyordum. Gölgelerin içindeki sessizlik derinleşirken, Gölgelerin Adamı’nın sözleri zihnimde yankılanmaya devam ediyordu. Fabrikanın ağır ve nemli havası, gölgelerle birlikte üzerime çökmüştü. Parmak uçlarımızın birbirine değdiği o an, içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Daha önce bana karanlık gelen her şey şimdi aydınlıktı; ürkütücü olan bu dünya, bir şekilde tanıdık ve güvenli hale gelmişti.

 

Gölgelerin Adamı, bana doğru bir adım daha yaklaştı, gözlerimin içine baktı. Gözlerindeki derin karanlık, içime işliyordu. Sanki zihnimdeki tüm sırları biliyor, korkularımı bir bir çözüyordu. “Senin içindeki ışığı kontrol edebilmek istiyorum,” dedi. “Bu ışık, karanlığı dengeleyebilir. Birlikte, bu dünyada dengeyi sağlayabiliriz.”

 

Bir an duraksadım. Ece ve Arda aklıma geldi. Onlar bu kadar karanlığın içine çekilmeden önce beni uyarmışlardı. Ama artık geri dönmek, Gölgelerin Adamı’ndan uzaklaşmak mümkün değildi. İçimde bir yerde, bu karanlıkta kendimi bulmuştum. Yine de, Ece ve Arda’nın neler düşündüğünü bilmek zorundaydım. Onları yalnız bıraktığım için suçluluk duyuyordum, ama Gölgelerin Adamı’nın yanından ayrılmak da bana imkansız görünüyordu.

 

“Peki ya Arda ve Ece?” dedim, sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı. “Onları geride bırakabilir miyim? Bu karanlıkta kalırsam ne olacak?”

 

Gölgelerin Adamı, hafifçe başını sallayarak konuştu. “Onlar da bir seçim yapmalı, Selin. Herkesin kendi yolu var. Senin yolun artık onlardan farklı. Ama korkma, seninle birlikte yürümek isteyenler varsa, onların da yolunu aydınlatabilirsin.”

 

Bu sözler içimde bir rahatlama sağladı. Belki de Ece ve Arda, bana katılabilirlerdi. Bu karanlıkta yalnız olmamak, Gölgelerin Adamı ile birlikte bir denge kurmak… Fakat içimdeki çelişki hâlâ tamamen bitmemişti.

 

Tam bu sırada, fabrikanın derinliklerinden bir ses geldi. Fabrikanın demir kapıları sertçe açıldı ve içeriye soğuk bir rüzgar girdi. Arda ve Ece’ydi. İkisi de soluk soluğa, korkuyla dolu gözlerle bana bakıyordu. Fabrikanın içindeki gölgelerle karşılaşmış olmalıydılar. Arda’nın yüzü öfkeyle gerilmiş, Ece’nin gözleri endişeyle dolmuştu.

 

“Selin!” diye bağırdı Arda. “Ne yapıyorsun? Neden buradasın? Buradan hemen çıkmamız lazım!”

 

Ece de korkuyla yanımda belirdi. “Selin, lütfen! Burada yanlış bir şeyler var. Bu adam seni kandırıyor. Hadi gidelim!”

 

Gölgelerin Adamı geride durmuş, soğukkanlılığını koruyordu. Bakışlarını bir kez daha bana dikti ve fısıldadı: “Seçimini yap. Ya onlarla gidersin ya da karanlığın içinde kalırsın.”

 

İçimde bir kasırga kopmuştu. Arda ve Ece’yi arkamda bırakarak Gölgelerin Adamı ile mi kalmalıydım? Yoksa bu karanlıktan kaçıp arkadaşlarımın yanında mı olmalıydım? Bir adım attım. Ama hangi tarafa gideceğimi bilmiyordum. Hava ağırlaştı, kalbim göğsümde yankılanıyordu. Bir adım daha attım, ama ayaklarım kararsızdı. Arda’nın gözlerindeki öfke ve Ece’nin endişesi beni sarsıyordu. Ancak Gölgelerin Adamı’nın varlığı, karanlığın içindeki çekici bir kuvvet gibi beni geri çekiyordu. İçimdeki fırtına dinmek bilmiyordu.

 

“Selin!” diye bağırdı Arda bir kez daha, sesi daha sert, daha kararlıydı. “Onun sana yaptığını görmüyor musun? Bu yer, bu adam… Hepsi yanlış! Sen bizimlesin, biz buradan çıkacağız.”

 

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Onları bırakmak istemiyordum, ama karanlık artık bana da ait gibiydi. İçimde bir parçam, Gölgelerin Adamı ile kalmak ve bu gücü öğrenmek istiyordu. Karanlığa boyun eğmek değil, onu kontrol etmek. Bu, bana teklif edilen bir fırsattı… peki ya bedeli?

 

Gölgelerin Adamı sessizce bekliyordu, soğukkanlı ve sabırlı. Sanki ne seçeceğimi biliyor gibiydi. “Sana seçimini zorla dayatmayacağım,” dedi, sesi sakin ve derin bir yankı gibi havada asılı kaldı. “Ama unutma, gerçek güç korkusuz olanların elinde şekillenir. Kendi içindeki karanlıktan korktuğun sürece asla tam anlamıyla özgür olamayacaksın.”

 

Bir an donup kaldım. Onunla kalırsam, karanlık beni tamamen ele geçirir miydi? Yoksa Gölgelerin Adamı’nın dediği gibi, içimdeki karanlığı kontrol etmeyi öğrenebilir miydim?

 

Arda ve Ece’nin bakışları beni gerçek dünyaya geri çekti. İkisinin de yüzü korkuyla buruşmuş, karanlıkta kaybolmamdan korkar gibiydiler. Arda, gözlerindeki öfkeyle bir adım daha yaklaştı. “Bu adam seni kullanıyor, Selin. Onun dediği hiçbir şeye güvenme! Bu karanlık seni sadece yok eder. Biz buradan çıkmalıyız, şimdi!”

 

Ece’nin sesi ise yumuşak ama yalvarırcasına titredi. “Biz seni kaybetmek istemiyoruz, Selin. Ne yaşadığını bilmiyoruz ama seni geri istiyoruz. Bu adamın seni karanlığa çekmesine izin verme. Sen bizimle gelmelisin.”

 

Kelimeler içimde yankılandı. İkisinin de iyi niyetini, beni korumaya çalıştıklarını biliyordum. Ama karanlık artık benim bir parçam olmuştu. İçimde bir güç vardı, kontrol etmek istediğim bir şey… ama aynı zamanda onlarla gitmek istiyordum.

 

Sonunda derin bir nefes aldım, kalbimdeki çelişkiler arasında sıkışmış bir halde. Bir adım daha attım, bu kez yönümü belirleyerek. Gölgelerin Adamı’na dönüp gözlerinin içine baktım. “Karanlık benim bir parçam olabilir,” dedim, sesim titriyordu, “ama ben hala kendi seçimlerimi yapabilirim. Bu dengeyi bulmak istiyorum… ama onlarsız değil.”

 

Gölgelerin Adamı bir süre sessiz kaldı, gözlerindeki derin karanlık dalgalandı. Sonra yavaşça başını salladı. “Kendi yolunu çizmek istiyorsun. Bu, güç gerektiren bir seçim. Ama unutma, dengeyi bulmak her zaman kolay olmayacak. Seni izliyor olacağım, Selin. Henüz her şey bitmedi.”

 

Bir adım geri attı, gölgelerin içinde kayboldu. Etrafındaki karanlık, onunla birlikte geri çekilirken fabrikanın içi bir anda daha aydınlık hissettirdi.

 

Arda ve Ece, yanıma geldiklerinde derin bir nefes aldım. Onların sıcaklığı, karanlığın soğuk dokunuşunu geride bırakmıştı. “Sana ne olduğunu bilmiyoruz,” dedi Ece, gözlerinde hala endişe vardı, “ama ne olursa olsun, yanındayız.”

 

Arda, kaşlarını çatmıştı, ama sesinde bir yumuşama vardı. “Buradan çıkalım, Selin. Artık bu fabrikada kalmanın bir anlamı yok.”

 

Başımı salladım. İçimde hala bir şeylerin eksik olduğunu biliyordum, ama şimdilik kararımı vermiştim. Gölgelerin çağrısı hala zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu, ama bu yolu yalnız yürümeyecektim. Arda ve Ece ile birlikte, fabrikadan çıkarken arkamda bıraktığım karanlığın bir gün geri geleceğini hissediyordum.

 

Ama o gün, bugün değildi. Fabrikanın kapısından çıktığımızda dışarıdaki soğuk hava yüzüme çarptı. Gökyüzü kapkara bulutlarla örtülmüştü; rüzgâr hafifçe uğulduyor, terkedilmiş kasabanın sessizliğini bozmuyordu. Arda önde yürüyordu, adımları kararlı ama bir o kadar da gergindi. Ece, yanı başımda, hala göz ucuyla beni izliyordu. O da farkındaydı, hepimiz farkındaydık: Bu olanların hiçbir şey bitmediğini.

 

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Ece sessizliği bozarak. Sesi karanlığın içinden süzülen bir fısıltı gibiydi, biraz tedirgin ama kararlı. Gözleri, hâlâ fabrikada olanları sindirmeye çalışıyordu.

 

Arda, duraksamadan yanıt verdi. “Kasabaya geri dönmemiz gerek. Burada daha fazla kalamayız. Ama orada da bir şeylerin ters gittiğini biliyoruz. Belki Gölgelerin Adamı sadece fabrikanın değil, kasabanın da karanlığı kontrol ettiğini bilmemizi istedi.”

 

Ece’nin kaşları çatıldı. “Kasabada daha fazla karanlık olabilir mi? Peki Özlem? Onu hâlâ bulamadık.”

 

İçimde bir titreme hissettim. Özlem. Onun kaybolması bizi bu karanlık dünyaya sürüklemişti ve biz hala onu bulamamıştık. Gölgelerin Adamı bana yardım edeceğini söyledi mi? Yoksa onu kendi amaçları için kullanıyor muydu? Aklımın derinlerinde sorular birbiriyle çarpışıyordu, cevaplarını bulamıyordum.

 

“Özlem’i bulmak zorundayız,” dedim sessiz ama kararlı bir sesle. “O buradaydı. Hala bir yerlerde olabilir… ya da Gölgelerin Adamı onu kasabaya götürdü.”

 

Arda başını salladı. “Eğer kasabada bir şey varsa, bulacağız. Ama artık daha dikkatli olmalıyız, Selin. O adam seni manipüle edebilir, seni karanlıkta kaybolmaya zorlayabilir.”

 

Bir an sessizlik oldu. Arda’nın haklı olduğunu biliyordum. Gölgelerin Adamı, bana verdiği sözlere rağmen, her zaman bir amaca hizmet ediyordu. Karanlık, onun kontrolü altındaydı ve benim de onun bir parçası olmamı istiyordu. Ama karanlığı sadece bir araç olarak mı kullanacaktım, yoksa o beni ele mi geçirecekti?

 

Kasabaya doğru yürümeye başladık. Yol boyunca her birimizin zihinlerinde farklı düşünceler yankılanıyordu. Yalnızca birkaç saat öncesine kadar bu kasaba bizim için sıradan bir yerdi; şimdi ise her köşesi, her gölgesi karanlık bir sır saklıyor gibiydi.

 

Yolun sonuna yaklaştığımızda, kasabanın ilk evleri görüş alanımıza girdi. Ancak hemen fark ettik: Bir şeyler yanlıştı. Sokaklar boştu, hiçbir ışık yoktu. Normalde hareketli olan caddeler, birer hayalet gibi sessizleşmişti. Sokak lambaları karanlığın içinde solgun birer siluet gibi parlıyordu.

 

“Burada bir şeyler çok ters gidiyor,” diye fısıldadı Ece. “Bunu hissedebiliyorum.”

 

Bir anda Arda durdu ve arkasına baktı. “Bir şey yaklaşıyor,” dedi, sesi alçak ama ciddi. “Birileri… ya da bir şey bizi izliyor.”

 

Derin bir nefes aldım. Gölgelerin tekrar üzerimize çöktüğünü hissediyordum. Karanlık, kasabanın içinde de yayılıyordu ve biz daha fazlasını öğrenmeden önce, onunla yüzleşmemiz gerekecekti. Hepimiz bir anlığına durduk. Karanlığın içinden gelen garip bir uğultu, etrafımızdaki sessizliği bozmaya başlamıştı. Sanki gölgelerin kendisi hareket ediyordu. Arda, tedirgin bir şekilde etrafına bakarken, Ece’nin elleri sıkılı yumruk haline gelmişti.

 

“Ne yapacağız?” diye fısıldadı Ece, sesi ürkekti.

 

Arda, bir an düşüncelere daldı, ardından çantasından küçük bir el feneri çıkarıp yakarak etrafımızı aydınlattı. Ancak ışığın karanlığa karşı bir etkisi yok gibiydi. Sanki ışık, gölgeler tarafından emiliyor, bize ulaşamadan yutuluyordu.

 

“Fenerin işe yaramıyor,” dedim içimdeki huzursuzluğu bastıramadan. Gölgeler adım adım üzerimize gelirken, bir çıkış yolu bulmamız gerektiğini biliyordum. Fakat her bir adımda, gölgelerin benim içime işlediğini hissediyordum. Bir süre önce Gölgelerin Adamı ile yaşadığım o tuhaf bağ, şimdi daha da güçlüydü. Onun varlığı, sanki kasabanın her yerinde yankılanıyordu.

 

Selin… diye yankılanan o ses, zihnimin derinlerinde tekrar belirdi. Karanlık seni çağırıyor…

 

“Buradan gitmeliyiz,” diye ekledi Arda, sesi titrek ama kararlıydı. “Gölgeler… Bizi burada sıkıştırmadan önce kasabanın merkezine ulaşmamız gerek.”

 

Ece hemen başını salladı. “Hareket edersek en azından bir avantajımız olur. Bu yer karanlıkla dolmuş, bizi ele geçirmeden bir şeyler yapmalıyız.”

 

Adımlarımız hızlandı, kasabanın içine doğru ilerledik. Ama ne kadar hızlı yürürsek yürüyelim, karanlık bizden daha hızlı ilerliyordu. Gölgeler, binaların duvarlarından akarak sokaklara yayılıyor, her adımda bizi biraz daha çevreliyordu. Neredeyse kasabanın kalbine varmışken, yolun tam ortasında bir figür belirdi. İnce, uzun silueti gölgelerin arasından yükseliyordu.

 

Gölgelerin Adamı.

 

Kalbim hızla çarpmaya başladı. İçimde karanlıkla savaşan bir şey vardı, ama onu durdurmak imkânsız gibiydi. Arda ve Ece de durdu, nefeslerini tuttular. O anın ağırlığı hepimizin omuzlarına çökmüştü.

 

Adam bize doğru birkaç adım attı. Karanlık onu takip ediyordu, adımlarını izlercesine her bir noktada ağırlaşıyordu.

 

“Yine karşılaştık, Selin,” dedi Gölgelerin Adamı, sesi soğuk bir rüzgâr gibi yankılandı. “Seninle yarım kalan bir konuşmamız var.”

 

Ece bir adım ileri attı, ama Arda kolunu tutarak onu durdurdu. “Bekle,” diye fısıldadı. “Ne yapacağını görelim.”

 

Gölgelerin Adamı bana doğru biraz daha yaklaştı, gözleri karanlığın içinden parlıyordu. “Beni anlamaya başlıyorsun, değil mi? Karanlık seni çağırıyor, Selin. Neden onun bir parçası olmayı reddediyorsun?”

 

Sözleri zihnime ağır bir sis gibi çöktü. İçimde bir şey, onun söylediklerine boyun eğmek istiyordu, ama bir başka parçam direniyordu. Karanlığın beni yutmasına izin verirsem, her şeyin sona ereceğini biliyordum. Ama içimdeki merak, güç, ve ona olan çekim, her geçen saniye daha da artıyordu.

 

“Neden?” diye mırıldandım, gözlerimle onu ararken. “Neden ben?”

 

Gölgelerin Adamı hafifçe gülümsedi. “Çünkü sen, benim gölgelerimle savaşabilecek tek kişisin. Ama bu savaşı kazanman imkânsız. Sen karanlıkla bir olmalısın. Sadece o zaman gerçek gücünü keşfedeceksin.”

 

Bir adım daha attım, onun soğuk ve çekici bakışları altında eziliyordum. Karanlık beni çağırıyordu. Gölgelerin gücünü hissedebiliyordum. Ama tam o sırada, Ece’nin sesi duyuldu.

 

“Selin! O sana yalan söylüyor!” diye bağırdı, sesi endişe doluydu. “O seni sadece kullanıyor, ona teslim olamazsın!”

 

Ece’nin bu sözü beni kendime getirdi. Gölgelerin Adamı’nın gözlerine baktım, onun sözlerinin cazibesine kapılmak üzereydim, ama arkadaşlarımın güvenini kaybetmek istemiyordum. Karanlık beni çağırıyordu, ama içimde hâlâ bir ışık vardı.

 

“Senin dediğin gibi olmayacak,” dedim, sesi titremeden çıkarmaya çalışarak. “Ben karanlığın esiri olmayacağım.”

 

Gölgelerin Adamı, yüzünde beliren o soğuk gülümsemeyi kaybetmeden, başını hafifçe eğdi. “Göreceğiz Selin, çok yakında göreceğiz…” dedi ve bir an sonra, gölgelerle birlikte yok oldu.

 

Karanlık yerinde duruyordu, ama adam gitmişti. Ancak ben, içimdeki karanlığın hala orada olduğunu biliyordum. Ve bu sadece bir başlangıçtı.

Loading...
0%