@thelastsona
|
Anıl Bayar. 11 yıldır kendi hayatından bağımsız yaşıyor. Küçükken oyunlar oynamak için heyecanlandığı, can attığı bir kız çocuğu yüzünden kendi hayatından vazgeçti. Henüz 6 yaşlarındaydı o zaman. Kendi mahallesinde koşup oynayan, neşeli bir çocuktu. Ama sonra, annesinin hevesle anlattığı o küçük kız çocuğu ile tanıştı. O gün, evinin üst katına tanışmak için gelen, bir kız çocukları olan çekirdek aile taşınmak üzere evlerinin önüne gelmişti. Nakliye aracı kapının önünde duruyordu. İçinde taşıdığı yükler almak için Anıl'ın babası ve kendisi de dahil olmak üzere eşyaları taşıyorlardı. " Oğlum onu sen alma, o çok ağır. Al bu yastığı götür." diyen küçük kız çocuğunun babasına Anıl şaşkınlıkla baktı. Mavi gözleri onay almak için kendi babasına döndüğünde babası ona gülümsedi. Bu onayı aldığı anlamına geliyordu. Taşımak adına dokunduğu berjerden elini kaldırdı ve üstünde bulunan yastığı kaptığı gibi üçüncü kata çıkmak için yol aldı. Merdivenleri çıkarken çoktan yorulmuştu bile. Üçüncü kata çıkana dek bunu üçüncü kez tekrarladığında elindeki iki yastığı da kenara bırakıyordu ki merdivenin ara boşluğuna düştüler ikisi de. " Yastıklar! Yastıklarım gitti." diye söylene söylene merdivenleri tekrar inerken zemin katın daha da altında olan yastığa ulaşamayacağını o an anladı. Apartmanın en korkutucu yeriydi ona göre bu kat. Karanlık, kasvetli ve ürkütücüydü. Yardım istemek için babasına seslenecekti ki babasının nakliyeci adam ile konuştuğunu gördü. Kızın babası ile çamaşır makinesini taşıyordu. Annesini çağırmak için ikilemde kalsa da onun kalbini dürten bir ses işittiğinde gözleri kocaman açılarak oraya döndü. " Kim var orada? Farecik sen misin? Pisi pisi?" Ses arttı, bir şeylerin kırılma sesi geliyordu. Birinin canın yandığını düşünerek karanlık merdivenlerin ilkini indi. Ses kulaklara zarar verecek türdendi. Giderek ona yaklaşıyorken korku artık tüm bedenindeydi. Zifiri karanlığın sembolü olan oda benzeri yer karanlığa alışan gözlerinden yavaşça görüldü. Ses hala duyuluyordu ama sesi çıkaran kişiyi hala bulamamıştı. Kollarını bir nesneye ya da kişiyi dokunabilmek adına ileri doğru uzattığında, zaten görmediğini bildiği için çevirdiği gözleri ateş rengine yakın kehribar renginde bir gözle karşılaştı. Korkuyla ondan uzaklaştı. Çocuk sesiyle biri gülmeye başladığında bu kişinin apartmana yeni taşınan kız olduğunu anlaması uzun sürmedi. " Sen miydin?" dedi korktuğunu belli etmemeye çalışarak. " Bende canavar bekliyordum." Kız ellerini dudaklarının üstüne kapatarak gülmeye başladığında Anıl konuşması için uzun süre beklemek zorunda kaldı. En sonunda gülüşü bittiğinde ona, " Beni canavar mı sandın? Kırmızı saçlarım ve gözlerim ile annem her zaman canavara benzediğimi söylüyor. Sende öyle mi düşündün?" dedi. Onu görebilmek için adımlar atmaya başladı. Adım seslerini duyar duymaz Anıl geri geri gitti. Belli etmese de ondan korkuyordu. " Hayır, kırmızı saçlarını ve gözlerini görmedim ve eminim ki canavara benzemiyorsundur. Annem buraya taşınan kızın çok güzel olduğunu söyledi. Güzelmişsin." Geriye giden ayakları duvara toslayınca gözleri önce duvarı sonra hala gelmekte olan o kızı gördü. Kalbi hızlanmaya başlayınca neredeyse duvarın içinden geçeceğine kendini inandırmış gibi ayaklarını hareket ettirmeye devam etti. " Güzel olduğunu biliyorsan neden kaçıyorsun benden, yoksa korkuyor musun?" dedikten sonra yeniden o ürkütücü gülüşü göründü. Neredeyse, " Anne," diye ağlayacaktı şimdi. " Senden korkmuyorum. Sadece annem hemen gelmem gerektiğini söylemişti. Onu hatırladım, ve şimdi gidiyorum." diye cümlesini bitirir bitirmez sağa doğru yürümeye başladı. Ancak yürüyüşüne engel olan kızın eli kolunu baskılıyordu. Canın yanması ile arkaya dönen Anıl omzunun üzerinden kıza baktı. Ne istiyordu ki ondan? O sadece normal bir çocuktu. " Korktuğunu söylemekten çekinme. Ben de korkuyorum kendimden. Korkunç görünüyorum, biliyorum. Kimse benimle oynamıyor, sevmiyor beni. Ama böyle olmayı ben istemedim. Annem yaptı her şeyi. Ondan kaç, lütfen annemden kaç. Gözlerine bakma, onu dinleme, duyma. Hatta evinizden taşının. Çok ağlayacaksınız, çok üzüleceksin. Görüyorum hepsini." dediği gibi bedeni yere düştü. Ne yapacağını bilemeyen Anıl koşarak ondan kaçtı. Kalbi son nefesmiş gibi hızla atarken aydınlığa kavuşan gözleri geldiği yolu izledi. Tam o sırada taşıma işini bitirmiş ve eve gitmek üzere olan babası, " Ne yapıyorsun burada evlat? Annenin yanına gittiğini düşünüyordum." dedi, saçlarını da seviyordu o sırada. Anıl endişe içinde ona dönerken onun endişeli gözlerine babası tediginlik ile baktı." Ne oldu? Fare mi gördün? Korkma buradayım ben." diyince dizlerinin üzerine çöküp sarıldı oğluna. " Gidip bir bakayım şu fareye. Hemen dönerim." Oğlunu orada yalnız bırakıp merdivenleri indiğinde telefonundaki fener özelliğinden yararlanarak yolunu aydınlatıyordu. Gözden kayboluncaya kadar yerinde bekleyen Anıl, babasının ona kızacağını düşünerek kaçtı oradan. Gözleri, bu hareketine de kızcağını umarak arkasını dönük ilerlediğinde bedeninden katbekat büyük olan birine çarptı. " Özür dilerim." derken gözleri mahcubiyet ile çarptığı kişiye döneceği sırada kızın annesi ile karşılaştı. Kızın sözleri aklının bir kenarında dönmeye başlayınca gözlerini hemen yere doğru indirdi. Neden ona inandığını, ona inanıp neden kafasını eğdiğini bilmiyordu. Sadece içinde bir yerler canavarların gerçekliğine inanıyordu. Kadın, Anıl'ı görmek için yere çöktüğünde Anıl kafasını çevirdi. " Neden suratıma bakmıyorsun? Komşu sayılırız artık. Konuşmak istemiyor musun benimle?" diye söyleyince, böyle naif sesli birinin canavar olmayacağına kandı ve gözlerini hemen ona çevirdi. Tatlı tatlı gülümserken, " Konuşmayı istiyorum. Gözlerime bir şey kaçtı, onu çıkarıyordum." diye yalan söylerken kadın inançla gülümsedi ona ama tam o an gülümsemesi yüzüne gömüldü. " Elif Hanım! Kızınız... Kızınız yerde yatıyor. Nabzı yok, kalbi atmıyor. Baktım defalarca ama yok." dedi babası ölümün habercisi gibi. O gün babasından nefret etmişti. O gün hayatında birini öldürdüğünü düşündüğü ama bunu kimseye açıklayamadığı tek gündü. Annesi koşarak gitmişti kızının yanına. Sonra dikkatle kafasını çevirmiş ve bilerek Anıl'ın gözlerine bakmıştı. Kırmızıya dönmüş gözler Anıl'ın denizlerine uğrarken sönmeyen bir ateş misali göz bebeklerini ısıttı. Mavilerinde bir ateş harıl harıl yanıyordu. Kızı hastaneye götürdüler, tedaviler hızla uygulandı ama kız öldü. Anıl o sırada evde beklemiş ve tüm gün boyunca televizyon karşında çizgi film izlemişti. İzlediği şeye kahkahalar ile gülmüş, yüzünden bir saniye bile eksik etmemişti gülüşünü. O günün akşamıydı, her şeyin başladığı zaman. Annesinin ikazından sonra yatağına giren Anıl sabahında ölü olarak bulunmuştu. Annesi çok ağlamış, babası çok gözyaşı dökmüştü. Hiçbir hastane bulamamıştı ölüm sebebi. " Bu çocuk niye öldü?" diye sorduklarında ebeveynleri bir cevap alamamışlardı. Evlatlarının öldüğü bu apartmanda daha fazla kalmak istemeyen aile yaklaşık bir hafta içerisinde yeni bir ev bulmuşlardı. Taşınmak için evi toparlarken bir gece evlerine annesinin yakın arkadaşı Fatma geldi. Fatma kapıdan içeri girdiği gibi kapıyı kapattı. Anıl'ın annesi tedirgin olurken Fatma salona girdi. Arkasından biri gelebilirmiş gibi gözlerini kapıya dikmiş, orayı gözlüyordu durmadan. " Fatma ne oldu? Niye kapıya bakıp duruyorsun?" diyince Fatma son bir kez kapıya baktı ve sonra gözlerini arkadaşına çevirdi. " Geçenlerde bir aile taşınmıştı buraya, hatırlıyorsunuz değil mi? Taşındığı gün kızı ölen kadın." dedi bastırarak. " Evet, kadıncağız çok kahroldu. Ee ne olmuş ona?" " Yalanmış hepsi. Kadın şamanlık yapmış zamanında. Kadın kızının öleceğini biliyormuş öncesinde. Kızının öleceğini günü bildiği için hatta ona kimyasal içirmiş. Sonra karanlıkta beklemesini söylemiş kızına. Kızcağız da bizim alt kata gitmiş. Orada o kadın yüzünden ölmüş." dedi hala korktuğunu belli eden sesiyle. Kadının gelip ona da gelecek hakkında kötü konuşacağını düşünüyordu. İçi içini yiyordu. " Emin misin Fatma? Anıl da oradaymış o gün. Oğlum o gece öldü benim. O kadının kızı yüzünden öldü! Anıl'a dokunduysa kimyasalı bulaştırmıştır ona. Biz neden bu eve geldik Aslan? Neden başımıza böyle şeyler geliyor." demesinin ardından iş işten geçmiş ve çoktan oğullarını kaybetmiştiler. Kimse bilmese de aslında o gün kızının başka bir hayata yeniden doğabilmesi için ona Manevi Arabuluculuk denilen bir yönetimi uygulamıştı. Bu yöntem ruhlar ve insanlar arasındaki bir köprüyü oluşturuyordu. Bu yönetimi gerçekleştirirken odasında yüksek sesle davul çalmıştı. Annesi kızı öldüğünde ağlamıştı ama eve gittiğinde tıpkı bir psikopat gibi kahkahalar atmıştı. Çünkü kızına uyguladığı bu yöntem başarılı olmuştu. Ancak başarıya ulaşan tek kişi kızı değildi. Bu kehanet o gece Anıl da o kızla beraber öldürmüştü.
|
0% |