5. Bölüm

İtiraz İstemiyorum

The_Older
the_older

Alaz'ın anlatımıyla...

Mutlu olmaya çalışarak bataklığa batmak nasıl bir histir, bilir misiniz? Bilmeyenler vardır. Ama ben bunu en başından beri bilen tek insan gibi hissetmekten nefret ediyorum. Toparlamaya çalıştığım şeyler, sanki daha çok dağılıyormuş gibi darmadağın oluyor.

Çırpındıkça batıyorduk.

Defne arkasına bile bakmadan giderken, ben onun arkasından bakıyordum. Dinlemiyordu, ne yapsam ne etsem de dinlemiyordu. İçeri girdiğinde telefonumu cebimden çıkardım. Aynı hataları bir daha yapmayacaktım, bırakmayacaktım. Aklıma gelen ilk kişiyle mesajlaşmaya başladım: İlayda.

Gizli Numara: Defne evde, yanına git.

Mesaj attıktan sonra bekledim. Çevrim içi olmadı. Telefonu kapatmak için hamle yapmıştım ki, bildirim sesi gelince geri döndüm.

İlayda: Sen kimsin? Ve Defne’yi nereden tanıyorsun?

Bir arkadaşın da sana benzemesin, Defne…

Gizli Numara: Kim olduğum önemsiz. Arkadaşının sana ihtiyacı var. Yanına git.

İlayda: Ne oldu? Derslere gelmedi. Yoksa sen…

Gizli Numara: Sen hep bu kadar çok soru mu sorarsın? Defne’nin yanına git!

İlayda: Tamam be. Ne kızıyorsun, ben de zaten Defne’nin yanına gidiyordum. Kim olduğunu söylemeyecek misin?

Defne’nin aynısı olduğuna artık eminim.

Gizli Numara: Gizli kalmam şimdilik herkes için daha iyi.

Telefonumu tekrar cebime koyup arabaya doğru yürüdüm. Defne’nin söylediği her söz hâlâ aklımdaydı. Kapıyı açıp koltuğa oturdum. Sırtımı yaslayıp hiç alışık olmadığım bir şekilde ellerimle oynamaya başladım. "Merak etmiyorsun, sadece vicdan azabı çekiyorsun." demesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Dizlerim istemsizce titremeye başladı, sinirden. Sinirim ona değil, aptallığıma idi. Yıllar önce başka bir yol bulmalıydım. Defne’nin içinde olmadığı bir yol… Mutlu olabileceğimiz bir yol… İşin buraya varmayacağı bir yol…

Düşüncelere dalmışken bir ses: “Alaz. Sen de mi daldın lan?”

Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Merak dolu gözlerle bakıyordu. Başımı hafifçe salladım. Konuşmak, şu an isteyeceğim son şeydi.

“Kim olduğunu söylemeyecek misin?” dedi Alper. Bu soruya:

“Eski bir arkadaş sadece. Önemli bir şey değil yani.” dedim.

Eski bir arkadaş? Demesi zordu. Üç kelime ama anlamı derindi.

İnanmayan gözlerle bakıyordu. “Eski bir arkadaş?” dedi, alaylı bir şekilde.

“Evet, Alp. Eski bir arkadaş.” dedim, ima ettiği şeye karşı.

Değildi. Eski bir arkadaş değildi. Her an yanında olmak istediğim, duygularımı paylaşmak istediğim tek kişiydi. Yiğit’e baktım, kendini zor tuttuğunu fark ettiğimde “söyleme, olmaz” anlamında bir bakış attım.

“Eski bir arkadaştan fazlası gibiydi gördüğümüz kadarıyla.” dedi Gökan. Ona attığım ters bakışla “Ama tabii ki sen öyle diyorsan…” diyerek lafı kıvırdı. Ben ve Gökan hariç herkes bu hâline gülmüştü.

“Yengemiz olur kendisi.” Yiğit’in bu ani cümlesiyle donup kaldım. Alper’le Gökan’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. “Yani arkadaştan fazlası.” diyerek sözünü tamamladı.

Yiğit, sen bittin.

“Yengemiz?” dedi Gökan ve Alper aynı anda, şaşkınlıkla.

“Ebeniz! Sizin dilinize düşeceğime, tek giderdim daha iyiydi lan. Bu ne ya?” dedim sinirle.

“Niye öyle diyorsun? Alınıyoruz ama. Ne güzel yengemiz varmış. Şahsen sen bizi çok korkutuyordun, bizi yeğensiz bırakacaksın diye ödümüz kopuyordu. Bir yandan da bu kadar huysuz birini kim alır diye düşünmeden edemiyordum.” dedi Gökan.

Gözlerimi kapatıp sinirle derin bir nefes verdim. Tekrar gözümü açtığımda “Şuna yenge demeyi bırakmazsanız olacaklardan ben sorumlu değilim.” dedim. Yüzümü buruştururken söylediği son cümleyi yeni sindiriyordum. “Huysuz muyum lan ben!?”

Baka kaldılar.

Huysuz muydum lan ben?

Öylesin.

Değilim.

Yiğit konuyu değiştirerek “Neden oradaymış?” dedi.

Cevap vermedim. Veremedim. Orada olmasına bir türlü anlam veremiyordum. Neden? Niçin? Amaç? Onu orada gördüğümden beri kafamda dönüp duran sorulardı bunlar. Anlam vermeye çalıştım ama olmuyordu. Bulamıyordum.

 

Defne' nin anlatımıyla...

İyi olmaya çalışırsın ama anında birşey olur. Birşey öğrenirsin, kaçırılırsın, günün kötü geçer kim bilir belki birini görürsün ve sonucunda iyi olmaya çalışırken iyi olmaktan uzak işkence tarzına döner.

Eve geleli iki saat olmuştu sanırım. Koltukta oturmuş tırnaklarımı kemiriyordum. İlayda da karşımdaki koltukta oturmuş bana bakıyordu, geldiğinden beri. Ne olduğunu? Sordu bir kere. Cevap vermeyince sıkmamıştı.

" Defne iyi misin?" Dedi. Kafamı İlayda'ya doğru kaldırdım. Korku, merak, hüzün gözleri hepsini barındırıyordu.

Derin bir nefes aldım. " İyiyim. Merak etme artık." iyi değilim, içten içe kendimi yiyorum İlayda. Kim onlar? Neden ben? Babamla ne işleri vardı? Alaz bu konunun neresinde? Kafamı bu sorularla yiyecekti sanırım.

" Merak etmek elde değil. İyisin yani." Dedi, onaylamak ister gibi tekrardan sormuştu. Oturduğu yerde dik bir duruşa geçti. " Anlatmıyacak mısın artık? Çünkü meraktan çatlamak üzereyim. Noldu?"

Söylemeliyim. Neden söylememiştim ki şuana kadar? Ne olacaktı sanki?

" Ben sana git arkamdan gelecem dedim. Sonrada kaçırıldım." Dedim, birden.

Kısa bir özet geçtim herşeyi. Olanlar saçma ama gerçek. Babamın, benim bile bilmediğim ben küçükken gittiği görevler. Herşeyi bana anlattı sanırdım. Anlatmadıklarıda varmış.

Belki babanın bile haberi yoktur bu konu hakkında? Belki baban bile tanımıyordur?

İhtimal. Oda ihtimal dahilinde. Umarım son ihtimaldir. İçinde olmadığı.

İlayda dikkatlice dinlemiştim beni. Kafasındaki herşeyin allak bullak olduğu yüzünden belliydi. " Nasıl? Simdi sen kaçırıldın. Tamam, anlamak istemesem de anladım. Adam babanı tanıyor ve seni kurtaran kişide Alaz. Öyle mi?" Dedi. Önaylarcasına kafamı salladığımda bu sorusuna devam etti " Alaz'ın orda ne işi vardı peki?" Demesiyle düzeltti " daha doğrusu senin orada olduğunu nereden biliyordu?" Dedi merakla. Konuşmami bekliyordu. Oysaki ne komuşucağımı bilmiyordum.

Dizlerinin karnıma kadar çekip " Bilmiyorum." Dedim " tek bildiğim şey benden sakladıkları, bana söylemedikleri bişey olduğu." Diye cümlemi tamamladım.

Kaç gündür arama cevap vermiyordu, babam. Kendisini, olanları, bana anlatmadıkları şeyi merak ediyordum. Mantığımla kalbim zıt hareket ediyordu. İşin sonucunda ise mantığın galip geliyordu. Mantıklı hareket etmeyi sevmesemde olmuyordu yapamıyordum. " Gelenler herşey mafoldu.... Niye geldin ki zaten." Diye mırıldandım kendi kendime. Ben bile sesimi zor duymuştum.

" Birşey mi dedin?" Bunu demesiyle hayretle ona baktım. Nasıl duydu ya?

" Hı?" Dedim safa yatarak. Kaşlarını çatınca yemediğini anladık " Ha. Yok birşey. Demedim bişey." Dedim hemen.

Tabi arkadaşının kendi kendine konuştuğunu görmesini istemezdin dedi, iç sesim.

Bazen cidden kırıcı oluyordu. Kırıcı oluyor derken aklıma son olan şey geldi. Bende bugün istemsizce birinin kalbini kırmıştım sanırım. Alaz'a ağzıma geleni söylemiştim. Kırılmış mıydı acaba?

Sanane bundan, Defne. Kırıp döküp sonradan pişman olacaksın, niye kırdın lan adamı?

Bende bilmiyorum. Onca zaman geçmesine rağmen içimdeki öfke geçmiyordu. Patlıyordu birden. Bedenen ruhumda meydana gelen izleri belli etmek istemezken, benden habersiz dökülüyordu herşey.

Yaralarımı sarmak belli etmemek istemiştim ama ruhun buna izin vermiyordu. İçimdeki acıların büyüklüğünü göstermek istiyordu.

İlayda'ya döndü bakışları tekrardan. Gözleri oynadığı üstün ellerindeydi. Bu sefer ben aynısını sormuştum ama " iyi misin?" Anında kafasını bana çevirdi. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Zoraki bir tebessüm olduğu belliydi.

" İyiyim." İyi olmadığını ne kadar bilsem de, uzatmadım.

...

Gürültü. Duyduğum şey sadece gürültü. Başka birşey değil. ilkokulda kiler bile bu kadar konuşmuyor veya boş boş gezimiyordur. Buna eminim.

Sınıfta en arka tarafta oturmuş, kafamı sıraya gömmüş bir şekilde duruyordum. Sabah erkenden kalkmış, saari yaklaşan dersim için hazırlanmıştım. Devamsızlıktan, tekrar tekrar üniversite okumak istemezdim. Gitmekte istemiyordum. İlayda ne kadar gelmemem konusunda ısrarcı da olsa, illaki gelicegimi bildiği için en sonunda pes etmişti. Sonuç; okuldayım. Aslında düşünüyorum da keşke gelmeseymişim.

Kafamı gördüğüm yerden kaldırıp atlama yaslandım. Olmuyordu. Dersi dinleyememiştim. İlk dersi dinleye bildiğim kadarıyla dinleye bilsem de sonraki derslerde neredeyse dinleyememiş, odaklanamamıştım.

Etrafına baktım. Neredeyse kimse yoktu. Biraz önce biten dersten sonra bir bir buçuk saat ara olmadı lazımdı. Yanımda duran telefonu alıp kulaklığıma bağladım. Spotfey girip bir şarkı açıp gözlerimi kapattım herşeyden uzaklaşmak, kaçmak için. " Defne bunlar ne ki? Bunlar ağır degil. Yapma dışarıya yansotma, diye geçirdim içimden.

Nasıl yapma? Nasıl kafana takma? Ne yaşadın sen farkında mısın?

Farkındayım. Olup olmadık yerlerde sinirlerimi çıkarıyorsun. Sal beni.

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp oturduğum yerden kalktım. Sıkıcıydı. Dağılmıyordu kafam. Kapıdan dışarı çıktım. Nereye kayboldu bu kız yine? Merdivenlerden inerken biz neden üçüncü katta olduğumuzu sorgulamadan duramadım. O üç katı inene kadar her seferinde canım çıkıyordu. Kütüphaneye doğru ilerledim. Bir yandanda telefonumdan aramalara girdim. Son kez şansımı dedemle istedim. Babamın numarasına nasıl aradım beklemeden. Çaldı. İlk defa çaldı. Çaldı. Almayacağını anladığında telefonu kucağımdan çekiyordum ki gelen sesle yapacağım şeyden vazgeçtim. Açmıştı. " Kızım." Dedi. Gözlerim bulanıklaşmıştı. Ağlamamalıyım çok saçma. Neden ağlıyorum?

Korktun Defne. Ona birşey olmasından. Onu da kaybetmekten. Onu özlediğinden.

Haklıydı " baba." Bir kelime döküldü ağzımdan.

" Özür dilerim Defne. Özür dilerim." Dememeliydi, kırışmamıştım.

" Özür dileme baba. Özür dileyerek birşey yapmadan."

" İyi misin?" Dedi.

İyi miyim?

Boğazıma yumru oturmuştu. Yutkunamadım. " İyiyim baba. Seni özledim." Dedim.

Kütüphanenin önüne geldiğimde durdum.

Derin bir nefes verdi. İnanmamıştı. Üzülüyordu.

" İyiyim baba." Diye tekrarladım inandırıcı olmaya çalışarak.

" Sıkıntı yok değil mi? Zaman bulamadım, seni arayamadım. Kendine iyi baktın değil mi? Başına bela almadın? Bir ile bulaşmasını?" Dediklerinin yüzde doksan dokuzunu yapmıştım sanırım.

Etrafına baktım istemsizce " yok baba" dedim.

Var Defne nasıl yok var. Pişman olacaksın.

Dememeliydim. Şimdilik en azından. " Ne zaman geliyorsun?" Diye devam ettim.

Derin bir iç çektiğini duydum " Belli değil. Bir ay sonra desem; bir bakmışsın yarın önündeyim güzel kızım. Merak etme." Dedi.

Ediyordum elimde değildi. Kendimden çok babamı merak ediyordum çünkü ailemden tek o kalmıştı. " Seni seviyorum, baba." Dedim en içtenliğimle.

" Bende seni seviyorum kızım." Dedi. Konuşacaktım ki arkasından biri seslendi kısa bir sessizliğin ardından " kızım senle konuşmaya devam etmeyi çok isterdim ama işim çıktı. Kapatmam lazım." Dedi. Evet kısa bir konuşma anı daha. Her zamanki gibi.

Hiç sevmiyor olsa da bu kısa konuşmalara alışmıştık artık. " Tamam baba. Görüşürüz." Dedim.

" Görüşürüz."

Telefonu kapatmak için hamle yapıyordum ki vazgeçtim. " Baba. Bana demek istediğim bir şey varmı?"

Kastettiğim benden sakladıklarıydı. Eminim annemle sakladıkları çok şey vardı da. Bana diyemiyordular.

" Nereden çıktı bu?" Durdu kısa bir an sonra devam etti " yok ama şunu demek istiyorum. Kendine yemek yapmayı, kendine dikkat etmeyi unutma." Dedi. Oysa ben başka bir şey bekliyordum.

" Tamam babaa." Dedim ve telefonu kapattım.

En azından özlem duygusundan kurtulduk.

Ne demezsin. Hemde nasıl.

Sınıfa göre aşırı iyiydi. En azından sesler yoktu. Pek kimse yoktu. Başım ağrıyordu. Uyumuştum ama lanet olası baş ağrım geçmiyordu. Elim başıma gitti, ovuşturmaya çalıştım. Birazda olsa ağrının dinmesi, geçmesi için. Geçmediğini anladığım da ovuşturmayı bıraktım. Baş ağrım ağır kesici içince geçmiyordu. Annem bu işlerde ustaydı. Ben ise hiçbir zaman sormazdım.

Anneni her anının içine nasıl koya biliyorsun bilmiyorum ama koyuyorsanda gözlerin dolmasını lütfen. Benimde istemsizce keyfim kaçıyor.

Herşeyin içine bende kendim koyuyordu zaten.

Her zaman bir tarafım eksik kalacak sanırım.

Telefonumu cebimden çıkarıp İlayda'ya yazdım.

İlayda, beni merak etme diye mesaj atayım dedim.

Defne: Kütüphanedeyim.

Telefonumu masaya koyup camdan dışarı izlemeye başladım. Futbol oynayanlara kaydı gözlerim. Topu almış kaleye doğru koşan biri, yanındakine pas veriyor o ise karşısındakine. Kalenin önüne geldiğinde şut çekti. Şerit bir şut olmalıydı ki top ışık hızıyla kaleye doğru vurulmuştu ve sonuç gol. Kazanan takım sevinirken kaybeden takım yüzleri görülmeye değerdi. Ben maçı seyretmeye devam ederken yanımdan gelen ses ile izlemeyi bırakıp sesin geldiği yöne yanıma döndüm. Masaya konulan bir kupa papatya çayını görünce afalladım bir anlık. Etrafıma baktım. Görünüşte kimse yoktu. Kupaya baktım tekrar. Kim koymuştu ki bunu buraya? İlk başta yanındaki görmediğim notu şimdi görmüştüm. Aldım elime ve okumaya başladım.

 

Papatya çayı baş ağrına iyi gelir. İtiraz istemiyorum. Benim için değil kendin için

A.K

Papatya çayı mı? Yok artık. Kızım adam seni iyi tanıyor, derdine derman.

Yüzümü buruşturdum. İç sesinin dediği şeye karşı. Beni tanıyor muş muş. Maymun kılıklı.

Birde baş harflerini koymuş. (A.K)

Tekrardan baktım etrafına bir umutla. Nasıl kaybolmuştu aniden? Oysaki hemen dönmüştüm. Bakışların tekrardan kupaya kaydı. " Boşa gitmesin bari. Nimet nede olsa." Dedim kendi kendime.

'O yaptı içiyim bari' demiyorsun da ' nimet nede olsa' diyorsun. Seni anlayana helal olsun artık.

Kâğıdı kenara koyup kupayı elime aldım. Burnumu yaklaştırdığımda kokusu her yedi sardı sanki. Çaydan bir yudum aldım.

Baş ağrım dinmiş,

Bir daha ağırmamıştı ders boyu.

EVEEEET. Bölüm sonu.

Nasıl buldunuz? Umarım sevnişsinizdir. Düzenlemeye aldım ve büyük ihtimalle bunu sonradan göredekler

Bölüm : 14.10.2024 20:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...