@themoledro
|
1.Bölüm Gidene mi zor kalana mı zor derdik hep ne gidene zordu ne de kalana kaybedene zordu. Canından kanından insanları, ailesi kaybedene, biranda bütün dünyası altüst olana koca dünyada bir başına kalana zordu. Bana zordu... Hayat evimizin iki yanındaki yokuşlar gibi derdi annem. Birinden zorlukla çıkar diğerinde salına salına keyifle inersin derdi. Çıkarken ne kadar çok zorlanırsak inerken o kadar keyif alacağımızdan da bahsederdi. Onlar beni bırakıp gittiğinden beri ben bu yokuşu ikinci defa çıkıyordum. İlkinde daha reşit bile değildim. Halamlarla beraber eşyalarımı toplamak için evime gidiyorduk üstüm başım toprak içindeydi. O güne dair hatırladığım sayılı andan biriydi bu. İşte hayatımın dönüm noktası buydu. En büyük keşkeklerim en büyük acılarımın özlemlerimin olduğu gün bu gündü. Saten hayatta bana o günden sonra uzun bir süre hep yokuş yukarı oldu. İnişlerden hiç keyif almamıştım. Başta o yokuşları tırmanmak dahi istemedim sonrasında ise çok şey değişti hayatımda ben yeniden o yokuşları tırmana bileceğimi anladım. Belki bebek adımlarıyla ama yine de o yokuşları tırmanılamaya başladım. Tabı bu sırada çokça da düştüm. Dizlerim kanadı. Tekrar kalkmaya çalıştım. Kalktım. Yoruldum demedim, diyemedim. Yola devam ettim. Şimdi ise ilk defa yoruldum demek geliyor içimden. Korkuyorum. İçten içe biliyorum hiç bir şey bıraktığım gibi olmayacak ama olsun da istiyorum. Tekrar şu yokuştan aşağı bisikletlerle inelim, mahalledeki ağaçlardan elma toplayalım, sıcaktan bunalıp birbirimizi ıslatalım istiyorum. Özgür’ü bıraktığım gibi, kalbimde sakladığım gibi bulmak istiyorum. Ayaklarım geri gide gide elimde giderken yanımda götürdüğüm valiz gibi bir valizle istemeye istemeye tırmanıyorum o yokuşu. Bir an hiç bitmeyecek gibi gelse de sonunda bitiyor. Tepeye ulaşıyorum. Bakışlarımı çevremde gezdiriyorum. Gözlerim tanıdık evleri gördükçe doluyor. Gözyaşlarımı zor tutuyorum derin nefeslerle kendi evime doğru ilerliyorum. Ne çok şey değişmişti. Bir o kadar da her şey aynıydı. Aynı ama eksik ve buruktu. Yıllar sonra evime döndüm. On yılın özlemi, yalnızlığı, acısı ile döndüm. Evim demek garipti. On yıl boyunca hiç bir zaman evde kalıyor gibi hissetmemiştim ama şu mahalleye girdiğim andan evimi gördüğüm andan beri evdeydim. Evimdeydim. Yıllar evime iyi davranmamıştı. Babam ile beraber seçtiğimiz mavi boyası güneşten solmuş yer yer dökülmüştü. Bahçemize annemin eli değmediği çok belliydi. Onun yokluğunda çiçeklerde küsmüş bahçemizi renklendirmemişti. Ağaçlar budanmamıştı. Her defasında temizlerken lanetler ettiğim yabani otlar bahçenin her yanını sarmıştı. Benim evimdi, ama değil gibiydi de. Annem evi yaşatan içindeki insandır derdi. Öyleydi gerçekten. Evler içinde birileri yaşadığı sürece yaşıyorlardı. İçinde kimse yokken onlarda hayata küsüp eskiyorlardı. On sene sadece dile kolaydı. Kalana da bekleyene de zordu. Evime de bana da zor gelmişti. Dönmüştüm artık ben evimi eski haline getirecektim o de benim anılarımı hatırlatacak bir nebzede olsa yaşanmışlıklarla yalnızlığımı dindirecekti. Uzun bir süre evi izledim. Gözlerim çocukluğuma değdi. Çocuk Gülce arkadaşlarıyla ip atlıyordu. Saklambaç , futbol, elim sende onuyordu bu bahçede. Bahçe duvarlarına tırmanıp meyve tonluyordu sonra düşüyordu ve hemen yanı başındaki Özgür kanayan dizini temizleyerek sürekli yanında taşıdığı yara bantlarından birini küçük Gülce’nin dizine yapıştırıyordu. Sonra ikisi meyvelerini yiyorlardı. Bahçesinde kamp kuruyorlardı ama her seferinde Gülce’nin odasında uyanıyorlardı.... Özgür’ün aklıma düşmesiyle elim boynuma gitti. Kolyem hala ilk günkü yerineydi. On senedir hiç değişmeyen tek şey belki de buydu. Özgürün lise mezuniyetimizde bana hediye ettiği lotus çiçekli kolyem. Bu kolyeyi takarken yeni başlangıçlara demişti. Mezuniyetten sonra konuşmamamız gereken önemli bir konu olduğunu söylemişti ama biz asla konuşamamıştık. Çünkü ben gitmiştim. Daha doğrusu gitmek zorunda kalmıştım. Elim boynumdayken dudaklarım iki yana kıvrılırken arkamı dönüp karşıdaki eve baktım. O da değimişti. Yeşildi eskiden rengi. Aynı gözlerim gibiydi. Ama şimdi benim hiç sevmediğim bir kırmızıya boyanmıştı. Bahçe de ki ağaçları büyümüş hatta bazılarının yerine yenileri eklenmişti. Farklıydı. Eskisi gibi değildi. Gülümsemem buruklaşırken bakışlarım tekrar evime döndü. Özlemiştim. Hem de çok özlemiştim... Burada doğmuştum. İlk bu evde konuşmuştum. İlk bu evde yürüyüp kolmuşum. Ödevlerimi yapmamak için ilk bu bahçede ağlamıştım. İlk defa bu bahçede aşık olduğumun farkına varmıştım. Her şey di bu ev. Annemdi babamdı arkadaşlarımdı Özgürdü... Gözyaşlarım iyice beni zorlarken duyduğum çocuk sesiyle bakışlarımı evden çektim. Diğer yokuştan bir çocuk yukarı tırmanmış bu tarafa doğru koşuyordu. Üç dört yaşlarındaydı. Koşarken bir yandan da “Baba sini geçtim. Yarışı ben kazandım. ”diye bağırıyordu. Tatlıydı hem de fazlasıyla tatlıydı. Anlına dökülen kahverengi saçlarını elini tersiyle geriye itekleyip terini sildi. Yanaklarını şişirerek derince nefes aldı. Sonra kocaman gülümsedi. Dudaklarındaki gülümseme mavi gözlerine yansıdı. Ufaklığın bu tatlı halini izlerken çok tanıdık geldiğini fark ettim. Bu tanımışlık hali bana çok tuhaf hissettirdi. Bu sırada ufaklık bakışlarını arkasına çevirip babasını kontrol etti. Babası ile arasında ki mesafe arttıkça da yüzündeki tebessüm derinleşip gamzelerini daha çok ortaya çıkarıyordu. Ben küçük çocuğun sevimli hallerini izlerken arkasından nefes nefese gelen babası “ Avans verdim koçum ondan.” diye gülümseyen sesiyle oğluna cevap verdi. Bu ses de tanıdıktı. Hatta daha öte bu ses özlediğim bir sesti. Kim olduğunu bilmeme rağmen sanki beynim bunu kendine itiraf etmek istemiyor gibiydi. Oydu biliyordum. Özgürdü bu sesin sahibi. Değişmişti. Boyu sanki biraz daha uzamıştı. Artık sakalları vardı. Lisedeyken derdi saten hep sakal bırakacağım diye. Çok yakışmıştı sakal ona. Saçları son hatırladığımdan daha kısa ve daha topluydu. Yüzünde yılların olgunluğu vardı. Hatta gözlerinin kenarlarında bir kaç çizgi oluşmuştu. Değişmişti. Değişmek fazlasıyla yakışmıştı ona. Değişmeyen sadece iki şey vardı. Bir okyanus mavisi gözleri bir de gülümsemesi hiç değişmemişti. Gözleri hala aynı bakıyordu. Duyguları gözlerinden okunuyordu. Şu anda mutluydu. Gülümsemesi ise hala aynı gamzeleri oluşturacak kadar derindi. Hayran olunasıydı. Hasrettim yıllardır bu gözleri bu gülüşe. İyi ki dedim içimden iyiki değişmemişler. Benim onu uzunca izlerken o da bir anda mavilerini bana çevirdi. Mavileri yeşillerime değdiği ana bir şey oldu. Anlamlandıramadığım bir şey. Elektrik çarpmış gibi saçımdan tırnağımın ucuna kadar titredim. Kalbim maraton koşmuşçasına hızlandı. Suyun altında boğuluyormuş gibi hissettim nefesim kesildi. O ise olduğu yere adımları çakılı kaldı. Mavilerini yeşillerime sabitledi. Uzunca sadece birbirimizin gözlerine baktık. O an çok şey gördüm o gözlerde. Özlem , öfke, korku, sevgi... Sonra mavileri bavuluma değdi. Kaşlarını çattı. Mavileri yeşillerime baktı. Mavileri sanki titriyordu. Şaşkın ve sinirli gibiydi. Bir şeyleri sorguluyordu. Gözlerindeki ifadeyi bu sefer anlamlamadım. Anlamlandıramadım. Biz uzun bir süre bir birimize bakarken ufaklığın tekrar babasına seslenen sesi duyuldu. “Baba bak karşı eve biri taşınıyor.” Özgür bendeki bakışlarını çekerek ufaklığa baktı. Sonra mavileri çok kısa bir süreliğine bana değdi ve tekrar ufaklığa baktı. Ardından büyük adımlarla küçük çocuğun yanına giderek elini tutu. Ben hala onun görmenin şaşkınlığını yaşarken Özgür “Hadi babacım eve gidelim terlisin hasta olacaksın.” dedi. Ve küçük çocukla karşıdaki eve yürüdüler. Ben bana tepkisiz kalan Özgüre doğru bir adım atacakken onun .elinden tutup oğlum dediği çocuk ile karşı eve gitmesiyle duraksadım. Gözlerimde biriken damlalardan biri aktı. Ülkeme, evime dönerken beni ne beklediğini biliyordum. Neyle karşılaşacağıma dair tek bir fikrim dahi yoktu. Ama içten içe de Özgür ve yakın arkadaşlarımın bana bu şekilde arkalarını dönmelerinden korkuyordum. Hatta o kadar korkuyordum ki bir ara karşılaşmamak için dua etmiştim. Ancak uçaktan indiğim andan itibaren içimde tuhaf bir his kaplamıştı. Her birini görmeyi çok istiyordum. Heyecanlıydım. Hepsine tek tek sarılmak istiyordum. Sanki araya hiç on sene girmemiş gibi tatilden dönmüşüz gibi parkta buluşup çekirdek kola yapalım istiyordum. O an sadece bir merhaba bile yeterdi bana sadece bu şekilde arkasını dönmeseydi keşke. Ama ben yapmıştım bunu. Aramışlardı beni. Hele o defalarca kez aramıştı açmamıştım istememiştim konuşmak. Acımı bu azaltır sanmıştım. Ama azaltmamıştı geçirmemişti. Tabı bu sırada onunda, onlarıda çok kırmıştım belli ki. Peki bir merhaba demeyecek kadar büyük müydü bu kırgınlık? Bu kadar çok mu yaralamıştım onu? Bu kadar çok mu kırmıştım kalbimi? Onun kalbindeki yara benimkinden daha mı derindeydi? İlk gözyaşından sonra hep devamı gelirdi. Bu seferde geldi. Uzun zamandır tutuğum yaşlar ardı sıra akmaya başladılar. Yönümü kendi evime çevirirken gözyaşlarım artık durmaz bir haldeydi. Evimi görmemle aklıma yeni bir düşünce vardı. Ya annem ve babam da bana kırgınsa ya onlarıda üzdüysem gidipte gelmeyerek. Yapamadım. Aklımda ki bu düşüncelerle evime giremedim. Evimden bir kez daha gittim... 💚💙💚💙💚💙 Ve bittiii. Wattpad kapanmasından sonra buraya geçiş yaptım umarım yazdıklarımı beğenmiştirsiniz. Kendimi geliştirmem için yorum yaparak fikirlerinizi belirtirseniz çok sevinirim. Seviliyorsunuz. Hoşçakalın... |
0% |