@thegundiyer
|
Bölüm 7: Gökyüzüne Yükseliş
Melda, Büyük Melek’in kanatlarında otururken, havada yükseldiğini hissetti. Dünya yavaşça geride kaldı ve gökyüzü, sonsuz bir boşluk gibi etrafını sardı. Melda, bir anlığına korktu ama hemen ardından, kendini o kadar özgür ve hafif hissetti ki, her şeyin mükemmel olduğunu düşündü. Kanatların yumuşak ve güçlü hareketiyle gökyüzüne doğru yükselirken, rüzgarın serinliği yüzünü okşadı. O an, bir rüyanın içinde gibi hissetti, ama içsel huzuru, bunun gerçek olduğunu ona söylüyordu.
Gökyüzü Kenti’ne Yolculuk
Büyük Melek, Melda’ya dönerek, “Gökyüzü Kenti’ne yaklaşmak için, sadece kalbinin ve gücünün birleşmesi gerekir,” dedi. Melda, kafasında bu kelimeleri sorgularken, Büyük Melek parmaklarını havada bir araya getirerek, bir ışık yolu oluşturdu. Işıklar, Melda’nın gözlerinin önünde, devasa bir köprü gibi gökyüzüne doğru uzanıyordu.
“İşte burası, Gökyüzü Kenti’nin giriş yolu,” dedi Melek. “Bu yolu sadece kalbinle görebilirsin. Diğer herkes için, burası sadece bir hayal olur.”
Melda gözlerini sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldı. Işık yolu, her adımda daha belirginleşti ve birden, Melda’nın içinde bir güç uyandı. Hızla bu ışık yoluna doğru ilerlediler. Zihni ve kalbi uyum içinde, her şeyin doğru olduğunu hissediyordu. Yavaşça, ışıklar arasında ilerlerken, büyük bir kent silueti belirmeye başladı.
Gökyüzü Kenti’nin Görünümü
Gökyüzü Kenti, Melda’nın hayal gücünü zorlayacak kadar muazzam ve ihtişamlıydı. Yüksek kuleler, altın yaldızlı heykeller ve her tarafı sararak yükselen ışıklar… Şehir, bir yıldız gibi parlayan, bir gökyüzü tapınağını andırıyordu. Şehri çevreleyen beyaz, parlak duvarlar, içeriye doğru zarif bir ışık huzmesi yayıyor, her binanın tasarımı, gökyüzünde yüzen ve devasa kanatları olan yaratıklara benziyordu.
Göklerden inen her ışık demeti, şehrin etrafını saran huzurlu bir auralı bölge oluşturuyordu. Havada, uçan atlar, pervanelerle süzülen insanlar ve yüzen adalar vardı. Şehir, büyüleyici bir dengeyle karanlık ve ışığın arasında dans ediyordu. Melda, gözlerini kamaştıran bu manzaraya bakarken, içindeki huzur artıyor, bu yerin ona ait olduğunu hissediyordu.
“Hoş geldin, Melda,” dedi Büyük Melek, “Burada senin gücünü öğrenebilirsin. Gökyüzü Kenti, tüm evrende ışık ve karanlık arasında dengeyi koruyanların yetiştirildiği yerdir. Burada, senin gerçek kimliğini bulacak, her şeyin anlamını keşfedeceksin.”
Şehirdeki yapılar, altın ve gümüş ışıkla süslü, zamanın geçişini hissettirmeyen bir düzenle dizilmişti. Her şey, sakin bir huzur içinde, Melda’nın kalbini tamamen saracak şekilde dizayn edilmişti. Bölüm 8: Okulun İlk Günü
Gökyüzü Kenti’nde sabah güneşi, okulun geniş bahçesinin üzerine hafifçe vuruyordu. Melda, Büyük Melek’in kanatlarından inip okulun devasa, ışıkla parlayan yapısına bakarak içeriye doğru adım attığında, kalbinin hızla çarptığını hissetti. Etrafında yeni öğrenciler vardı; hepsi bir araya toplanmış, öğretmenlerin konuşmasını bekliyordu. Herkes heyecanlıydı, ama aynı zamanda dikkatli ve meraklıydı. Burada, hem melekler hem de şeytanlar, daha önce hiç olmadığı şekilde bir araya gelmişti. Bu, evrenin dengesini sağlamak için büyük bir adım olacaktı.
Bahçede, uzun masalar ve üzerlerinde altın detaylarla süslü tabaklar yer alıyordu. Çiçekler ve ağaçlar arasında dolaşan ışık, bahçeyi sanki başka bir dünyaya ait bir yer gibi yapıyordu. Öğrenciler, birbirleriyle sessizce konuşuyor, bazıları gergindi, bazıları ise bu yeni dünyada daha önce hiç yaşamadıkları özgürlüğün tadını çıkarıyordu.
Başlangıçta, Melda biraz geride durdu, kalabalığın içinde kaybolmak istiyordu. Ama bir şekilde, içindeki ışık ve karanlık güçler ona bu yerin aslında ait olduğu yer olduğunu fısıldıyordu. Büyük Melek’in kendisine verdiği güvenle birlikte, artık daha fazla yalnız kalmaya karar verdi.
Tam o sırada, okulun büyük kapılarından birisi açıldı ve içeriye baş öğretmen girdi. Görünümü, gökyüzünün ve bulutların birleşiminden oluşan bir siluetti. Kanatları parlıyor, her adımında etrafında ışık yankı yapıyordu. Arkasında ise, diğer öğretmenler ve yöneticiler sırayla yerlerini aldı. Hepsi, ya saf ışıkla dolu ya da karanlıkla harmanlanmış varlıklardı.
Baş öğretmen, ellerini hafifçe havaya kaldırarak öğrencilerin sessizleşmesini sağladı. Ardından, sakin ve derin bir sesle konuşmaya başladı:
“Hoş geldiniz, yeni öğrenciler. Bugün, hem meleklerin hem de şeytanların gücünü birleştirdiği, çok özel bir dönemin başlangıcı. Burada, her birinizin içindeki gücü keşfedecek ve evrenin dengesini nasıl koruyacağınızı öğreneceksiniz. Işık ve karanlık, birbirine zıt olsalar da, her ikisi de önemlidir. Bu okulda, her öğrencinin bir arada yaşaması ve güç dengesini öğrenmesi gerekecek.”
Öğrenciler, bir yandan birbirlerine bakıyor, bir yandan da öğretmenin söylediklerini dikkatle dinliyordu. Öğrencilerin aralarındaki enerjiyi hisseden Melda, içindeki güçlerin nasıl dengeye geleceğini merak etti. Bir anda, baş öğretmen devam etti:
“Bugün, oda arkadaşlarınızın kim olacağını açıklayacağım. Her birinizin yanında bir diğerinin farklı bir yönünü dengelemesi için bir partner seçilecek. Kimi melek, kimi şeytan, ancak önemli olan burada birlikte çalışmayı öğrenmenizdir. Düşmanlık yok, sadece işbirliği ve büyüme…”
Melda, kalbinin hızla çarptığını hissetti. Oda arkadaşının kim olacağı, onun bu okulda nasıl bir deneyim yaşayacağını belirleyecekti. Öğrenciler, birbirlerine bakarak oda arkadaşlarını bekliyordu. Melda ise, içindeki ışıkla karanlık arasında denge kurmaya çalışarak, kimlerin yanında yer alacağına dair hiçbir fikri olmadığını düşündü.
Bir süre sonra, baş öğretmen sırasıyla oda arkadaşlarını açıklamaya başladı. İsimler tek tek duyulurken, Melda her seferinde kalbinin hızla çarptığını hissetti. Bu, okulda nasıl bir yolculuğa çıkacağına dair ilk işaretti. Oda arkadaşı seçimi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir bağ kurma fırsatıydı.
Nihayet sıra Melda’ya geldi. Baş öğretmen, gözlerini onun üzerine odakladı ve gülümsedi:
“Melda, oda arkadaşlarınız… Sude, Lale, Defne ve Selin olacak.”
Melda bu ismi duyduğunda, içindeki ışık ve karanlık güçler bir an için sanki uyandı. Bu dört kız, her biri kendi gücüyle farklı bir dünyayı temsil ediyordu. Sude’nin gölge alevleriyle karanlıkla barışı, Lale’nin buz gücüyle sakinliği, Defne’nin fırtınalarla özgürlüğü, Selin’in zaman ve ses gücüyle de stratejiyle dengeyi sağlayacakları hissetmişti. İlk başta, Melda’nın kafası karışıktı. Tanımadığı bu kızlarla bir arada olmak, ona yeni bir yolculuğun başlangıcı gibi geliyordu. Ancak bir şey kesindi: Bu okulda birlikte yaşamak, hem kendi gücünü hem de başkalarının güçlerini keşfetme fırsatıydı.
İlk başta, Melda’nın zihninde bir dizi soru belirdi. “Bu kızlarla nasıl geçineceğim? Her biri farklı güçlerle geliyor ve bir arada nasıl bir denge kuracağız?” Ama bir şey daha vardı: Bu okul, hem meleklerin hem de şeytanların birlikte var olabileceği bir yerdi ve belki de Melda’nın görevi, karanlıkla barış yapmayı öğrenmekti.
Öğrenciler, oda arkadaşlarıyla buluşmaya başlarken, Melda derin bir nefes aldı. Sude, Lale, Defne ve Selin’in yanında neler olacağını, nasıl bir deneyim yaşayacağını düşündü. Birbirinden farklı güçlerin, birbirlerini tamamlaması gerektiği bu okulda, belki de içindeki dengeyi bulmak için doğru yolda olabilirdi.
Ve okulun ilk günü, Melda için bir dönüm noktasıydı. Hem içindeki gücü, hem de etrafındaki karanlıkla olan bağını keşfedeceği bir yolculuk başlıyordu.
|
0% |