25. Bölüm

24.Bölüm (Bir Dal, Bir Yaprak ve Bir Su)

Teddiursa
teddiursa

Başar’ın son sözlerinden sonra başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. İki elimle tutmuş olduğum çay fincanını daha da sıkı tutmaya başladım. Sıcaktan canım yanıyordu ama umursamadım. Şu anda kafamın içi daha sıcaktı. Mehmet anlaşmalı boşanmaya yanaşmayacağı için tek umudum bu videoyu delil olarak kullanıp çekişmeli boşanmaktı. Ama belki de Başar yanlış biliyordu ve videoyu kullanabilirdim ya da boşanmanın daha kolay bir yolu vardı. Hemen enseyi karartmamalıydım. Nasıl olsa yarın avukata gidecek ve en doğru bilgiyi öğrenecektim. O zamana kadar kendi kendimi yiyip bitirmenin bir anlamı yoktu.

 

Kısa bir sürede kendimi sakinleştirmeyi başarmıştım. Bu sakinliğim normal değildi biliyordum ve neden bu kadar sakin kalabildiğim hakkında bir fikrim de yoktu.

 

Derin bir nefes aldım, “Yarın ola hayrola Başar. Bugün düşünecek çok şeyim oldu ve fazlasını kafam kaldırmıyor. Biraz daha düşünürsem patlayacakmış gibi hissediyorum. “ dedim bıkmış bir sesle.

 

“Haklısın. Bir gün içinde hazmetmesi çok zor şeyler yaşadın. Çok yorulmuş olmalısın. Kaç saattir uyumuyorsun?” Son cümlesini gerçekten merak ederek sormuştu. Ama sorusunun cevabını gerçekten bilmiyordum. Bugün günlerden neydi? Hangi aydaydık? Pencereden süzülen ışıkların ait olduğu sabah bugünün sabahı mıydı yoksa yarının mı? Hiçbir fikrim yoktu.

 

“Bilmiyorum.” dedim düz bir sesle.

 

“Bilemeyecek kadar uykusuzsan yatma vaktin çoktan gelmiştir Esma. Ben çarşafları değiştireyim de sen benim yatağımda uyu rahat rahat.” Dedi ve oturduğu sandalyeden hızla kalktı. Onu durdurmak ancak koridora ulaştığında aklıma gelmişti.

 

“Başar hiç zahmet etme ben içeride, koltukta uyurum.”

 

“Ne zahmeti Esma? Olur mu öyle şey. Vücudunun iyi bir uyku çekmeye ihtiyacı var. O rahatsız koltukta iki büklüm hayatta güzel uyuyamazsın.” Dediğinde itiraz etmek için ağzımı açtım ama daha bir kelime bile söylememe fırsat kalmadan beni engelledi.

 

“ I-ıh. Şu an benim sözümün üstüne söz yok. Koltuğun rahatsız olduğunu biliyorum çünkü sık sık televizyon karşısında uyuyakalıyorum ve sabah her yerim tutulmuş bir şekilde kalkıyorum. Şu an senin en son ihtiyaç duyacağın şey bu kadar mental yorgunluğun üstüne bir de fiziksel rahatsızlık.” Dediğinde haklılığı karşısında bir şey diyemedim.

 

Ama koltuk o kadar rahatsızsa o nasıl güzel bir uyku çekebilirdi ki? Benim için bu kadar koşturan bu adama kıyamamıştım.

 

Oturduğum sandalyeden ağır ağır kalktım. Yorgunluğun vermiş olduğu ağırlıkla çok yavaş hareket ediyordum. İlk adımımı atarken sendeledim. Sanki sarhoştum. Uykusuzluk sarhoşu.

 

Benim dengesiz hareketlerim Başar’ı korkutmuş olacak ki hemen yanıma koştu ve bir kolunu kolumdan geçirerek destek sağladı. Güçlü tutuşu, neredeyse kendimde olmayan bu halimde bile bana güven veriyordu. Bu adam bana güven veriyordu. Ama neden?

 

Kendi kendime sorduğum sorunun cevabı sanki Başarı’ın gözlerindeymiş gibi kafamı çevirip gözünün ta içine bakmaya başladım. Uzun uzun inceliyordum.

 

Yemyeşil gözleri vardı. Biraz daha dikkatle baktığımda yanıldığımı anladım. Yemyeşil değildi. Yeşillerin arasında zar zor seçilen mavi dalgalar vardı. Ayrıca mavi ve yeşillerin arasında göze çarpan kahverengi çizgiler bakışlarına ayrı bir kararlılık katıyordu. Sanki kayaların arasında hayata tutunmuş ince kahverengi dallı yemyeşil yapraklı bir ağacın sudaki yansıması gibi.

 

“İyi misin Esma?” Gözlerinde o kadar oyalanmış olmalıydım ki bu sessizliğimi benim iyi olmadığım yönünde yorumlamıştı sanırım. Ama ona cevap vermedim, onun yerine,

 

“Madem koltuk o kadar rahatsız sen niye yatıyorsun. Senin güzel bir uyku çekemediğini bilip nasıl mışıl mışıl uyuyabilirim ki?” dedim yarı güler yarı kızar bir şekilde.

 

Başar’ın suratında önce kısa bir şaşkınlık ifadesi ardından da acı bir tebessüm belirdi.

 

“ Hala beni mi düşünüyorsun sen? Esma bir kere olsun artık başkalarını düşünme. Bırak bir kere de sen rahat et, biri rahatsız olsun. Dünya ne sen rahatsın diye ne de başkaları rahatsız diye dönmeyi bırakmaz merak etme.”

 

Haklıydı. Hem ben daha bugün artık bencil olmaya karar vermemiş miydim? Neden başkalarını düşünecektim?

 

‘Ama o başkası değil ki. O Başar’ dedi içimdeki saf Esma.

 

‘Yani? Anan mı baban mı?’ Diyerek karşılık verdi içimde yeni yeni gelişmeye başlayan bencil Esma. Biraz kaba biriydi anlaşılan. Alışacaktım ama.

 

Bu sefer bencil Esma’ya hak verdim. Başar’ın kolundaki kolumu çektim ve başım ve omuzlarım olabildiğince dik bir şekilde,

 

“ Tamam o halde sana koltukta iyi uykular,” dedim ve ekledim “ Ama çarşafları ben değiştiririm sen zahmet etme.”

 

Eh eski alışkanlıklardan kurtulmak öyle bir anda ve kolay olmuyordu.

 

********************

 

Uyandığımda saat kaçtı bilmiyorum ama fena halde sıkışmıştım. Uyumadan önce içtiğim çaylar beni fazlasıyla zorluyordu.

 

Tuvalette işim bittikten sonra sallana sallana mutfağa su içmeye gittim. Ağzımın içi zehir gibiydi. Tezgahın üstündeki dolaba uzanıp bir bardak aldım. Her zaman da bu dolapta olurdu bardaklar.

 

Suyumu hızla içtikten sonra gözüme pencereden gelen ışık takıldı. Havanın yeni yeni aydınlanıyordu. Hava aydınlanmaya mı başlıyordu? Ne? Ama ben yatarken zaten yeni aydınlanıyordu hiç uyumamış mıydım yani? Ya da ben KAÇ saat uyumuştum. Hava aydınlanmak yerine kararıyor da olabilirdi.

 

Hemen sandalyenin koluna astığım çantamdan telefonumu çıkardım saate bakmak için. Şarjı bitmiş ve kapanmıştı.

 

Hiçbir işe yaramayan telefonumu masaya bıraktıktan sonra evin içinde saat aramaya başladım. Oturma odasında olabileceği aklıma gelince oraya doğru yöneldim fakat bir anda durdum.

 

Ya Başar hala içerde uyuyorsa ve uygun değilse. Onu rahatsız etmek ayıp olmaz mıydı?

 

‘Evde biri varken bir zahmet uygunsuz bir durumda olmasın’ dedi içimdeki bencil Esma. Yine haklıydı. Bencil Esma’nın verdiği gazla kapıyı bile tıklatmadan direkt odanın içine daldım.

 

Ama Başar odada değildi. Çarşaf, yastık ve battaniye düzgün bir şekilde katlanmış ve koltuğun üzerine bırakılmıştı . En üstte duran yastığın üzerinde bir kâğıt vardı.

 

Hemen gidip elime aldım ve okudum:

 

‘ İşe gitmem gerekiyor. Sen de avukata gitmek için acele etme. Biraz dinlen. Zaten sabah 6 gibi yattın bugün uyanabileceğini sanmıyorum. İşten 18 gibi döneceğim. O zaman görüşürüz. Notun notu: Ev seninmiş gibi hareket edebilirsin. Buzdolabını karıştırmaktan çekinme’

 

Son satırları okurken suratımda istemsiz bir gülümseme oluşmuş ve aynı anda da karnım guruldamıştı. İşte o zaman ne kadar acıktığımı fark ettim. Uzun zamandır uyuyor olmalıydım.

 

Kafamı nottan kaldırarak televizyonun üstünde duran siyah duvar saatine baktım. Saat 16.47 idi. ONALTIKIRKYEDİ.

 

10 saate yakın bir süredir uyuyordum. Tamam uzun süreler uyumaya alışkındım ama bir başkasının evinde bu kadar uzun süre uyumamıştım hiç.

 

Açlığın verdiği yetkiye dayanarak ayaklarım beni mutfağa götürüyordu ama aklım ne kadar uyumuş olmamda ve bu yüzden de avukata gidememiş olmamdaydı.

 

Bugün bu işi halletmek, aklımdaki soru işaretlerini gidermek istiyordum. Ama bu saatte bir avukat bulup, randevu alıp hazırlanıp randevuya gitmek pek mümkün görünmüyordu. Mesai saatinin bitmesine az bir zaman kalmıştı.

 

İşlerin ertelenmesinin verdiği sinirle masanın üzerindeki ekmeklikten bulduğum bayat bir tam buğday ekmeğini kemirmeye başladım.

 

Bayat ekmek yemekten nefret ederdim.

 

Tam Buğday ekmeğinden nefret ederdim.

 

Bayat tam buğday ekmeğinden iki kat daha fazla nefret ederdim.

 

Ama çok uyuduğum için kendime kızgındım ve bayat tam buğday ekmeği yemek kendime ceza vermek için en iyi yöntemdi o an için.

Bölüm : 04.11.2025 00:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...