
Başar arabayı sakince sürüyordu. Yanımızdan akıp giden evleri, ağaçları ve arabaları izledim bir süre. Şu an arabanın akışını ve gidişatını nasıl kontrol edemiyorsam hayatımın da öyle akıp gittiğini düşünmeden edemedim. Ama benim hayatım bir araba değildi ve haliyle başkasının kullanmakta olduğu bir direksiyonu ve pedalı yoktu. Her şey benim elimdeydi. Bunu düşünürken içime bir güç doldu. Evet benim hayatımı benden başka kimse yönlendiremezdi. Ben vardım.
Kısa bir yolculuğun ardından Başar'ın evine gelmiştik. Başar, arabayı tam evin önüne park etmişti ki kapım çat diye açıldı.
"Neredeydin sen? Arıyorum açmıyorsun." Gülbin! Tabi ya evden sürüklenirken ne çantamı ne de telefonumu alabilmiştim.
"Hiii! N'oldu senin yüzüne?" der demez hemen arabadan inmekte olan Başar'a dönüp hesap sorar gibi üzerine yürümüştü.
"Dur Gülbin. O bir şey yapmadı. Meh-" diyince durup tekrar bana döndü
"Tabi Mehmet. Allah'ın belası. Bu kadarını da beklemezdim. Hiç şiddet gösterecek bir tipe de benzemiyordu. Ama gerçi böyle şeyler tipe bakmaz, ben herkesten her şeyi beklerim artık."
"Yanlışlıkla oldu. Bilerek yapmadı." Hala onu savunuyormuşum gibi geliyordu kulağa ama değildi. Sadece durumu tam olarak anlatmak istemiştim.
"Ellerin ve ayakların da mı yanlışlıkla oldu Esma? Hala o şerefsizi savunuyorsun. Bile isteye sürükledi, canını yaktı senin." Başar'ın sesi sert geliyordu.
Buna diyecek bir sözüm yoktu, haklıydı. Mehmet hiçbir sözüme aldırmayarak beni zorla evden çıkarmaya çalışmış bu sırada da yaralanmama göz yummuştu. Utançla başımı öne eğdim.
"Başını öne eğecek, utanacak bir şey yapmadın sen. Kaldır başını lütfen." Sesi yumuşamıştı şimdi.
"Hadi gelin bunları yukarıda konuşalım. Bağırışmalara çıkmayan komşular şimdi balkonlara çıkıp merakla bizi dinliyorlardır." diye devam etti.
Haklıydı. Şöyle bir kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda birkaç meraklı gözün bizim olduğumuz tarafa baktığını ve kulak kabarttığını gördüm. Ama yukarı çıkamazdım artık. Zaten Başar'a yeterince zahmet vermiştim. Hem Gülbin de beni almaya gelmişti.
"Yaptığın her şey için teşekkür ederim Başar ama şimdi yukarıya gelmeyelim. Sana yeterince zahmet verdim, ben Gülbinle gideyim. " Gülbin de başı ile beni onayladı.
"Peki. Sen bilirsin Esma. Kapım sana her zaman açık. Hem yarın seni alır avukata götürürüm, o zaman da görüşmüş olacağız, değil mi?"
"Gerçekten çok sağ ol Başar ama avukatın adresini versen yeter. Benimle gelmene gerek yok. Senin de işin gücün var." Mahcupça gülümsedim. Aslında bir yanım bana destek olması için yarın gelmesini istiyordu ama bir yanım onun benim yanımda hangi sıfatla geleceğini sorguluyor ve bir cevap alamıyordu. Belki arkadaştı. Ama bugünkü itiraftan sonra arkadaşlık kalır mıydı?
"Bu konuda ısrarcı olacağım Esma. Yanında birinin olması gerekiyor. Şayet Gülbin seninle gelemeyecekse- ya da bir başka yakının- ben gelmek istiyorum."
Bir yerde haklıydı. Şu sıralar yalnız kalmasam iyi olacaktı. Acaba benimle gelir mi diye Gülbin'e baktım. Bakışlarımdan anlamış olacak ki,
"Canım biliyorsun ben izin alamıyorum. Seninle gelmeyi çok isterim ama durumum malum. Bence de Başar'ın seninle gelmesi iyi olur. Ya da istersen Zehra ya da annene-"
"Hayır olmaz." dedim hemen sözünü keserek. Annem olmazdı. Daha ben neyin ne olduğunu kavrayamazken onu da bu işin içine sürükleyemezdim. Zehra da olmazdı, çünkü o da Gülbin gibi izin alamıyordu.
Sıkıntıyla derin bir nefes verdim.
"Tamam Başar. Yarın beni Gülbin'den alırsın gideriz olur mu?"
"Tabii, sen nasıl istersen." dedi. Yüzü tekrar gülmeye başlamıştı.
İster istemez Başar'ı Mehmet ile kıyasladım. Biri kendisi ne isterse bana onu yaptırmaya çalışıyor, diğeri ise ben ne istersem onu yapmaya çalışıyordu. Küçücük bir 'Tabii, sen nasıl istersen.' sözünün etkisi aslında bende büyük olmuştu. Aldatma ve şiddetin her türlüsü ile aldığım bu boşanma kararı, bana gösterilmesi gereken değeri anladığım şu anda daha da pekişmişti.
*******************************************************************
Başar, ertesi sabah beni Gülbin'in evinden almış ve tekrar İzmir'e getirmişti. Bir arkadaşının Alsancak'ta çok iyi olduğunu söylediği bir avukata gelmiştik. Avukat ile görüşürken dışarıda bekleyen Başar'ın yanına doğru yürüyordum şimdi. Görüşme taş çatlasa 40 dakika sürmüştü fakat benim için birkaç gün gibiydi.
Başar avukatlık ofisinin biraz ilerisinde bulunan butik bir kafede beni bekliyordu. Cadılar bayramının çok yakın olmasından dolayı kafe kahverengi ve turuncu tonlarına bürünmüştü. Girişini balkabaklarından bir çelenkle süslemişlerdi. Benim hayatımın ve insanların hayatının akışının yönlerinin farklılığı, benim akışıma paralel başka akışların da olduğunu fark etmek içime bir rahatlama vermişti.
Başar'ın oturduğu masa hariç birkaç masa daha doluydu. Bir vampir, seksi bir hemşire ve bir kedi kız oturmuş kıyafetlerine tezat oluşturacak şekilde ciddi bir konu konuşuyorlardı. Ben de aslında hem ruh halime hem de şu anki fiziksel görüntüme uygun olaraqk zombi kostümü giymeyi düşündüm bir an. Ama sadece bir an. Bugüne kadar cadılar bayramını kutlamamıştım, bugünden sonra da kutlamama gerek yoktu. Zaten cadılar bayramı ruhu şu an tam içimde yaşanıyordu.
Başar geldiğimi fark etmemiş, telefonuyla ilgileniyordu. Usulca yanına gittim ve sandalyeye oturdum. Başını hızla kaldırıp baktı. Karşısında oturanın ben olduğumu fark edince gülümsedi yine.
"Ne o beni görünce şaşırdın, başkasını mı bekliyordun?" Biraz normalleşmek için karşındakine takılmak gibisi yoktur.
"Biraz önce benimle flörtleşmeye çalışan ama benim kibarca reddettiğim örümcek kız tekrar geldi sandım." dedi muzip bir bakış ve sesle.
Ciddi miydi dalga mı geçiyordu anlamamıştım ama içimde ufak bir şeyler koptu. Birinin Başar'la flörtleşmeye çalışması düşüncesi beni neden üzmüştü? Yetişkin ve bekar bir adamdı neticede. Böyle şeyler olabilirdi. Dalga geçtiğini düşünmeye çalışarak ben de konuşmayı sürdürdüm.
"Ahh örümcek kız yok ama elimizde zombi var olur mu?" dedim kendimi göstererek. Suratındaki gülümseme daha da büyüdü.
"Benimle flörtleşmek istiyorsan kostümlerin arkasına sığınmana gerek yok Esma. İkimiz de kendimiz olduğumuzda daha mutlu olurum."
Espri yapmak için sarf ettiğim sözün buraya çekilebileceğini düşünmemiştim. Utancımdan kıpkırmızı olduğumu hissedebiliyordum. Benim kızardığımı gördüğünde dudaklarından ufak bir kahkaha kaçtı.
"Utanmana bayılıyorum. Ve evet onu kastetmediğini de gayet iyi biliyorum. Ama sen de şunu bil bunun gerçek olmasını çok isterdim."
Ben artık kırmızının hangi tonuna büründüğümü bilmiyordum.
"Tamam Esma. Yeter kızarma artık, domates gibi oldun."
"O zaman sen de utandırma lütfen." diyebildim sadece. Aklımdan avukatla görüşemem, konuşmalarımız, her şey uçup gitmişti.
"Peki. Ee ne dedi avukat? Ne zaman boşanıyorsunuz?"
"Şey...tahminimizden biraz daha uzun sürebilirmiş. Mahkemelerin iş yükü ve istinaf aşaması işleri uzatıyormuş. Hem video hem de darp raporu elimizi güçlendiriyormuş ama sadece videoyu zina sebebiyle boşanmaya sokamazmışız , zina evlilik birliği içinde gerçekleşmediği için. Ama hakimin takdirinde video önemli bir delilmiş. Ayrıca şu an istersem uzaklaştırma kararı alabilirmişiz ve ev de bana özgülenebilirmiş. Biliyor musun uzaklaştırma kararı için darp raporu veya herhangi bir delil şartı yokmuş. Tehlikede olduğunu düşünen kadınlar talepleri doğrultusunda bu kararı alabiliyormuş. Ama darp raporu almamız hakimin takdiri için yine çok önemliymiş, iyi ki almışız."
Bir nefeste anlatmıştım bunları neredeyse. Biraz soluklanıp devam ettim.
"Yaşadıklarımı anlattım. Henüz evlilikte bir yıl dolmadığı için anlaşmalı boşanamazmışız, mecbur çekişmeli olacak. Ve maalesef dava Manisa'da açılacak. Çiftlerin son 6 ay birlikte yaşadıkları yerleşim yerinde açılırmış dava."
"Eminsin değil mi videoyu çekişmeli davada kullanmaya? Yine Mehmeti ve itibarını düşünüp kendinden ödün verme lütfen."
Daha önce Mehmet'in adliyedeki itibarını korumak için videoyu kullanmak istememiştim ama kullanacaktım. O beni düşünememişti ben mi onu düşünecektim.
"Ne olursa olsun. O videoyu kullanacağım. İster onun itibarı zedelensin, ister ailesinin. " sesim gayet kararlı çıkmıştı. Hatta tahminşmden de fazla.
"Sevindim. Ee ne zaman dava açılacak?"
"Simge hanım, avukatım yani vekaletname çıkarttıktan sonra bir ay içinde dilekçeyi hazırlayıp mahkemeye sunacağını söyledi. İşleri çok yoğunmuş istese de daha hızlı hazırlayamazmış. Ehh olsun o kadar, ben de o sırada Gülbinde kalır bu durumu aileme nasıl anlatacağımı düşünürüm."
"Ev sana özgülenebiliyorsa neden evde kalmıyorsun?"
"Mehmet kararı umursamaz eve gelirse polislere haber veririm ve Mehmet kararı ihlal ettiği için kısa bir süre hapis yatmak durumunda kalabilirmiş. Mehmet de kararı pek umursayacak gibi gelmiyor bana. Ne olursa olsun onun hapiste yatmasını istemiyorum. Aslında bir nevi onu ondan koruyacağım."
Başar, gözlerini yumdu derin bir nefes aldı ve dümdüz duran suratı küçük bir tebessümle aydınlandı.
"Nasıl bir kadınsın sen böyle?"
Nasıldım ki? O da mı beni kadın olarak görmüyordu yoksa?
"Düz kadınım diye düşünmüştüm hep ama değil miyim?"
İşte şimdi bana kahkahalarla gülüyordu.
"Basit bir iltifatı bile anlamıyorsun Esma, sana iltifat etmeyen her insana düşman olasım var. Hepsini tek tek bulup, kafalarından tutup 'Şu kadını görmüyor musun, ee o zaman ne demeye iltifatını esirgiyorsun salak' diyesim var."
Allahım bugün benim utanç günüm müydü? O neyi kastetmişti ben ne anlamıştım. Benim bir şey demeye fırsatım olmadan garson gelerek ne istediğimi sordu. İyi de olmuştu. O telaşla ne söyledim bilmiyordum. Çok da önemli değildi gerçi midem şu an kelebeklerle doluydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.21k Okunma |
396 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |