@tasoguzhan70
|
Gökyüzü, kasvetli bulutların ardında kaybolmuştu. Hava ağır ve bunaltıcıydı, sanki doğa bile içinde birikmiş karanlığı yaymak için sabırsızlanıyordu. Uzaktan gelen boğuk bir gök gürültüsü, yaklaşan bir fırtınanın habercisiydi. Arda ve ben, uzun zamandır gelmekten kaçındığımız bu terk edilmiş fabrikanın önünde, karanlık gecede sessizce duruyorduk. Fabrikanın devasa metal kapıları, pasla kaplanmıştı ve hafif bir rüzgârın etkisiyle inceden bir gıcırtı çıkarıyordu. Fabrikanın içinde bir zamanlar hayat olduğunu hatırlamak zordu; şimdi ise, sadece boşluk ve çürümüşlük kalmıştı.
İçimde garip bir huzursuzluk vardı, kalbim göğsümde hızla çarpıyordu. Arda, sessiz ama temkinli adımlarla ilerlerken ben de ona ayak uyduruyordum. Çatlak zeminden gelen küçük çıtırtılar dışında her şey ölüm sessizliğindeydi. Elimle sımsıkı tuttuğum telefonumun ekranına baktım, saat gecenin bir yarısını çoktan geçmişti.
“Burası… korkutucu,” dedim, daha çok kendi kendime konuşur gibi. Sesim karanlıkta yankılandı ve daha da ürkütücü bir hal aldı. Arda yanımda sessizce yürüyordu ama yüzüne bakmadan bile onun da en az benim kadar huzursuz olduğunu hissedebiliyordum.
Nihayet kapının önüne geldik. Kapı, ağır ve eskimiş görünüyordu. Paslı menteşelerle yıllardır açılmamış gibiydi ama Arda, hiç tereddüt etmeden kapıyı zorladı. Gıcırtı dolu bir sesle, kapı biraz aralandı ve içeriye bir boşluk açıldı. Fabrikanın içinden gelen soğuk hava, yüzümüze çarptı. O an içime bir korku dalgası daha yayıldı; sanki fabrika, bizi içine çekmeye çalışan dev bir yaratık gibiydi.
“Arda, emin misin buraya girmemiz gerektiğinden?” diye sordum. Sesim titremişti, bu da korkumu saklamadığımı belli ediyordu.
Arda, her zamanki soğukkanlılığıyla başını hafifçe salladı. “Evet, Selin. Eğer Özlem’le ilgili bir şeyler öğrenmek istiyorsak, buraya girmek zorundayız. Burada cevaplar var. Başka bir yolumuz yok.”
Özlem… Onun adı bile içimde bir boşluk hissi yaratıyordu. Yıllar önce kaybolan en yakın arkadaşım, hiç iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu. O gün bugündür onu bulma umuduyla yaşamıştım ama artık sadece bir umut kırıntısı kalmıştı. Belki de, bu gece her şey değişecekti. Belki de nihayet, yıllardır beynimi kemiren o sorulara cevap bulacaktım.
Arda’nın ardından içeriye girdim. Fabrika, tamamen karanlıktı. Tek ışık, elimizdeki zayıf fenerlerden geliyordu. Fenerin ışığı, metal kolonlara çarpıyor ve uzun gölgeler yaratıyordu. Gölgeler, sanki her an hareket edecekmiş gibi bir izlenim veriyordu; gözlerim karanlıkta bir şeyler arar gibi sağa sola kayıyordu.
“Burada bir şeyler ters gidiyor,” diye fısıldadım. İçimde yükselen huzursuzluk, beni daha da tedirgin ediyordu. Fabrikanın duvarları neredeyse üzerimize çökecekmiş gibi görünüyordu. Dışarıdan gelen bir çıtırtı duydum ve irkildim. “Biri var!” diye hızlıca fısıldadım.
Arda, hemen dikkat kesildi ve elindeki feneri kapattı. O da tıpkı benim gibi, birilerinin bizi izlediğini hissediyor olmalıydı. Sessizce gölgelerin arasına çekildik, her an bir saldırıya uğrayacakmışız gibi bekledik. Kalbim hızla çarpıyordu; nefes alışverişim düzensizleşmişti. Korku, vücudumun her hücresine işliyordu.
Bir süre hiçbir şey olmadı. Sessizlik, fabrika içindeki gerginliği daha da artırıyordu. Dışarıdan gelen ayak sesleri netleşmeye başlamıştı. Birisi, karanlıkta adım adım bize yaklaşıyordu. Arda, yerdeki boş kutulardan birine dokundu, gözleriyle sessizce “dikkatli ol” der gibiydi. O an, bu terkedilmiş yerde neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz gerçeğiyle yüzleştim. Fabrikanın içindeki karanlık, sadece gözlerimizi değil, zihnimizi de esir alıyordu.
Tam o sırada kapının aralığından bir siluet belirdi. Karanlıkta figür netleşmeye başlarken, gözlerim dikkatle ona odaklandı. Bu, yabancı bir yüz değildi. Daha yakına geldikçe fark ettim ki, bu Arda’nın eski bir arkadaşı olan Ece’ydi. Ece, soluk soluğa kalmıştı, yüzü ter içindeydi ve gözleri korkuyla doluydu. “Selin! Arda!” diye seslendi, sesi titriyordu.
İçimdeki korku, bir anlığına yerini şaşkınlığa bıraktı. “Ece? Senin burada ne işin var?” dedim. Sesimdeki şaşkınlık açıkça hissediliyordu.
Ece, endişeyle etrafına bakındı. Sanki bir şeylerden kaçıyormuş gibi bir hali vardı. “Sizi burada görmek hiç iyi değil. Burası çok tehlikeli. Çabuk burayı terk edin!” dedi. Sesi aceleciydi, sanki her an bir şey olacakmış gibi bir tedirginliği vardı.
Arda bir adım ileri atıldı. Yüzünde şaşkınlık ve endişe karışımı bir ifade vardı. “Ece, ne demek istiyorsun? Burada neler oluyor?” diye sordu. Sesi sert ve kararlıydı, ancak altında bir tedirginlik yatıyordu.
Ece’nin gözleri bir an Arda’nın gözleriyle buluştu, ardından hemen uzaklara, karanlığa doğru kaydı. “Burası güvenli değil. Geçmişte burada birçok şey yaşandı ve bu bina hâlâ onların izini taşıyor. Saklanan sırlar var, tehlikeli sırlar…” dedi.
Bu sözler, içimdeki huzursuzluğu yeniden alevlendirdi. Ece’nin yüzünde gördüğüm korku, onun söylediklerinin ciddi olduğunu hissettirdi. “Özlem… Özlem burada mı?” diye sordum, kalbimdeki ağır yükle.
Ece, başını iki yana salladı. Gözleri yere düştü ve bir an için sessiz kaldı. “Özlem’in peşinde olan biri var,” dedi sonunda. Sesi, neredeyse bir fısıltı kadar alçaktı. “O gece Özlem’in başına gelenler, sadece onunla ilgili değil. Daha fazlası var. Burada karanlık bir sır var ve hâlâ açığa çıkmadı.”
Ece’nin sözleri beynimde yankılanırken, vücudumun donduğunu hissettim. “Neden bahsediyorsun?” dedim, neyi kastettiğini anlamaya çalışarak. O gece Özlem kaybolmuştu, evet, ama bunun sadece bir kayboluş olmadığını ima ediyordu. Sanki çok daha büyük, karanlık bir şeyler vardı.
Ece derin bir nefes aldı ve biraz daha yaklaştı. “Özlem, bir süredir garip davranıyordu. Partide bazı insanlarla konuşmuştu. Onlardan biri, onun peşindeydi. O kişi hâlâ burada olabilir. Onu bulmanız gerekiyor, ama çok dikkatli olmalısınız. O gece burada sadece Özlem değil, başka şeyler de kayboldu.”
Ece’nin söyledikleri, içimdeki korkuyu iyice büyütmüştü. O gece neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Özlem’in gülüşü, aniden değişen tavırları, sanki bir şeylerden kaçıyormuş gibi tavırları… Her şey birer parça gibi zihnimde dönüyordu ama tam olarak ne olduğunu anlayamıyordum.
Arda bir adım öne çıktı. “Bu kadar kaçmaya son ver, Ece,” dedi kararlı bir sesle. “ Tabii, hikayenin sonunu uzatarak ve detaylandırarak tamamlayacağım:
Arda bir adım öne çıktı. “Bu kadar kaçmaya son ver, Ece,” dedi kararlı bir sesle. “Bize her şeyi anlatmalısın. Özlem’in başına ne geldi? O gece burada neler yaşandı?”
Ece’nin yüzü karanlıkta solgun görünüyordu. Gözleri bir an için karanlığın derinliklerine daldı, sanki orada göremediğimiz bir şeyleri görüyor gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, sadece derin nefes alış verişleri duyuluyordu. Ardından, fısıldar gibi konuştu: “O gece… Özlem bana bir mesaj atmıştı. ‘Beni izleyen biri var,’ demişti. Başta önemsemedim, ama sonra… O gece onunla konuştuğum son an oldu.”
Ece’nin sesi titremeye başladı. “Partide bir şeyler ters gitmişti. Özlem’in konuştuğu bir adam vardı, onu daha önce hiç görmemiştim. Çok sessizdi ama gözleri… sanki bir şeyleri saklıyordu. Özlem ona yaklaştıkça garip davranmaya başladı. Sonra birden ortadan kayboldu.”
Arda ile göz göze geldik. O geceyi hatırlıyordum; Özlem her zamankinden farklıydı. Eğlenceye katılmıyor, sürekli etrafı gözlüyor gibiydi. Ama ne olduğunu anlayamadan kaybolmuştu, biz de onunla olan son anlarımızı tekrar tekrar hatırlamaya çalışmıştık.
Ece, başını eğdi ve zorlukla devam etti: “Bu fabrika… sadece terk edilmiş bir yer değil. Burada karanlık bir geçmiş var. Özlem’in o adama ne söylediğini bilmiyorum ama onun bir şey bildiğinden şüpheleniyordu. O gece burada sadece Özlem değil, yıllar önce kaybolan başka insanlar da vardı. Bu yer, sırları saklıyor.”
İçimde bir şeyler çatırdadı. Özlem’in kayboluşu, sadece bir arkadaşın ortadan kaybolması değildi. Daha büyük, daha karmaşık bir şeyin parçasıydı. Bu fabrika, bir şekilde o sırları barındırıyor olmalıydı. Yıllar boyunca bunca insanın kaybolduğu bu yer, karanlık bir sırrın yuvasıydı.
Arda, Ece’nin söylediklerini duyduktan sonra sessizce yanımda yürüdü. “Burada bir şey bulmalıyız,” dedi kararlılıkla. “Özlem’in izini sürebileceğimiz bir şey olmalı. Eğer bu fabrika bir sır saklıyorsa, o sırrı bulmak zorundayız.”
Ece, başını salladı. “Belki de geçmişte kaybolanların geride bıraktıkları bir iz vardır,” dedi. “Ama dikkatli olmalıyız. Burada hâlâ tehlikeli bir şeyler var. Özlem’i bulmak istiyorsanız, bu fabrikada daha derinlere gitmeliyiz. Bir defterden bahsediyorlardı… Kaybolan insanların izini sürebileceğimiz bir defter.”
Bu sözler, içimde bir kıvılcım yaktı. Bir ipucu… Eğer o defteri bulabilirsek, belki de Özlem’in kayboluşuna dair bir iz bulabilirdik. Derin bir nefes alıp kararlılıkla Arda’ya baktım. “O zaman defteri bulana kadar durmayacağız,” dedim.
Karanlık fabrikanın derinliklerine doğru ilerledik. Her adımda, ayaklarımızın altında yankılanan sesler daha da ürkütücü hale geliyordu. Gözlerim sürekli etrafı tarıyordu, sanki her köşeden bir şey fırlayıp bize saldıracakmış gibi hissediyordum. Arda, elindeki feneri dikkatlice etrafa tutuyor, gölgeler arasında bir şeyler arıyordu.
Bir süre sonra Ece durdu ve yavaşça yere çömeldi. “Burada bir şey var,” diye mırıldandı. Biz de onun yanına eğildik. Ece, eski bir kutuyu yavaşça açtı. Kutunun içinden eski fotoğraflar ve sararmış notlar çıktı. “Bunlar… bunlar o geceye ait olabilir,” dedi Ece heyecanla.
Kutudan çıkan fotoğraflara baktım. Bir fotoğraf dikkatimi çekti. Özlem, yanındaki bir adamla poz vermişti. Ancak adamın yüzü, gölgede kalmıştı; net bir şekilde göremiyordum. Fotoğrafa daha dikkatli baktıkça, adamın gözlerindeki sertlik beni rahatsız etti. Bu yüzü tanıyor gibiydim ama kim olduğunu bir türlü çıkaramıyordum.
“Elinde bir defter var,” dedi Arda aniden, fotoğrafı işaret ederek. “Bu, bahsettiğimiz defter olabilir mi?”
Ece, fotoğrafa daha yakından bakarak başını salladı. “Bu o olabilir. Defterin kaybolduğunu biliyordum. Eğer bu defteri bulabilirsek, Özlem’in ve diğer kaybolanların sırrını çözebiliriz.”
O an dışarıdan gelen bir çıtırtı sesiyle irkildik. Fabrikanın dışından gelen bu ses, bizi yerimizde dondurdu. Kalbim hızla atıyordu, gözlerim karanlıkta bir şeyler görmeye çalışıyordu. Arda hemen fenerini kapattı ve hepimiz derin bir nefes almadan karanlıkta bekledik.
Ayak sesleri yaklaştı. Biri ya da bir şey karanlıkta bize doğru yaklaşıyordu. O an, bu terkedilmiş binada yalnız olmadığımızı anladım. Korku vücudumu sararken, kaçmamız gerektiğini hissettim.
“Hızlanmalıyız,” dedim, sesi titreyerek. “Burada bir şeyler ters gidiyor.”
Ece, endişeli bir şekilde etrafına bakındı. “Ama daha fazla kalamayız. Tehlikeli olabilir.”
Arda, kararlı bir sesle konuştu. “Eğer Özlem’i bulmak istiyorsak, buradan çıkmadan önce daha fazla ipucu bulmalıyız.”
Karanlıkta bir şeylerin hareket ettiğini hissediyordum. Sanki gölgeler üzerimize çullanıyormuş gibi bir his vardı. “Beni takip edin,” dedim ve hızlıca geri çekilmeye başladım. Ece ve Arda, hemen arkamdan geldiler. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki neredeyse göğsümden çıkacakmış gibi hissediyordum.
Fabrikanın dar koridorlarında koşarken, her köşe, her gölge daha da ürkütücü bir hale gelmişti. Gölgeler sanki her an canlıymış gibi üzerimize çöküyor, bizi izliyor gibiydi. Etrafımızdaki soğuk hava gittikçe daha da bunaltıcı hale geliyordu. Sanki bu fabrika, bizi içine çekmeye çalışan karanlık bir labirentti.
Sonunda, arka tarafa açılan bir kapıya ulaştık. Kapı yarı aralıktı, sanki bizi dışarıya davet ediyormuş gibi duruyordu. “Hadi, buradan çıkalım!” diye bağırdım, korkum artık zirveye ulaşmıştı. Arda kapıyı iterek açtı ve hepimiz dışarıya fırladık.
Dışarıya çıktığımızda, temiz hava ciğerlerime doldu. Ancak bu, içimdeki huzursuzluğu yatıştırmaya yetmedi. Arda, elindeki feneri yere tuttu ve hepimize baktı. “Bu iş burada bitmedi,” dedi kararlı bir sesle. “Özlem’in izini sürmeye devam edeceğiz. O defteri bulana kadar vazgeçmeyeceğiz.”
Ece, başını eğdi. “Bu sadece bir başlangıç,” dedi sessizce. “O defteri bulursak, sadece Özlem’in değil, bu karanlık sırların tamamını çözebiliriz. Ama tehlikeli bir yola girdik. Burada yalnız değiliz.”
O an, içimde bir karar verdim. Özlem’i bulana kadar durmayacaktım. Bu fabrika, sırlarını saklayabilirdi ama biz o sırları açığa çıkaracaktık. Korkuya rağmen, karanlığa rağmen bu yolculuğun sonuna kadar gitmeye kararlıydım.
Ve belki de bu gece, yıllardır peşimizi bırakmayan sırlar nihayet aydınlanacaktı. Ama hangi bedelle? |
0% |