@teddiursa
|
Sofra hazırlanmıştı. Ben olabildiğince sakinliğimi koruyarak masaya oturdum. Fakat annem ve babam heyecanlarını dizginleyemiyorlardı. Annem önüme yumurta koyarken bir yandan da cumartesi günü için planlarından bahsediyordu. "Dün yaprak toplamıştım zaten cuma günü onları sararız. Yetmezse bahçede daha var toplarız. Bir de yanına tuzlu kurabiye ve revani yapayım diyorum. Başka ne yapalım Esma?" "Bence yeterli anne. Daha ne yapacaksın? İnsanlar karınlarını doyurmaya gelmiyorlar sonuçta." "Olur mu hiç öyle şey kızım? Bu kadar ikram yetmez. Derya teyzenin çok güzel sirkeli kurabiye tarifi vardı. Tarifi unuttum şimdi ama alırım, ondan yaparız. Bir tane daha tatlı bir şey lazım..." annem çoğu zaman olduğu gibi bizimle konuşmayı bırakmış kendi kendine düşünmeye başlamıştı. Babam, annemin bu hallerine bakıp gülümsüyordu. Az önceki ufak tartışma sanırım tamamen sona ermişti. "Gel şöyle otur, bir yemeğini ye. O zaman kafan daha iyi çalışır, tatlıyı da bulursun?" annem babamı dinleyerek masaya oturmuştu ama bilinçli hareket etmiyor gibiydi. Düşüncelere dalmış bir şekilde komutlara uyuyordu. Sonra birden babamın ne dediğinin farkına varmış olacak ki, "Ne demek istedin sen? Benim kafam çalışmıyor mu?" Hayda, annem sanırım bugün gerçekten tartışmak istiyordu. Normalde bu kadar alıngan bir insan değildi ama cumartesi günü için stresli olması sebebi ile her şeyden nem kapıyordu anlaşılan. "Anne abartma babam bir şey demedi ki. Şimdi yemeğini ye sonra düşünürsün demek istedi. Aç kalma diye seni düşündü kuşuum ." cümlemin sonuna doğru annemi çenesinden tutarak sevmiştim. Bu hareketim onu yumuşatmış, yüz hatları gevşemişti. Ama kaşlarının altından babama bakmayı da ihmal etmemişti. "Tamam madem. Hadi soğutma yumurtanı ye." bana pek inanmadığı ses tonundan anlaşılıyordu. Bir yandan yiyor bir yandan da cumartesi gününün nasıl olacağı ile ilgili konuşuyorduk. Annem ne kadar heyecanını dışa vurabiliyorsa babam da o kadar saklıyordu. Fakat onun annemden de heyecanlı olduğunu fark etmiştim. Halbuki daha önce ablamın kız istemesini görmüştü, bu konuda tecrübeli sayılırdı. "Baştan söyleyeyim kızı verdim gitti demem. Ben kız vermiyorum, damat alıyorum. Zaten uygun olan benden değil de dedenden istemeleri ya neyse. Bakalım soruyu bana mı soracaklar ona mı?" "Ya n'olur dedemden istemesinler. Beni vermez o." dedim gülerek. Annem ve babam da bana eşlik etmişti. Dedem torunlarına düşkündü. Ablamın istemesinde bir sorun çıkarmamıştı fakat gece boyunca suratı asık bir şekilde oturmuştu. "Verir verir. Gönülden vermez ama sana da kıyamaz." babam cümlesinin sonunda derin bir nefes almıştı. Bu konu onu içlendiriyordu, belliydi. 27 yıl boyunca- üniversite zamanları hariç- benden hiç ayrılmamıştı. Şimdi ayrılacak olmanın üzüntüsünü tahmin edebiliyordum çünkü benim de içimde benzer duygular cirit atıyordu. Yeni bir yuva kurmanın heyecanı ve büyüdüğüm evden ayrılacak olmanın hüznü içimde çarpışıyordu. "Neyse o vermezse ben evlenmeleri uygundur derim toparlarım ortamı" diyerek sözlerine devam etmişti babam. "Sana güveniyorum baba, aman ortam gerilmesin." "Tamam sen merak etme kızım." ağzına bir zeytin atarken beni rahatlatmaya çalışıyordu. "Bu arada kimler gelecek istemeye, kaç kişi olacağız?" çayımdan bir yudum aldım. Annem herkesi çağırmasın, çok kalabalık olmasın diye dua ediyordum. "Onlar kaç kişi gelir bilmiyorum. Sen Mehmet'le konuşursun sonra onu. Bizden dedenler, halanlar, amcanlar ve Tuğrul abinler gelecek. Yani daha haber vermedim ama gelirler muhakkak. Ah ah teyzenler de burada olsun çok isterdim" iç çekmişti. Kardeşlerini çok özlüyordu. Teyzemler başka şehirde yaşadığı için çok sık görüşemiyorlardı. Bayramlarda veya cenazelerde bir araya gelebiliyorlardı. Korktuğum başıma gelmişti. Annem tüm yakın akrabaları çağıracaktı. Çağıracak olduğu kişilerin hepsini sevsem de benim için çok heyecanlı ve stresli olacak bir günde hep birlikte olmak beni rahatlatmaktan çok endişeme endişe katacaktı. "Tamam anne çağır ama kuzenler gelmesin bari." "Olmaz öyle. Tuğrul abini çağırmazsak ayıp olur. O gelir de diğer kuzenler gelmez mi? Hem nasıl diyeyim amcana küçücük çocuğu evde bırakın diye." Doğruydu söylediği. Amcamın oğlu Burak henüz 4 yaşındaydı. "Tuğrul abimlerle Burak gelsin bir tek ne olacak ki?" "Olmaz kızım ayıramayız hiçbirini birinden. " babam konuşmaya tekrar katılmıştı. "Peki siz bilirsiniz ama Sinem en ufak bir laf ederse ben de lafımı sakınmam, haberiniz olsun." Sinem halamın ortanca kızıydı. 14 yaşına yeni basmış, yaşının verdiği tüm asiliği ve açık sözlülüğü fazlasıyla bünyesinde barındırıyordu. Çocukken onu çok severdim fakat şu sıralar çok değişmişti. Ergenliğin bir getirisi olarak asileşmiş, itiraz edilmesine gerek olmayan konularda itiraz etmeye ve fikirlerini -yanlış olduğunu bilse dahi- sert bir dille savunmaya başlamıştı. Arkadaş ortamı hariç hiçbir ortamda bulunmak istemiyordu. O akşam buraya zorla getirileceğinden emindim. O yüzden bir tatsızlık çıkarması muhtemeldi. Fakat benim cumartesi akşamı en ufak bir tatsızlığa tahammülümün olabileceğini düşünmüyordum. "Yapma kızım. Sinemi biliyorsun. Küçük o daha." babam çok sevdiği yeğenine laf söyletmiyordu ama o da ben de Sinemin yeni halinin nasıl olduğunu çok iyi biliyorduk. "Ben söyleyeceğimi söyledim. Konuşursa konuşurum." "Tamam kızım." babam konuyu kapatmıştı. Bunun üzerine de bir şey söylemem uygun olmazdı. Yeme faslı bittikten sonra annemle birlikte sofrayı ve mutfağı topladık. Sabah aldığım haberin heyecanıyla telefonuma bakmayı, hatta yanıma almayı unutmuştum. İşlerim bittikten sonra odama geçtim ve yatağıma oturarak telefonu elime aldım. Gruplardan, Zehra'dan ve Mehmet'ten mesaj vardı. Zehra bugün nöbeti olduğunu maalesef buluşmaya gelemeyeceğini söylemişti. Maalesef kelimesini öylesine kullandığını tahmin ediyordum çünkü o ortamda bulunmak istemediğinden emindim. Mehmet, saat 8'de günaydın yazmıştı. Bir yarım saat önce ise sabah annesinin annem ile görüşüğünü, haberimin olup olmadığını soruyordu. Bu konular mesaj ile böyle soğuk mu konuşulurdu ya? İnsan bir arardı, heyecanlanırdı. Esma hazırlan seni istemeye geliyoruz derdi şaka yollu. Ama yok Mehmet'in yine soğukluğu üzerindeydi sanırım. Onun bu denge problemi ileride de devam ederse çok yorulacağa benziyordum. Mesajına karşılık 'Evet haberim var. Cumartesi gelecekmişsiniz.' yazdım ve telefonu komodine koyarak yatağıma uzandım. Uzanmamla birlikte telefonuma bildirim geldi. Uzandım ve telefonumu aldım. Mehmet cevap yazmıştı. "Eveet. Çok az kaldı. Heyecanlı mısın? Ben çok heyecanlıyım." Heyecanlanmış mıydı? Şaşırmıştım ama şaşkınlığımın saçma olduğunu biliyordum. Sonuçta benim ilk istenmemse onun da ilk istemesiydi. Heyecanlı olması normaldi. "Ben de heyecanlıyım" yazdım ve ne diyeceğini merak ederek telefon başında beklemeye başladım. İki dakika geçmeden cevap gelmişti. "Ben yeni takım elbise bakıyorum internetten isteme için. İş çıkışı gidip almak istiyorum. İzmir'e geçmeden bakalım mı?" İsteme için yeni takım elbise mi alacaktı? Demek ki özeniyordu. Çok tatlıydı. Onun bu mesajı ile birlikte ben de ne giyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Sabah o kadar hızlı başlamıştı ki ne giyeceğimi düşünmeye vaktim olmamıştı. Gardırobumdaki elbiselerimi tek tek aklımdan geçirdim. Hiçbiri kendi istemem için uygun değildi. Mehmet gibi benim de yeni bir elbiseye ihtiyacım vardı. "Olur. Benim de elbise almam gerekiyor. Senin alacağın yerde kadın kıyafetleri de varsa oradan bakabilirim ben de." artık mesaj beklemiyordum. Sohbet beklemeden devam ediyor, Mehmet anında cevap veriyordu. "İllaki oradan bakmak zorunda değilsin. İstersen işten erken çıkıp erken gidebiliriz İzmir'e. Oradan istediğin yerden, istediğin elbiseye bakarız." İzmir'den almak işime gelirdi aslında. Orada daha çok seçeneğim vardı zira beden ölçülerim sebebi ile uygun elbise bulmakta zorlanıyordum. "Olur ama erken çıktın diye patron kızmasın." onu güldürmek için bilerek sormuştum. "Patron benim. Sözlüm için erken de çıkamayacaksam kendi işimin patronu olmanın ne anlamı var?" başarılı olmuş, onu güldürmüştüm. Ama arada öyle bir şey söylüyordu ki kendimi erimekten alamıyordum. Benim için işten erken çıkacağı yetmiyormuş gibi bir de benimle birlikte alışverişe çıkacaktı. Benden hoşlanmaya başlamış olabilir miydi? "Doğru söylüyorsunuz avukat bey. O zaman işten çıkmadan haber verin de ona göre hazırlanayım." fazla mı laubali olmuştum. Hayır hiç de laubali değildim. Sözlüm olacak adamla da bu şekilde konuşamayacaksam kiminle konuşacaktım. "Tamam. Haber veririm. Görüşürüz. Öpüyorum." Öp. Öp. Bende seni öpüyorum. Burada olsan şu an ne güzel öperdim. Tabi ki bunları ona yazmadım. Sadece görüşürüz demekle yetindim. İçimde garip bir huzur ve rahatlama vardı. Bu huzur ve rahatlamayla yatağıma ve yastığıma iyice gömüldüm belki biraz daha uyuyabilirdim.
Öğlenki kısa kestirmemin üzerinden zaman geçmiş, saat 15:00 olmuştu. Mehmet'ten her an telefon gelebilir düşüncesi ile yerimde rahat oturamıyordum. Mutfak masasında oturmuş pencereden apartman manzaralarını izleyip çayımı yudumlarken beklediğim telefon geldi. "Alo?" hiç beklemeden hemen açmıştım telefonu. Halbuki hemen açmayacağım konusunda daha önce kendime söz vermiştim. "Esma ben yarım saat sonra çıkacağım. Hazırlan istersen. Geldiğimde ararım seni." hemen konuya atlamıştı. Bir selam sabah yok muydu? "Tamam hazırlanıyorum." ben de ona sormamıştım işte. Fakat ses tonumdan anlamış olacak ki, "Şey halini hatırını sormadan direkt konuya girdim. Nasılsın?" demişti "İyiyim. Bugün çok uyudum biraz sersemim. Sen nasılsın?" "İyiyim ben de. Biraz yorgunum bugün duruşmalar yoğundu. Sen çok uyumazdın ne oldu?" sesinde gerçekten de bir merak vardı. Uyku konusunda hiç konuşmamıştık. Benim az uyuduğumu nereden biliyordu. Lise zamanlarında da az uyurdum. Acaba o günleri ve o konuşmalarımızı hala hatırlıyor muydu? O günler güzel günlerdi. İçimden hatırlamasını diledim. "Evet fazla uyumuyorum ama bugün biraz fazla heyecanlandım sanırım. Kalbim çok hızlı çarptı yorgun düşmüş olabilir." Ahh Esma yine dilinin bağı çözüldü. Ne gerek vardı şimdi kalbinin çarpmasından bahsetmeye? Tabi ki bu söylediğime tatlı tatlı gülmüştü Mehmet. "Demek kalbin çarpmaktan yorgun düştü. Peki bugün görüşmemiz kalbine daha kötü gelmesin?" benimle uğraşıyordu. Şu anda suratında muzip bir gülümseme olduğuna emindim. "Yaa dalga geçme. İsteme için tabi ki heyecanlıyım. Sonuçta ilk istenmem olacak." "Umarım da son istenmen olur." dedi. Hala daha sesinden gülümsediği anlaşılıyordu. "Ben de öyle umuyorum." onunla birlikte ben de gülmeye başlamıştım. "Gülüşünün sesi çok güzel geliyor kulağıma. Şimdi seni o kocaman gözlerinle bana bakarak gülümserken görmek isterdim." Kalbim. Durdu. Bana mı söylemişti. Yani şu anda benimle konuştuğuna göre bana söylemiş olmalıydı. Ama zihnim alışkın olmadığı bu sözleri sindirmekte zorlanıyordu. Gülüşüm güzel miydi gerçekten? Mehmet dediğine göre güzeldi. Evet benim gülümsemem güzeldi. Mehmet'in bir sözüyle hemen şımarmıştım. Ve şu anda ömrüm boyunca onun tarafından şımartılmak istiyordum. Kalakalmıştım. "Teşekkür ederim." diyebildim. Ezberimde olan tek cümle buydu sanırım çünkü başka cümle kurmak için beynimin çalışabileceğinden emin değildim. "Rica ederim." dedi benim aksime o hala daha gülebiliyordu. "Şimdi dilekçemi tamamlamaya dönmem gerekiyor. Dediğim gibi yarım saat sonra seni almaya gelirim. Öptüm." diyerek sözlerine devam etmişti. "Ben de." telefonu kapatmıştık. Ben hala olduğum mutfakta elimde soğumuş çayımla pencereden dışarıya bakıyordum. Biraz önce Mehmet'in benim hakkımda söylediği güzel cümlede takılı kalmıştım. 'Gülüşünün sesi çok güzel geliyor kulağıma. Şimdi seni o kocaman gözlerinle bana bakarak gülümserken görmek isterdim.' Bana demişti bana. Mehmet'in bunu söylediğine inanamıyordum. Herhangi biri bana bunu söylese bu kadar şaşırmazdım ama konu Mehmet olunca... Yıllar önceki o kötü akşama gitmişti yine aklım. O sarhoş olup Mehmet'e ilan-ı aşk ettiğim akşama. Ne demişti o gün "Kulağıma kulağıma konuşma sesin çok tiz rahatsız oluyorum." Bunu bana o söylememiş miydi? Şimdi sesim mi değişmişti de gülüşüm güzel geliyordu. Sesimin değişmediğine emindim. Yoksa gerçekten de Mehmet'te bir şeyler mi değişmişti. Bu güzel yönde bir değişimdi. Beni umutlandırdı. Bakmakta olduğum penceren gözlerimi ayırarak ayağa kalktım. Elimdeki cam bardaktaki çay iyiden iyiye soğumuştu. Çayımı tazeledim ve hazırlanmak için odama gittim. Odama doğru adım atarken içimde yeşeren umutla gülüyordum. Hayır ben sadece gülmüyordum. Mehmet'in kulağına güzel gelen o sesim ile gülüyordum. |
0% |