
2.Bölüm~ Kâbus
Eve götürelim
Dua Lipa - New Rules
Sabah olmuştu ve ben balkonda uykuya dalmıştım.
Bugün pazartesiydi ve yine okul vardı. Üniversite de olsa gitmek zorunda olmak? Ah!
Saat 8.09'du, yani geç kalmazdım.
Direkt kalkıp elimdeki çöplerle odaya, oradan da aşağıya yürüdüm. Çöpleri attıktan sonra elimi yüzümü yıkamak için lavaboya girdim. Lavabodan çıkınca kettle'a su koydum ve masaya oturdum.
Suyun kaynamasını beklerken elimle ritim tutuyordum. Başımı tezgaha çevirdim; dağınık değildi ama dikkatimi çeken bir şey vardı: bir kağıt. Tekrar kalkıp tezgaha doğru yürüdüm. Kağıdı elime aldım.
Babamdandı.
Sevgili kızıma...
İşlerim çıktı ve birkaç gün Türkiye'de olamayacağım. Bu yüzden evde de olmayacağım. Kendine iyi bak evde yokken. Tanımadığım kimseyi alma, olur mu? İşlerim uzaya da bilir. Birkaç gün, birkaç aya da çıkabilir.
Uyuyordun, o yüzden seni uyandırmak istemedim. Gitmeden seni bir güzel öptüm. Seni çok seviyorum.
Sevgiler baban....
Tamam, şu an tek ve kimsesizdim.
Babam işi nedeniyle gitmişti. Alışık olduğum için o kadar sorun olmayacaktı ama onu özleyecektim.
Arkamdan gelen sesle kettle'ın kaynadığını anladım. Hemen kapattım. Dolaptan birkaç şey alıp masaya koydum. Her şeyi hazırladıktan sonra yemeye başladım.
Birkaç bir şey yedikten sonra kalanları yerine yerleştirip yukarı çıktım. Kampüse gideceğim için abartılı şeyler giymezdim, genellikle sade giyinirdim. Siyah dar bir kot pantolonun üzerine siyah, geniş bir sweatshirt aldım. Giydikten sonra yatağımın yanındaki çantayı kaptım. Çantam hazırdı zaten, çoğu kitabım okuldaydı.
Aşağı indim ve dış kapıyı açtım. Kapıyı kilitleyip ayakkabılarımı giydikten sonra asansöre yöneldim. Otuz kat... Buradan merdivenlerden inene kadar ölebilirdim. Asansörün kapısında "ARIZALI!!" yazısını görünce şansıma sövmekten başka bir şey yapamadım. Belki yapmışlardır umuduyla denedim. Denedim, denedim... Olmayınca mecburen gözüm merdivenlere kaydı. Mecbur inecektik.
Yaşama mücadelesi başlıyordu.
⚪⚪⚪
Çok geçmeden okula varmıştım bile. Öncelikle otobüsle olan yarım saatlik maceranın ardından, metroyla da beş dakika kadar bir maceram olmuştu. Şu an okulun kapısının önündeydim. İçeriye doğru yürümeye başladım. Bir anlık arkamdan gelen sesle durdum:
"Defne! Bekle!" Bu İlayda'nın sesiydi. Koşarak bana yetişmeye çalışıyordu.
Bu haline bir anlık güldüm. "Koşmana gerek yok, dur. Nefes nefese kalacaksın," diye seslendim. Aklına koşmayı yeni akıl etmiş gibi biraz yavaşlamıştı.
En sonunda yanıma geldiğinde hâlâ ona sırıtarak bakıyordum. "Gü- günaydın," durdu. Nefesini kontrol altına aldıktan sonra devam etti, "kızım ne kadar hızlı yürüyorsun ya! Vallahi nefesim kesildi sandım bir an." Arkasını okulun giriş duvarına yaslayarak söyledi.
"Günaydın İlayda. Bekliyordum zaten, koşmana gerek yoktu. Hızlı da yürümüyordumkine ben," dedim hafif tebessüm ederek.
İlayda halini bir anlık düşünmüş olacak ki güldü. "Doğru ya. Ne bileyim, sen içeri girmeden yetişeyim dedim. Neyse, sen boş ver beni şimdi," göz kırptı. "Eee, merak ediyor musun?" Sesinde bir heyecan sezmiştim. Neyi merak ediyordum ki?
"Neyi merak ediyor muyum?" diye içimden geçirdiğimi dile döktüm.
Sorgulayıcı bir ifadeye bürünmüştü anında. Ben ise neyden bahsettiğini hâlâ anlayamamış şekilde ona bakıyordum. "Ya kızım, konuşmadık mı?" Kafam yerine geldi bir anda. Yeni biri gelmişti bölüme. Tamamen aklımdan çıkmıştı.
"Aa doğru, tamamen unutmuşum. Görürüz," dedim, son kelimeyi söylerken sesimi kısmıştım. Yalan yoktu, aslında hiç merak etmiyordum gelen kişiyi. "Doğruyu söylemek gerekirse merak etmiyorum," diyerek İlayda'ya baktım.
Bir an aval aval baktı sadece. "Anladım," dedi. Sadece "anladım." Anlamadığına yemin edebilirdim. Görende sanki kendileri geliyor bu okula, bu merak neydi herkeste anlayamıyordum.
Sınıfa geldiğimizde, o söz ettikleri bizim bölüme düşmüş olacak ki herkes tahminimce onun sırasının önünde toplanmıştı. Sanki ilk defa bir insan görüyorlardı? Nasıl bir kafaydı bu anlamadım ki? İlayda ile göz göze geldik.
Yerime geçtiğimde İlayda da bana uymuştu. Sırama oturdum. Biraz yaklaştı ve o da direkt yanıma oturdu. İnsanlar benim ilgimi çekmiyordu ama onun merak ettiğini çok iyi biliyordum. Benim yüzümden ise tanışmamasını istemezdim.
"İlayda," dedim, kafamı ona çevirerek.
"Ne oldu?" der gibi kafasını salladı.
"Oraya gidebilirsin. Ben oturdum diye oturma," diye ekledim.
Gözleriyle öylece baktı bana. Sonra konuşmaya başladı. "Hayır, senle alakası yok. Zaten aynı sınıfta, aynı bölümdeyiz. Yirmi yaşındayım ve olgunum, o yüzden kafaya takma, çok saçma. Merak etmeyeceğim," dedi. Vay be, İlayda'dan bu sözler!
Zilin çalmasına on dakika kadar bir süre vardı, yani henüz derse başlamamıştık. Gözüm yeni gelen şahsın tarafına kaydı; başı cama çevriliydi. Etrafındakiler ona soru soruyor gibi duruyordu, o ise ilgilenmiyordu bile. Veya ben öyle sanmış da olabilirdim. Önüme döndüm ve İlayda'ya göz ucuyla baktım. Telefonuyla uğraşıyordu, bir şeyler bakıyordu. Gerçekten aldırış etmiyordu.
On dakika olmuş olacak ki zil çalmıştı ve herkes yavaş yavaş yerine geçmeye başlamıştı. Ben ise o tarafa bir defa bakmak istesem de, "aralar var" diye geçiştiriyordum beynimdeki düşünceleri.
Hoca gelmişti. Herkes bu sefer tamamen yerine geçmişti. Hoca bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile ama nedense duymuyordum, uykum gelmişti. Bu günlerde uykucu olmuştum sanırım. Kollarımı sıraya koydum, başımı da kolumun üzerine koyarak rahat bir konuma getirdim. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken uykuya dalmıştım bile.
Sarsıldığımı hissettiğimde yavaşça gözümü araladım. Karşımda biri dikilmişti. Sadece belinden aşağısını görüyordum. Uzun boylu biriydi. Altında siyah eşofman, üstünde ise tamamen siyah bir sweatshirt vardı.
"Defne." Ses tanıdık geliyordu. Gözlerimi bu sefer tamamen açıp kafamı kaldırdığımda gördüğüm kişiyle şoka uğradım. Buradaydı. Hayır, hayır! Şu anda rüya görüyor olmalıydım.
Ben rüyaların güzel olduğunu biliyordum?
Doğru söylüyorsun, rüyalar güzel olurdu.
"Hayır," dedim. Sesimi ben bile duyamamıştım. "Bu gerçek değil. Kâbus," dedim derin nefes alıp vererek. Yeşil gözleriyle, kumral dağınık saçlarıyla karşımda duruyordu. Bana bakıyordu. Yüzünde hiç görmediğim ama iyi bildiğim bir ifade vardı.
Özlem, dedi iç sesim.
"Sen gerçek değilsin. Ben bunca şeyden sonra saçma sapan şeyler görüyor olmalıyım. Kâbus, evet. Gözümü açıp kapattığımda burada olmayacak." Kendi kendime konuşuyordum. Gözümü kapadım, derin bir nefes aldım. İçimden üçe kadar saydım. Bir... İki... Üç... Gözümü açtım, buradaydı. Bana ne yaptığımı merak edercesine bakıyordu. "Siktir amına ya," dedim kendi kendime sessiz bir şekilde yine.
"Değişmemişsin," dedi hoş bir ses tonuyla. Hoş mu? Cidden hoş mu demiştim? Ona baktığımda, nefret etsem de özlemiş olsam gerek, özlemle bakıyordum ona. Ne? Özlemle mi bakıyorum? Kendimi topladım.
"Onca yıldan, onca şeyden sonra cidden nasıl karşımda olabiliyorsun?" Daha da yakınlaşmıştı sanki. Konuşmaya devam ettim. "İlgi alanımda değilsin. Sana harcayacak nefesim dahi yok, gider misin?" Sakin kalmaya çalışarak söyledim.
Ağzını açtı konuşmak için ama izin vermedim. "Sen benim ihtiyacım olduğum günler yoktun ve şimdi burada, benim olduğum sınıftasın?" Biraz durduktan sonra tekrar devam ettim. "Lanet olsun ki... Se- Neyse ya, konuşmayacağım. Bitti."
"Ben sana ihanet falan etmedim. Artık şunu demeyi bırak. Ben sana öyle bir şey yapar mıyım? Sen beni dinlemiyordun Defne. Gerçi hâlâ dinlemiyorsun. Sana anlatmaya çalıştım. Seni ku-" Cümlesi benim sayemde yine kesildi. Konuşmasına izin yoktu.
"Seninle konuşmak istemiyorum. Seni dinlemek istemiyorum. Konuşacak bir şey de yok zaten. Gider misin?" Durdu, gitmedi. O gitmezse ben giderdim.
Ayağa kalktım, çantamı da alıp kapıya doğru yürümeye başladım. Kapıya yürürken durdum ve ona doğru döndüm. Gözleri gözlerime değdi.
Gözleri dolmuş muydu?
Hayır, dolmamıştır. Kalbi var mıydı ki?
Öne doğru bir adım attım. "Sen, benim sana çok ihtiyaç duyduğum günlerde yoktun. Ağlayabileceğim, içimi dökeceğim biri yoktu. Sen yoktun," durdum. Boğazıma bir yumru oturmuştu. Durdum ve devam ettim.
"Şimdi karşıma geçmiş konuşuyorsun. Önceden nasıl yoktun? Bir daha da gelmedin, yok oldun. Tekrar yok ol. Gözükme. Sen olmasan da hayat devam ediyor, Alaz Karasu."
Devam etmiyor Alaz. Devam etmiyor dünya sensiz. Nefret geçen bir şey değil. Mezara kadar giden bir şey.
Cevap vermesini beklemeden hızla sınıftan çıktım.
⚪⚪⚪
Her kırılan kalp kendini onarmaya çalışır. Kendini eski haline getirmeye, yaşamaya çalışır.
Bir söz, onca günden sonra bir söz, tekrardan görmek insanın canını yakar mı? Yakıyormuş, ben bunu anladığım an, yaşadığım an geç olmuştu. Benim karşıma geçmiş, 'Değişmemişsin' demişti, istemsizce bitmiştim. Kalbimde ona dair her şeyi yakıp kül etmiştim. O küllerin arasında kalan tek bir parça dahi kalmasına izin vermeden ateşe vermiştim. Aralarında bir tane bile hayat bulmasın diye. Ona dair her şeyi silmiştim. Ne kadar karşıma geçse de boştu, kalbim bomboştu.
Kampüs çıkalı baya olmuştu ve şu anda derslerin bitmiş olması gerekiyordu.
Yatağıma girmiş, aval aval tavanı izliyordum. Bu bana verilen bir ceza mıydı? Yoksa ben aklımla mı sınanıyordum? Ne yaptım ya ben, ne büyük günah işledim?
Telefonuma gelen ani mesajla hemen komodinin üzerinden telefonumu aldım. İlayda'dan mesaj gelmişti. Mesajı almak üzereyken durdum.
Ben sınıftayken yoktu...
Ara olsa da asla boş olmazdı sınıf. Neden boştu?
Kafamdakileri bir tarafa koyup mesajı açtım:
İlayda: Defne neredesin?
İlayda:Göremedim seni sınıfta.
İlayda: Nereye gittin birden?
Tereddüt etsem de yazmaya başladım.
Defne: İşim vardı, ondan yazamadım.
Defne: Aldığın notları atarsın bana, olur mu?
Notlar umrumda değildi. Konuyu dağıtmaktı amacım.
İlayda: Notları boş ver, veririm sana bir ara. Çok bir şey de olmadı zaten derste. Yani çok bir şey anlatmadı hoca.
İlayda: Ne işmiş bu? Sen işlerin için derslere girmemezlik yapar mıydın?
Defne: Önemli değil ya o kadar, boş ver.
Defne: Eee, ne yaptın bensiz gününde?
Yazıyor...
İlayda: Bugün gelen çocuk ilk veya ikinci derste, sen de vardın. Baya normaldir biliyor musun? Tabii sen uyumakla meşguldün. Gözü hep sendeydi, bak anlamadım arayı neyse, sonra neye sinirlendi veya neden yaptı bilmiyoruz ama her yeri kırıp döktü. Sonra tabii ki ceza yedi ilk gün. Yaptığı, kırdığı her şeyin parasını ödedi falan.
Hayır ya, o bunu yapacak biri değildi. Tanıdığım kadar...
Tanıdıysam tabii.
Veya yapabilir miydi? Salak gibi ilk gün neye sinirlenmişti bu? Aman bana ne ki!
Tabii, tabii sana ne ki zaten? Ne zaman umrunda oldu ki, değil mi?
İç sesim benle dalga geçtiğine göre kesin umrumda değildir, umrumda dediyse. Kafamda tekrardan konuşmalar dönerken.
Defne: Unuttun mu onun hakkında ilk konuştuğumuz anı? "Serseri" demişlerdi. Haklılarmış demek ki, başka açıklaması yok.
İlayda: Ne bileyim. Hem sen neden şimdi kötüledin bunu? Belki ailevi bir sorunu vardır. Benim bilmediğim bir şey var ama kokusu çıkar.
Bu kadar saf olma İlayda hep. Olma işte. Adam bir kaşık suda boğulmalık bir şey.
Defne: Her neyse, kapatalım konuyu.
Defne:Ben evde tekim, gelsene bana.
Defne:Bu gece bende kalırsın, ne dersin?
İlayda: Bilmem baban ne der buna? Rahatsız olmasın?
Defne: Babam birkaç ay iş nedeniyle buralarda olmayacak. Ondan evde tekim, sıkıntı yok yani.
İlayda: Tamam o zaman. Ne zaman geleyim?
Defne: Benim için sıkıntı yok, istersen şimdi gel.
İlayda: Bir saate oradayım.
Dedikten sonra telefonu kapattım.
1 saat sonra...
Neredeyse bir saat olmuş, İlayda'yı bekliyordum. Beklerken bir yandan da klasikleri sevmememe rağmen tek bir istisna olan Jane Austen'ın "Aşk ve Gurur" adlı kitabını okuyordum şu an. Kitabın yirmi üçüncü bölümüne giriş yaptığımda kitabı kapatıp masaya koymamla kapı çaldı. Gelmiş olmalıydı. Kitabı bırakıp kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde kapıyı açmamla İlayda'nın üstüme atlaması bir oldu.
"İlayda düş-" dememe kalmadan yeri boylamıştık. Ben sert bir iniş yapmıştım. İlayda ise üstüme düşmüştü, baya rahat yere. "İlayda öldüm," dedim boğuk çıkan sesimle.
Bunu dememle üstümden kalktı ama yuvarlanarak kendini yanıma bıraktı. "Gerçekten hiç büyümemişiz biz ya," dedim, bir yandan da kendimi tutamayarak gülerek.
"Ne zaman büyüdük ki Defne?"
"Aynen. İlk defa bu kadar haklısın. Ama sırtımı çökerttin İlayda," dedim sırtımı tutarak. Şaka maka bir yana, felç kaldım galiba?
"Pardon. Benim sırtım rahat yere düştü ondandır," dedi. Birden gülmeye başladı, ben ise onun bu hallerine bakıyordum. "Ama gerçekten özür dilerim. Düşeceğini düşünmedim."
"Birden atlarsan düşerim tabii ki. Denge diye bir şey var," dedim ve uzandığım yerden kalktım ayağa. İlayda ise hâlâ uzanıyordu yerde.
Elimi uzattım, "Hasta olmayı istemeyiz, değil mi?" dedim. Uzanıp elimi tutunca kaldırdım.
"Aynen," dedi ve salona geçti. Yabancı değildi, daha önce de gelmişti.
Arkasından ben de salona geçtim. Salona girdiğimde oturmuştu bile.
"Eee," dedi birden, bana bakarak.
"Ne yapıyoruz?" Yavaş adımlarla yanına oturdum.
"Bilmem?" diye karşılık verdim.
"Ben biliyorum ne yapacağımızı," dedi.
"Neymiş?" diye sordum. Tahmin ediyordum aslında yarı yamalak.
"Anılarımızı anlatalım. Karşılıklı, iyi kötü fark etmeden," dedi.
"Olur," dedim. Israr etmedim.
İlayda tam olarak bir saattir kendi ailesini anlatıyordu. İlayda'nın benimki gibi bir ailesi yoktu. Babası annesini teyzesiyle aldatmış, ondan sonra ise olanlar olmuş. Yanlış duymadınız, teyzesiyle! Evet, ilk anlattığında benim midem kaldıramamıştı. Yaşadıkları çok kötüydü. Anlattığı kadarıyla teyzesinin çocuğunun, yani kuzeninin doğum günü partisi varmış. Onlar da o partiye davetli. Teyzesinin evine gidiyorlar. Pastayı üfledikten sonra herkes dans edip eğlenirken babası kayboluyor. Tabii bir yandan da teyzesi ortalarda yokmuş. Annesi de merak ediyor. Evi aramışlar. Evin üst katına çıkmış, odalara bakmış. Son odaya girdiğinde ise hayatının şokunu yaşamış annesi. En mutlu günde, kocasını kardeşiyle odada basmış.
"Defne, sen... Seni ilk bu kampüste gördüğümde, zorla geliyormuş gibiydin. Yüzünden düşen bin parçaydı. Aslında şimdi de pek değişmiş değil ama... Senin de bence benle eş değer, hatta daha büyük sorunların var gibi," dedi, ben ise elime aldığım kahveyi yudumluyordum.
"Sorunların hepsi sorun bence, kötüsü yok. Hepsi baştan aşağı kâbus gibi," dedim, kahveden bir yudum daha aldım. "Benim... Unuttum bile aslında," dedim ve durdum, boğazım yanıyordu. "Biliyorsun işte annem... Annem öldü kısa zaman önce. Bir kazada öldü. Trafik kazası diye üstünü kapattılar ama değil, buna inanıyorum... Eminim ki içinden bir şey çıkacak ve ben bunun peşini bırakmayacağım. Üstünü kapatan birileri veya biri var." Durdum, İlayda beni dikkatlice dinliyordu. "Her neyse ya, annemin ölümü beni derinden sarsmamış gibi, şimdi ise ondan önce saçma sapan olaylarımla uğraşıyorum," dedim, tekrardan kahvemden bir yudum aldım. Ona baktım. Bana şaşkınlıkla bakıyordu.
"'Saçma sapan olaylarımla uğraşıyorum' derken bir şey mi var?" diye sordu. Konuşmadığımı görünce devam etti: "Yanlış anlama, anlatmak istemezsen-" demesine izin vermeden sözünü kestim.
"Önemli değil. Aslında..." Ne kadar anlatmak istemese de konuya girmiştim bir kere. Söylemesem ne olacak sanki? Elinde sonunda öğrenecekti. "Yeni gelen genç varya hani, ağızlarından düşmeyen şu çocuk."
"Evet de ne alaka o?" diye sordu İlayda.
"Eski sevgilim o benim. Aldattı beni," dedim. Şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Şaşırma, ben de şaşırmıyorum. Umrumda bile değil benim. Gitsin başkasıyla öpüşsün," dedim.
Aslında sinirleniyordum. Elimi yumruk yapıp sıktığımı fark ettiğimde tırnaklarım derime geçmişti.
"Vay orospu... Pardon pardon. Şerefsize bak sen! Okulun ilk günü çıkardığı boktan belliydi." Aslında onda benim de katkım vardı ama.
"Peki neden? Hiç söylemedi mi?" dedi.
"Aslında... Neyse ya, gerçekten boktan bir konu. O okulda her ne yaptıysa benim yüzümden olmalı birazcık, damarına basmıştım sanırım," dedim.
"Nasıl? Siz okulda konuştunuz mu? Ne ara? Ben neden görmedim?"
"Sen yoktun. Kimse yoktu." Düşündüm ve devam ettim. "Herkes yemekhanedeydi sanırım. Sen de dahil."
"Peki neden gelmiş? Neden şimdi?" diye sordu.
"Bilmiyorum. Gözüme gözükmesin yeter," dedim. İlayda güldü ve
"Aynı sınıftasınız, Defne. İllaki gözüne gözükecek. Yani o dediğin imkansız gibi," dedi, cevap vermedim. Sadece aval aval baktım.
Elini masanın üstündeki kurabiyelere uzanıp aldı.
Birden yan taraftan gelen gürültüyle yerimizde sıçradık. "Ne oluyor ya?" dedi İlayda ayağa kalkıp etrafına bakarken.
"Bilmiyorum," dedim ben de ayağa kalkarak. Ses yan taraftan gelmişti.
"Senin yan taraf boş değil miydi, Defne?" diye sordu. Doğru. Bu ses de yan taraftan gelmişti. Sahibi yurt dışındaydı, gelmiş olamazdı.
"Evet, boş... Baksak mı acaba?" dedim İlayda bana şaşkınlıkla bakarken.
"Ya hırsızsa?" dedi, baya tedirgindi.
"Hayır ya, olamaz," dedim. İlayda "sen öyle san" bakışı atınca biraz da olsa korkmuştum. Olabilir miydi? Olamaz ya. Bir ses daha geldi.
Durmayacak gibiydi. Direkt babamın silahlarının olduğu yere doğru yürümeye başladım. Silah kullanmayı babam bana liseye gitmeye başlayınca az çok öğretmişti, yani biliyordum.
Elime bir tane silah aldım ve tekrar salona yürümeye başladım. "Geliyor musun, gelmiyor musun? Çünkü ben gidiyorum," dedim. İlayda elimdeki silaha bir de bana baktı, şaşırmış duruyordu. Aslında korkmuyorum diyemem, biraz da olsa ben de korkuyordum.
Senin bu dik başlılığın çok kötü patlayacak. Bildiğini okuman bir gün başına bir şey açacak ben sana diyeyim bak.
Silah babamındı. İşi nedeniyle evin her köşesinde bir tane silah bulmak kolaydı.
"Sen ciddi misin? Silahı nereden buldun?" diye sordu.
"Boş ver sen silahı, babam işte." Evet, işte şimdi çok şaşırmıştı. Babamın ne olduğunu bilmiyordu.
"Tamam, geliyorum. Silah kullanmayı biliyorsundur umarım?" Onaylarcasına kafamı salladım.
Hâlâ duruyorduk yerimizde. "Ya ev sahibiyse? O zaman ne yapacağız?" diye sordu.
"Öyleyse de bir şey yapmayacağız. Özür dileyip geliriz," dedim kendimden emin bir tavırla. Kendimden emin değildim. Hırsızsa ne yapacağız? Vuracak mıyım?
Ayakkabılarını giydikten sonra kapıyı açıp dışarı çıktık.
Durdu, "Gitmesek mi ya?" dedi. Haklıydı, korkuyorduk. Ama kimi çağıracaktık? Gitmesek de stresten gözümüze uyku girmeyeceğinden emindim.
Ya polis var, jandarma var. Onları arayın, siz niye gidiyorsunuz?
Onlar gelene kadar biz kendimizi bir şekilde stresten gebertmiş olurduk sanırım.
"Çıktık artık," dedim. Ellerine baktım,
"Sana da mı bir şey verseydim ya? Ne olur ne olmaz," dedim gülmeye çalışarak. Acınacak halimize gülüyorduk.
O ise hiç gülmüyordu. "Ha ha ha, çok komik. Ben daha çok gencim, yaşayacaklarım var. Katil olmayalım veya kurban olmayalım yeter," dedi.
Boş olan evin kapısının önüne geldiğimizde kapının açık olduğunu gördüğümüz an İlayda'yla göz göze geldik. "Üçe kadar sayacağım, aynı anda gireceğiz," dedim sessizce. O da onaylarcasına kafasını salladığında korku filminden kaçmış kişiler gibiydik. "Bir.... İki.... Üç..." dedim ve içeriye ilk ben girdim.
Arkamdan beni takip ediyordu o da. Evin içi karanlıktı. İçeriye girdiğimizde önümde gördüğüm sopayı düşünmeden aldım ve İlayda'ya uzattım. "Al sen şu sopayı. Sen şuraya bak," dedim arkasındaki yeri göstererek, "ben de buraya bakacağım," dedim önümdeki yeri işaret ederek. "Bir şey görürsen kendini koruyamadın mı? Tabanına kuvvet, ben de arkandan geleceğim," dedim. İlayda ses çıkarmadan dediğim yöne temkinlice yürümeye başladı. Ben de kendi önüme dönüp yürümeye başladım.
İlk mutfak olduğunu düşündüğüm yere doğru yürüdüm. Kapıdan göz ucuyla baktıktan sonra içerisinde bir şey görmeyince daldım bir de içeri. Kimse yoktu. Mutfaktan çıkıp tekrar koridorda yürümeye başladım. Karşımda bir oda vardı ve kapısı hafif aralıklıydı. Silahı daha sıkı tutup yürümeye başladım. Kapının tam önüne geldiğimde içeriye girdim temkinlice. Kimse yoktu.
Odanın arka tarafına doğru yürüdüğümde burasının yatak odası olduğunu anladım. Kimse de yoktu zaten, buradan ses gelmemişti sanırım. Arkamı dönüp kapıya doğru bir adım attığım gibi bir cüsseye çarpmamla sendeledim.
Tam bağıracaktım ki, ağzımı ani bir hamle ile kapatmasıyla başarısız olmuştum. Kurtulmaya çalışırken silahımı da almıştı. "Sakin ol. Sakin ol Defne. Benim. Sakin ol," dedi. Ben onu görmezken o beni nasıl görmüştü? Kimdi bu? Sesi tanıdıktı. İsmimi nereden biliyordu bu? "Şimdi elimi ağzımdan çekeceğim ama bağırmayacaksın. Tamam mı?"
Onaylarcasına kafamı aşağı yukarı salladığımda elini yavaşça ağzımdan çekti. Daha dikkatli baktım yüzüne, tam elini ağzımdan çekmeden önce. Oydu. Ela gözleriyle, dağınık kumral saçlarıyla karşımda duruyordu: Alaz. "Sen! Senin burada ne işin var? Ne işin var senin bu evde!" Son cümlemde sesim yüksek çıkmıştı.
Bunu dememle birlikte, Alaz'ın yere yığılması bir oldu. Arkasında kalan kişiyi görünce ise şok üstüne şok yaşadım. İlayda? İlayda vurmuştu elindeki sopayla. İçim acıdı mı bu yaptığı şeye? Hayır.
"Sen! Sen ne yaptın? Neden vurdun? Okula yeni gelen... Boş ver ya Alaz'dı o! Sana anlattığım." İlayda şaşkınlıkla bakışları benle o arasında gidip geldi. O olduğunu düşünmediği belliydi. Kim düşünürdü ki? Kimse.
Güldüm. "Elin de ağırmış ama. Nasıl yaptın kız bunu?"
Mahcup bir ifade geçti yüzünden, bir an sonra ise yok oldu. "Pardon ya. Cidden," demesiyle gülmeye başladık. Sinirler bi hayli bozulmuştu. Ama aklımıza yerde yatan şahıs gelince gülüşümüz soldu. "Ne yapacağız Defne?" dedi. İş işten geçti be!
"Mecburen eve götüreceğiz," dedim, "ne kadar istemesem de," diye cümlemi tamamladım yerde yatan Alaz'a bakarken.
"Evin içi nasıl?"
"Ne yapalım? Kafasına vurmadan önce düşünseydin."
Alaz'a baktı. "Cidden yanlışlıkla oldu. İnşallah öldürmezsin beni." Kendimi tutamadım ve güldüm.
"Her neyse. Tut şunu, eve götürelim," dedim...
Eveeeet. Yeni bölümle sizlerleyiz.
Umarım sevmişsinizdir?
Lütfen oy ve yorum yapın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |