4. Bölüm

Sıradaki Kurban

Sona Kuş
thelastsona

Nefes Alaçan... Kimdi bu kız? Hayatımın üçüncü haftasında olmama rağmen onu görmediğim, tanımadığım bu kız neden küçük defterimin arasına sıkışıp kalmıştı? Benim için özel bir kurban mıydı? İlk kurbanım olma ihtimali de vardı.

 

Sorularıma gelmesi gereken cevaplar yine ben de saklı olduğu için kimseye soramadım. Kendim bulmalıydım bu kişiyi, ya da o gelip beni bulmalıydı. Yürümeye yeniden başladığımda resmi gördüğünden beridir yanımdan ayrılan Seher de önümde yerini aldı. İki dakika sonra insanların gelmeye lüzum görmediği boş bir alana geldik. Yerler taşlardan oluşuyordu. Kenarda son soluklarını vermiş olan çiçekler acınası görünüyordu. Çimenler bile bu bahar havasına rağmen yeşilini koruyamamıştı. Bu boş alana geldiğim ilk andan beridir gözüme karanlık perdeler iniyordu. Gözlerimi kapatınca da kırmızılar eşlik ediyordu gözlerime. Engel olamadığım kötü bir çekim vardı.

 

Bizi bekleyen tek bir kişi vardı. Orta boylu, kısa siyah saçları olan ve beklemekten sıkıldığını belli eden davranışlarıyla, bu kişi gözüme oldukça masum göründü. Seher çocuğun yanına gittiğinde çocuk kollarını açmıştı ona sarılması için ama Seher karşına geçip oturdu. Kolları hava da bekleyen çocuğa ben de yanaşmadım ve Seher'in yanına oturdum. Çocuk ayakta beklerken gözlerini devirdi. " Ne kadar sevecen insanlarsınız ya." Hemen altında olan yüksek kaldırıma oturunca arkadaşları olarak bize alınmış gibi, " Arkanızdaki duvarla mı konuşuyorum yoksa sizinle mi konuşuyorum, bazen bende algılamıyorum!" derken sitemlerini oldukça haklı buldum. Çünkü ona bakmıyorduk bile. Ben Seher'e güvenerek önce onun konuşmasını beklerken, Seher çocuğun gürültüsünden rahatsız olmuş gibi, " Bitti mi? Kulağım olduğu halini yitirmek üzere neredeyse. Buğracığım acaba sen konuşmak yerine sadece eylem mi yapsan? Öyle daha bi' çekilir hale geliyorsun." dedi.

 

Buğra bu sözlere karşı susarken Seher rahat bir nefes aldığını belli eder gibi derin bir nefes aldı. Seher ile anlaşan bir erkek yoktu galiba. O an herkes susmaya yemin etmişken, " Bu ay seçilecek kişiyi bu akşam size ileteceğim." dedim asıl konuya gelirken. İkisi de kafasını sallarken, " Ben bu ay Eda'nın olmasını istiyorum. Umarım o olur." diyen Seher'e karşı, Buğra, " Bence gayet tatlı bir kız. Neden o olsun ki? Anıl'ın onu seçeceğini düşünmüyorum açıkçası. Bence bu ay Efe seçilmeli. Grubun toplantılarını kaçırdığı için en çok o hak ediyor." dedi, küçük bir sırıtmayı dudaklarına ekledi.

 

Yakın arkadaşıma söylenen sözleri kabullenemiyordum. Sanki onun adına söylenen her söz bana söylenmiş gibi geliyordu. " Belki de sen olursun bu ay, kimbilir." Buğra dudaklarını kapatırken bu sefer sırıtan kişi Seher oldu. Buğra grubumuzun alt tabakası olduğunu her hareketi ile belli ediyordu. Bizim sözlerimize göre hareket ediyor ve davranıyordu. Grubun her şeyini ona yaptırmak için onu bu gruba almıştık sanırım. Sus diyince susuyor, yap diyince yapıyordu. Az önce Seher'in bize kahve getirmesi gerektiğini söylediğinde bile anında kabul etti ve koşarak yanımızdan ayrıldı.

 

" Eda'yı seçeceğini tahmin edebiliyorum ama sana onunla ilgili bir şey söylemem lazım Anıl. " Seher bana döndüğünde dikkatle onu dinliyordum. " Eda, Nefes'in en yakın arkadaşı. Eğer onu es geçmek istersen seni anlarım. Başka biri-" diye sözlerine devam edecekken onu durdurdum. " Onu istiyorum. O olacak."

 

Seher gözlerini açmış beni izliyorken doğru bir karar verdiğimden emindim. Çünkü aradığım Nefes'in, arkadaşı yüzünden er ya da geç karşıma çıkacağından emindim. Bunu elinde kahveler ile gelen Buğra'ya da söylediğimde elindeki kahveleri yere düşürmüştü. " Emin misin Anıl? Efe'ye söylediğinde tüm okul bunu öğrenecek. Nefes yurtdışında şu an, kıza da müdahale bile edemez. Eğlenceli aslında ama aynı zamanda korkutucu."

 

Bu kadar eğlenceli olanın ne olduğunu bende merak ediyordum. Öğrenmek istiyor ve bu aptal oyunu devam ettirmem gerekiyor mu yoksa bitirmem gerekiyor mu bilmem gerekiyordu. Toplantımız sona erdiğinde herkes kendi sınıfına girdi. Efe'nin yanına oturduğum o ilk anda söyledim ona ismini. " Ne?!" diye büyük bir tepki verdiğinde öğretmen de dahil olmak üzere herkes bize baktı. Herkese onun deli olduğunu belli eden bir bakış attığımda öğretmenimiz kitap okuma işine, öğrenciler de ders çalışma işine geri döndü. " Ben Aslı'yı yaparsın diye düşünüyordum. Kız tüm ay boyunca burnumuzdan getirdi. Eda'yı yapacağını hiç tahmin etmiyordum ama madem bir karar verdin, buna saygı duyacağım. Hırkasını spor kıyafetlerinin olduğu yere bırakırım."

 

O gün bu konuşmanın ardından bu oyun benzeri şey hakkında bir kez daha konuşmadık. Okul öylesine suskundu ki herkes yarın belirlenecek ismi bekliyordu sanki. Gözler Efe ile benim aramda dönüp duruyor, türlü konuşmalar beraberinde geliyor. Okulumun gerçekte nasıl bir yer olduğunu az çok anlamıştım bu sayede.

 

Gece olduğunda eve gitmek için Başak ile aynı otobüse binmek zorunda kaldım. Bir türlü susmak bilmedi ve tüm yol boyunca bana kimi seçeceğimi sorup durdu. Aslında onu seçmem gerekiyordu. Tam yanımda hâlihazırda, beni rahatsız eden bir kurban duruyordu işte. Ne diye elin kızına bulaşıyordum ki.

 

Otobüs evime gelince hızla duraktan ayrıldım. Evi benden farklı yerde olan Başak, sesini de yanında götürürken derin bir nefesi içime çektim. Sessizliği özleyeceğimi hiç düşünmezdim ama insan özlüyor; sessizliği, durgunluğu, bilinmezliği, düşünmemeyi...

 

Kulaklığım kulaklarımda yerini almışken küçük defteri tekrar elime aldım. İçindeki maddeleri tekrar göz gezdirdiğimde bir maddenin kurucular üzerine olduğunu gördüm. " Onaltıncı madde: Seçilen kişiye karşı merhamet gösteren kurucular seçilen kişi ile beraber aynı zulmü görecektir." yazıyordu. Kurşun kalemle altı da çizilmişti. Bu defter bana ait olduğuna göre kendime hatırlatmak adına tükenmez kalemle yazılan yerin altını kurşun kalemle ben çizmiştim, hem de birkaç kez.

 

Maddeler sona erdiğinde sabah resmini gördüğüm kıza tekrar baktım. Uzaktan izlediği birini çizmişti bu bedendeki Anıl. Sıradaki kurbanını mı hazırlıyordu acaba? Olabilirdi ancak bu resimden başka kimsenin resmi çizilmemişti. Kimsenin ismi de büyük harflerle eklenmemişti bu deftere. Kurbanların isimleri tek tek not alınmıştı ama sırayla ve küçük harflerle yazılmıştı. Listenin sonunda ise Eda Başaran vardı. Bu bedendeki Anıl da benim seçtiğim gibi o kızı seçmişti. Sanırım doğru bir karar vermiştim.

 

Defteri okumaya daldığımda evin kapısına çoktan gelmiştim. Sırt çantamın küçük cebinde yer alan anahtarı çıkarıp deliğine soktuğumda evin karanlık oluşu beklediğim bir şeydi. Çünkü babam sadece akşamları taksiye çıkıyordu. Annem ise hastanedeydi. Yani okuldan geldiğimde evde kimseyi bulamıyordum. Canım hazır erişte yemek istediği için çantamı bırakır bırakmaz su ısıtıcısına su koyup yaktım. O kaynamaya başlarken ben de üzerimi değiştirdim. Yorucu bir gün geçirmiştim ve biraz yemek yiyip hemen uyumak, dinlenmek istiyordum.

 

Suyun başına geçtiğimde biraz telefonumu kurcaladım. Yüklediğim uygulamalara, telefonda kayıtlı olan kişilere, ne mesajlar attığıma gibi şeyler ile uğraşmaktaydım. Gereksiz hiçbir uygulamanın olmadığı tertemiz telefonum gayet iyi görünüyordu. Mesajların derinlerine indiğimde sadece numarası ile kayıtlı olan biriyle karşılaştım. Parmağım numaraya tıklarken merakla açılmasını bekliyordum. Bu his çok garipti. Başka birinin telefonunu karıştırıyordum ve girdiğim her yerde onun özeli saydığı bir şeyle karşılaşıyordum. Onun telefonunu kullanıyor, onun yatağında yatıyordum ayrıca arkadaşları da beni daha bu hayata yeni girmişken bile seviyordu. Hali hazırda bu hayatı sevdim.

 

Mesaj sayfası kasmaktan neredeyse elimde patlayacak olan telefondan ancak açıldı. Mesaj atan ilk kişi ben olmuşum.

 

" Gideceğini biliyordum. Korkaksın."

 

" Böyle bir yaşama kurban gitmektense korkak olmayı tercih ederim."

 

Ve bir daha da kimse mesaj atmamış. Konuşmamız iki mesaj ile sona ermişti. Kim olduğunu araştırmak için telefonla daha fazla ilgilenecektim ama suyun kaynama sesi geldiği için gözlerimi oraya çevirdim ve bir daha bakmayacağımı bilerek telefonu koltuğa fırlattım. Erişteyi ambalajından kurtarıp küçük tencerenin içine koydum. İçinden çıkan baharatları da ekledim ve suyu üzerine boşalttım. Eriştelerin dinlenmesini, pişmesini beklerken odama gidip gitarımı getirdim.

 

Gitar çalmak benim için bir tutkuydu. Hayallerimin en başında yer alıyordu. Öyle çok seviyordum ki bu gitarı, elimden asla düşürmek istemiyordum. Herkese ne kadar iyi gitar çalabildiğimi göstermek istiyordum. Bu bedene girip 18 yaşında olduğumu öğrenir öğrenmez aileme bana bir gitar almalarını söyledim. Henüz onları tanımıyorken bile oğullarını kırmayarak bana bu gitarı aldılar. Kırmızı çizgilerle dizayn edilmiş, simsiyah bir gitardı. Tel kısımlarındaki parlaklık ışıl ışıl görünüyordu. Aldığım pena da ise ismimin baş harfi yer alıyordu. Böyle bir güzelliğe aşık olmaktan başka seçeneğim yoktu. Ben de öyle yaptım.

 

Penayı tellere değdirince çıkan hoş nida beni gülümsetti. Heyecan tüm bedenime işlerken gitarı özenle bir kenara bıraktım ve hızlıca yemeğimi yedim. Gitar karşımdayken, sanki karşımda bir sanat eseri varmış gibi onu gülümseyerek seyrediyordum. Yemeğim sona erdiğinde tabakları makineye yerleştirdim. Hemen gitarımın başına geçerken sessiz bir tıngırtıyı kulaklarıma bahşettim. Ne çaldığımı bilmiyordum açıkçası ama hangi tele dokunursam dokunayım güzel sesler çıkıyordu. Ellerim kulaklarıma hizmet ederken koltuğa yaslandım. Yorgunluğum kendini gösterir gibi uykumu baskılarken çalmaya devam ettim. Tek bir notadan başkasına gitmeye erinen parmaklarım, ben uyuyana kadar aynı besteyi bana iletti. La, La, La...

 

Gece o şekilde uyuyunca bir şekilde koltuğa boylu boyunca uzanır hale gelmiştim. Üzerimde ise ince bir battaniye vardı. Babam eve uğramış ve beni öyle görünce bana kıyamamıştı. Üzerimdeki battaniyeyi vücudumdan çektim. Ayağa kalkmaya çalışırken hem etrafı kolaçan ediyor hem de gözlerimi açmaya çalışıyordum.

 

" Baba hala evde misin?" diye seslendim ancak cevap veren olmadı. Ayağa kalkıp yürümeye başladığımda duştan gelen su sesi sayesinde babamın odasına gitmek yerine kendi odama yöneldim. Okul kıyafetlerimi aynı düzensizliği ve kirliliği ile tekrar giyerken aynadan kendime bakıp bozuk saçlarıma düzen vermeden çıktım odamdan. Üzerimde büyük bir yük varmış gibi yorgun hissediyordum kendimi bugün. Saçlarımı dünkü heyecanım ile düzenleyecek halim bile yoktu.

 

Odadan çıkmamla beraber babamı bornozuyla banyodan çıkarken gördüm. " Günaydın paşam. Dün gece ne yaşadıysanız artık koltukta uyuya kalmışsınız." Babam bozuk saçlarımı daha karıştırırken giyinmek adına odasına girdi. Saçlarımın halinin artık kabul edilebilir bir bozukluk olmadığı fark edince banyoya girip aynadan kendime bakarak onları bir düzene sokmaya çalıştım. Bu sırada bana yardımcı olan saç spreyi ve saç kurutma makinesi günün kurtarıcılarıydı. Fazla oyalandığımı fark etmeden saçlarımla ilgilenmeye devam ederken babamın, " Anlaşıldı, masaya para bırakıyorum. Kızı güzel yerlere götür, güzel davranmayı da unutma." cümleleri ile olduğum hali bıraktım. Bana kaşlarını imayla kaldırdı ve, " Hadi ben gideyim artık. Görüşürüz evlat." dedi.

 

O yürümeye başlayınca ben de arkasından yürüdüm. " Bu gece eve erken gelemez misin? Sana bir şey göstermek istiyorum." Güzel gitar çaldığımı ona da göstermek istiyordum ama hep meşgul olduğu için ona bunu asla göstereme fırsatım olmamıştı. Belki benim için işinden yarım günlüğüne izin alabilirdi.

 

" Meşgul olduğumu biliyorsun Anıl. Daha sonra gösterirsin, olmaz mı? Şimdi gitmem gerekiyor." diyerek kaçar gibi çıktı evden. Olduğum yerde saniyeler boyunca durduktan sonra okula geç kalacağımı fark ettim. Koşarak içinde temel ihtiyaç ve isteklerim dışında hiçbir şey koymadığım çantamı alarak evden çıktım. Sabah geç kalktığım için bugün annemi de görmeye gidemeyeceğim. Aslında bu da bir bahaneydi. Sadece okulda neler olacağını görmek istiyordum.

 

Evden çıktığım gibi tüm yolu da koşarak geldim. Bu kez otobüse yetiştiğimde kendimle gurur duyarak kartı bastım. İçeri girdiğimde beni görüp gülen tek kişi elbette ki Başak'tı. Yüzümdeki tuhaf gülümsemeyi tutamadığım için bende ona gülümsüyor gibi göründüm. O telefonuna bakmaya koyulmuşken tıka basa dolu olan otobüste bir iki adım ilerlemeye çalıştım. Eski olduğum yerden daha da kötü bir alana gelirken insanların söylenmeleri ile olduğum yerde kaldım. Buna rağmen yol boyunca keyfimi bozmadan durdum.

 

Okul durağı görünür hale geldiğinde elimin yetişmediği düğmeye bizimle aynı formayı giyen biri bastı. Heyecanla inmeyi beklerken telefonum çaldı. Otobüs kapısı açıldığında öğrenci yığının arasında çıktım ve telefonu öyle açabildim. " Hep geç kalıyorsun! Bir kere de şu okula saatinde gelsen şaşırım." diye bana bağıran kişi Efe'ydi.

 

" Ama bu kez düne göre daha erken geldim. Bence beni tebrik etmelisin. Büyük gelişmeler gösteriyorum." Koşarak, öğrencileri ezerek okula girdiğimde sınıfa doğru yöneldim ama Efe, " Depodayım, çabuk gel." dedi. Evet, büyük bir sorunumuz var. Deponun nerede olduğunu bilmiyorum. Tam kendi kendime nasıl gideceğim hakkında kafa yorarken her deponun genelde zemin katta olduğu düşüncesi ile aniden yürümeye başladım. Tam o sırada biri omzuna elini attı. Gözlerimi çevirdiğimde gözlerimin gördüğü tek kişi Seher oldu.

 

" Böyle karanlık yerlere tek başına gitme. Ablanı neden çağırmadın bakayım sen?" diye konuşurken abla diye nitelendirdiği kişinin kendisi olması gülmeme sebep oldu. Ona cevap vermeden önce omzumda olan kolunu ittim. Omzum üstündeki ağırlığı bırakınca sakin bir dille, " Abla mı? Boyu böyle kısa olan abla mı olurmuş? Sen git, Buğra'nın ablası falan ol. Kardeşin sayılır zaten." dediğimde bana gözlerini devirip depoya doğru yürüdü. Tahmin ettiğim gibi depo zemin kattaydı. Sadece biraz daha yürümem yeterliymiş aslında bulmama.

 

Depoya ulaştığımızda Efe bir şeyler kafasını meşgul ediyor gibi sağa sola yürüyordu. Önünde ise bir sandalye vardı, sandalyenin üzerinde de bahsettikleri hırkadan. Gözlerim hırkadan Efe'ye dönerken Efe'nin kafa meşguliyetini anladım. Lakin onu anlayan tek kişi ben değildim. Seher de anlamıştı ve hatta ilk konuşan kişi de o olmuştu.

 

" Beceremedin değil mi yine? Şu hırkayı koymak ne kadar zor olabilir ya? Bunu gruptan atsak mı?" diye bana soru yöneltince onu dinlemedim çünkü sebebin bu olmadığını biliyordum. Efe'nin beceriksizliğinden değildi bu hırkanın burada oluşu, seçilen kızın olmayışındandı. " Gitti, değil mi?" dedim, onun durgun bakışlarına karşı. Seher de kafasını ona çevirdiğinde Efe kafasını usulca salladı.

 

" Korkak! Sanki yiyeceğiz onu. Alt tarafı bir ay eğleneceğiz diye okulu bırakmış. Aptal!"

 

" Yeter! Kes sesini artık! Çok istiyorsan seçilen sen ol. Alt tarafı bir ay eğleneceğiz sonuçta. O bir ay boyunca da seni elimden düşürmeyeceğime emin olabilirsin. Zevkle eğlenirim seninle."

 

Seher korkuyla arkama saklanırken kafasını hafifçe açığa çıkardı ve, " Aptalsın, ayrıca en büyük korkak sensin." dedi. Efe sinirliydi, burun deliklerinden ateş fışkırıyordu adeta. Seher'i daha fazla kırmak istemediğinden depodan çıktı. Seher sanki hiç arkama saklanmamış gibi saçlarını düzelterek arkamdan ayrıldığında arkamı döndüm. " Ne?" dedi. " O gerçek bir korkak. Bunu duyması gerekiyordu, ben de söyledim."

 

Şu kızın akıllanacağı bir anı ben de görmek istiyordum bir gün. İkisinin iyi anlaştığı anları görmek, sadece rüyadan ibaret olurdu değil mi? Depodan çıkmak için yürüdüğümüzde Seher yoldaki mermerleri sayıyordu. " Otuz üç, otuz dört, otuz beş, otuz altı..."

 

Onun gürültüsünden kurtulup açığa çıktığımızda Efe'nin deponun kapısından dahi çıkmadığını gördük. Seher yine tam konuşmaya başlayacaktı ki ağzını kapattım. Çünkü tüm insanlar dışarıda bizim çıkmamızı bekliyor gibi deponun önündeydi. Eskiden saatin var olduğunu bildiğim duvara biri kırmızı boya ile çarpı işareti koymuştu. Çarpı işaretinin içerisinde de Efe Duman yazıyordu.

 

İnsanlar Efe'ye bir çöpmüş gibi bakarken Efe'yi korumak adına onun önüne geçtim ama Efe, " Yapma..." dedi. " Sıra ben de. Bırak istediklerini yapsınlar. Eninde sonunda bu başımıza gelecekti Anıl, biliyorduk. " Depodan Seher'in getirdiği hırkayı aldı. Kendi ceketini çıkarırken Seher onu dikkatle izliyordu. Ceketini Seher'e verdi ve hırkayı giydi. Gururla kalabalığın içine yürürken kalabalığın yapacaklarından habersiz bir şekilde konuştu.

 

" Ben Efe Duman, bu ay beni seçtiniz. Size hak veriyorum. Yaşa

ttılarımızı bizim de yaşamamız gerekiyordu ama şunu da bilin, bu günden sonra size bir gram merhamet gösterilmeyecek. Cehenneme kadar yolunuz var!"

 

 

 

Bölüm : 23.11.2024 14:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...