Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@the_bookbender

1.Bölüm: Hiç kimse dönemezdi onun döndüğü yerden.

Merhabalar değerli okuyucu. Buraya okuma tarihlerinizi bırakırsanız çok mutlu olurum.

Hiç kimse dönemezdi onun döndüğü yerden.

Odysseia 3. bölüm 320. pasaj

Yaklaştığım merdivenlerden inmek için başımı kaldırdığımda inlemeleri duydum. Bu sesin geldiği yere doğru ilerlemek için merdivenden yavaşça inmeye çalıştım. Bu konuda sessiz olmaya çabalıyordum. Annemlerin bensiz neler yaptığını çok merak ediyordum. Bu ne ile ilgili idi bilmiyordum ama ilerledikçe gördüğüm görüntü ile kalakaldım merdivenlerde. Var olan tüm merakım son bulmak yerine daha da artmıştı. Annem ve Hazal teyzenin yerde kanlar içindeki görüntüsü beni hareketsiz bırakmıştı. Son bir ses duydum fakat bu hızla ilerleyen bir şeyin sesi gibiydi. Sonrasında gelen sesleri duymak için yavaşça ilerlemeye çalıştım. Adem amcanın kanlar içindeki gövdesini kısmen görüyordum. Karşısındaki ile konuşmaya çalışıyordu.

"Neden bunu yapıyorsun?"

"Hakkımı istiyorum." Ona silah doğrulttu ve Adem amca gözlerini yumdu. Bu hareket ile beraber benden çıkan iç çekişle beraber bana dönen gözlerini gördüm. Kahverengi gözleri ile beni burada beklemiyor olacaktı. Korku içinde arkamı dönmeye çalıştım fakat beni kucakladı ve üst katlara doğru ilerleme başladı. Benim çığlıklarım üzerine bir kapının önünde durarak.

"Serhat nerede dedi." Bu cevabı vermemem gerektiği halde odasında beni beklediğini söyledim. Belki de bu sayede beni bırakacağını düşündüm. Bilmiyordum. Beni de vuracağını. Kurşunun karnımdan geçişini duymuştum fakat henüz acıyı hissedemiyordum. Hızla ilerleyip kolunu ısırmaya kalktığım anda beni itmeye çalıştı. Bu durum karşısında acı ile devrileceğim anda kolundaki bir dövmeyi gördüm. Adamın kaçtığını ve yere doğru devrildiğimi hatırlıyordum. Bir süre sonra yakınımdaki kapı açıldı ve Serhat geldi. Beni gördüğünde o da bu durum karşısında şaşkındı. Konuşmasına izin vermedim.

" Saklan Serhat. " Ondan bir yaş büyük olsam da sözümü dinledi ve oynarken saklandığımız sihir kutusuna girdi. O sabah geceye kadar bekledim. Babam gelecekti ve o kötü adamı yakalayacaktı. Bir ara Serhat'ın ağlayışları kulağımı doldurdu.

"Neyin var Serhat?" diye bildim acılar içinde.

"Korkuyorum." Bu sözcükle beraber ağladım fakat ona belli etmemeye çabaladım. Ablayım ben ne de olsa.

"O korku değil Serhat. Sen acıkmışsın." Cevabımın ardından bir süre sessizlik oldu. İnanıyordu ba...

"Sana sesleniyorum küçük hanım! Yahu ayakta mı uyuyorsun? Bunun için mi size para veriyoruz?"

Yükselen sesle beraber döndüm o ana. İlk olarak etraftan izleyen müşteriler gözüme çarptı. Onlara bakıp anlamaya çalıştım. Yine kendimi kaybettiğimi. Kulağımda patronun bağırtısı ile ona dönebildim. Gözlerimin dolduğunu gittikçe bulanıklaşan görüntümden anlıyordum. Elim kesilmiş ve ben yine ayakta hayale dalmıştım. Ayağımın tutulmasından bunun kısa sürmediğini de anlıyordum. Patronun bağırtıları arttıkça konuşmadan başımı önüme eğdim. Konuşmasını kesen bir müşterinin müdahalesi oldu. Onlar konuşmaya başladığında ben bulduğum son bir güçle kenarda duran çantamı alıp çoktan kapıya yönelmiştim. Kafamı kaldırmadan yine yürüdüm eve dönüş yolunu. Acı çekiyordum tam dokuz yaşından beri. Zihnimde yaşayan insanların varlığı çok canımı yakıyordu. Veya yokluğu. Yürüdüğüm yol boyunca hayallere dalmamış sadece acı içinde ağlamıştım. Yüzüme çarpan damlalarla beraber birden kafamı yukarıya kaldırdım. Gökyüzü kara bulutlarla çepeçevre sarılmış, gök gürültüleri içinde insanların koşuşmaları yaşanıyordu. Sürücüler yol alırken beklemekten bıkıp kornaya basmaya başlamıştı. Bir araba ile başlayan bu delilik diğerlerine sirayet etmiş herkes önceliğin kendine verilmesini istercesine basıyordu kornaya. Kimsenin bunu yabancılamadığını durup izlememelerinden anlayabiliyordum. Eve kadar yürümeye devam ettim. Yağmurda ıslanan saçlarım, su içinde kalan tişört ve pantolonum zamanla yürürken ağırlık yapıyor ilerlerken beni yavaşlatıyordu. Bir süre önce çalan telefonum artık kısa aralıklarla tekrar titreyip duruyordu. Beni arayacak kişinin kim olduğunu biliyordum. Evin kapısına geldiğimde bir süre yıpranmış demir kapısına baka kaldım. Bu durumu açıklamakta zorlanıyordum. Kendimden utanıyordum. Tüm her şeyden onu sorumlu tutuyordum fakat keşke O burada olsaydı demekten de kendimi alamıyordum. Kapının çalmadan açılması ile beraber kafamı yerden kaldırıp açan kişiye baktım. Babamın şaşkın bakışları bir süre sonra yerini üzüntüye bıraktı. Anlıyordu olanları yani bir kısmını. Kapının önünden yana çekilerek bana yer açtı. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp eve girdim. Odamın bulunduğu yere kadar sesi gelmedi babamın.

"Duş alıp yanıma gel babacım." Onu böyle üzgün görmek beni kahrediyordu. Elimden geleni yaptığımı düşünsem de bazen şüpheye düşüyordum. Kolaya mı kaçıyordum. Oysa elimden bir şey gelmiyor bu dünyaya alışamıyordum. Yani onsuz bir dünyaya alışamıyordum. Belki daha önce durdurabilseydim kendimi bir yol bulunurdu. Fakat 12 yıl süren bu durumla beraber normal neydi unutmuştum.

Üzerimdeki ıslak kıyafetlerle beraber duşa ilerledim. Çıkarmadan sıcağa çevirdiğim suyun altında dakikalarca durdum. Kurbağa deneyindeki gibi yavaş yavaş sıcak sudan yandığımı anlayamadım. Aklım dolu ne yapacağıma bir türlü karar veremiyordum. Sonunda ağır gelen kıyafetlerle yere yığılıp ağlamaya başladım. İlk olarak sessizdim fakat daha fazla tutamadığım yangınla haykırıyor kendimi kaybediyordum. Kapının çaldığını ve babamın korku içinde seslendiğini duyuyordum. Ağlamalarım devam ederken kapının kırıldığına dair sesler duymaya başladım. Kapı açılmıştı ve gözlerimi çevirdiğim yerde duran babama baka kalmıştım. Gözyaşları içinde baktım gözlerine.

"Dayanamıyorum , yapamıyorum baba. Çok acı çekiyorum." Yanıma yaklaşmış kucaklamıştı bedenimi. Onunda ağladığını duyabiliyordum.

"Yardım et." Uzun bir süre bu şekilde sayıklayarak geçirdim. Sonunda babamın yardımı ile odama götürülmüş ve giydirilmiştim. Beni bu halde hiç görmeyen babam, şok içinde yapılması gerekenleri yapmaya çalışıyordu. Sonunda yatağıma yatırmış başımdaki tekli koltukta oturmuştu. Evde, deprem sonrası gelen şehir sessizliği vardı. Sessizliğin içinde gözlerimi babamın ellerine dikmiş bekliyordum. Ellerinde bulunan irili ufaklı yara izlerine bakmaktan kendimi alamazdım. Babamın ellerinin, yüreğinin yansıması olduğuna inanırdım. Kendimi bildim bileli yüreği annemi, elleri silahını bırakmazdı. Yaralar içinde kalan elleri gibi her gün annemin yokluğu ile yara alıyordu yüreği. Annemi kaybettikten sonra bana sarılmış, polislik gibi zor bir mesleğe rağmen beni hiç ihmal etmemişti. Her gün gözlerimden öpen, saat başı arayıp soran bir babanın şimdi ne kadar acı çektiğini tahmin edebiliyordum. Kendini suçluyordu. Beyaz küçük kalplerle donatlmış yorgandan ellerimi çıkarırken dikkatini çekmiş olmalıydım. Bana dönen bakışları arasında elimi eline uzatıp tuttum. Ellerini öpüp, sıkıca sardım ellerimde. Ellerini tutarak uyumaya çalıştım.

"Senin suçun değildi baba." Gözlerine dolan yaşlara gözlerimi kapadım. Uykunun beni çağıracağı ana kadar iç çekişlerini dinledim.

Özel Feza Hastanesi Saat: 01:20

Masa başında oturan Serhat yeni gelecek hastayı beklemeye başladı. Gelen hastanın adına bakmak için bilgisayarına döndüğü sırada kapı çaldı ve daha ses vermeden içeri biri girdi. Bu konuda hassasiyete sahip olmayan o kadar çok insanla uğraşıyordu ki artık yorulmuştu. Bir süre arkasına dönmüş bir şekilde bekledi. Sarı saçlı, yaklaşık 1.65 boyunda bir kadındı. Siyah deri ceketi, kot pantolonu ve giydiği botları ile sıradandı. Arkasına döndüğünde kızın yüzünde var olan heyecanı anlayamadı fakat hızla ona gelip sarılan kadınla bu konunun bir ehemmiyeti kalmamıştı. Neler olduğunu anlamadığı süre içinde kız konuşmasaydı beyaz masayı arayacaktı. Sonunda tacizde ediliyoruz diye söylendi.

"Kuzen beni hatırladın mı?" Bu sözlerle uzun süredir görmediği tek kuzeni olduğunu anımsadı. Dayısının kızı Emel'in burada ne işi olduğunu anlayamasa da oda sarıldı. Emel'in şen neşesi ile buraya geliş hikayesi onunda ilgisini çekiyordu fakat çalışma şartları sebebi ile onu beklemesi adına onu kafeteryaya yolladı. Bir süre sonra şartları uygun hale getirip aynı katta bulunan kafeteryaya yürümeye başladı. Zamanın ona unutturduğu binlerce anı ve bilginin bir kısmını hatırladıkça yürüyüşü yavaşladı ve bir süre beyaz duvara baka kaldı. Büyüdükçe unutmaya çalıştığı veya kabullendiğini sandığı tüm yaşananlardan dolayı acı içindeydi. Kuzeninin gelişi onu zaman zaman yakalayan boşluk hissinden çıkarmıştı fakat gelecek günlerin getireceklerini bilemezdi. Açlığını bastırdı ve kafeteryadan içeriye hızla girip kuzeninin tam tersi yöne yönelip eline geçen her hangi abur cuburlarla ellerini doldurdu. Masaya gelip oturduğunda konuşma başlamadan eline aldığı paketlerden birini açıp yemeye başladı. İçinde yaşanan telaşın hareketlerine yansıdığının farkında bile değildi. Gözlerini kocaman açmış Serhat'a bakan Emel bir şeyler olduğunun farkında olsa da konuşmadan bekledi. Serhat, hızla tıktığı son kekten sonra hafif bir mide bulantısı hissetti. Suyu uzatan kuzenine bakmadan elinden kapıp kafasına dikti. Başını kuzenine çevirdiğinde baka kaldı. Önce anlamasa da boş bir ifade kaplı yüzü bir gülümseme süsledi. Serhat'ın önündeki bir gofreti alıp paketini açmaya başladı.

"İnsan bir ikram eder kuzen çok alınıyorum. Doğulu bir dedenin torunu olarak misafirperver olman gerekir. " Kuzeninin gelişine mutlu olmuştu. Belki de bazı şeyleri atlatmalı ve bu tür durumlarda kendini güçlendirmesi gerekiyordu.

"Seni hangi rüzgar attı buraya?" Sorum onu biraz önceki neşesinden uzaklaştırmıştı. Emel, o sırada gelen çayı alıp onunla ilgilendi. Konuşmak için hazırlanıyordu fakat bir anlamı olmayacaktı.

"Dedem, iyi değil Serhat. Seni görmek istiyor ve bunun için çok zamanımız yok." Serhat, gözlerini önündeki çaya çevirdi. Bir süre cevap veremedi. Onu yetiştiren dedesi, ondan hiçbir konuda bir şey istememişti. Şimdi ondan gelmesini istiyordu. Bunun yaratacağı etki bir çok şeyden daha ağırdı. Hasta bir adamın isteğini geri çeviremeyeceğini anlamıştı. Mevzu bunu anlamak değil yerine getirmek idi. Başını kaldırıp Emel'in yalvaran bakışlarına karşı tamam dercesine başını salladı. Emel ayaklanıp boynuna sarıldı.

"Çok teşekkür ederim Serhat. Senin için ne kadar zor olduğunun bilincindeyim ama hep beraber atlatacağız." Serhat, izin için kalkması gerektiğini söyledi. Emel, oteline gitmek için ayaklandı ve o sırada çalan telefon ile ceplerini aradı. Bulup kulağına götürdü.

"Alo Dedeciğim."

" Emel, yetiştin mi yavrum?"

"Yetiştim, hatta Serhat ile görüştüm." Nefeslenmek adına öksüren dedesinin ardından onu bekletmedi daha fazla.

"Geliyoruz dedeciğim. Serhat izin almaya gitti." Dedesinden gelmeyen sesle beraber devam etti.

"O hala çok yaralı dede. Bunu yapabileceğimizden emin misin?" Bu sessizlik gittikçe artıyor yaşlı adamında zihninde düşünceler dolanıyordu.

"O çok güçlü bir çocuk bu yolun sonunda iyileşecek. Unutturmak hiç bir zaman işe yaramadığı gibi çok acıttı yavrumun canını. Sakın babana bu durumu açıklama tamam mı kızım." Babasından neden sakladıklarını biliyor dedesine bu konuda katılıyordu. Halının altında bir dünya vardı ve görmedikçe yok olduğuna inanmak için yeterince yaş almışlardı. Onu gün ışığına çıkarmak gerekiyordu.

"Söylemedim, söylemeyeceğim." Haşim Beyin, kalbini rahatlatan sözlerdi bunlar. Emel'e güveniyordu. Aklına koyduğunu yapacak bir tabiatı vardı. Bu günleri mumla arayacağı günler yaşamak istemese de fırtına kopmak üzereydi.

Sorular yerleşti ise zihne gelin başlayalım. Yol uzun fakat güzel.


Loading...
0%