@teddiursa
|
"Konuşabiliriz." cevap olarak tek bir kelime göndermiştim. Bir nevi 'iş benden çıksın da gerisini o düşünsün' düşüncesi ile atılmış bir mesajdı. Aklımdan potansiyel bir ilişkiyi mahvedecek birçok cümle geçiyordu fakat şimdilik hepsini kendime saklamalıydım. Daha saat sabahın 8 buçuğuydu. Uyanmış mıydı bilmiyordum fakat iş için erken kalktığını umuyordum. Mesajıma karşılık ne yazacağını merak ederek beklemeye başladım. Pikemin desenlerine dikmiştim gözlerimi. Daha önce dikkatimi hiç çekmemiş sarı-turuncu çizgiler o an için dünyanın en ilgi çekici şeyiydi benim için. Ne güzel sıra sıra çizgilerdi. Renkleri de harikaydı doğrusu, limon sarısı ve portakal turuncusu. Bu renkler bana her zaman yazı ve güneş altında, sahil kenarında arkadaşlarımla hoşça vakit geçirdiğim o güzel günleri hatırlatırdı. Biraz daha renklerin uyumuna ve bana çağrıştırdıkları hakkında düşünmeye devam ederken telefonum titredi. Mesaj ondandı.
"Öğlen bir kahve içelim o zaman. Yemek yedikten sonra kafeler caddesinde buluşuruz." Buluşacağız. Buluşacağız. Buluşacağız. Yıllardır istediğim o buluşma gerçekleşecekti sonunda. Ama garip bir şekilde heyecanımın yanında hafif bir burukluk da hissediyordum. Yemek yedikten sonra kahve için buluşuruz demişti. Neden birlikte yemek yemek için bana bir teklifte bulunmamıştı. Acaba başka bir planı mı vardı? Aynı gün yemek için başka kızlarla da görüşme ayarlamış olabilir miydi? Tek aday ben değildim neticede. Yok Mehmet yapmazdı öyle şey. Zamanında her ne kadar beni üzmüş olsa da böyle bir şey yapacak kadar da kötü karakterde bir insan değildi. Ama yemek meselesi bir kere kafama takılmıştı. Benimle olabildiğince az vakit geçirmek için düşünülmüş bir durummuş gibi hissediyordum. Eskiden de böyleydi. Benimle ne kadar az vakit geçirir ve muhatap olursa kendine kar sayıyordu Mehmet. Halbuki bu durumu fark ettiğimde onu sıkacak, daraltacak söz ve hareketler sergilemekten her zaman uzak durmuştum. Fakat varlığımı olabildiğince ona hissettirmemek istesem de her şekilde benim varlığımdan rahatsız oluyordu. Bunu lise zamanlarındaki aptal aşık Esma'nın tüm okul karşısında hem kendisini hem Mehmeti rezil etmesine bağlıyordum. Aklıma başkaca bir sebep gelmiyordu zira o rezil günden sonra Mehmet ile fazla iletişim kurma ya da eskisi gibi iletişim kurma fırsatım pek olmamıştı. Aslında şimdi düşününce o zamanlar rezillik diye kabul gören şeylerin yaş biraz geçip olgunlaşmaya başlayınca hiç de rezil bir şey olmadığını aksine tatlı olarak nitelendirilebileceğini fark ediyordu insan. Belki o an için kendimi berbat hissetmiştim ama içimde kalmamıştı. Aklım ister istemez o güne kaydı. O günü düşündükçe hala karnıma ağrılar giriyor ,kendimi huzursuz hissediyordum. Liseli Esma'nın utancı yıllar geçse de benimle kalacaktı anlaşılan. Her ne kadar şu an o günü tatlı bir anı olarak kabul etsem de içimde bir yerde hala utanmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Yaşadığımız yerin küçük bir yer olması sebebi ile hemen hemen herkesin birbirini tanıdığı bir lisede eğitim görmüştük Mehmetle. Şimdi olduğu gibi o zaman da pek sosyal ve popüler biri sayılmazdım. Arkadaşlarım vardı tabii, hem de güzel arkadaşlıklar kurmuştuk. Kimileri başka şehirlerde yaşamını devam ettirse de halen görüşmeye devam ediyorduk. O gün aslında güzel başlamıştı, derslerimize giriyor günlük şamatamızı yapıyor eğleniyorduk. Bir teneffüs arasında, zamanın çok okunan gençlik dergisini alıp dört arkadaş her zaman olduğu gibi yine okumaya başlamıştık. Samimi dört kız arkadaş büyük bir heyecanla o ay ünlülerin hayatında neler oldu, kim ne giymiş, şık mı rüküş mü, yeni bir kot pantolon modeli mi çıkmış...bunun gibi gençlik merakları ile dergiyi okuyorduk. Sayfaların birinde koyu pembe ,üç boyutlu büyük harflerle "Seven Sevdiğine Sevdiğini Söyleyecek" yazıyordu. Hemen ilgimizi çekmişti. Büyük bir merakla yazının devamını okuyorduk. Ana fikri başlıkta da yazdığı gibi seven kişinin sevdiği kişiye korkmadan, çekinmeden sevdiğini söylemesi gerektiğiydi. Seven sevdiğini söylemeliydi ki her iki tarafın da bu sevgiden haberi olmalıydı. Tek tarafın bildiği sevgi, bilmeyene bir faydası olmadığı gibi bilene de bir fayda sağlamayacaktı. En iyisi gidip konuşmak ya da herhangi bir iletişim kanalı ile karşı tarafı bu durumdan haberdar etmekti. Aramızdaki son kişi de okumayı bitirdiğinde herkes bana bakıyordu. En yakın arkadaşlarım oldukları için Mehmet'e olan ilgimi biliyorlardı.
"Bence bu ayki yazı tam senin için yazılmış Esma" demişti Gülbin suratında muzip bir gülümsemeyle.
"Bence de. Sanki geçen gün yazdığın mektubu Mehmet'e vermen gerektiğinin bir işareti bu." diyerek onaylamıştı Ece Gülbini. Aslı ise sadece gülümseyip başını onaylar anlamda sallamakla yetinmişti.
"Kızlar beni gaza getirmeyin. Biliyorsunuz şu sıralar her şeyi yapabilecek durumdayım zaten. Rezil olmaya hiç gerek yok." Gerçekten de rezil olmaya şu sıralar hiç gerek yoktu. Zaten yeterince kötü hissediyordum kendimi.
"Ne rezil olması yazdığın şeyler ayıp mı günah mı? Sadece Mehmet okur zaten. Başka birine okutmaz eğer endişen buysa. Öyle biri değil Mehmet."
"Yok başkasına okutmaz da. Kendi de okumasın. Eğer duygularımız karşılıklı değilse çok üzülürüm, utanırım."
"Ya bu çocukla her sabah yürüyerek birlikte gelmiyor musunuz okula? Karşılıklı olmasa bence her gün seninle yürümezdi değil mi?" Diyerek duruma çok sığ bir bakış açısıyla yaklaşmıştı Ece.
"Evlerimiz yakın ve aynı saatte evden çıktığımız için benimle yürüyor bence farklı bir sebebi yok. "
"Aman baltalayan balta sen de. Hemen, hem kendinin hem bizim hevesimizi kaçırıyorsun. Biraz kendine güvenin olsun ya. Senden hoşlanacağı fikri o kadar mı imkansız geliyor sana ?" Diyerek serzenişte bulunmuştu Gülbin. Her zamanki gibi en mantıklımız ve dobramız Gülbindi.
Gülbin'in söyledikleri bir anda mantıklı gelmişti. Benden neden hoşlanmayacaktı ki? Her gün okula birlikte yürüyorduk ve bu sırada hoş sohbetlerimiz oluyor, boşboğazlığımla onu ara sıra güldürüyordum. Hoşlanmasa gülmezdi değil mi, gözlerini kısarak o kadar tatlı tatlı bakmazdı? Ama ben arkadaşlarımla da hoş sohbetler ediyor, onları da güldürüyordum. Onlar da mı benden hoşlanıyordu? Gülbin'in sözleri şimdi anlamsızlaşmıştı. Fakat herhangi bir olumsuz cevabımda bu işin peşini bırakmayarak ısrar kıyamet mektubu vermem için baskı yapacaklarını biliyordum. Her iki tarafın da gönlünü yapacak bir cevap vermeliydim.
"Haklısın aslında kendimi bu kadar da küçük görmemeliyim. Mektubu vereceğim. " inanmayan gözlerle bana bakıyorlardı. Gülbin tam sözümü kesecekken " Ama hemen vermeyeceğim. Ne zaman vereceğimi ben de bilmiyorum. Zamanın geldiğini anlarım diye düşünüyorum. Nasıl olsa mektup çantamda istediğim zaman veririm." Sözüm bittikten sonra kantine inmek için sınıftan çıktık. O zamanlar kısacık teneffüs aralarını bile ne kadar dolu dolu geçirdiğimizi şimdi yeni yeni fark ediyordum. Bir teneffüs arasında dergi okumuş, muhabbet etmiş,kantine inip çay içmiş ve koca okula rezil olmuştum. Kızlarla kantinde oturup çay içerken koridor tarafından bir gürültü gelişmişti. Birileri kavga mı ediyor , gülüyor mu belli olmuyordu. Herkes kapıya doğru bakıyordu. Birkaç kişi merakına yenik düşerek kapıya doğru gitmişti bile. Sesler gitgide yaklaşıyor ve kavga değil de kahkaha sesleri olduğu şimdi rahatça anlaşılıyordu.
Çok geçmeden kapıda okulun fırlamalarından Mert göründü. Elinde bir kağıt yanında diğer fırlamalarla kağıda bakıp bakıp gülüyorlardı.
"Nerde abi Mehmet nerde? Çabuk bulun onu. Bunu görmesi lazım." Dedi Mert gülüşlerinin arasından.
Mehmet mi? Mehmet'le ne ilgisi vardı ki elindeki kağıdın?
Mert bir yandan gülüyor bir yandan elindeki kağıdı arkadaşlarına okutuyordu. Okuyan gülmeye başlıyordu. Acaba elindeki birinin sınav kağıdı mıydı? Musa'nın sınav kağıdı olabilirdi. Geçen coğrafya sınavında verdiği cevaplarla hem bizi hem öğretmenimizi güldürmüştü. Saf, temiz bir çocuktu Musa herkes güler ama asla bu denli kahkahalarla gülecek kadar dalga geçmezlerdi onunla. Yok yok başka bir şeydi bu.
"Geldim burdayım Mert ne oldu?" kantinin kapısından gülerek girmişti Mehmet. Yanında her zamanki gibi Sinan ve Enes vardı. Hepsi, tıpkı tüm kantinin içinde bulunduğu durum gibi merakla Mert'e bakıyorlardı.
"Şunu okuman lazım abi. Sana yazılmış bir aşk mektubu." O an başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ya başka biri daha Mehmet'e mektup yazmıştı ya da o kağıttaki benim yazdıklarımdı. Her iki seçeneğin düşüncesi bile berbattı fakat biri gerçekti ve birazdan tüm okulla birlikte öğrenecektim.
Mehmet, Mert'in elindeki kağıdı bir hışımla aldı ve okumaya başladı. Suratındaki gülümseme donmuş, yerini ciddi bir ifadeye bırakmıştı. Uzun ince parmakları elindeki kağıdı sıkıyor, kağıtta iz bırakıyordu. Bir süre okuduktan sonra gözleri kantini taradı huzursuzca ve benimle göz göze gelince durdu. Suratından herhangi bir duygu okumak imkansızdı. İfadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Onun bakışlarının yöneldiği kişiyi gören diğerleri de yavaş yavaş bana bakmaya başlamıştı.
"Nereden buldun bunu?" diyerek yine ifadesiz bir surat ifadesiyle Mert'e döndü.
" Esma'nın çantasındaydı." Mert , biraz korkmuş gibiydi. Mehmet'i bu kadar ifadesiz daha önce sanırım görmemişti. Hoş, kimsenin Mehmet'i bu denli soğuk ve ifadesiz gördüğünü düşünmüyordum.
"Sen başka birinin çantasını mı karıştırdın?"diyerek bir adım Mert'in üstüne yürümüştü Mehmet.
"Yani evet ama komik olur diye-"
"Daha fazla saçmalayamazsın diyordum ama her seferinde beni şaşırtıyorsun." Mehmet, Mert'in lafını kesmiş, sözlerini bitirdikten sonra hiçbir şey söylemeden kantinden çıkmıştı.
Bu işin bu kadarla burada kalacağını düşünmüyordum ama Mehmet'in bu kadar tepkisiz kalması da şaşırtmış ve biraz da olsa içimi rahatlatmıştı. En azından herkesin ortasında, bunu neden yaptığımı ya da duygularımın karşılıksız olduğunu söylememişti.
Ders zili çoktan çalmış fakat kantindeki kimseden sınıflara gitmek için herhangi bir hareket yoktu. Herkes fısır fısır yanındaki ile konuşuyor, tahmin edileceği üzere benim dedikodumu yapıyordu.
Sonsuza kadar kantinde kalamayacağım için yanımda yarı şoke olmuş vaziyette sessizce oturan arkadaşlarıma seslenip yukarı çıkmamız gerektiğini, dersin birazdan başlayacağını söyledim. Kızlar ikiletmeden yerlerinden kalkıp beni takip etmiş ve o gün olduğu gibi diğer günler de dümdüz derslere girip çıkmaya devam etmiştik. Fakat o günden sonra Mehmet'le bir kere bile sabah okula yürümemiş uzun uzadıya konuşmalar gerçekleştirmemiştik. Ta ki o malum konuşmaya kadar. Fakat bu başka bir iç sürüklenmenin konusuydu. Şimdi bunu düşünerek kendimi daha fazla dibe çekemezdim.
Eskiyi düşünmenin verdiği ağırlıkla derin bir nefes alarak geçmişin kuyusunun beni daha fazla içine çekmesine izin vermeyerek yatağımdan kalktım. İçeride yüksek sesle dizisini seyreden annemin yanına geçtim, son gelişmeleri haber verdim. Bugün buluşacağımızı duyunca annem sevinçten havalara uçtu. Ayıklamakta olduğu barbunyaların bir kısmı gözünden sakındığı yün halısına dökülmüştü ama umursamadı. Niyeyse ben onun bu sevincine ortak olamıyordum. Hala biraz önce aklıma gelen anıların etkisindeydim sanırım.
Öğlene kadar anneme yardım ettim ve tekrar başladığım atkıyı bu sefer daha düzgün örmek için gayret sarf ederek örmeye devam ettim. Saat 12 olmuştu ve içim yeniden kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Saat yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Sabah daldığım geçmişin etkisinden hemen hemen kurtulmuştum.
Hazırlanmaya başlamalıydım ama henüz ne giyeceğime, makyaj yapıp yapmayacağıma karar verememiştim. Çok özenmiş bir görüntü çizmek istemiyordum fakat hiç görünüşüme dikkat etmiyormuş gibi de olmamalıydım . Daha önce birkaç kez ilk buluşma deneyimi yaşamıştım fakat hiçbiri Mehmet ile değildi. Bu daha farklıydı, özeldi. Bu Mehmetti. En sonunda arkadaşlarımla buluşmaya giderken neler giyiyorsam onlardan bir şey giymeye karar verdim . Düz siyah bir pantolon ve beyaz bir bluz. Şimdi tam öğretmen Esma olmuştum. Umarım buluşmadaki konuşmalarım ve düşüncelerim de öğretmen Esma'nın ağırlığını hisseder, eskinin beni kendisine çekmesine izin vererek liseli ve üniversiteli Esma'nın baskın gelmesine izin vermezdim.
Hazırlanmış, büyük bir heyecanla evden çıkmamı bekleyen annemle oturup dizi izlemeye başlamıştım. Hangi diziyi izlediğimizi yine bilmiyordum. Çok da umurumda değildi açıkçası. Annem bir yandan dizisine bakıyor bir yan da beni nazarlardan korumak için 'Tüh, tüh'lüyor ve koltuğun tahta kolçağına elini vuruyordu. Ve ben hala Mehmet'ten mesaj bekliyordum. Beklediğim mesaj çok geçmeden geldi.
"Ben yemek yedim, kafeler sokağına doğru geçiyorum." Afiyet olsun. Yine kısa ve öz sadece amaca odaklı bir mesaj göndermişti. Bunun üzerine tamam demekten başka bir şey yazmak da uygun olamazdı. Ben de öyle yaptım.
Portmantodaki çantamı alırken annem arkamdan "Maşallah"larına devam ediyordu. Kapıdan çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım. Artık tek başımaydım. Mehmet ile buluşana kadar kendimle geçireceğim bu zamanı iyi değerlendirip sakin olmam konusunda kendime telkinlerde bulunuyordum. İşe yarıyor gibiydi. Ayağımın altındaki Arnavut taşlarının verdiği hisle lise zamanlarıma döndüm bir anda. Ufacık bir hisle tüm telkinler boşa çıkmıştı. Zihnimden hızla tüm sene boyunca Mehmet ile birlikte yürüdüğümüz okul yolu sohbetleri geçiyordu. Bu hisse son vermek için kaldırıma çıkıp yürümeye devam ettim.
Kısa bir yürüyüşün ardından kafeler sokağının başına gelmiştim. Biraz ileride Mehmet biraz sıkılmış ve orada olmaktan zerre hoşnut değilmiş gibi bir ifade ile beni bekliyordu. Onu her zaman gördüğümde olduğu gibi yine kalbimin ritmi hızlanmaya başlamıştı. Ama suratındaki ifadeyi gördükçe çarpıntımın sebebi yön değiştiriyordu. Mutsuzdu. Benimle buluşacak olmaktan dolayı mutsuzdu. Daha varlığımı hissetmeden düşüncesi bile onu rahatsız ediyordu. Bu düşüncelerimin de bir sonu yoktu. Onunla konuşmadan ne hissettiğini bilemezdim. Çok merak ediyordum ama direkt bunu ona da soramazdım. 'Merhaba Mehmet varlığım seni rahatsız ediyor mu?' kesinlikle olmazdı. En azından hemen olmazdı. Ama artık biraz da olsa kendine güveni gelmiş Esma'nın soramayacağı bir soru da değildi bu?
Yavaş adımlarla yanına yaklaştım. Onu sanki ürkütüp kaçıracakmışım gibi sessiz olmaya çalışarak usulca "Merhaba Mehmet." dedim. |
0% |