Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2 | Kalbim Seni Seçtiğinde

@thecorpsebutterfly

Satır arası yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum Karbeyaz'lar!

Bölüm Şarkıları:

Gemide - Uğur Yücel

Tanıdık Bir Koku - Soft Analog

Shape of My Heart - Sting

Hardal - Gece Vakti

🪷

Bölüm 2: ''Kalbim Seni Seçtiğinde''

Karbeyaz Korel

Hayatta bazı anlar üzerinize üzerinize hızla gelir, bunalırsınız, sıkılırsınız, boğulursunuz, ölmek istersiniz. O anların üzerinizdeki baskısıyla kendinize karşı telafisi olmayan hatalara düşersiniz. Her şey için geç kalmak üzereyken bir pişmanlık çöker üstünüze, 'hayır' dersiniz 'ben yaşamak istiyorum!'... İşte tam o anlarda tanrıyı ararsınız.

O ana kadar inanır mısınız inanmaz mısınız bilmem, o varlığın gerçekten var olmasına ihtiyaç duyarsınız. İlahi elleri ile sizi o anın, o durumun içinden bir meleğin kanatları vesilesiyle çekip almasını dilersiniz.

Yorgunluğumun beni içine çektiği ve vazgeçtiğim her anda bir sahne beliriyor kafamın içinde. Hayır, bu bir sahne değil. Yaşadım ben bunu, bu benim kalbimi eşeleyen bir anı. Bu sahnenin dekoru bir hastane odasının beyaz duvarlarıyla örülü. Ben bu sahnenin etkisiz bir elemanı olan oyuncusuyum. Hastane odasının ortasında hasta yatağında uzanıyorum, ruhsuz bir beden gibiyim ama her şeyin de farkındayım.

Babamın sarsılan omuzlarını, yüzündeki çaresiz ifadeyi ve gözlerinden sicim sicim dökülen yaşları görmüyorum ama hissediyorum. Ellerimin üzerinde nasırlı bir ele ait sıkı bir baskı hissediyorum. Sonra babamın dudaklarından bu sahneye ait acı tiratlar bir bir havaya karışıyor.

'Allah'ım lütfen kızımın ölmesine izin verme! Allah'ım lütfen o istese bile buna izin verme, yalvarırım. Benim canımdan can kat gerekirse ama bana bir evladımın daha kaybını gösterme!'

Sahne bittiğinde kırmızı perde kapanıyor dekorun üzerine. Kulaklarımda hala dağ gibi babamın çaresizlik kokan sözleri çınlıyor. İşte o an benim tanrıyı aradığım andı. Beni bu sahnenin içinden çekip çıkarmasını istediğim bir kukla gibi öylece ruhsuzca yatmaktan vazgeçtiğim andı. Bir meleğin kanatlarını çırparak beni bulunduğum o aptal dekorun içinden çıkarıp götürmesini dilediğim andı. Bir babanın çaresizce döktüğü gözyaşları, benim vazgeçmişliğime ve yorgunluğuma olan pişmanlığımdı, vicdan azabımdı. Geçmişin kaybı, hepimizin kaybıydı. İşte o an bencilliğimin ve şımarıklığımın bizi nerelere sürükleyebileceğini öğrendiğim andı.

''Karbeyaz!'' Kafamın içinde yankılanan bir başka ses odağımı kaçırmama neden oldu. Belki de odağım zaten kaçmıştı. Annemin endişeli gözleri bir sorun olup olmadığını anlamak istercesine solgun yüzümde gezindi.

''İyi misin kızım?'' Annemin sorusu beni nedense bir anlık afallatmış, kendi düşüncelerimi gözden geçirmeme neden olmuştu. İyi miydim gerçekten? Yine de daha fazla sessiz kalmamam gerektiğini fark ederek başımı olumlu anlamda salladım ve rahatlamasını sağlamaya çalıştım.

''İyiyim, ben dalmışım sadece.'' Annemin başı odaya girdiğimizden beri bir kere yüzümü ondan yana çevirmediğim doktora dönerken yakınırcasına konuştu.

''Görüyorsunuz Duhan Bey, birden bire böyle sessizleşiyor. Sanki aramızda değil, nerede olduğunun, kim olduğunun farkında değil. Bazen dünyanın en neşeli kızına dönüşüyor, bazense... Bazense onu ölümün kıyısından tutup çekiyoruz sanki zorla.''

Baygın bakışlarım annemin üzerinde geziniyordu. Bahsi geçen şahıs ben değilmişim gibi bir rahatlık vardı üzerimde ve bunun annemi içten içe delirttiğini biliyordum. Tek istediğim bu doktor, ilaç gibi safsataların bir halta yaramadığını anlamalarıydı. Odadaki tanıdık koku dikkatimi dağıtırken konuya odaklanmaya çalıştım.

''Anlıyorum Nazlı Hanım, önce birkaç soru sormam gerekiyor protokol gereği. Burada bir süre önce Borderline Kişilik Bozukluğu teşhisi ile bir tedavi sürecine girdiği yazıyor. İlaçlar nasıl etki etti? Herhangi bir yan etki şikayetiniz var mı?''

Bunu bana yönelik sorduğu belli olurken doktorun ses tonu yerimde kıpırdanmama neden oldu. Bu ana kadar fark etmediğim sesinden genç bir psikiyatrist olduğu belliydi. İçimdeki çapkın, şımarık Karbeyaz cilveli bakışlarının ardından beni dürterken başımı o tarafa döndürmeden kirpiklerimin altından doktora göz attım. Gözlerim büyürken kaderin cilvesi bir kez daha benliğimi dürtüvermişti. Karşımdaki adam, düğünden ayrılırken kapıda karşılaştığım mavi gözlü adamın ta kendisiydi. O an kafamda onlarca soru belirdi. Soru işareti dolu gözlerim doktorun üzerinde gezinirken odadaki sessizlik ve benim hala soruyu cevaplamamış olmam annemi rahatsız etmiş olacak ki soruyu kendisi cevapladı. Bu da doktorun ne düşündüğü belli olmayan mavilerinin anneme doğru çevrilmesine neden olmuştu. Ben ise hala onu izliyordum.

''İlaçların bir etkisini görmedik Duhan Bey çünkü Karbeyaz ısrarla ilaç kullanmayı reddediyor. Terapiye götürüyoruz, ne kadar götürdüğümüz terapist varsa hiçbiri kızıma fayda olmadı. Eminim hepsi işlerinde çok iyidir ama Karbeyaz bir türlü hiçbirine kendisini açamadı. Gittiği terapistlerin listesi de önünüzde vardır zaten.''

Doktor başını onaylarcasına sallayıp baş parmağının ucu ile dudaklarını saniyelik kaşıdı ve önündeki kağıtta gözlerini gezdirdi. Bu hareketi onu gözümde biraz daha dikkat çekici hale getirmişti. Bir şeye odaklandığında böyle yapıyor olmalıydı.

''Evet, birçoğu tanıdığım ve mesleğinde başarılı olan terapist ve psikiyatrist meslektaşlarım. Karbeyaz için neler yapabiliriz bir bakalım o zaman.'' Doktorun gözleri son cümlesi ile benim gözlerime tutunurken hiçbir tepki vermedim. Yine de bana ufak bir tebessümle karşılık vermişti.

''Duhan Bey, siz Karbeyaz'la konuşmadan önce sizinle özel olarak konuşmamız mümkün mü acaba?'' Annem bana odadan çıkmam için uyarırcasına bakarken gözlerimi devirdim ve ikisine samimiyetsiz bir gülücük atıp odadan çıktım. Kendimi odanın önündeki bordo koltuklardan birine atarken koltuğun rahatlığı kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Kalçamı hareket ettirip yerime iyice yayılırken gülümsedim ve sırtımı koltuğa yaslayarak rahatlığın tadını çıkarmaya çalıştım. Buraya ait bir çalışan bir şey içip içmeyeceğimi sormak için gelmiş, kibarca reddetmemle de gülümseyerek uzaklaşmıştı. Kadının gidişini izlerken kafamdaki soru işaretleri ile beraber gözlerimi yumdum ve başımı koltuğa doğru bıraktım. Bu doktor şimdi neyin nesiydi? Düğünde ne işi vardı? Beni tanımış mıydı? Koray denen şebeğin bir yakını mıydı? Kokusunda hatırlayamadığım şey neydi?

Koltuğun yan tarafında bir çökme oluşurken gözlerimi hafifçe aralayıp yandan yandan yanıma kimin oturduğuna baktım. Yaşlı bir amca uykulu gözlerle etrafını inceliyordu. Dimdik bir şekilde oturmuştu. Dizlerinin üzerindeki ellerinin arasında fötr, lacivert bir şapka tutuyordu. Üzerine şık bir lacivert takım giyinmişti, beyaz seyrek saçları yana doğru düzenli bir şekilde taranmıştı. Yeni tıraş olduğunu belli eden losyon kokusu burnuma çalındı. Gözlerindeki yorgun ifade yerimde hafif doğrulmama neden olmuştu. Amca, sabırsızca avuç içlerini takımının pantolonuna sürttü ve ela rengi gözlerini bana doğru çevirdi.

''Saat kaç biliyor musun kızım?'' Birkaç saniye gözlerine sessizce bakıp sakince telefonumu lacivert ceketimin cebinden çıkardım ve saate göz attım.

''On buçuğa geliyor.'' Amca başını salladı ve ağzının içinde bir teşekkür mırıldanıp etrafına bakınmaya devam etti. Doktor randevusu için mi bekliyordu? Aradan birkaç dakika daha geçerken koridorda çıt sesi duyulmuyordu. Yanımdaki adam bir kez daha yerinde kıpırdandı ve tekrar bana döndü.

''Kusura bakmayın, saati tekrar öğrenebilir miyim?'' İç geçirip elimde tuttuğum telefonun kilidine basıp bir kez daha saate baktım.

''10:35'' Amca başını salladı ve tedirgin bir tebessümle teşekkür etti.

''Sanırım bir işi çıktı, hiç bekletmezdi beni.'' Benimle konuştuğunu fark ederken gözlerimi yandan amcaya çevirdim.

''Kimden bahsediyorsunuz? Danışanların seans süresi uzayabiliyor, ondan gecikmiştir.''

''Ben doktoru beklemiyorum ki kızımı bekliyorum. Beni almaya gelecekti, başına bir şey mi geldi acaba?'' Amca endişe ile gözlerini koridorun girişinde gezdirirken başımı salladım anladığımı belirtircesine.

''Yağmurlu havaları sevmez benim Firuze'm ondan mı gelemedi acaba?'' Amca benimle mi konuşuyordu, kendi kendine mi konuşuyordu anlamamıştım. Yine de endişesini azaltma isteği duydum.

''Böyle havalarda çok trafik oluyor, gecikmesi normal amca.''

''Öyle mi? Haklısın kızım, boş kuruntu yapıyorum galiba. Baba yüreğidir işte, hemen endişe edip sızlar.'' Amca biraz rahatlamış gibi gözlerini ilerideki pencereden gözüken yağmur damlalarına çevirdi ve gülümsedi. Bahar yağmuru bende olduğu kadar bu amcada da güzel şeyler çağrıştırıyordu belki de.

''Senin adın neydi güzel kızım?''

''Karbeyaz.''

''Karbeyaz demek... Ne güzel ismin varmış. Benim kızımın adı da Firuze, senin yaşlarındadır o da. Gelsin, tanıştırayım sizi, arkadaş olursunuz belki. Sen de seversin Firuze'mi, çok sıcakkanlı, çok merhametlidir benim kızım. Yalnızdır biraz, birbirinize dostluk edersiniz.'' Amca kendi kendine kızını düşlercesine gülümsüyor ve Firuze'yi anlatıyordu. Anlattıkları ilgimi çekmese de amcanın yüzündeki ifade ilgimi çekmişti. Gözlerimi ondan alamıyordum nedense, sesi rahatlatıcıydı. Kelimelerinde hafif bir Rum esintisi hissediliyor ve anlattıklarından çok sesi tatlı bir hava veriyordu ona.

''Sizin adınız neydi?''

''Dimitri'dir adım, Mitya da derlerdi bir zamanlar.'' Dudaklarımdan kısık bir gülücük kaçtı.

''Karamazov Kardeşler'in Mitya'sı mı?''

''Bilirsin sen?'' Dimitri'nin ağzından koca bir kahkaha kaçtı. ''Şimdi sen dersin senin yaş kaç, sen kim Mitya kim amca?'' Dimitri'nin kahkahası ufak bir tebessüme döndü.

''Hoş bir isim Dimitri, sana yakışmış diyecektim.'' Başımı önüme doğru çevirip mırıldanırken kollarımı birbirine doladım. Annem hala çıkmıyordu, ne konuşuyordu hakkımda bu kadar?

''Kendin için mi buradasın, yakının için mi?'' Dimitri'nin neşeli sesi bulunduğumuz ortama o kadar tezattı ki benim de içimin huzur bulmasına neden oluyordu istemsiz. Sanırsın psikiyatri kliniği değil de eğlenceli bir etkinliğe sosyalleşmeye gelmiş gibiydi. O saniye Dimitri'nin neden burada olduğunu merak ederken buldum kendimi.

''Kendim için sanıyorum ki. Gelmemek için direndikçe şu koltuklarda, şu odalarda buluyorum kendimi işte.'' Mırıldanmamla Dimitri bana döndü.

'' 'Yaradılışımız hep böyledir, ille tersini yaparız' diyor Dostoyevski kitapta. Sen istediğin kadar diret kızım, hayatın seni sürüklediği kadardır senin inadın.''

Dimitri bir süre gülümseyerek düşünceli yüzümü inceledi. İç geçirerek ayağa kalkarken kucağındaki fötr şapkasını yavaşça başına geçirdi ve elini bana doğru uzattı. Oturuş şeklimin karşımdaki adama ayıp olduğunu fark etmemle ben de ayağa kalktım. Bana doğru uzattığı elini sağ elimle tuttum ve ela gözlerinin içine hafifçe gülümseyerek baktım. Dimitri'nin gözlerinden beni anladığına dair bir emare geçti.

''Belli ki Firuze'm bugün gelemeyecek. Tanıştığımıza memnun oldum, Tanrı sana aydınlık getirsin Eleadora.'' Eleadora ne demek bilmesem de bozuntuya vermedim ve gözlerim kısılacak şekilde gülümsedim.

''Ben de memnun oldum Dimitri.'' Ona adı ile seslenmem hoşuna gitmiş gibi gülümsemesi genişledi ve şapkasının ucuna dokunup bana bir baş selamı vererek uzaklaştı. Dimitri'nin arkasından o koridorda kaybolana kadar baktım. Tüm gizemi ile çıkıp gitmiş, kafamda kendisi ile ilgili bir çok soru işareti bırakmıştı. Kendi kendime gülümserken annemin bana seslendiğini duydum.

''Karbeyaz, Duhan Bey içeride seni bekliyor. Hadi kızım.'' Yüzümdeki gülümseme düz bir ifadeye dönerken başımı salladım ve çantamı annemin eline bırakıp odaya girdim. Doktorum gözündeki gözlüğü düzeltip bana gülümsedi ve oturmam için koltuğu işaret etti.

''Buyurun Karbeyaz Hanım. Hoş geldiniz tekrardan.'' Resmiyetine karşılık kaşlarım havalanırken başımı sallayıp gösterdiği koltuğa oturdum ve bacak bacak üstüne atarak iyice yerleştim. Saçlarımı geriye doğru atıp gözlerimi odada gezdirdim kısaca. Geniş masasının arkasında boydan bir cam vardı ve yağmurun getirdiği eşsiz görüntü gözler önüne serilmişti. Odaya genel olarak beyaz ve kraliyet mavisi rengi hakimdi. Odanın sol tarafında geniş bir koltuk, sağ tarafında ise geniş bir kitaplık vardı. İçindeki tüm kitapları okuyup okumadığını merak ettim. Kitaplığın hemen yanında boydan camın tarafında da bir pikap vardı tezgahı ile beraber. Tezgahının kenarındaki plaklık yer kalmayana kadar plak ile dolmuştu. Böyle bir zevki olmasına bakılırsa evinde de en az bir bu kadar daha plak olduğuna emindim. Plakların içeriğini göremesem de pikapın hemen yanına yaslanmış olan bir plak ambalajından en son Hardal diye bir gruba ait bir plak olduğunu anlayabilmiştim. Ambalajda bir süre gözlerimi gezdirirken müzik zevkini merak ederek eve döndüğümde şu gruba bir göz atmayı aklıma not ettim.

Doktor Bey muhtemelen konuşmamı bekliyordu ya da beni gözlemlemeyi seçmişti şimdilik. Bu yüzden sessizliği bozmak adına ayağa kalktım ve kitaplığa doğru birkaç adım attım. Parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirirken söylendim.

''Bunların hepsini okudunuz mu yoksa odada sizi zeki ve başarılı göstermek için mi varlar?'' Sorduğum soru belki biraz küstahça gelebilirdi ama bu pek de umurumda değildi. Nasılsa benimle tedavi sürecini devam ettirmek istemeyecekti ve birbirimizi görmeyecektik.

''Aralarında henüz okumaya fırsat bulamadıklarım da var elbette. Yine de sadece bir kitaplıkla zeki ve başarılı gözükebileceğime inanmıyorum.''

''Anlıyorum.'' dedim elime aldığım rastgele bir kitabı incelerken. ''Nietzsche seviyorsunuz sanırım.''

''Epey dikkatlisiniz Karbeyaz Hanım. Evet, severim. Aykırılığını ve özgünlüğünü beğeniyorum.'' Gözlerim doktora dönerken kitabı yerine yerleştirdim.

''Karbeyaz demen yeterli, doktor.'' Ardından cilveli bir gülümseme yüzümde belirdi. Önüme gelen saçları tekrar geriye atarken kendimi koltuğa attım. Dirseğimi doktorun masasına yaslarken çenemi de avuç içime yerleştirmiştim. Diğer elim ise masanın üzerindeki 'Duhan Yamaç Kula' isminin yazılı olduğu camdan isimlikte geziniyordu.

''Ben Nietzsche'yi anlamam pek. Adam her şeyi reddediyor, o zaman kabul ettiği şey ne?''

Dikkatli gözlerim doktorun çehresinden ayrılmıyordu. Hafif çıkmış sakalları kemikli yüzünü çerçevelemiş kumral saçları iki yana doğru dökülmüştü. Üzerindeki bebek mavisi dar gömlek göz rengini ortaya çıkarmıştı. Siyah, kemik gözlüklerinin ardından mavi gözleri beni çözme çabası ile yüzümde geziniyordu. Beni tanımış mıydı yoksa cidden hatırlamıyor muydu bilmiyordum. Yine de beni görmesini ve tanımasını istedim o an. Ne yapmaya çalıştığımı da elbette anlamıştı. Kendim hakkımda konuşmaktan kaçtığımı anlamıştı ve belli ki bana ayak uyduracaktı. Ne de olsa bu ilk seansıydı, ona göre bir acelesi yoktu. Bense ona kendimden hiçbir şey vermeden buraya bir daha adım atmama niyetindeydim. Doktorun dudağının kenarı havalanırken dikkatle bana vereceği cevabı bekliyordum. Ellerini masanın üzerinde birleştirmeden önce gözlüğünü çıkardı ve masaya koydu.

''Nietzsche her şeyi reddetmiyor, yalnızca belirli tabuların doğru olmayabileceği gerçeğini savunuyor. Ahlak anlayışını sorguluyor aslında. İnsanların ahlaki düşüncesinin kaynağı genellikle dinlerine ve geleneklerine göre şekillenir. Nietzsche ise her dinin ayrı bir ahlaki değeri olduğunu bu yüzden ortak bir ahlak anlayışının sorgulanması gerektiğini düşünüyor.''

Dudaklarım büzülürken söylediklerini düşündüm. ''Ahlaki değerlerden kastı nedir?''

''İyi-kötü gibi keskin ayrımları içeriyor aslında. Bu noktada da Tanrı'nın öldüğü düşüncesini ortaya atıyor. Şen Bilim kitabını okudun mu?''

''Okudum sayılır ama pek anladığım söylenemez.'' Yalan söyledim, aslında Nietzsche'nin ne anlatmak istediğini de düşüncesini de anlamıştım. Çoğu kitabını da onun bakış açısı ile okumuştum. Yine de doktorumun düşüncelerini de duymak fena değildi. Biraz daha konuşturup seans süresini böyle doldurabilirdim üstelik.

''Kitapta elinde bir fenerle Tanrı'yı arayan bir karakter var, bu kitap aracılığı ile de tanrının var olmadığını anlatmak istiyor. İnsanlar ise tanrının var olmasını istiyorlar çünkü yönlendirilmeye ve ahlaki açıdan kendilerini ehlileştirmeye, sığınacak bir limana ihtiyaçları var. Nietzsche'ye göre ise insanın böyle bir şeye ihtiyacı yok, insanları kafasında idealize ediyor ve sadece belirli bir kesime özel bir erdem anlayışını ifade ediyor.''

''İnsanların gerçekten yönlendirilmeye, içlerini rahatlatmaya ihtiyaçları yok mu yani?'' Kirpiklerimin altından doktora bakarken onu çözemediğimi fark ettim. Soğukkanlı bir şekilde oyunuma ayak uyduruyordu sadece. Belki de onu dener gibi sorular sorduğumun farkındaydı.

''Nietzsche'ye göre acılar, bizi olgunlaştıran ve bizi biz yapan olaylardır. Ona göre, hayat ve onun getirdiği acılar reddedilmesi gereken şeyler değil; aksine dolu dolu yaşanması ve sonuna kadar tadına varılması gereken şeylerdir. İnsanın korkularını reddetmesi, yaşadıklarından kaçması o kişiyi iyileştirmez. Yaşadıklarını ve korkularını aşmamış bir insan asla büyüyememiş bir çocuk olarak kalmaya mahkumdur. Ben de tam olarak bunun için buradayım. Bir şeyleri aşabilmen ve hayatına devam edebilmen için.''

Söyledikleri dikkatimi çekerken küçük yüzümü avuç içimden kaldırdım ve koltukta geriye yaslandım. Söylediklerini bir cümle ile devam ettirirken yüzündeki gülümsemenin genişlemesine neden olmuştum.

''Beni öldürmeyen şey güçlü kılar.''

''Aynen öyle.'' Beni onaylayarak ve masanın üzerinde bana doğru hafifçe eğilerek dikkatinin bende olduğunu bana belli etti.

''Nietzsche'nin felsefesine pek de yabancı ve ilgisiz değilsin anlaşılan Karbeyaz. Başka nelere ilgin var peki? Annen biraz bahsetti fakat senden dinlemeyi tercih ederim.''

''Annem epey uzun kaldı, hakkımda birçok gereksiz detayı bildiğinizden eminim doktor. Senin hakkında konuşsak? Mesela kız arkadaşınız var mı?'' Masaya doğru eğilip çenemi ellerimin üzerine yerleştirerek sevimlice gülümsememe ve sorduğum soruya karşın doktorun yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi görünüp yok oldu. Boğazını temizlerken benimle etik sınırları içerisinde konuşmak için çabaladığını biliyordum.

''Bu odada önemli olanın benim özel hayatım olduğunu düşünmüyorum. Senin için buradayız.'' Gözlerimi devirip saate bakma ihtiyacı ile gözlerimi odada gezdirdim. Odada herhangi bir saat olmadığını görmemle derin bir nefes verip geriye tekrar yaslandım ve tırnaklarımdaki vişne rengi ojeyi incelemeye başladım.

''İşte şimdi sıkıcı olmaya başladınız. En iyisi öylece oturalım ve şu seansın bitmesini bekleyelim. Çıktığımızda anneme ilk seans için oldukça iyi gittiğimi söylemeniz yeterli.'' Söylediklerimle doktor da geriye doğru yaslanıp gözünü odada gezdirirken bu kadar çabuk kabullenmesi beni şaşırtmıştı. Kendimi kapatacak olmama şaşırmamış gibiydi. Yine de tepki vermedim. Bir yandan da odaya girdiğimden beri burnuma çalınan kokuda hangi aromalar olduğunu çözmeye çalışıyordum. Düğün gününden beri çözemediğim bir koku duyup duruyordum ama ne olduğu bir türlü aklıma gelmiyordu. Bir süre düşündükten sonra mavi ve yeşilin karşımı gözlerimin büyüdüğünü hissettim.

''Vetiver!'' Aniden yerimde doğrulup söylediğim kelime ile doktor şaşırırken ne dediğimi anlamaya çalışırcasına bana bakıyordu.

''Efendim?''

''Bir türlü çözemediğim o koku işte! Vetiver, çimen-toprak karışımı bir koku. Nasıl anlayamam?'' Kendi kendime sırıtıp başımı iki yana sallarken tekrardan kendimi geriye doğru attım. Bu koltuk da rahattı baya...

''Yves Saint Laurent La Nuit De L'Homme, parfümünüz buydu değil mi?'' Bu sefer bana gerçekten şaşkın bir surat ifadesi ile bakarken kendimi beğenmiş yüz ifademle ona bakmayı sürdürdüm. Yüzü normal bir ifadeye dönmeye başlarken saçlarımı tek omzumda topladım ve onlarla oynamaya başlarken mırıldandım.

''Eh, herkesin bir uzmanlığı var işte doktor.''

''Nazlı Hanım parfümlere olan merakınızdan ve mesleğinizden bahsetmişti ama bu kadarını ben de beklemiyordum. Eski bir parfümdür. Demek sizinle ilgili bir şeyi ağzınızdan alabildim sonunda, parfümleri seviyorsunuz.'' Doktorum Bey yine mesleğinin gerektirdiği kişiliğine ve konuşmasına dönerken konuşmayı sürdürdüm.

''Aksine, parfümlerden hoşlanmam. Ben parfümlerin her bir insanla ayrı bir uyum yakalamasından haz alırım.'' Yüzünde ne dediğimi anlamaya çalıştığını belirten bir ifade belirdi.

''Doğru mu anladım? Yani siz diyorsunuz ki aslında her parfüm kendi sahibini kendi seçer?''

Hevesle başımı salladım ve işaret parmağımı ona doğru sallayarak ne kadar doğru bir noktaya değindiğini belirtmeye çalıştım.

''Aynen öyle! Zeki bir adamsınız, doktor. Aslında insanlar parfüm seçtiklerini sansalar da parfümler onları seçerler. Her parfüm her bedeni, her deriyi, her teni kabullenmez. Kusar kendini, iğrendirir kendisinden. Aynı parfüm her insanda aynı kokmaz, her insanda aynı kalıcılığı göstermez, işte tam olarak bunu seviyorum ben. Kimisinde koku tutunamaz ve uçar gider, insanlar da kalıcılığı çok kötü deyip elinin tersi ile iter. Mükemmel olan şey o uyum. Tenin ve doğadan gelen bir aromanın uyumu zihnimize öyle bir kazınır ki. Her koku bir insanla, bir çevreyle, bir zamanla özdeşleşir ve bizde birer anı yaratır. Kokular hafızanın en güzel hatıralarıdır, o noktada da koku kalıcılık kazanır.''

Cümleme devam etmeden önce gözlerimi odada gezdirdim. ''Kimisi için bu hatıra annesinin elinden çıkan hanımeli kurabiye kokusu, kimisi için okuduğu ilk kitaptan gelen kağıt kokusu, kimisi için deliler gibi ders çalıştığı zamanlardan bir kahve, kimisi için aşırı keyif aldığı bir tatilden kalan denizin tuzlu kokusu, kimisi için keyifli bir konser akşamından kalan ter ve alkol kokusu... Kim bilir? Kokular anılarımızın en güzel yadigarları, işte onları bu yüzden seviyorum.''

Cümlemi bitirene kadar doktor beni gözünde meraklı bir ışıltıyla ve dikkatle dinlemişti beni. Bu benim için bir ilkti aslında. Konuşmak ve dinlenilmek... Genelde ben dinler, karşı taraf konuşurdu ve ben yorulur, sıkılır ortamı terk ederdim. Şimdi ise gerçekten birisiyle bir şey paylaştığımı, anlaşıldığımı hissediyordum. Bu da çenemi daha da çalıştırmama neden oluyordu.

''Peki sen? Senin için hangi koku sana bir hatırayı anımsatıyor?'' Sorduğu soru ile yüzümdeki şuh gülümseme yerini düz bir ifadeye bırakırken ellerimi beyaz dar pandolonumun sardığı bacaklarımın üzerinde birleştirdim ve bakışlarımı odanın köşesindeki bir tabloda sabitledim. Ölü, yavru bir kuzunun başında durmuş göğe bakan büyük bir koyunun resmiydi bu. Etrafları da siyah kuşlarla doluydu. İçim bir garip olurken doktorun hala benden bir cevap beklediğini hatırladım.

''Bergamot. Belki de biraz toprak ve misket limonu, kan. İşte benim hatıralarım bu kokulardan ibaret doktor.'' Donuk gözlerim tablonun üzerinde oyalanırken derin bir nefes alıp bıraktım.

''Bunu benimle paylaştığın için teşekkür ederim Karbeyaz.'' Hala doktor çizgisini bozmamış olması bir yandan beni sıkıyor bir yandan da hoşuma gidiyordu. Bunu düşünürken aslında benim bir doktordan çok arkadaşa, beni anlayan birine ihtiyacım olduğunu fark etmek canımı biraz daha acıtmıştı. Çünkü benim hiç öyle bir arkadaşım yoktu.

''Tablo ilgini çekti sanırım.'' Dikkatimi nasıl çekeceğini iyi biliyordu.

''İçimi kararttı daha çok'' Söylediğim ile gülümsedi ve o da tabloya gözlerini sabitledi.

''Bu tablonun hikayesine bakılınca içinin kararması doğal aslında. Bu tabloyu doğru yorumladığın, doğru hissettiğin anlamına gelir.''

''Neymiş bu tablonun hikayesi?'' Gözlerimi iddialaşır gibi ona çevirirken olabildiğince konuya karşı umursamaz ve ilgisiz gözükmeye çabalıyordum.

''Bu tablonun ismi 'Izdırap'. August Friedrich Schenk tarafından resmedilmiş. Gördüğün büyük olan koyun yavrusunu soğuktan dolayı kaybetmiş bir anne aslında. Etraftaki siyah kuşlar da Kuzgunlar. Yavruyu yemek için orada bekliyorlar ve resmin arka tarafında da gördüğün gibi giderek kalabalıklaşıyorlar. Ama anne koyun yavrusunun üzerine bir gölge gibi çökmüş onu yalnız bırakmıyor. Çaresizce kuzgunlara meydan okuyor ve tanrıya yalvarırcasına ağlayarak göğe bakarken ölmeyi, yavrusuna kavuşmayı bekliyor.''

Söyledikleri ile resmi daha dikkatli incelerken gerçekten anlattıkları ile resmin daha anlamlı hale geldiğini fark etmiştim. Bu, gözlerimin dolmasına neden olurken sessizliği bozmak adına kısık bir sesle konuşmayı devam ettirdim.

''Sizce de psikolojik sorunu olan insanların geldiği bir oda için fazla karamsar bir tablo değil mi?''

''Bu nereden baktığına göre değişir. Kimisi için iç karartıcı bir tabloyken kimisine de dünyada birçok acı çeken insan olduğunu hatırlatan bir tablo olabiliyor. Gelen danışanlara yalnız olmadıklarını anımsatıyor belki de. Aslında pek de özel bir sebebi yok, sadece bu tabloyu ve hissettirdiklerini seviyorum.''

Havayı değiştirmek için hafifçe güldüm ve gözlerimi tablodan çekip mavilerine sabitledim. ''İlk seanstayız ama şimdiden ben de sevdiğiniz bir iki şeye hakim olmaya başladım doktor.''

''Bazen birine daha rahat kendini açabilmek için o kişiden de bir şeyler, hisler görmek istersin.''

''Ama siz benim arkadaşım değilsiniz, karşılıklı bir şeyler paylaşmamızı gerektiren bir durum yok.''

''Eğer öyle görmek istersen beni bir arkadaş olarak da görebilirsin. Seni dinleyen ve anlayan bir arkadaş.'' Söyledikleri beni afallatırken gözlerimi kaçırdım ki bu çok sık yaşanan bir şey değildi. Doktor yüzündeki gülümseme ile masada bana doğru eğilmiş benden cevap bekliyordu. Psikiyatristler böyle konuşabiliyor muydu? Yani samimi? Acilen üzerimdeki bu değişik havadan kurtulmalıydım. Yüzüme şımarık bir gülümseme yerleştirip başımı omzuma doğru yatırdım.

''Sizi arkadaş olarak görebileceğimi sanmıyorum doktor, bunun için ideal tipime fazla uyuyorsunuz.'' Sözlerimle doktorun kaşları havalanırken gözüne gözlüğünü geçirdi ve boğazını bir kez daha temizledi.

Sessizliği bozmak adına ceketimin cebine atmış olduğum dudak parlatıcımı çıkarırken odada yalnızmış gibi rahat hareket ediyordum. Doktorun ise ne yapmaya çalıştığımı çözercesine beni izlediğinin farkındaydım. Gözlerim masada ayna niyetine kullanabileceğim bir şey bulmak adına gezinirken yansıması olan tek şeyi yani laptopu kendime doğru çevirdim. Uyku moduna geçmiş olan laptopun ekranı karanlıktı ve bu kendi yansımamı görmemi sağlıyordu. Dudak parlatıcısının kapağını çıkarıp dudaklarıma yavaşça ve taşırmadan sürmeye başladım. Doktorun gözlerinin üzerimde olduğunu bildiğimden hareketlerimi bilerek daha yavaş tutuyordum. Ne olursa olsun ben Karbeyaz'dım işte. Flörtöz tavrımdan ve cilvemden ödün veremiyordum.

Parlatıcının kapağını kapatıp dudaklarımı birbirine sürterek parlatıcıyı eşit bir şekilde dağıtırken elime geçen boş bir kağıt parçasına dudaklarımı bastırdım ve parlatıcının fazlalığını kağıda bıraktım. Kağıtta dudaklarımın izi kendisini belli ederken kağıdı masanın üzerine bıraktım ve laptopu tekrar doktora doğru çevirmek adına elimi değdirdim. Kapalı ekran aydınlanırken ekranda beliren blog sayfama ait renkler ve Zambak çiçeklerine ait görseller direkt gözüme çarpmıştı. Bloguma ait tasarım epey şahsına münhasır olduğundan tanımam çok da zor olmamıştı. Demek doktor bey benim yazılarımı okuyordu. Bu düşünce içten içe heyecanlanmama neden olsa da bunu ona belli etmedim. Zaten anonim olarak yazdığımdan blogun sahibinin ben olduğumu bilmesine de imkan yoktu. Dudaklarım iple gerilir gibi yukarıya doğru havalanırken sorgular gözlerim doktorun gözlerine tutundu. Doktor, ekranın aydınlandığını yeni görmüş olacak ki laptopu sakin hareketlerle kendisine doğru çevirip kapağını kapattı. Aynı soğukkanlılıkla ayaklandı ve oturduğum koltuğun karşısına doğru adımlarını atıp bana elini uzattı.

''Pekala, Karbeyaz. Bugünlük seansımız bu kadardı. Daha önce çok seansa gittiğini biliyorum, bu yüzden bunun tanışma odaklı bir seans olduğunun sen de farkındasındır. İleriki seanslarımızda seninle beraber senin için bir yol çizeceğiz. Üç gün sonra tekrar gelmeni isteyeceğim senden. Asistanıma söyleyip randevunu alabilirsin. Tanıştığımıza memnun oldum, ayrıca güzel sohbetin için de teşekkür ederim.''

Doktor her şeyi bir çırpıda söylerken gözlerimi gözlerinden ayırmadan ayaklandım ve gülümsedim. Büyük elinin içinde kaybolan elimi kavradı ve sıktı. Ellerinden ellerime akan elektrik akımı afallamama neden olurken kirpiklerimin altından çehresine baktım. Elinin içinde hapsolan narin elim tir tir titriyordu ama bu titremeyi sadece ben hissedebiliyordum. Bu güçsüz bir duygunun emaresi değildi, sezgilerime güvenirdim. Karbeyaz'ın kalbi ise birisini seçtiğinde onu durdurabilecek bir gücün olduğunu sanmıyordum. Kalbimse seni seçti, doktor.

''Ben de memnun oldum, doktor.''


Loading...
0%