@teddiursa
|
Üzerimde garip bir mahmurluk vardı. Uykuyu üzerimden atıp da aklım yavaş yavaş başıma gelmeye başladığında esnetmekte olduğum kollarım havada kalakaldı. Uzandığım yerde fiziksel olarak donakalmış, ama sadece zihnim akıl almaz bir şekilde oradan oraya koştururken bir kez daha geceyi ve yaşananları aklımdan geçiriyordum. Yaşamış olduğumuz geceye, sarhoşluğun etkisi ile kurmuş olduğum cümlelere ve en önemlisi de yapmış olduklarıma inanamıyordum. Ben ne yapmıştım!
Yavaşça gözlerimi araladım. Soluma baktığımda Mehmet battaniyeye gömülmüş bir şekilde huzurla uyuyordu. Ben ise onun aksine şu anda aşırı stresliydim. Uyanınca neler olacak, bana bakışı hala aynı olacak mı ya da içeriye girdiğimizde arkadaşlarına rezil olmuş olacak mıyım gibi düşünceler zihnimi meşgul ediyordu. Fakat bunların dışında içimde anlamlandıramadığım bir mutluluk da vardı. Sevdiğim adamla birlikte olmuştum. Ve bu birliktelik hayallerimdekinden bile çok güzeldi.
Mehmet'in uyuyor olmasını fırsat bilerek biraz onu izlemeye başladım. Kumral saçlarının bir tutamı alnına dökülmüş, isyankar bir tutam ise kaz ayaklarının süslediği göz çevresine doğru kendini bırakmıştı. Bir cesaretle uzanıp isyankar tutama dokundum. Uyandırmaktan korkarak dokunduğum tutamı diğer saçlarının arasına götürdüm. Bu yaptığım hareketle Mehmet biraz mırıldansa da uyanmamıştı. O güzel burnunu birazcık buruşturmuş, tatlı uykusuna devam etmişti. Keşke ben de tekrar uykuya dalabilsem diye düşündüm fakat başımı ele geçiren zonklama ile bu pek mümkün değildi. Su içmeliydim. Ayrıca ağzımın içi de çöl gibiydi.
Duvar kenarında yatıyordum ve buradan kalkmadan komodinin üzerindeki sürahiye uzanmam imkansızdı. Ama deneyecektim. Son derece dikkatli bir şekilde sağ dirseğimden kuvvet alarak yatakta doğruldum. Bedenimi çevirerek Mehmet'in kafasının üzerinden sol elimle uzanarak sürahiye dokunmaya çalıştım fakat olmuyordu. Ne kadar uzansam da hala birkaç cm mesafe vardı. Son bir gayret bedenimi itmiş ve sürahinin kulbuna dokunabilmiştim. Ama o anda dengemi kaybederek Mehmet'in üzerine düşmüştüm. Kahretsin. Şimdi bana kızacaktı. Korkuyla gözlerimi sıkıca yumdum ve bana bağırmasını bekledim. Fakat beklediğimin aksine Mehmet son derece yumuşak bir sesle
"Günaydın." demişti.
"Günaydın." diye karşılık vermiştim çekingen bir sesle. Hareket etmiyor, ani bir hareket yapmaktan kaçınıyordum.
"Orası rahat herhalde. Pek kalkasın yok. Gerçi şikayetim de yok." dedi gözleri ile çıplak omzuna değen çıplak göğüsümü işaret ederek. O zaman hala Mehmet'in üzerinde olduğumu hatırladım. Büyük bir utançla kendimi geri çektim ve battaniyeyi olabildiğince yukarıya, boğazıma kadar çektim.
Mehmet ise utancıma karşılık buruk bir gülümseme ile karşılık vermişti.
"Hala benden utanman üzüyor. Artık aramızda utanca yer yok diye düşünüyorum." o böyle diyordu demesine ama ben kendime bunu anlatamıyordum. Dün yaşadıklarımız çok güzel olsa da bu utanmamam için bir sebep değildi. Ayrıca sarhoş olup saçmaladığımı bilmek de utancıma pek yardımcı olmuyordu.
" Ama utanıyorum." dedim kısık bir sesle.
Mehmet, elini usulca kaldırıp hala boynumda sıkı sıkıya tutmakta olduğum battaniyedeki elime dokundu.
"Anlıyorum tatlım ama aramızda geçenlerden utanmanı ya da pişman olmanı istemiyorum. " Bunları derken bir yandan da elimle birlikte battaniyeyi de üstümden çekiyordu. Yapmasına izin verdim. Şimdi tüm çıplaklığımla gözünün önündeydim. Fakat o sadece gözlerimin içine bakıyordu.
"Pişman değilim. Yani kısmen değilim." Dediklerimle birlikte suratı gerildi. Yanlış anladığını anladım ve bunu düzeltmek için hemen sözüme devam ettim.
"Pişmanım ama yaşadıklarımız için değil. Sarhoş olup saçmaladığım ve seni arkadaşlarına rezil ettiğim için." Suratı şimdi yumuşamış, anlayışlı gözlerle bana bakıyordu.
"Onun için de pişman olma çünkü kimseye rezil olduğun ya da beni rezil ettiğin yok. Dün çok eğlendik ve bitti. Dünü güzel hatırlamanı istiyorum. Ayrıca Seda'yı hatırlamıyorsun sanırım."
"Seda mı? Ne yaptı ki?"
Kahkahalarını zor bastırmaya çalışır bir şekilde,
" Olcaylar'ın köpeği ile kavga etti. Ona küfrettiğini iddia etti ve bir anda köpeğe havlamaya başladı."
"İnanmıyorum. Ben bunları hatırlamıyorum."
"Çok normal tatlım çünkü bir hayli fazla içtin. Peki cin bardağını elinden almaya çalışırken beni ısırmaya çalıştığını hatırlıyor musun?"
"Lütfen bana köpeğin elinden almaya çalıştığını ve seni ısırmaya çalışanın da o olduğunu söyle" diyerek utançla başımı omzuna gömdüm. Bunu yapmamla zor tuttuğu kahkahalarını serbest bıraktı.
"Keşke öyle olsaydı ama sevgilim tarafından kıtlanmak üzereydim maalesef." kahkahalarının arasından zar zor konuşuyordu.
"Çok özür dilerim. Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim." Rezillik. Tam anlamıyla rezildim.
"Şşt. Özür dilemene gerek yok. Tatlı bir poodle gibiydin." benimle hala dalga geçiyordu. Ama sesine biraz ciddiyet katarak devam etti,
" Umarım sadece bunları hatırlamıyorsundur çünkü devamında gelen güzel anlarımızı hatırlamazsan biraz üzülürüm." Kaçmaya çalıştığım konu açılmıştı. Gerçi çırılçıplaktım bu konudan nereye kadar, nasıl kaçabilirdim ki?
"Hatırlıyorum." dedim sesim gitgide kısılıyordu.
"Güzel. Çünkü hatırlamaya değer bir geceyi unutmak günah olurdu." Bir yandan da çıplak bedenimi süzüyordu. Bakışları altındayken kendimi örtmek için kollarımı bedenime sardım. Fakat kollarım bedenimi kapatmak için yeterli değildi. Zaten Mehmet de kendimi kapatmamı istemiyordu. Bunu bedenimi sardığım kollarımı elleriyle açmasından anlıyordum.
"Kapatma kendini bana. Çok güzelsin Esma bunu biliyor musun?" bakışları hala bedenimde gezinirken elleri de bakışlarına eşlik etmeye başlamıştı.
"Bilmiyorum." dedim gayri ihtiyari. Onun vücuduma olan bakışlarından büyülenmiştim.
Bakışlarını kalçamdan çekebildiğinde gözleri gözlerimle buluştu.
"Bil o zaman. Ben öyle söylüyorum." diyerek gözlerimin ta içine baktı. Sanki bu lafının üstüne laf söylemek kanunen yasakmış ve inkar etmek günahmış gibi.
"Sen öyle diyorsan." diyebilmiştim sadece.
Elleri hala bedenimde geziniyor, beni tatlı tatlı okşuyordu. Usulca yanaştı ve beni öpmek için birazcık eğildi. Ama kendimi bir anda geri çekmiş, dudaklarım yerine yanağımı öpeceği şekilde kafamı yana çevirmiştim.
"Ne oldu şimdi bir anda?" dedi bozulduğunu belli eden bir ses tonu ile.
"Yanlış anlama. Yeni uyandım ve dişlerimi fırçalamadım henüz." Beni anlayacağını umarak bakıyordum suratına
" Ne olmuş yani? Ben de fırçalamadım."
"Olmaz öyle Mehmet. Kokar. Sana kokmak istemiyorum."
Bozulmuş olan surat ifadesinin yerine şimdi neşeli ve alaycı bir bakış yerleşmişti. Elimi eline alıp yavaş yavaş kendi bedeninin alt kısmına doğru götürdü ve sertliğini kavramamı sağladı.
"Sence şu anda kokuyu düşünecek durumda mıyım?" Kokunun şu anda Mehmet için bir anlam ifade etmediği net bir şekilde ortadaydı.
Onu yavaş yavaş okşarken"Ama ben düşünecek durumdayım." dedim. Onun bu durumu kendime olan güvenimi körüklemişti.
Tam Mehmet ağzını açıp bir şey söyleyecekken kapımızın tıklatılması ile durdu ve "Efendim?" dedi kapıya doğru. Sesi bir şeylerin yarıda kesilmesinden dolayı sinirliydi.
" Mehmet, kahvaltıya gidelim diyoruz. Hadi bir an önce ayılıp hazırlanın da çıkalım." seslenen Olcaydı. O kahvaltı der demez karnım guruldamaya başladı. O ana kadar acıktığımın bile farkında değildim.
"Tamam tamam. Geliriz birazdan." diyerek resmen başından savmıştı Olcayı.
"Ben kahvaltıma tatlı ile başlamak üzereydim ama nasip değilmiş." diyerek battaniyeyi üzerinden attı ve ayağa kalktı. Şimdi tamamen çırılçıplak bir vaziyette tüm heybeti ile önümde duruyordu. Dün gece ne yaşamış olursak olalım onu hiç bu şekilde görmemiştim. Biraz uzunca baktığımı fark eder etmez bakışlarımı ondan çevirdim ve ben de ayağa kalktım.
Mehmet, yerde eşyalarını ararken benim de yataktan kalktığımı fark ederek bana döndü. Suratında memnun bir gülümseme vardı.
"Benden kıyafetlerini ister, yatağın içinde giyinirsin sanıyordum." dedi
" Niye? Biraz önce güzel olduğumu söyledin ya. Artık çekinip utanmama gerek yok." diyerek komodinin altına kaçmış olan iç çamaşırlarımı almak için eğildim. Bana ne olmuştu böyle. Daha dakikalar önce utançtan ölürken bu neyin öz güveniydi.
"Güzel. Bu kadar çabuk kabullenmen hoşuma gitti." Bu dediğinin üzerine sadece gülümseyerek giyinmeye devam ettim.
Çabucak giyinmiş, diğerlerinin yanına içeriye geçmiştik. Kimsenin suratına bakamıyordum. Sanki dün gece Mehmet'le ne yaptığımız alnımızda yazıyormuş gibi geliyordu. Ama sandığım aksine kimseden imalı bakışlar ya da iğneli sözler gelmemişti. Herkes şu an aç karınlarını doyurma derdinde, kahvaltı yapılacak mekan bakıyorlardı. Birkaç mekan arasından en çok beğeniyi alan sahil kenarındaki bir kahvaltıcıda karar kılınmıştı. Gülbin yanımda oturmuş, tutmakta zorlandığı kafasını omzuma yaslamış, uykusuna devam etmeye çalışıyordu. Tüm bu konuşmalar esnasında ben sessizliğimi koruyor, kendimi unutturmaya çalışıyordum. Ama dün akşamki o birinin bana baktığı his yine oluştu ve kafamı kaldırıp karşımdaki koltuğa baktığımda Başar'ın gözlerini ayırmadan beni izlediğini fark etim. Bakışlarındaki o acıma katlanmış ve yanına biraz kızgınlık da eklenmişti. Bana acıyarak bakmasını gerektiren ne yapmıştım ya da onu kızdıracak ne yapmıştım gerçekten merak ediyordum. Onun bakışlarına karşılık 'Hayırdır?' dercesine başımı salladım. Çok mu kaba davranmıştım acaba? Ama o da bana öyle bakmasaydı canım! benim kafamı sallamama karşılık aynı şekilde kafasını sallayarak karşılık vermiş ve sonrasında da yanında oturan, telefondan mekan yorumu okuyan Hakana'a doğru dönmüştü. Dönerken de hala başını olumsuz anlamda sallamaya devam ediyordu.
"Hadi o zaman gidelim bir an önce . Çok acıktım." dedi Enes, koltuğunun altına Seda'yı almış kapıya doğru ilerlerken. Onların peşinden grup da hareket etti ve kahvaltı yapmak için evden çıktık. Kapıda ayakkabımı bağlarken telefonuma hiç bakmadığım aklıma geldi ve merdivenlerden bir elimde Mehmet'in eli bir elimde telefon inmeye başladım. Ekranı açtığımda iki cevapsız arama vardı ve ikisi de annemdendi. Birisi sabah 9'da birisi ise biraz önce saat 11'deydi. Telaşlanmıştım. Annemler tamamen aklımdan çıkmıştı ve onlara bu saate kadar neden aramalarına cevap vermediğimi anlatmak, yalana devam etmek çok güç olacaktı.
Apartman kapısından çıktığımızda Mehmet'in elini bırakarak hemen sohbet etmekte olan Gülbin'in yanına koştum.
"Gülbin, annem aramış. Hemen geri arayıp yalanı devam ettirmemiz lazım. Şimdi ben arayacağım sonra inanması için telefonu sana vereceğim tamam mı? Senin evde temizlik yapmaya dalmıştık ve telefonu duymadık tamam mı? Sakın çaktırma, endişelenme tamam mı?"
"Kızım dur. Bana diyorsun ama sen asıl telaşlısın. Ara ara bir şey olmaz. İki yalan değil mi bu söyleriz." Gülbin'den cevabı alır almaz telefonun arama tuşuna bastım. Mehmet de grup ile beraber bıyık altından gülerek bizi izliyordu.
Telefon çaldı, çaldı, çaldı ve açıldı.
"Alo? Annem? Nasılsın? Temizliğe dalmışız da duymamışız."
"Heh. İyi iyi anneciğim ben de bir şey oldu sandım. Gülbin'e doğru geliyordum tam. Cumartesi için hazırlık yapacağız çok geç kalma diye aramıştım. Nasıl geçti akşamınız anlat bakayım?"
"Annem şimdi önemli bir temizlik mevzusunun tam ortasındayız. Eve gelince anlatsam?"
"Temizlik önemli tabi anneciğim. Aynı performansı evde de bekliyorum."
"Hiç merak etme anne. Canla başla çalışırım ben. Öpüyorum. Bak Gülbin de selam söylüyor."
"Selamlar Kıymet teyzecim." Diyerek yanımdan telefona doğru bağırmıştı Gülbin.
"Aleykümselam kızım. Hadi tutmayayım ben sizi çalışın. Ben de öpüyorum ikinizi de." dedikten sonra telefonu kapatmıştı annem. İlginç fazla soru sormamıştı. Ayrıntılı bir açıklama yapmaktan şimdilik kurtulmuştum. Bu da demekti ki eve gidene kadar biraz vakit kazanmıştım. Zaman kazanmanın verdiği rahatlamayla Mehmet'in koluna girdim ve bizi bekleyen taksilere doğru hep birlikte yürüdük.
|
0% |