@teddiursa
|
Yavaş adımlarla, ellerimizde alışveriş çantaları Mehmet'in arkadaşlarının bizi beklediği puba doğru ilerliyorduk. Aramızda bir ölüm sessizliği vardı. Bu sessizliğin sebebini ben biliyordum ama onun bildiğinden şüpheliydim. Buna rağmen aramızdaki sessizliği bozacak hiçbir harekette bulunmuyordu. İnat etmiştim ben de konuşmayacaktım. Ara sokaklardan geçerek ilerlemeye devam ediyorduk. Mehmet aniden durdu. "İşte geldik." İşaret parmağıyla önünde durduğumuz eski Rum evinden bozma, pencereleri yeşil vitraylı, beyaz ahşap evi gösteriyordu. Dışarıdan çok ilgi çekici gelmese de yeşil vitraylardan yansıyan ışık insanı içeriye davet ediyor gibiydi. Önde Mehmet arkada ben, ahşabı aşınmış dar kapıdan içeriye doğru geçtik. İçeriye adım atar atmaz bizi, loş ışığın hakim olduğu, son derece dinlendirici bir oturma alanı karşılıyordu. Ortama kahverengi, krem ve yeşil tonları hakimdi. Etrafımı incelemem bittikten sonra orada bulunan insanlara baktım. Sağ tarafımda yaşları henüz erişkinliğe ulaşmış kızlı erkekli bir grubun olduğu bir masa , onların hemen yanında bulunan küçük masada ise duruşlarından dahi olgunlukları belli olan, orta yaşlı bir çift vardı. Burada oturacak başka bir yer yoktu. Herhalde arkadaşları üst kattadır diye düşünürken Mehmet, elimdeki elbise çantasını kendi eline aldı ve boşalan elimi tuttu. Beni hafifçe çekerek daha önce fark etmediğim, arka taraftaki bahçeye doğru götürüyordu. Hala bir kelime konuşmayarak ilerliyorduk. Arka bahçe tıpkı içeride olduğu gibi doğanın hakimiyetini simgelercesine kahverengi, krem ve yeşil tonları ile bezenmişti. Ahşap masalar ortama olduğundan daha doğal bir görüntü veriyordu. Sık aralıklarla yerleştirilmiş ağaçların üzerine asılmış sarı ışıklar akşamın kararmaya yüz tutmuş havasında güneşin direnmeye çalışan çocukları gibi zayıfça ışık vermeye çalışıyorlardı. "Şuradalar." En arka masada bulunan kalabalık grubu işaret etmişti Mehmet. Suratında bugün hiç görmediğim kadar içten bir gülümseme ile eli elimde masaya doğru ilerledik. Yüzü bize dönük olduğu için sadece Sinan'ı tanıyabilmiştim. Bizim yaklaştığımızı fark edince sanırım gruba geldiğimizi söylemiş, herkes yavaş yavaş bizim geldiğimiz yöne doğru kafasını çevirmeye başlamıştı. "Gülümse." dedi Mehmet neredeyse dudaklarını kıpırdatmadan ve gülümsemesini bozmadan. O bana emir mi vermişti? Şu anda buna takılmak istemiyordum ama takılmıştım işte. Surat ifadem çok mutlu olmasa da normaldi. Bundan neden memnun olmamıştı? Sanırım arkadaşları ile tanışacağım için tek heyecanlı olan ben değildim. Bunun tartışmasını sonra yapmak için şimdilik sustum ve onun istediği gibi suratıma bir gülümseme yerleştirdim. "Hoş geldiniz." dedi Sinan son derece içten bir şekilde. Bu çocuk lisede de hep içtendi. Fazla bir samimiyetimiz yoktu ama çevreye, arkadaşlarına ve öğretmenlere karşı olan tavrından bunu rahatça söyleyebiliyordum. Onu görünce aklımdan Gülbin ile ne tatlı bir çift olurlar diye geçirdim. Gülbin. Evet ya Gülbin. Onu unutmuştum. Halbuki kıza Mehmet ile onu alacağımızı söylemiştim. Nasıl böyle bir hata yapar da onu unuturdum. Hemen onu aramalıydım ama bunu tanışmanın tam ortasındayken de yapamazdım. "Hoş bulduk." dedi Mehmet ve hemen arkasından sırayla arkadaşlarına sarılmaya başladı. "Hoş bulduk." dedim ben de fakat sesim kalabalığın selamlaşma seslerinden duyulmamıştı. Mehmet tek tek arkadaşlarına sarıldıktan sonra ayakta dikilen beni hatırlamış olacak ki aceleyle yanıma geldi. "Arkadaşlar tanıştırayım, Esma. Kendisi şimdilik sözlüm olur yakın bir zamanda da inşallah eşim olacak." Bu kadar net bir tanıtıma gerek var mıydı cidden bilemiyordum. Bu anın nasıl olması gerektiğini hayal etmemiştim ama bu tarz bir tanıştırmayı da beklemiyordum. Mehmet'in yanında olduğum çoğu zamanda olduğu gibi bir utanç dalgası sarmıştı beni. Kulaklarım yanmaya başlamış, ellerim uyuşmuştu. Sanki insanlarla iletişim kurmayı unutmuş gibi öylece olduğum yerde dikiliyordum. Mehmet elini belime atmış hafifçe sıkmıştı. Bu hareketi beni kendime getirse de rahatsız olmuştum. Fakat bu rahatsızlık iradem dışında vücuduma dokunulmasından ziyade bir tehdit içerirmişcesine sert olduğu içindi. Hafifçe silkinerek Mehmet'in belimde olan elinden kurtuldum. "Memnun oldum hepinizle tanıştığıma." dedikten sonra ufak bir baş sallamayla herkesi selamladım. Herkes benimle tanıştıklarına ne kadar memnun olduklarını söyledikten sonra şükür ki tanışma faslı bitmişti. "Gelin şöyle oturun." diyerek Enes ve Seda'nın yanındaki iki boş sandalyeyi işaret etti Sinan. Biz Sinan'ın gösterdiği yere geçerken masada çıt çıkmıyordu. 'Biz gelmeden önceki muhabbetinize geri dönsenize, bize bakmayın' diye bağırmak istedim. İçimdeki tüm karmaşaya rağmen sakince Seda'nın yanındaki sandalyeye oturdum. Mehmet de yanıma oturmuş, elindeki çantaları masanın altına bırakırken bir yandan da "Ee nasılsınız gençler? Ne var ne yok?" diye arkadaşlarına soruyordu. Diğerlerinin gözlerinin bir an için bile olsa benden ayrılması beni rahatlatmıştı. "İyilik ya ne olsun. Sende ne var ne yok diyeceğim ama bize anlatacağın şeyler olduğunu görüyorum zaten." dedi ismini bilmediğim, kirli sakallı, beyaz gömleği kendisine hiç yakışmamış adam. "Bu arada ben Olcay." Dedi bana bakarak. Sanki içimi okumuştu. Eğer öyle bir durum varsa beyaz gömlek kısmını duymamış olmasını umdum. "Tekrar memnun oldum." dedim son derece cılız bir sesle. Sesim nereye kaçmıştı? "Anlatacaklarım var elbet ama öncesinde bir şeyler içmeyi tercih ederim." dedi Mehmet, masada bulunan peçeteliğin üzerine yapıştırılmış olan qr koddan menüyü okuturken. Mehmet ile birlikte diğerleri de telefonlarına sarılmıştı. Fırsat bu fırsat diyerek ben de elime telefonumu aldım ve Gülbin'e mesaj attım. "Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. Tamamen aklımdan çıkmış. Mehmet'le kıyafet bakmaya gitmiştik sana haber verecektim ama vallahi bak unuttum. Biz geldik Alsancak'a." yazdım ve gönderdim. Neredeyse aynı dakika içerisinde cevap gelmişti. "Hem unutacağını tahmin etmiştim hem de Mehmet'le daha az vaki geçirmek için kendi arabamla geldim. Buralardaydım. Yemek yiyorum şimdi. Neredesiniz? Yemek bittikten sonra yanınıza geleyim." yazmıştı Gülbin. Oh. İçim rahatlamıştı. Gülbin buradaydı. Ne olursa olsun beni yalnız bırakmazdı. Ama ona çok ayıp etmiştim. Bir ara gönlünü almalıydım. Pubın adını yazıp konumunu attıktan sonra Gülbin'in birazdan geleceğini haber vermek için Mehmet'in kulağına doğru eğildim. "Gülbin'i unuttuk. Ama buralardaymış. Birazdan gelecek." "Aa ben onu unutmuştum. Bir de Gülbin vardı değil mi?" diye şaşkınlıkla kafasını kaldırdı. 'Bir de Gülbin vardı değil mi?' ne demekti. Benim arkadaşımı fazlalık olarak mı görüyordu? Ses tonu ve tavrı hiç hoşuma gitmemişti. "Biri daha mı gelecek?" dedi Seda merakla. "Evet arkadaşım Gülbin. Belki hatırlarsın o da bizim lisedeydi." dedim merakını gidermek için. "Ah evet hatırlıyorum. Şu düz kız." "Düz kız mı?" diye sordum şimdi meraklanma sırası bendeydi. Sevgilisinin kırdığı potu düzeltmek için hemen lafa girdi Enes. " Yani düz derken şey demek istedi. Biz lisedeyken bir gün Sinan dümdüz bir kız tarif et deseler edemem ama Gülbin'i gösteririm demişti. Oradan kalma bir laf." düzelteceğim derken daha beter bir hale getirmişti. İkisinin de hatasını düzeltmek için bu sefer Sinan lafı aldı. " Lisedeyken yapılmış saçma bir tanımlama. Biliyorsun o dönemlerde acımasız olabiliyorduk. Ama üzerinden çok zaman geçti kapatalım bu konuyu." Sinan'ın bu sözleri toparlamaya yetmemişti ama hiç yoktan iyiydi. "Ben bir fıçı bira alayım. Gelirken yemek de yemedik. Ortaya da bir bira tabağı söyleyelim." dedi Mehmet. Konuyu kapatmıştı. "Sen ne içersin?" diye devam etti sözlerine. "Ben de bir fıçı bira alayım." Ben de konuyu kapatmıştım. Yaşanan ufak gerginliğin ardından herkes kaldığı yerden sohbetine devam ediyordu. Siparişleri verdikten çok kısa bir süre sonra istediklerimiz geldi. Mehmet birasından ilk yudumu aldıktan sonra boğazını temizledi ve konuşmaya başladı. "Arkadaşlar biliyorsunuz ki uzun zamandır bir yuva kurmak istiyordum." "Yoo bilmiyoruz." dedi adını tam hatırlayamasam da Hakan olduğunu tahmin ettiğim adam. Ama lafı kız arkadaşının masa altından attığı tekme ile yarıda kaldı. Mehmet sanki Hakan hiç konuşmamış gibi sözlerine devam etti. "İşte bu isteğimi gerçekleştirmek için hayatıma hiç beklemediğim bir anda Esma girdi. Kiminiz onu liseden tanıyorsunuz zaten. Ne kadar iyi bir insan olduğu malumunuz. Tanımayanlar için ise onun ne kadar melek gibi bir insan olduğunu tanıdıkça anlayacaksınız. " Benim için gerçekten böyle düşündüğünü bilmiyordum. Arkadaşlarına beni bu şekilde tanıtması ilk tanıtmasından sonra bir hayli hoşuma gitmişti. Mehmet'e bakarak gülümsedim. O da bana bakarak gülümsüyordu. Ama yine eksik olan bir şeyler vardı. Samimiyet. Mehmet arkadaşlarına seslenişine son verdikten sonra birasından koca bir yudum almış, onların yapacağı yorumu en az benim olduğum kadar heyecanlı bir şekilde beklemeye başlamıştı. "Ne diyelim hayırlısı olsun kanka. Zaten Esma'yı eskiden tanıyorduk. Sizin adınıza sevindim. Daha sonra ayrıntıları konuşuruz zaten" Dedi Sinan. Fakat sözlerinin altında başka bir şey vardı. Kendi arkadaşlıklarımdan da bildiğim bir şey. Bu 'Seninle bu konuyu ayrıca konuşacağız.' demekti. Buradan da Mehmet ile olan ilişkimizden ve süreçten en yakın arkadaşı olan Sinan'ın haberdar olmadığı anlaşılıyordu. Sinan haricinde ilişkimiz hakkında yorum yapan kimse olmamış, herkes 'Hayırlı olsun 'demekle yetinmişti. Biralar içilmeye, patates kızartmaları yenmeye, arkadaşlar birbirini yermeye devam ederken bahçe kapısında çevresine bakınıp bizi arayan Gülbin'i fark ettim. Hemen heyecanla yerimden kalktım ve el sallamaya başladım. Bunu yapar yapmaz Mehmet, bir anda kıyafetimden çekerek beni yerime oturttu. Onun bu hareketiyle ne yapacağımı şaşırmıştım. Neden böyle yapmıştı ki? Yanlış bir şey yapmamıştım. Bir çocuk gibi hareketlerime yön verilmeye çalışılması hiç hoşuma gitmiyordu. Bu yaptığı hareketi başka kimsenin fark etmemiş olmasını umdum. Kafamı tekrar Gülbin'e çevirdiğimde beni gördüğü andaki gülümsemesinin yerinde yeller esiyordu. O fark etmişti. Sinirle yanımıza yürümeye başladı. Onun bir aşırılık yapmasını önlemeliydim. Tekrar yerimden kalktım. "Hoş geldin Gülbin." dedim. Sesimin olabildiğince neşeli çıkmasına dikkat ediyor, bir yandan da lütfen yapma dercesine kaşlarımı yukarı aşağıya kaldırıp indiriyordum. Benim ne kadar zor bir durumda kalacağımı anlamış olacak ki sadece "Hoş buldum." demekle yetindi. Gülbin de herkesle tanıştıktan sonra Seda, yanıma oturması için bir sandalye kaydı ve Gülbin yanıma oturdu. Herkes kaldığı yerden sohbetine dönmüştü. Gülbin de bu fırsatı değerlendirerek kulağıma eğildi. "Ne oluyor?" diye fısıldadı. "Bir şey olduğu yok. Sohbet ediyoruz." dedim son derece normal bir sesle. "Nasıl bir şey olduğu yok. Gördüm. Tutup seni çekti. Doğruyu söyle sana hep böyle mi davranıyor?" "Hayır. Ayrıca sanırım yanlış gördün. Ayağa kalkarken sendeledim o da dengemi sağlamam için beni tuttu." İnanmayan gözlerle bana bakıyordu. Ama aklına da bir şüphe yerleştirmiştim. Bakışlarının arkasından bu şüpheyi tarttığı belli oluyordu. Biraz bekledikten sonra "Öyle olsun." dedi ve Seda'ya döndü. "Sedaydı değil mi? Liseden hatırlıyorum. Hiç değişmemişsin. Aynı güzellikle duruyorsun." dedi. Tabi Seda bunu duyar duymaz hemen erimişti. Gülbin insanlarla nasıl konuşması gerektiğini biliyordu. Yani çoğu zaman. Seda ve Gülbin sohbet ederken bir tatsızlık çıkmadığı için şükrettim. Bir şeylerin farkında mı acaba diye döndüm ve Mehmet'e baktım. Hiçbir şey olmamış gibi arkadaşları ile sohbet ediyordu. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Acaba beni soktuğu durumun farkında mıydı? Kıyafetimden tutup çekmek de neydi? Beni yönetilmesi gereken biri gibi mi görüyordu? Bu düşüncelerle boğuşurken birinin gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim. Kafamı kaldırıp baktığımda. Hakan ve Olcay'ın arasında oturan uzun boylu yeşil gözlü adamın bana bakışlarını fark ettim. Adı neydi onun? Tanışırken söylemişti ama hiç dikkat kesilmemiştim. Berker miydi? Barış mıydı? Aman neyse neydi sonra öğrenirdim. Asıl soru isminin ne olduğu değil bana neden o şekilde baktığıydı. Sanki... Sanki acıyarak bakıyordu. Yoksa biraz önce olanlara mı şahit olmuştu? Benim de ona baktığımı fark edince utangaç bir şekilde gülümseyerek ama bakışlarındaki acımadan hiçbir eksilme olmadan kafasını Olcay'a çevirdi ve konuşmalarına dahil oldu. Ben öylece duruyordum. Hangi sohbete dahil olacağımı bilmiyordum. En sonunda Gülbin'le Seda'nın konuşmasına dahil oldum. "Değil mi ya? Bize ne çektirmişti o derste. Ama son sene tayin isteyip gitmişti diye hatırlıyorum." demişti Gülbin. Şimdi sesindeki neşe sahte değil gerçekti. Seda ile muhabbetlerinin bu kadar iyi ilerleyeceğini düşünmüyordum. "Evet son sene gitti o." dedi Sinan. Bir anda konuşmaya dahil olmuştu. "Evet." dedi Gülbin de sadece Sinan'ın suratına bakıyordu. İlginç bir şekilde Sinan da onun suratına bakmaya devam ediyordu. Seda da benim gibi şaşırmış olacak ki gülerek bana bakmaya başladı. Ama bu bakış biraz hınzırcaydı. Sanki benim fark edemediğim başka bir şeyi fark etmişti. "Ee öğretmenlerden de konuştuk. Bitti. Peki sen hangi mesleği yapıyorsun Gülbin?" dedi Seda Gülbin ve Sinan'ın anlamsız bakışmasını böldü. Gülbin ufak bir silkinmeyle kendine geldi. "Maalesef öğretmenlerden konuşmaya devam edeceğiz çünkü öğretmen oldum." dedi Gülbin mesleğiyle gurur duyduğunu gösteren bir gülümseme ve ses tonuyla. " Aa ne güzel. Ne öğretmenisin?" Seda öylesine, bir soru olsun diye sormamış, gerçekten merak ettiğini belli eden bir ses tonu ile sormuştu bunu. "Ana sınıfı öğretmeniyim." "Ayy ne güzel. Bıcır bıcır çocukların vardır şimdi senin." Seda bunu söylerken ellerini birleştirmiş masada Gülbin'e doğru eğilmişti. "Ne çocuğu? Evli misin?" dedi Sinan suratında şok olmuş bir ifade ile. Onun bu kafa karışıklığına son vermek için lafı ben aldım. "Seda bıcır bıcır öğrencileri vardır demek istiyor. Evet var birkaçıyla tanıştım çok tatlılar." "Ha tamam. Ben de sandım ki şey... Evli sandım işte. "Yok henüz evli değilim." "Yani enişte var ama daha tarih mi belirlemediniz?" diye tekrar lafa atladı Sinan. Buna karşılık Gülbin, sık sık sergilemediği o güzel gülümsemesi ile cevap verdi. "O da yok. Ama evlenirim her halde bir gün demek istedim." Bunun üzerine Seda keyiflenerek oturduğu sandalyede arkasına yaslandı, kollarını önünde bağladı. Neden bu kadar keyiflenmişti ki? Kaçırdığım bir şey mi vardı? "Sevindim. " dedi Sinan. Neden sevinmişti ki? "Ben de sevindim." dedi Gülbin. Şimdi yüzünde daha büyük bir gülümseme vardı. Bunlar neye sevinmişlerdi ve bunu ben neden fark edememiştim. Onlar sohbetlerine devam ederken biraz önce üzerimde hissettiğim bakışların ağırlığını tekrar üzerimde hissettim. Adını hatırlayamadığım adam yine bana bakıyordu. Ama bu sefer bakışlarında acıma yoktu. Bir şey vardı bakışlarında ama ben anlayamıyordum. Kırgın bir bakıştı bu. Sadece bunu anlayabiliyordum. Bakışlarımız kesiştiğinde az önce yaptığı gibi hafifçe gülümseyerek tekrar kafasını arkadaşlarına çevirdi. O bakışların anlamı neydi? Bugün neden kendime çok soru soruyordum ve hiçbir şeyi anlayamıyordum? Kafamı onun da yaptığı gibi ben de arkadaşlarıma çevirdim. Ama onları dinlemiyordum. Konuştuklarına dikkatimi veremiyordum. Aklımda o adamın bakışları dönüp duruyordu. Ne kadar duru gözleri vardı. Orman gibi derin ve uçsuz bucaksız, su gibi dingin ve sessiz ama en ufak rüzgarda dalgalanacak gibi. Sanki bir kere uzunca gözlerime baksa bugüne kadar yaşadığım veya yaşayacağım her şeyi anlayacak gibi. O anda aklıma bana bakıp duran adamın adı geldi. Başar. Adı Başar'dı. |
0% |