@tesorina
|
Uyarı: Smut Sahnenin başına uyarı koydum, rahatsız olacaklar okumasın
Yüksek müzik, dans adı altında salınan bedenler, genzi yakan alkol kokusu.
Bazı şeyleri alışkın olsanız bile sevemiyordunuz.
Etrafına son bir bakış attı. Setten birkaç tanıdık, yapımcılar, menajerler... Figürleri gözünün önünden geçip gidiyordu. Patlatılan şampanyalar ve kaldırılan kadehlerden nasiplerini almış birkaç sarhoş, dans pistinde oradan oraya savuruyordu kendisini. Yırtılan kıyafetler ve uçuşan etekler... "Rezillik..." Diye mırıldandı yaslandığı masanın üstündeki boş bardakları incelerken. Sigara paketinin dibini kurutmuştu sıkıntıdan. Oldum olası sevmezdi partileri. O olmasa gelmezdi de zaten.
O... Sahi, o neredeydi?
Aniden bünyesini saran merak ve koruma içgüdüsü ile arkasını döndü. Bakışları onca kadının arasında onu arıyordu. Birbirine benzeyen onlarca kadının arasında, kendisini buraya getiren bir çift ceylan gözü arıyordu.
"Faruk..."
Kendi adını onun sesinden duyunca bedeniyle birlikte bakışları da o yana döndü. Korktuğu başına gelmişti, zil zurna sarhoştu ceylan gözlüsü. Masanın diğer tarafında, ellerini önündeki sandalyeye yaslamış, yüzünde tatlı bir tebessümle bakıyordu ona. Buraya gelmek için özenle şekillendirdiği saçları bozulmuş, omzundan aşağıya salınıyordu bukleler halinde. Göz kalemi dağılmıştı, dudağındaki ruj hafifçe taşmıştı. Üzerindeki siyah büstiyerin sol askısı omzundan düşmüş, kolunun üzerinde öylece duruyordu.
"Neden dönüyorsun?"
Faruk düşüncelerinden sıyrılmak için başını salladı. Sonra da onaylamaz bakışlarla baktı Belgin'in yüzüne. "Ben değil, senin başın dönüyor." Belgin onun sözlerine gözlerini kapatıp kıkırdadı. Sandalyeye giderek daha çok yaslanıyordu, her an düşecek gibiydi. Fark ettiği anda masanın etrafında dolanıp onun yanına sokuldu Faruk. Bir eli onun kolunu nazikçe kavrarken diğer eli beline yerleşmişti. "Belgin..." Genç kız üzerinde hissettiği ellerle kendisini ona bıraktı. Faruk refleksen onu kendisine çektiğinde bedenleri arasındaki boşluk kapanmış, burun buruna gelmişlerdi. Sertçe yutkundu. Kolundaki elini indirip masadan destek aldı ve belindeki tutuşunu gevşetti. Belgin ise dünya ile olan bağını koparmak üzereydi. Uykulu bakışlarla bakıyordu ona. Aniden gülümsedi. "Senin kirpiklerin ne kadar güzel..." "Asıl senin kafan güzel..." Belgin kıkırdarken Faruk hızlıca başını çevirip etrafı kontrol etti. Kimse onları görecek durumda değildi. Bu da onu hem rahatlattı hem de cesaretlendirdi. Omzunda bir ağırlık hissettiğinde başını çevirdi. Belgin başını onun omzuna yaslamış, gözlerini kapamıştı. Kollarını ise Faruk'un beline sarmıştı. Derin bir nefes alıp onu kendisine yasladı. Ardından hafifçe eğildi ve masaya yasladığı elini onun bacaklarının altından geçirip kaldırdı. Şimdi kucağındaydı Belgin. Başı omzundan göğsüne düşmüş, narin bedeni kollarının arasında kaybolmuştu. Mekana son bir bakış atıp arka kapıya doğru ilerledi.
•||•
"Nereye getirdin beni?"
"Senin evindeyiz."
"Neden?"
Ardı arkası kesilmeyen sorulardan bunalmıştı. Yine de her sorusuna cevap vermeye çalışıyordu. Zaten zar zor zaptedmişti onu. Tekrar hırçınlaşması tehlike arz ediyordu. Tezgaha oturtmuştu onu. Bir elini bir yanına koyup diğer yanına da bedenimi yaslamış, kaçmasını imkansızlaştırmıştı. Şimdi ise ocakta acı kahve yapıyordu ona, ayılması için. Zira sarhoş hali hiç çekilir değildi, her ne kadar tatlı olsa da. "Her şeyi geçtim, hepsi kabulüm, ama kendi kedini vaşak sanıp kovalamak nedir be Belgin! Kaç kadeh içtin sen?" Belgin çocuksu bir kıkırtı ile bacaklarını tezgahtan aşağıya sallandırdı. "Birkaç tek..." "Birkaç çok." Kaşlarını çatsa da içten içe tatlı buluyordu onu. Gerçi hoş, onun her hali tatlıydı ya. Kahve köpürdüğünde cezveyi eline alıp dökmek için fincana uzandı. Bu arada istemeden de olsa yakınlaşmıştı ona. Boynuna o kadar yakındı ki buram buram Lavanta kokusu çarpıyordu yüzüne. Cezveyi elinden düşürmemek için ekstra bir güç harcaması gerekmişti zira bu kadın onu sadece kokusuyla bile sarhoş ederdi. Kahveyi hazırladığında fincanı eline alıp doğruldu. Belgin ona meraklı gözlerle bakıyordu. Fincanı yavaşça onun dudaklarına uzattı.
"İç bakalım..."
Belgin iki eliyle fincanı kavradığında elleri üst üste gelmişti. Genç kız sarhoşluğun verdiği sabırsızlıkla fincanı kafaya dikmeye çalıştı. Faruk onu son anda durdurup ellerini indirmişti. "Hemen içme, çarpıntı yapar." Fincanı onun dudaklarına yaslayıp yudumlamasını seyretti. Ona bu kadar yakın olmak... Bedenini ürpertirken aklını da karıştırıyordu. Belgin gözlerini ondan hiç ayırmadan iki küçük yudum aldı. Ardından başını geri çekip dudaklarını yaladı. Faruk'un gözleri onun dudaklarında, üstlerinde gezinen dilinde ve dudağının köşesindeki kahve lekesinde kalmıştı.
"Dudağında kahve..." Sertçe yutkundu. Nefesi daralmış, kalbi teklemişti.
Belgin umursamadan kahve fincanını ondan aldı ve içmeye devam etti. Yavaş yavaş bilinci yerine geliyordu. Birkaç yudum sonra ayılmıştı ve garip bir şekilde hafızası yerindeydi. Faruk hala tam karşısında, gözleri onun dudaklarında bir şekilde duruyordu.
Bu satırdan sonrası cinsellik ve etik olmayan ögeler barındırmaktadır. Rahatsız olacak olanlar okumasın.
Fincanı indirip tezgahın diğer yanına koyarken Faruk'un gözleri hala aynı yerde duran minicik kahve lekesindeydi. Belgin onun uyarısını yeni fark etmiş olacak ki, bahsettiği küçük lekeyi temizlemek için dudağını yaladı. Dili kurumuş kahvenin üzerinden usulca geçti, ama temizlemedi. "Aldım mı?" Faruk başını iki yana salladı. Gözleri koyulaşmış, bakışları arsızca gezinir olmuştu kızın yüzünde. Bir eli kızın bir yanında onu yerine sabitlerken diğer eli yüzüne uzandı. Nazikçe kavradı çenesini, ardından baş parmağını dudağına sürttü. Leke yok olmuştu, ama elini çekmedi. Çekemedi. Yüzleri o kadar yakındı ki Faruk'un verdiği her nefes Belgin'in kirpiklerini titretiyordu. Bedenleri birbirine bu kadar yakınken... Sınırlar kimin umrundaydı? Belgin boşlukta duran kollarını onun göğsüne koydu. Amacı engellemek değil, aksine, aralarındaki küçük kıvılcımları arttırmaktı. Faruk'un eli hala dudağının üstündeyken göz kontaklarını bir an bile bozmamaya özen gösterdi. Faruk sertçe yutkundu. Bu kızın yakınında durmak Güneşe haddinden fazla yaklaşmak gibiydi... Yanıyordu...
"Belgin..." Elini çekmek için hamle yaptığında Belgin onu bileğinden yakaladı. Gözlerinde esir tutulmuş, kaçmaya çalışan arzularının ve tutkusunun izleri vardı.
"Gitme..." Kelimeler dudaklarından dökülüverince Faruk çivileniverdi olduğu yere. "Benimle kal..."
İkinci kez yutkundu. Gözlerine baktı sonra. Görebiliyordu; o ceylan gözlerde arzu vardı, tutku vardı, aşk vardı. Bir adım attı ona doğru. Zaten dipdibelerdi, şimdi burun buruna gelmişlerdi. Tavırları da gözleri gibi arsızlaşmıştı artık. Geri dönüş yoktu. Faruk onun iznini bekliyordu. Bundan sebep, ilk hamleyi Belgin yaptı. Önce ellerini onun yanaklarında konumlandırdı, ardından dudaklarına uzanıp dudaklarını sürttü yavaşça. Öpücük bile denemezdi, tüy kadar hafifti dokunuşu. Faruk onun yakınlığıyla gözlerini kapamış, kendisini ana bırakmıştı. Lakin sükuneti onun dokunuşuyla son buldu. İçinde kabaran domine etme arzusu baskın gelmişti. Tezgahtaki eli belini kavrarken boşta kalan eli de boynundan ensesine doğru uzanmıştı. Saçları parmaklarına dolanırken sanki mümkünmüş gibi iyice kendine çekti onu. Alev ateş yanan dudaklarını onun nemli dudaklarına bastırdı sonra. Ardından kendisini geri çekti, gözleri hala kapalıydı. Son bir onay bekledi. Vuslata giden son bir adım... Belgin yanaklarındaki ellerini boynuna sarıp onu kendisine çekti ve tabiri caizse dudaklarına yapıştı. Susuz kalmış bir çöl ahusu gibi açlıkla öptüler birbirlerini. Dudakları bir an bile ayrılmadan, arsızca, kuralsızca... Faruk onun alt dudağını dudaklarının arasına alıp hunharca emmeye başladığında tezgahta rahatsızca kıpırdandı Belgin. Adamın üst dudağını hafifçe ısırdığında Faruk onun yerini yadırgadığını anlamış, ensesindeki elini bacağına koyarak onu tezgahtan kaldırmıştı. Dudaklarına ikinci kez saldırırken ağır ve sarsak adımlarla ilerledi koridora doğru. Belgin dudaklarını bir anlığına ayırıp nefes nefese konuştu. "Koridorun sonundaki oda..." Lafını tamamlayamadan yeni bir öpüşme başlatmıştı Faruk.
Kısacık koridoru geçmek epey uzun sürmüştü...
Gözleri kapalı, ağzı dolu bir şekilde odayı nasıl buldu bilinmez, ama hiç zorlanmamıştı kucağındaki küçük kızını taşırken. Odaya girince bacağındaki elini de beline sardı ve küçük bir çocuğu kucaklar gibi nazikçe, incinmesinden korkarak bıraktı güzelini yatağa. Dudakları ayrılınca boşluğa düşmüş gibi ayılmıştı Belgin. Nefes nefese kalmıştu ikisi de. Aldığı her nefeste göğsü inip kalkıyor, bu da onu Faruk'un gözünde daha çekici yapıyordu. Kızı yatakta öylece uzanırken dizlerinin üzerinde doğrulup üstten bir bakış attı ona. Dağılmış saçları, kızarıp şişmiş dudakları, kendisine arzunun en sek haliyle bakan ceylan gözleri... Ellerini onun dizlerine koydu. Nefesini dizginlemek için epey zamana ihtiyacı olmuştu.
"Sen... Emin misin?"
Belgin dirseklerini yatağa yaslayıp hafifçe doğruldu ve oturur pozisyona geldi. Bir eliyle yüzüne yapışmış saçlarını geriye attı. "Devam etmek istiyorum." Faruk onun cüretkar haline kıkırdadı. Bu narin kız, içinde cesur ve asi bir kadın barındırıyordu. Hoşuna gitmişti. Onu omuzlarından hafifçe ittirip yatağa düşürdü ve iki elini başının iki yanına koyup üzerine eğildi. Dudaklarına yumuşak bir öpücük bırakıp çenesine indi. Teninin tadına varmak istercesine ağır ağır hareket ediyordu. Boynuna ulaştığında bir süre durup güzel kokusunu içine çekti. Belgin ellerini onun boynuna sarmış, tişörtünü çekiştiriyordu. Yavaşça doğrulup tişörtünü tek eliyle çıkarttı başından. Yatağın diğer ucuna fırlattı ve tekrar eski konumuna geçti.
Bu sefer sert başlamıştı. Boynunun her santimi dudaklarına esir ediyor, yer yer dişleyerek küçük izler bırakıyordu. Küçük yatak odasının duvarlarında Belgin'in kesik inlemeleri yankılanıyordu. Elleri Faruk'un sırtında geziniyor, hissettiği her diş darbesinde tırnaklarını sırtına batırarak intikam alıyordu. Faruk'un dudakları onun gerdanına, ardından da göğsüne uzandı. Büstiyerin açıkta bıraktığı kısımları açlıkla öptü, emdi, ısırdı... Bir süre onun teninde dinlendirdi ağzını. Sonra yataktan destek alarak doğruldu. Gözleri ondaydı. Belgin ise önce onun hareletlerini sessizce izledi. Ardından hiç tahmin etmediği bir şey yaptı. Aniden doğrulup onu omuzlarından tuttu ve yatağa sırt üstü düşmesini sağladı. Faruk içinde bulunduğu durumu sonunda algıladığında Belgin onun üstünde, daha doğrusu kasıklarının üstünde oturuyordu.
Gözlerini kapatıp keyifli bir kahkaha eşliğinde başını yatağa yasladı. "Sen... Sen benim ölümüm olacaksın sevgilim."
Belgin ilişkiyi domine etmenin verdiği gururla gülümsedi ve eğilip onun dudaklarına bir öpücük buraktı. Ardından tıpkı onun gibi doğrulup büstiyerin düğmelerini açtı ve kollarından düşmesine izin verdi. Faruk onun cüretkar tavrıyla savaşırcasına kolundan tutup yanına çekti ve tekrar üste geçti. Belgin pes etmiş, yönetimi tamamen ona bırakmıştı. Faruk yeniden tenine yönlendi. Tavırları aynı anda hem aceleci hem de sakindi. Az önce küçük izler bıraktığı gerdanına tekrar bastırdı dudaklarını. Büstiyerin askılarını iki taraftan tutup aşağıya indirdi. Bembeyaz teni ortaya çıkmış, gözleri önüne serilmişti. Dudaklarını sol göğsüne bastırdı. Kalbinin atışını hissedebiliyordu. Dikkatlice, incitmemeye özen göstererek emdi tenini. Sakalları battıkça Belgin'in inlemeleri artıyor, onun sırtını kazıyordu. Sağ göğsüne yönelip aynı işkenceyi ona da uyguladı. Dişlerinin arasına hapsettiği tenin intikamını sırtında ve omuzlarında hissedebiliyordu. Öpücükleri göğüslerinin arasından karnına uzandı. Belgin hissettiği yoğun zevkten çarşafı sıkıyor, onun adını inliyordu. Dudakları pantolonunun düğmesine değdiğinde tekrar kafasını kaldırdı ama Belgin onun kafasını sertçe aşağıya bastırdı. "Devam et dedim sana!" Faruk şaşırsa da gülmekten kendisini alamadı. Onun altında zevkten kıvrandığını, daha fazlası için yalvardığını görmek hoşuna gitmişti. Belgin elini kafasından çekince pantolon düğmesini dişkerinin arasına alıp çekerek açtı. Bunu yaparken göz kontakları bir an bile bozulmamıştı. Pantolonu yavaşça bacaklarından aşağıya kaydırdı ve güzel bacaklarını ortaya çıkardı.
Şimdi karşısında sadece iç çamaşırıyla kalmıştı güzeli.
Gözlerini kapatıp yutkundu.
Belgin onun hamlesini beklerken tavana bakıyordu. Nefesi daralmış, kalbi göğüs kafesini parçalarcasına atmaya başlamıştı. Aniden dudaklarını uyluğunda hissedince yüksek bir inleme çıktı dudaklarından. Boşluğa düşen ellerini çarşafa batırıp sıktı. Öpücükler yerini diline bırakınca ise zevkten ağlayacak hale gelmişti. Beli yay gibi gerinmiş, iç çamaşırının bacaklarından sıyrılmasını hissederken gözlerini sımsıkı kapamıştı. Kasığında hissettiği ısırıkla çığlık attı. Zevke doyamıyordu, aşılan her çizgide bir sonrakini istiyordu. Daha fazlası için kıvranıyordu. Faruk onun hazır olduğunu fark edince tekrar üzerine eğildi. Göz göze geldiklerinde yüzünü tek eliyle avuçladı. "Hazır mısın?" Belgin başını salladı usulca. Faruk onun az da olsa utandığını fark etmişti. Gerçi utanacak bir şey kalmamıştı ya ortada, yine de kıyamadı. Yatağın ucundaki örtüyü tek eliyle kavrayıp açtı ve ikisinin üzerine örttü.
Şimdi hiçbir engel kalmamıştı aralarında. Sadece karanlık bir oda, incecik bir örtü ve zevkten kıvranan bedenler...
Haz bilincini uyuşturunca gözlerini kapadı Belgin. Kollarını yeniden onun boynuna sarmış, sırtına uzatmıştı. Faruk alnını onun alnına yasladı ve gözlerini kapatıp yavaş yavaş karıştı ona. İlk hamlesinde odada kısık bir inleme yankılanmıştı. Hareketleri hızlandıkça inlemeleri de arttı. Yer yer şefkatle öptü onu, acısını dindirmek ister gibi. Dakikalarca sürdü bu döngü. Taa ki sırtında çizilecek yer kalmayana, ve ikisi de zevkin doruklarına ulaşana kadar. Son noktaya geldiğini hissettiğinde geri çekilmeye çalıştı Faruk. Ama Belgin ona sıkıca sarılmış, bedenine kaçacak yer bırakmamıştı. İkisi de rahatlamanın verdiği sakinlikle derin nefesler aldılar. Faruk başını onun boynuna yasladı. Kalbinden küçücük bir pişmanlık dalgası geçse de yaşadıkları haz her şeye değerdi. Yine de uyarmak istedi onu. "Yarın sana ertesi gün hapı bulmamız gerekecek..." "Ertesi neyi?" Başını sallayıp yanağını öptü usulca, "Yarın konuşuruz güzelim." Yüzünü avuçladı sevgiyle. Dağılmış saçlarını geriye attı, yanaklarını okşadı. "İyi misin?" Belgin yorgunca gülümsedi ona. "İyiyim..." Sonra onun bileklerini sardı küçük elleriyle. "Sakın beni bırakıp gitme tamam mı?" Gözlerinde hem saf sevgi hem de masumiyet vardı. Faruk gülümseyip onun alnına yasladı dudaklarını. "Hiçbir yere gitmem sevgilim. Gidemem... İnsan nefesi olmadan nereye gidebilir ki?" Belgin hissettiği şefkatle kıkırdadı. Faruk ise yatağa sırt üstü uzanıp onu da göğsüne çekti dikkatlice. Kollarının arasına alıp sarmaladı, saçlarının kokusunu içine çekti.
|
0% |