@teddiursa
|
Sıvası dökülmüş duvarlarıyla rutubet kokusunun her yeri sardığı odada ne kadar bilinci tam yerinde olmasa da yavaş yavaş bazı şeylerin farkına vardığını anlayabiliyordum. Önce ağlamaktan şişmiş gözlerini kırpıştırdı aniden her şeyi kavramış gibi cam mavisi gözlerini hızla açtı. Ağlamaktan çatlamak üzere olan damarları, mavi gözlerine gölge düşürüyordu. Porselen bir bebeğin normalde sahip olmaması gereken bir görüntüye sahipti. Onu daha önce görmememe rağmen tanıdık bir sıcaklığı vardı. Neden olduğunu anlayamadığım bir huzursuzluk içimi kapladı. Ellerimle sıkı sıkı tuttuğum bebeğe inanmayan gözlerle bakmaya başladım. Bebeği sıkmaya devam ettim. Ellerimi durdurmak istiyordum ama olmuyordu. Bebeği daha da sıktım ve sonunda bebek, siyah ayakkabılarımın önüne toz yığını halinde düştü. Garip, düşerken tozlar hiç dağılmamış, uçuşmamıştı. Gereğinden daha yavaş çalışan beynim bu bebeğin kim olduğunu sorguluyordu ama ben onun kim olduğunu hissedebiliyordum. O benim bebeğimdi. Kendi ellerimle parçaladığım, yok ettiğim porselen bebeğim.
Yerde duran renkli toz parçalarına dokunduğum an bazı şeyler gerçeklik kazanmaya başladı. Rüyadaydım. Rüyada olduğumu bildiğim halde neden hala içimdeki huzursuzluk devam ediyordu? Neden sadece uyanmak için çaba harcamıyordum? O an tek yapabildiğim akmayan göz yaşlarımdan dolayı gözlerime batan acıyı yok saymaya çalışmaktı. Zor da olsa kirpiğime takılan bir damla düşmeyi başardı ve gerçek hayatta mümkün olmayacak derecede yavaş bir biçimde önümde duran toz yığınına isabet etti. Damlanın düştüğünde çıkardığı sesi duyabiliyordum. Damla düşmüştü ama hala sesi devam ediyordu. Artık düzenli ve yavaş gelen damla sesleri, seri ve hızlı akan suyun lavaboda çıkardığı sert sese dönüşmüştü. Gözlerimi yavaşa yumup açtım. Ne kadar sıkı kapatılmışsa kapatılsın koyu gri perdelerin kenarından taze güneş ışığı odaya süzülüp kasvetli olan ortama daha da kasvetli bir hava veriyordu. Uyurken ağlamaktan birbirine yapışmış göz kapaklarımı son kez zorlayarak tekrar açtım ve gördüğüm rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Bugünden sonra rüyalar daha da kötüleşecekti ya da hiç olmayacaktı. Çünkü bugün kararımı uygulamaya koyacağım gündü. Bu rüya, zor kararı aldığımdan beri bilinçaltımın bana oynamaktan zevk aldığı bir oyun haline gelmişti.
Dikkatlice yatakta doğruldum. Çarşaf nasıl olduğunu anlamadığım bir biçimde dün gece ayaklarıma dolanmıştı. Çarşafı ayağımın altından kaldırdım ve hemen sol tarafımda menteşeleri çürümeye yüz tutmuş tahta kapının koluna dokundum. Kapı kolunun metali bugün, diğer günlerden farklı olarak daha bir soğuk gelmişti tenime. Kapının soğuğunu hissedince hafifçe irkildim. Kapıyı ürkerek araladım. Nedense bugün birini incitmekten korkarmış gibi her şeyi ağırdan alıyordum. Kapıyı açtığımda önüme ilk çıkan şey hayaletten farkı olmayan bir kadının siluetiydi Daha dikkatli bakınca bunun aynadan yansıyan görüntüm olduğunu fark ettim. Aynadaki kadın ne kadar bana benziyorsa bir o kadar da benden farklıydı. Benim saçlarım parlak, canlı, uzun ve gürdü aynadaki kadının ise yağdan rengi bile tam seçilemeyecek derecede iğrenç, cansız ve sönük bir saçı vardı. Gözleri ise kan çanağına dönmüş ve hiç göz yaşı dökemeyecek kadar kuruydular. Dudakları ne eskisi kadar yukarı kıvrık ne de eskisi kadar dolgundu. Ellerimi onları taşıyamamaktan korkarmış gibi dudaklarıma götürdüm. Kupkuruydular. O anda susamış olduğumu hatırladım. Zaten beni uyandıran da bu susuzluğum değil miydi?
Bir süre daha aynadaki yansımama baktım ve musluğu açıp avuçlarımı suyla doldurdum. Kendime acımayarak avuçlarımdaki suyu sertçe suratıma çarptım. Soğuk suyun etkisiyle biraz daha kendime geldim. Kulaklarımdaki sessizliğin uğultusu gitmiş yerine kulakları tırmalayıcı telefonun sesi gelmişti. Aniden yerimden sıçradım. Ya bugün her şey biraz daha fazlaydı ya da ben bugün fazla hassastım. Koşarak oturma odasına gittim. Her zaman dağınık olan ev bugün gözüme daha bir dağınık gözükmüştü. Bu dağınıklığın arasında telefonu aramaya başladım. Ses kırmızı koltuğun üstünde duran kitap yığınının altından geliyordu. Telefonu almak için uzandığımda gözüme altı yıl önce kaybettiğimi sandığım kitabım ilişti. Onu kaybettiğime emindim ama bunun üzerinde fazla düşünmedim. Kitapları devirmekten çekinmeyerek elimi yığının en altına attım. Telefonumu çekip çıkardım. Numaraya bakmadan direkt açtım. Daha ağzımı açıp kim olduğunu soramadan o güne kadar duyduğum en korkunç sesle karşılaştım. Hareket edemiyor, konuşamıyor hatta ağzımı dahi açamıyordum. Küçükken gelmesinden korktuğum karabasan gibiydi. O karabasanı uzak tutmak için sadece dolap kapaklarını açardım ama burada gözlerimden başka açacağım hiçbir şey yoktu. Evet gözlerim. Gözlerimi açabilirdim. Zaten gözlerim açık değil miydi? duygularım nasıl bir karmaşanın içinde olduklarını çözmeye çalışırken zihnimde birden bir dolap kapağı açıldı ve içeri gözleri kör edici bir ışık girdi. Bu ışığın beni rahatsız etmesi gerekirken ışık arttıkça ruhuma giren huzurun hissedebiliyordum. Kapağın kapanmasıyla benim gözlerimi açmam bir oldu.
Yine yatağımdaydım. Zihnim hangisinin gerçek olduğunu sorgularken bana bakan bir çift gözle karşılaştım. Şaşkın ve bir o kadar da korkmuş görünüyordu. Hala rüyanın etkisinde olsam da bu gözleri tanımıştım. Bu gözler beni hayatta tutmak için altı sene önce nasıl bakmışsa yine öyle bakıyordu. İstemsizce ellerim karnıma gitti. Oradaydı. Hissedebiliyordum. İçimi kaplayan huzurla derin bir nefes aldım. Sanki ciğerlerim ilk defa tanışıyormuş gibi acıdı. Aldırmadım. Bacaklarımı karnıma çektim ve yatağın sert başlığına yaslandım. Altı sene önce bugün onu kaybetmiştim. Ama bana bir şans daha verilmişti onu geri kazanmam için. Saçlarımı okşayan bir el hissettim. Beni düşüncelerimden çekip koparan elin sahibine bakmak için kafamı kaldırdım. Kafamı kaldırmamla yine o insanı sarsan telefon sesini işitmem bir oldu. Hayır. Yine o iğrenç kabusu baştan yaşamak istemiyordum. Bebeğimin benimle kalmasını istiyordum. Telefonu açmak istemiyordum. Her şey telefonla başlıyordu. Telefon çalıyor, ben telefonu açıyorum bebeğim kayboluyor, telefon çalıyor, ben telefonu açıyorum, bebeğim kayboluyor... Bu hep böyle gidiyordu. Bunun için telefonu açmamalıydım. Telefonun sesini duydukça canım acıyordu. Sesi duymamak için çığlık atmaya başladım. Ben yüreğimin acısını dışa vurmak isterken onlar beni susturmak istiyorlardı. Eller ağzımı kapatmak için ne kadar çabalarsa ben de susmamak, acımı duyurmak için o kadar bağırıyordum . En sonunda sesimi ben bile duymaz oldum. Çığlıklarım artık kesik kesik iniltilere dönüşmüştü. Ağzımı tutan ellerin arasında son kez nefes almaya çabaladım ama tek yapabildiğim içimde kalan son nefesi geri vermekti... |
0% |