@tauraro
|
Keyifli Okumalar. Sevgisiz büyüyen insanların kalbi bomboş olurdu. Ruhlarında yaralar, gözlerinde yaşlar olurdu. Sevgisiz büyüyen insanlarda bir boşluk olurdu. O kişinin önüne dünyaları da serseniz o boşluk dolmazdı. Sevgiydi insanın kalbini dolduran, ruhlarındaki yaraları saran, gözlerinde parıltılar oluşturan. Sevgiydi insanı yaşatan, mutlu eden. Sevgi her şeye bedeldi. Sevgi her şeyden değerliydi. "Seni hiç istemedim," Diye bağırdı Annem sinirle. "Öl diye her şeyi yaptım ama geberemedin. Ölmeyi bile beceremedin sen." Ben ölmeyi bile beceremeyen bir beceriksizdim. "Seni doğurduğum güne lanet olsun." Diye haykırışı evi doldurdu fakat benim gözlerimi dolduramadı. Şimdi size soruyorum. Sevgisiz büyüyen bir çocuk nasıl birisine dönüşür? Ruhsuz, duygusuz birisine dönüşür. Ruhu ve duyguları o çocuğa o kadar acı çektirir ki çocuk en sonunda dayanamaz ve ruhunu, duygularını öldürür. Ve artık o çocuk büyür. Ben o çocuktum. Belki sizde o çocuktunuz. Umarım değilsinizdir fakat öyleyseniz şunu unutmayın. Siz yaşadıklarınızı hak etmediniz. Ben yaşadıklarımı hak etmedim. Babam yanımıza geldiğinde sinirini benden çıkaran annemi üzerimden kaldırdı. "Güzel çabuk evden git." Diye bağırdı. Annem nefes almaksızın bana hakaretler haykırmaya devam ediyor ve babamın kollarından kurtulmaya çalışıyordu. Evimizin hizmetlisi yanıma geldi ve beni yerden kaldırıp oradan uzaklaştırdı. Etrafa bomboş bakışlar atıyordum. Alışmıştım. Annem ve babamın nefretine, hakaretlerine ve şiddetine alışmıştım. Hizmetli kadın beni odama götürdü ve odamdaki ilk yardım kutusundan bir şeyler getirip yaralarıma pansuman yaptı. Pansuman bittiğinde hizmetli bir şey demeden bana acıyan gözlerle baktı ve odadan çıktı. Bu evdeki herkes bana acırdı. Üzerimi değiştirdim ve kimseye görünmeden evden çıktım. Volana şehrinin ormanına doğru yürümeye başladım. İnsanlardan uzakta, bir başıma kalmak istiyordum. Çünkü insanların olmadığı yerlerde huzur olurdu. İnsanların olmadığı yerlerde ben acı çekmezdim. Uzunca bir süre yürüdüm. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Öylece yürüyordum. Hiçbir şey düşünmüyordum. Hiçbir şey hissetmiyordum. Bir hiçliğin ortasında kaybolmuştum ve beni bulacak kimsem yoktu. Kimsesizdim ben. Beni seven kimse yoktu. Kimsesizdim ben. Ayak tabanlarım sızlamaya başladığında bir ağacın altına oturdum. Sırtımı ağacın gövdesine yasladım. Dizlerimi kendime çektim. Ormanın korkutucu sessizliğini dinledim. Gözlerimle etrafı izlerken bir taş dikkatimi çekti. Sıradan bir kaya parçasıydı fakat nedense dikkatimi çekmişti. Taşı tam önüme koydum. "Annemden yine dayak yedim," Dedim taşa bakarak. Derdimi anlatacak kimse olmayınca dağa taşa derdimi anlatmaya başlamıştım. Gülünecek haldeydim. "Beni hiç sevmedi. Neden sevmedi bilmiyorum. Hep ölmemi istedi. Neden istedi bilmiyorum. Kimse beni sevmedi. Neden sevmediler bilmiyorum." İç çektim. "Ailesi ölen insanlara kimsesiz derler. Bence yalan çünkü hiç sevilmeyen insandır kimsesiz insan. Çünkü ölüler de sever. İnsan bedeniyle sevmez, ruhuyla sever ve insanların bedenleri ölür. Ruhları değil." Güldüm. "Beni seven hiçbir ruh yok çünkü ben kimsesizim. Kimsesiz insanlar yalnızlığa, nefrete mahkumdur. Kimsesiz insanlar acı çekmeye mahkumdur." "Kimsesiz insanlar taşla dertleşmeye de mahkum sanırım." Dediğinde yabancı bir ses irkildim ve sesin geldiği yöne baktım. Kalbim hızlandı. Gözbebeklerim büyüdü. Aslan Karaca. Bana duygularımın olduğunu kanıtlayan tek insan. Bana aşkı öğreten ilk insan. Bana aşkı öğretecek tek insan. "Ne işin var burada?" Diye mırıldandım bakışlarımı kaçırarak. Rezil olmuştum. "Seni takip ettim," Dediğinde gözlerim şaşkınlıkla irileşmişti. "Çok kötü görünüyordun ve tek başına ormana giriyordun. Başına bir şey gelmesinden korktuğum için seni takip ettim." Aslan hep beni korurdu, kurtarırdı. Lisede kilolu olduğum için hep zorbalık görürdüm. Aslan zorbalardan kurtarırdı hep ama benimle hiç konuşmazdı. Yandan ufak bir bakış atıp çekip giderdi yanımdan. O iyi bir insandı. Yaz aylarında hep çocuklara dondurma ısmarladığını görürdüm. Bazen kedilere süt ve mama verir. Köpekleri severdi. Lisedeyken diğerlerinim aksine kimseye kötü davranmazdı. Davrananlara ise kızar, kavga ederdi. Bu yüzden ona vurulmuştum. O insanların kötülüğüne bulanmamıştı. Kalbi tertemizdi. "Neden hep beni korumaya çalışıyorsun? Lisede de böyleydin." Diye mırıldandım. Neden koruduğunu hep merak etmiştim. Bir keresinde beni sevdiği için koruduğunu düşünme cüretinde bulunmuştum. Çok saçmaydı. Onun gibi yakışıklı birisi beni mi sevecekti. Bir düzen vardı. Yakışıklı erkekler sadece güzel kızları severdi. "Çünkü sen zorbalığı hak etmiyordun. Bu ormanda ölmeyi de hak etmiyorsun," Demiştim size. O çok iyi birisiydi. Sert bir insandı. Bakışları, çehresi çok sertti fakat çok iyiydi. "Gerçekten de ölülerin de sevdiğini düşünüyor musun?" Duraksadım. Bir kez daha utandım. Bu dediklerimi duymasını istemezdim. Bu kadar acınası ve zavallı bir insan olduğumu bilmesini istemezdim. "Evet. İnsanlar ruhlarıyla sever, bedenleriyle değil. Bedenler ölür, ruhlar değil." Dedim gözlerine bakmaya çalışarak fakat yapamadım. Simsiyah gözlerinde sonsuzluk var gibiydi ve ben o sonsuzlukta kayboluyor gibiydim. Gülümsediğini gördüm. Kalbim tekledi. İlk defa gülümsediğini görüyordum. Çok güzel gülümsüyordu. "Ölüler de sever," Dedi ve iç çekti. "Bu lafı sevdim." Bir şey demedim. "Bugün derslere gelmeme sebebin yüzündeki yaralar mı?" Dediğinde yüzümü gizledim. Aslan ile aynı üniversite ve aynı bölümdeydik. Bu tesadüf beni çok mutlu ediyordu çünkü onu görebiliyordum. Lisedeyken başka üniversitelere gideceğimiz için onu göremeyeceğim düşüncesi beni mahvediyordu. "Evet, merdivenden düştüm de." Dediğimde yutkundum. Yalandı. Annem tarafından cezalandırıldığım için okula gitmemiştim. Yüzümdeki yaralar da dayak yediğim için vardı fakat öğrenmemeliydi. Onun gözünde daha da düşmemeliydim. Onun gözünde zaten çok alçaktaydım. Daha da düşmemeliydim. "Canın çok acıyor mu?" Dediğinde sesinde acı vardı. Üzülmüş müydü? Bana acımış mıydı? "Hayır, ben iyiyim." Dediğimde ağlama isteği sardı etrafımı. Onun bana acıması gururumu incitmişti. Ben hep acınmıştım fakat Aslan bana acımamalıydı. O beni bu halde görmemeliydi. Bir zavallı gibi bir taşa derdimi anlatırken yanımda olmamalıydı. Yoksa ben çok incinirdim. Ayağa kalktım yavaşça. Bu halde daha fazla yanında durmak istemiyordum. "Ben gidiyorum." "Sana eşlik edeyim." Dediğinde bir şey demedim. Hava kararmıştı ve ben korkmaya başlamıştım. O yanımda olduğunda korkmuyordum. O beni hep korumuştu. Yine korurdu. Neden bilmiyorum fakat ona çok güveniyorum. Onun yanında kendimi çok güvende ve huzurlu hissediyordum. Bana güzel şeyler hissettiriyordu varlığı. Bana hayatın güzelliklerini hatırlatıyordu gözleri. Sesini işitince kulaklarım mest oluyordum. O mükemmelliğin vücut bulmuş haliydi. Ben ise o mükemmelliğe hayran birisiydim. Onun mükemmelliğinin yanında benim sıradanlığım o kadar kırıyordu ki beni. Beni sevmesini o kadar arzuluyordum ki. Onu o kadar çok seviyordum ki. Bu aşk değildi. Ben onu o kadar çok seviyordum ki buna aşk diyemezdim. Aşk çok sönük kalırdı. Beraber sessizce yürüdük ormanın içinde. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Onu takip ediyordum sadece. Yolculuk boyunca hiç konuşmadık. Sadece onu takip ettim. En sonunda ormanlık alandan çıktığımızda evimin yakınlarındaydık. "Teşekkür ederim." "Bir daha tek başına bu vakitte tenha yerlere gitmezsen teşekkürünü kabul edebilirim." Dediğinde elimde olmaksızın gülümsedim. Uzun bir aradan sonra gülümsüyordum. Beni gülümseten kişiyi de çok seviyordum. "Yapmayacağım." Dediğimde gülümsedi. Hayat güzelleşti birkaç saniyeliğine. "Eğer," Dedi sustu. "Eğer?" Diye sordum. "Eğer ormanda yürüyüşe çıkmak istersen ben sana eşlik ederim." Ölmemi istiyordu sanırım. Bugün benim kalpten gitmemi istiyordu. "Ben... İsterim bana eşlik etmeni." Diye mırıldandım ve bakışlarımı kaçırdım. Yanaklarım ısınmaya, heyecandan gözlerim dolmaya başlamıştı. "Numaram sende var mı?" Dediğinde başımı salladım. "Tamam o zaman bir telefonuna bakar kapına gelmem." Ölecek gibiydim. Ellerim ve bacaklarım titriyordu. "Ben arayacağım." "Aramanı bekleyeceğim," Dediğinde gözleri gözlerime değdi. Kayboldum gözlerinde. Siyah gözleri hayatımı güzelleştiriyordu. "Haydi, gir içeriye. Daha fazla soğukta durma." "Tamam, görüşürüz." "Görüşürüz." Hızla eve girdim. Kapıyı kapatmadan önce onu gördüm. Eve girene kadar beni beklemişti. İnce ruhunu öpesim gelmişti. Kapıyı kapattım ve hızla odama gittim. Kendimi yatağıma attığımda gülümsedim. Kabus gibi olan günümü güzelleştirmişti. Kabus gibi olan hayatımı güzelleştiriyordu. Onu çok seviyordum. BÖLÜM SONU. |
0% |