SİYAH GECE
YILDIZLAR.
BİR YIL ÖNCE.
“Korkuyorum Alp!“ Dedim titreyen sesimle umursamadan keyif aldığını her halinden belli ediyordu. “Alp!” dedim yüksek sesle. Müziğin son ses sesiyle benim sesimin aynı seviyede olması hâlini ortaya koyuyordu. Ana yoldan ayrıldığında yüreğim ağzıma geldi o an ne yapacağını hiç bilmiyordum sarhoştu kendinde değildi bunları göze alarak onun aracına bindim. Bir kaç saniye sonra benim gibi bağırdı. Neşeli sesle, “Korkma güzelim…” dedi şaşkın yüz ifademle ona bakarken kendini kaybetmiş avazı çıktığı kadar eğlenceli şarkılar geveliyordu dudaklarının arasında. Kendimi araçtan dışarı atacaktım bir kaç saniye içinde emniyet kemerimi açtığımda Alp anlamış gibi “saçmalama!” dedi artık çok geçti dikkat dağınıklığı yola fırlayan hayvana çarpa bilirdi “Alp önüne bak! dedim avazım çıktığı kadar bunun aksine kontrolü eline alarak sağ yöne saptı. Çığlığım müziğin sesini bastırırken nefesimi hızlı alıp vermeye başladım. “Alp!” ve o bir kaç saniye içinde hayatımızı cehenneme çevirdi direksiyon hakimiyetini kaybederek, bulunduğumuz noktadan az ileride duran bir uçurum karşıladı. Alp “sikeyim hayır!” “ALP!” dedim bir kez daha artık aracı kontrol edemiyordu araç bizi kontrol altına almışcasına dereden yuvarlandı sürüklenerek tekerleğin patlama sesiyle kafamın arac kapısına çarpması bir oldu daha sonra ikimizde ileri geri çarparak beyin sarsıntısı geçirdik durmak bilmeyen kuşların bile ağaçlardan kaçmasına neden olan ses iki takla atarak ters çevrildi. bilincimi çoktan kaybetmiştim çoktan ölmüştüm ölüm yıl
Dönümüm gece itibari ile başlamıştı. mırıldandım “Alp.” bilincimi kaybetmeme bir saniye kalmışken zorlukla başımı Alp’in olduğu yöne çevirdim alnı kanıyordu benim ise burnum ağzım ayaklarım kırılmıştı ellerime cam
Kırıkları saplanmıştı. emniyet kemeri sadece Alpte takılıydı ben çoktan kendimi ölüme terk etmiştim. Yapmıştım bunu kıskançlıkları ve bir adamın benimle dans etmesiyle başladı herşey. Ve o adam Babamdan başkası değildi ölmeden iki saat önce dans ettiğim babamı belki göremeyecektim. “Kahrolsun.” dedim mırıldanarak elimi kıpırdatamıyordum acı içinde kalmıştım ruhum bedenimden tamamen özgür kalmıştı o gece.
BİR YIL SONRA.
Hayatımın çoğu zamanını tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kaldım yetmezmiş gibi aynı adamla aynı çatı altında nefes alıyordum seviyordu şimdi ise yüzüme bakmaktan utanıyor gözlerini kaçırıyor benimle zorunlu kalmadıkça konuşumuyordu. Bu bir suçluluk duygusumuydu? pencereden izlediğim hayat benim göründüğüm görülebileceğim hayattan çok daha farklıydı. Özgürlüğüm yoktu ruhum yoktu tokatlansam hissetmeyecek bir bedene sahiptim. yüzümde yara izleri vardı ayna karşısına geçmez kendime bakamazdım. Üzerimi değişen hizmetçi bile tiksinerek ve iğrenerek yapıyor öyle ağırdı ki insana muhtaç bir hayat yaşamak kendimi sevimsiz kukla gibi görüyordum. hava parçalı bulutlu dışarının soğuklunu ve sıcaklığını hissetmiyordum. otomatik olan tekerlekli sandalye bana geçmişimi hatırlatıyordu ki kullanmak kendimi bir yerlere taşımak istememişimdir bugüne kadar öyle ki hız ve bir sürücü koltuğu. Gibi görüyordum. Travmam bir yıl değil bin yıl olsa geçemezdi. Annem yoktu Babam vardı babamı özlüyordum fakat göremiyordum. Bulunduğum odada ki herşey siyahtı siyah renkten nefret eden tek kişi Alp Sarıcaydı odamı siyahla donatmıştı. Bunun anlamı benden nefret ediyor yüzüme bakmıyor arkadaşları geldiği zaman varlığımı gizliyordu. öyle dalmışım ki bulutların Özgür oluşuna. Hizmetçinin odama girmesini bile fark etmemiştim. “Efendim bugün yemek saatiniz verilmeyecek Alp beyin emri.” dedi çarşafları toplarken garip gelmeyen tek şeydi çarşafların siyah olması. Duyuyordum görüyordum belki görmek bile istemediğim adamın evinde esirdim. gözlerimi kırparak evet ve ya hayır cevabı verebiliyordum. Sırtıma beş dikiş atılmıştı kollarımda yara lekeleri vardı kahve tonlarda sevilecek kadın olduğumu unutmuştum bunu bana hatırlatan ayna değildi kendim değildim Alp Sarıcaydı. Nefesimin koktuğunu söylerdi açlıktan bir santim bile yaklaşmadan benimle iletişim kurmaya çalışırdı tiksinir gibi. vicdanını kirli oyunlar oynayarak temizlemeye çalışıp hiç bir şekilde saçlarımı okşamamıştı.
Hizmetçi bir kez daha dönüp bana baktığında baştan sona beni süzdü ve daha sonra kendine baktı.
“Tanrı kimseyi bu duruma düşürmesin.” diyerek odadan çıktı. Bir tek gözlerimle duygularımı belli ediyordum gözlerimde ki yaşlar zorlukla akıyordu ağlamak bile yasaktı bana. gülmek yasaktı mutlu olmak yasaktı Özgür olmak yasaktı. kafeste ki kuş diyemezdim kendime benden güzel ve eşsiz bir hayvandı. peki ben neydim yıpranmış saçlarım taranmamış, bakımsız kadındım. sadece haftada bir kez duş aldırıyorlardı düzenli olarak. yemeğimi hizmetçi değil Alp verirdi daha sonra paramı sana yediriyorum diyerek alaya vururdu.
bir saat sonra...
aşağıda ki sesler öyle gürültülüydü ki neredeyse Alp’in. Bir kıza, “hoş geldin bebeğim.” dediğini duyuyordum uzaktan gelen sesi duysamda tek düşündüğüm yemek saatimin vakti yarım saati geçmişti hâlâ sabırlı davranıyordum elim yetmiyordu kendimi kurtarmaya bacaklarım çalışmıyordu koşar adımlar atmama engeldi. yarımdım kusurluydum
hafiften parmaklarım kıpırdaya; biliyorken bile isteye beni fizik tedaviden men ediyordu bunun sebebi ise kıskançlık art niyetti. aşağıda ki kahkahaları bastırmak için elime verilen kırmızı tuşla herşeyi yönetebiliyordum bedenim hariç.
Kaldığım yerden televizyonu açtım ekranda haberler varken kocaman harflerle yazılı olan haberi okuyamamıştım gözlerimle okumaya çalıştım fakat bir ayak sesi işittim adımlar oldukça yakından gelmeye başlamıştı. bu Alp Sarıca değildi belirli saatlerde asla odama girmez hatta sadece yemek saatinde giriyordu ve ya geceleri.
oturduğum yerden hiç kalkamadığım o yerden kapıya doğru baktım. kumral saçlı kahve gözlü aynı zamanda boyu 1.70 olan adam bakıyordu tanıyormuydu? neden buradaydı ne için gelmişti? yolunumu şaşırmıştı. Hizmetçinin kapıyı açık bırakması bile bir hata olsa gerek ve gerçekten öyleydi. ismini bilmediğim yabancı bir adam beni baştan sona süzerek kapının eşiğinden içeri girdi. “Ooo burada bir aptal kadın var ve bakılmaya muhtaç.” Dediğini duydum gözlerinde başka imalar aradım düşündüğüm şeyi yapmayacak yapamaz Alp bu kadarına izin vermez dediğimle kaldım. Arkasından Alp Sarıca bana yaklaşmaya çalışan Adama seslendi. “Yalnız buraya girmek yasak.” dedi Alp derin bir nefes verdim ikisinin arasında geçen konuşmaya şahit oldum. “Öylemi dersin bu karı çok güzel kukla elden ele becerilir bunu bana satmalısın.” dedi alaya vurarak, Alp kahkaha atarak bana baktı çenesinin kasıldığını hissetim gözleri dik dik bana bakarken cevap verdi. “Satılık bir mal değil henüz değil.” Adam yarım dönerek ona bakıp şöyle dedi. “Peki ne zaman?” dedi diliyle dudağını yalayarak. “Canım ne zaman isterse ozaman.” dedi baskın bir dille ellerinin yumruk hâli alması beni korkutuyordu hayır adama vurmayacaktı bağırmayacaktı. hedefi bendim öyle süzdü ki canice bile gözleriyle bana ne yapacağını açıkça belli ediyordu. “Ah dedi bu karıya bakmak için önce güzel…” dedi yarım ağızla konuşarak daha sonra ise bakışları bana döndü. “…güzel olmanı geçtim daha ayağa kalkıp yürüyemiyorsun ki beni nasıl
becerceksin.” dedi egolu bakışlarla ağır cümlesi öyle işliyordu Kİ kalbime tek kalbimin acı çektiğini hissediyordum bir kadına en büyük tokattır cinsel için kullanılmak. Alp olanları izliyor Adamın ağzının payını vermiyordu kapının eşiğinden içeri bir adım dahi atmayarak konuyu değişti. “Gel sana aşağıda ki bebekleri tanıtayım.” dedi dilini damağına vurarak. ikiside odadan çıktılar Alp hemen arkasından kapıyı üzerime kitledi fırtına öncesi sessizlikti bu bir yıla aşkın ne yapacağını nasıl yeni bir yara açacağını ondan önce biliyordum.
derimi kesip koparsa hissetmeyecektim sabahlara kadar kırbaçlasa hissetmeyecektim bu acılar nasıl bir duygu yaşatırdı insana yapay maket gibi hissediyordum kalbi atan fakat bedeni ruhundan ayrılan bir maket…
Benim kadar hizmetçi de ağır bir ceza alacaktı. Adım kadar emindim buna en çok ben ceza alacaktım çünkü seviyor göstergesi saplantılı olduğunu gösteriyordu. Öyle çirkinleşebiliyordu ki doğuran annesinin doğururken ne acılar çektiğini düşünmeme
Neden olmuştu ve annesi doğurduğu gün vefat etmişti. eski zamanlarımda boynuna sarılıp öpemediğim tek kişiydi öpmedim diye değil öptüm diye pişmanlık duygusu oluşurdu içimde.
2 Saat sonra…
sessizlik vardı ölüm sessizliği gibiydi. konukların sesi uzaktan geliyor olsada Alp ile ismini bilmediğim adamın sesini duymuyordum. Neredeyse kafamda korkutucu senaryolar kurmaya başlamıştım. aklımı kaçırırcasına yürek yemiştim. Bulunduğum odanın etrafında dolaşmaya başladım tekerlekli sandalyeyle beraber. sağa sola gitmeye başladım. içimden isyanlar ediyor feryatlar koparıyordum içimde ki fırtına dinmedi hâlâ tekrar televizyonu açtım zorlanan parmaklarla, ilk haber kanalında kocaman yazılarla yazılan bir katili anlatıyordu. YİRMİ DOKUZ CİNAYET İŞLEYEREK TUTUKLANAN MERİH ATA EZEL ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU! ekrana verilen görüntüleri spkerin anlatımıyla izlemeye devam ettim. üzerinde turuncu bir tulum ve ellerinde kelepçe vardı mahkeme karşısına son kez çıkacağı söyleniyordu. Haberleri izlerken Adamın boyunu yüzünü incelemeye başladım. çekik gözlere sahip saçları bal rengiydi boyu polislerden daha uzun duruyordu. 180 vardı tahminimce yüz hatları az belirginken boynunda akrep dövmesi dikkatimi çekmişti Gözleri ise Ela renkti. dudakları dolgundu ciddiyetini bozmuyor başını dik tutuyordu bir suçlu değilde bir kahraman gibi bakıyordu. ense traşı olmuş ön kısmı uzun bırakmıştı. bakımlı duran adam bir mahkuma benzemiyordu. Hemen ardından videoyu kaldırıp spikerin söyleyeceği sözleri bekledim.
“Halkımız bu durum…” yarım ağız bırakarak televizyonu kapattım öyle sıkılıyordum ki öyle yaralıydım ki Alp’in bir an önce beni öldürmesini diliyordum. sıkıcı bir günün ardından beş saat geçmişti havanın karanlığı çok belli değildi gün batımı yoktu siyah bulutlar geceyi çökertiyor şimşek çaktırıyordu şimşekten öyle korkardım ki çocukken babamın kucağına sığınır başımı omzuna yaslardım. Bana bir masal anlatmasını isterdim ve o masalda kötü insan yoktu öyle duygulu bir masaldı ki Yirmi yaşımda olmama rağmen yine dinlemek isterdim. ve o masal hiç bir zaman unutmayacağım bir masaldı.
“Bir gün aynı yağmur ve aynı şimşek gürültü
yapmaya başlamış. bu şimşek buluta sormuş. gürültülü sesim herkesi korkutuyor demiş. bulut ise cevap vermiş. eğer ki sen gürültü yapmazsan insanlar yağmurun geleceğini nereden anlar demiş. Şimşek hemen cevaplamış. insanların göz yaşlarıda yağmur damlası kadardır öyleyse onlar nasıl ağlar demiş. Bulut tebessüm etmiş ve şöyle demiş. İnsan oğlunun kalbi kırıldığı zaman göz yaşları akar tıpkı benim kara bulutlar getirdiğim gibi demiş.”
Bu masal babamın kurgu dolu sözlerinden ibaretti şimşek çaktığında korkmadan uyuyabileyim diye. Ozamanlar hiç anlamamıştım insan oğlunun kalbi nasıl kırılır nasıl üzülür? bir vazo hayal etmiştim kalp
Şeklinde. büyüdükçe anlamaya başladım babamın son cümlesinde ki şifreyi. İnsan oğlu kendi dışında kimseye zarar vermez. ve o zararla beraber kendi cinsinden birinin hiçliğini ve ya acısını getirmesi doğaya aykırıydı.
Üzerime kitlenen kapı sert bir şekilde açıldı içeri Alp Sarıca girdi ve kapayı hemen arkasından kitlemişti. “sen…” dedi yarım ağız konuşarak, baştan sona süzdü yavaş adımlarla bana yaklaştı ruhsuz bir bedende onu izliyordum korku içimi sarmıyordu kalbimin acıdığı kadar. “…nasıl dayanabildin sözlerine”
dedi boğuk bir sesle kurt bakışları üzerimde gezinirken ellerinde kan izleri gördüm irkildim ve ne yaptın neden yaptım kan lekeleri neydi sormaktan acizdim. Konuşamazdım hesap soramazdım. üzeri öyle kan kokuyordu ki midem bulansa kusamazdım. Gözlerimle kanı işaret ettim kendi gömleğine dikkatli bakarak kanın bulaştığı kısmı temizlemeye çalıştı fakat. Felç olduğum için dürüst davranıyordu biliyordu ki şikayet edemezdim kaçamazdım kuklası olmuştum. “bu kan nasılmı oldu” dedi bıkkın ses tonuyla gözlerimle onay verdim dudağını bir birine bastırdı ve iki elini tekerleğin üzerine yerleştirip kendine yaklaştırdı. “Odana girip senle alay eden adamı öldürdüm.” dedi şaşkın gözlerle ona baktım Oysa rahat bir dille söyleyerek gözlerimde korkuyu arıyordu. “Korkmuyorsun öyle değilmi Arya Barlas.” başımı sağa sola bile çeviremiyorken, dik dik ona bakıyordum. “Bence…” dedi yarım ağızla yutkundu daha sonra başını aşağı eğerek yapay bir gülümseme kondurdu. hiç beklemediğim anda bıçağı sağ bacağıma saplamak istedi. bir saniye durdu. Gözlerime baktı. “Korkmuyorsun değilmi.” dedi anlık ayağa fırladı ve bağırıp çağırdığında irkilerek gözlerimi saniyelik kapatıp açtım. “Sen yürüyemeyeceksin buna izin vermem!” dedi titriyordu dudakları elleri kanlı eli saçı darmadağın olmuştu. Siyah saçları vardı. Gözleri kurt gibiydi dolgundu. kafayı yemiş gibi elleriyle kulaklarını tuttu. “Sana söylediği her cümlede ilk dilini kestim sana dokunmak için yaklaştığı kollarını kestim sana cinsel amaçlı yaklaştığı için özel bölgesini kestim yaptım bunu Arya yaptım anlıyorsun dimi duyuyorsun Arya beni duy beni Arya!” dedi haykırarak gözlerim doldu ilk şimşeğin çaktığı tek yer kalbimdi. dizlerinin üzerine çökerek kanlı elini yüzüme sürdü. “Eğer bir gün senden vazgeçersem ilk seni kana bulayacağım daha sonra kendimi!” dedi fısıldayarak bir kukla gibi sağa sola çeviriyor kontrol ediyordu bakışlarımda istediği duyguyu görmüyordu anlıyordu belki anlamıyordu onun gibi bir adam binlerce de olsa sevemeyeceğimi. kadının ruhunu emersen geriye külleri kalır Erkeğin ruhunu emersen başka bir kadınla nefes alır karşımda duran adam aynı şeyleri defalarca yapmıştı. Gözlerimin önünde bir kadınla sevişti canlı canlı izletti canımı ilk öyle yakmıştı bu eve geldiğim günün ilk gecesini.
kan lekelerinin yüzümde iz bıraktığını biliyordum bir sessizlik oluştuğunda bakışlarımız kesişti saniyelerce yüzüme bakıyordu. fısıldayarak. “Nasıl sormazsın kalbimin senin için attığını. dedi umutsuz cümlelerle. gözlerimi devirdim fark etmedi hırsından ne yapacağını bilemeyecek bir kibire sahipti. eliyle çenemi kavramasını hissetmiyordum kahretsin ki hissetmiyordum. belki acısı çoktu yıkılmama neden olacaktı hissetmediğim cümleleri binlerce kez tekrar ediyordum öyle bir yoklukta bedenimi parçalara ayırsa sesim çıkmayacaktı.
sahi zaten bu durumumun nedeni oydu daha ne yapabilirdi. cehennemin ortasındaydık ben yanıyordum o izliyordu o yanıyordu ben izleyemiyordum her alev aldığında kibritini kibriyle yakıyordu.
Olaydan beş saat önce…
“Hani nerede bebekler?” dedi yabancı adam
Alp onu öyle bir yere getirmişti ki bu evin her köşesinde ayrı bir tuzak yatıyordu. “beğendiğin kadının adı Arya Barlas.” dedi Alp dişlerinin arasında. “hani seninle kaza yapan fakat dosyayı para karşılığında kapatıp bu eve mahkum ettiğin karı bumu.” dedi alayla buna sessiz kalmayarak Adama hızlı adımlar atarak sert bir şekilde duvara yapıştırdı elleri yakasında ve yüzüne bakıyordu ne olduğunu anlamayan Adam Alp’in gözlerine korkuyla bakıp “ne…” diyerek Alp lafını bölmüştü. “Lafta ustasın icrât sıfır bu gördüğün yüz son yüzüm olacak.” konuşmasına bile fırsat tanımadan bıçağı ağzı açık kalan genç adamın ağzına giren bıçakla ağzının kanla dolması bir olmuştu bu kadarla kalmayarak canice katl etmişti şerefiyle dövüşmek ağır gelirdi Alp’e öyle acımasızlık vardı ki adamın sağ kolunu kesip yüreğini soğutmaya çalışıyordu bu bir korku filminde yer alsaydı belki izleyenlerin yüreği ağzına gelirdi. işte o korkunun kazaya dönüşmesi. ve ya esir aldığı kadının korku evinden daha tehlikeli bir piskopatla yaşaması uykusuz gecelere neden oluyordu. “Siktiğiminin oğlu sen kimsin benim evimde benim malıma göz dikiyorsun.”
Mal? Aryayı bir mal olarak bir oyuncak olarak görmesi içler acısıydı adamın bir çuval gibi yere yığılmasından sonra üzerine benzin dökerek Bodrum katında yakmaya çalıştı eğer yaksaydı fazla dikkat çekecekti. düşüncesiyle bodrum katın hemen bulunduğu yerinde bir mezar boyutunda Derin bir tahtadan yapılan kiler vardı soğan patates bulundurmak içindi fakat Alp öldürdüğü adam için kullanmıştı. üzerine kilit vurdu rahat bir nefes alarak yukarı çıktı. herkes eğleniyordu herkes müziğin ritmindeydi Alp ölümcül deneyler hazırlamaya devam ediyordu. “Herkes buraya baksın.” dedi yorgun ses tonuyla pavyondan getirdiği arkadaşları ve erkekler arkadaşlarına göz gezdirip onlara dönerek şöyle dedi. “Misafirliğin kısası makbuldür.” dedi şeytani bakışlarıyla aralarından biri “ender nerede?” dedi. Alp ne söyleyeceğini düşünürken arkadaşlar kendi aralarında fısıldaşmaya başlamıştı. “Benimle burada kalacak oyüzden beklemeyin.” dedi hiç kimse yüzünde ki endişeyi ve ya kanlı gömleği fark etmemişti öylece herkes ayağa kalktı ve bir ergence vedalaşarak hepsi kapı dışarı oldu. Ev eski sessizliğine gömülürken Alp’in gözleri merdivenlerin yukarısına kaydı. Aklından geçenler kalbinden geçenlerle aynı değildi bunun farkındaydı
Şimdi ki zaman…
İkimizde ölüm sessizliğinde boğulurken, dudakları aralandı elinde tuttuğu bıçağı bir kez daha gösterdi. “Sana bu halinle benden başka kimse acıyamaz kimse sana dokunamaz.” dedi sakin bir dille. gözlerimin dolması onun karşısında hayır ağlayamam yapamam bir gün birinin beni buradan çıkarmasını dileseydim o kişi gelirmiydi bu cehennemden beni çıkarmaya. hayallerim kendim kadar yarımken Konuşamadan gözlerimle konuşmayı seçmiştim gözlerde yalan söyler sözlerde.
Hizmetçinin içeriye girmesiyle beraber Alp’in bakışları ona döndü. Göz kenarlarıyla bakmaya çalıştığımda karşımda korkudan titreyen parmak ucuyla dokansan yere yığılır bir hizmetçi görüyordum daha iyi görebilmek için Alp sert bir hamleyle tekerleği görebileceğim şekilde döndürdü ayağa kalkıp, “Sen büyük bit hata yaptın.” dedi yanına giderek. ağlama sesi inleme sesiyle bütünleşmiş bir korku içindeydi. Alp’in adımları korkutuyordu bunun farkındaydım hizmetçinin üzerinde mini etek ve beyaz bir gömlek vardı. saçları arkadan toplanmış önünde minik bir önlüğü vardı. Standart bir hizmetçi olsa bile hatasının bedeli ağır olacaktı engel olamazdım önüne geçemezdim. Bir korku sahnesi gibi izlemeye devam ediyordum. “Affedin efendim.” dedi kekeleyerek bakışları yere bakıyor kaşları çatılıyordu. “Af mı dilersin?” Başını sallayarak onay verdiğinde Alp emin bir sesle konuştu. Her konuşmasında bir tehlike yatıyordu bunu benden başka hiç kimse anlayamazdı. “Bunun için geç kaldığını düşünmen gerek benim kurallarım sıkıdır ve sen o kuralı çiğnedin.” dedi dişlerini sıkarak. Hizmetçinin etrafında yürüyerek bir sorgu odasında hissettirmişti oldukça kasvetli odada ne kadar korku ne kadar travma yaşaya bileceğimi hiç bilmiyordum. “Efendim gerçekten kapıyı kapatmıştım Arya hanım bana kapıyı kapatmamamı hatta bunun için kapının önüne geçip kapatma diye yalvardı.” dedi titreyen sesle. unuttuğu bir şey vardı bu bir iftiraydı evet bir gün ayağa kalkıp yürürsem bunu görüpte söylese Alp inanmayacaktı. “Ah Aryacım görüyormusun insanlar bir ayağı çukura düşerken bile yanında ki kişiyide beraberinde o çukura sürükler.” Dedi hizmetçiye imalı bakarak. Hizmetçiyle öyle mesafeye gelmişti ki arkasından kulağına fısıldadığını işiteceğim şekilde duyurmuştu. “sence buna kim inanır?” dedi fısıldayarak ecel terini döken hizmetçi “be…” devamını dile getirmezken Sert bir tokatla yere yığıldı kadının bağırma sesi heryerde yankılanıyordu. “Aptal olman Zeki olduğun anlamına gelmiyor!” dedi sert çıkışarak. bedenimi kıpırtadamazdım. yardımına koşamazdım. kadının saçlarını eliyle kavrayıp inlemesine neden oldu gözlerimin önünde yapmış olması bir katil olma sınırını geçmişti. ve bir kez daha kendimi sevimsiz bulan insanlar için iyilik yapmaya devam ediyordum. aklıma gelen ilk şeyi tekerleği üzerine sürmekti ve öylede yapmıştım bulunduğum noktadan bir araç gibi hızla Alp’in üzerine gittim ayağına öyle çarptım ki kadın bir yana Alp diğer yana savruldu. yerde sürünen hizmetçi oturduğu yerden geri geri giderek duvara tosladı Alp hemen önümde duruyordu ayağa kalktığında ise olanlara sessiz kalmayarak bağırdı. “Çık dışarı!” dedi gözleri benim üzerimde dolaşırken arkasına bakmadan dışarı çıkan hizmetçi bizi baş başa bırakmıştı. iki eliyle kollarımı tuttu oturduğum tekerlekli sandalyeden beni yere attı. “Sen çok ileri gidiyorsun.” dedi kukla gibi yerde dururken kemerinin sesini işitmiştim halıya dönük yüzümle. gözlerimde ki yaşlar dinmek bilmesede çığlığımla ağlayıp bağıramıyordum. bana eğildiğini gölgesinden görmüştüm buna fırsat tanımayıp kendine doğru çevirdi. eli çenemi bir kez daha kavradı belki çok sıkıyordur belki acı vermek için yapmıştır. Bende acıya ve acılı duygulara yer kalmamıştı. “Arya sana öyle işkenceler yaparım ki…” dedi dişlerini sıkarak “oturduğun sandalye oturmayacağın hâl alır!” diğer eli ile saçlarıma dokunuyordu ve sert bir şekilde çekiyordu. yatağın ucuna kadar kukla bebek gibi sürüklemeye başladı kalbimin korku dolu anlar yaşanmasına neden olmuştu “sen bunları hak ediyorsun elbet akıllanacaksın dize getireceğim seni!” zevkli konuşarak. yatağa attığında parmak uçları yanağımda dolaştı diğer eli ise yumruk halindeydi. “Acıyacak bebeğim ama sen acının ne olduğunu hissetmeyeceksin.” dedi. gözlerimde ki yaş akarken her detayını ayrı izliyordu. Yüzünü daha çok yaklaştırmıştı yüzüme bir nefes kadar yakındı “biliyormusun bu hayatta en çok acı yaşattığım tek kişisin acıyı hissetmeden acı yaşıyorsun çünkü sen yarım bir...” dedi cümlesini yarıda bırakarak başını sağa sola çevirdi dudaklarını bir birine bastırarak gözlerimde ki yaşı izlerken. “Ağlamak yasak Arya ağlamamalısın.” dedi daha fazla yaklaştığında dudakları dudaklarıma değdi. iğrenç sözlerinden sonra iğrenç yüzünü görmek beni cayır cayır yakmasına sebep oluyordu. ve televizyonda ki katilin özgürlüğünün ilk adımlarının bu ev olmasını diledim.
Adliye önü…
Adliyenin önü öyle kalabalıktı ki bunun sebebi özgürlüğüne kavuşan Merih Ata Ezeldi. on yıl hapis yatmış 29 yaşında serbest bırakılmıştı
öyle keskin bakıyordu ki bakışlarıyla herkese korku saçıyordu. sevenleri sevinirken sevmeyenleri isyan ediyordu bu duruma. sağında ve solunda özel polis harekatı yer almaktaydı. mahkemenin son duruşmasında özgürlüğünü haykıracaktı güneşi ve yağmuru tadacaktı yeni yılını hapiste değil dışarda kutlayacaktı. Hayatında bir kadın yoktu hayatında aşk duygusuna yer vermemişti bu güne kadar. Basın mensupları dışarıda açıklama beklerken Merih Ata rahat bir şekilde polislere dönerek. “Sizi tekrar kolumda görmek dileğiyle.” dedi polisler şaşkınca bir birlerine bakarken. özel polis harekatıyla dışarı çıkarıldı insanlar adliyenin önünü kalabalıklaştırmış bazılarının elinde Gül bazılarının ellerinde ise taşlar vardı. on yıla aşkın tüm haberlerde gündeme gelmişti. öyle rahat davranıyordu ki hapishane ikinci evi olmuştu herkes saygı hürmet gösteriyordu asla rol yapmayı sevmez, acıların hayatına girmesine, izin vermez arkadaş, ortamı sevmez fakat kendi kadar büyük bir çeteye sahiptir.
yolunu gözleyen ailesi yok Annesi akıl hastanesine yatırılmış Özgür olduğu zaman ilk ziyaret edeceği yer akıl hastanesi olacaktı bir evi yoktu fakat gizli bir sığınağı vardı orada en küçük askerlerini eğitiyordu kendinden iki yaş büyük abisi vardı. Uraz Ezel. Çetenin ele başıydı. sevdiği vardı fakat kavuşmak imkânsızdı. biliyordu ki ölümün eşiğinde bir hayatı olduğunu arkasında gözü yaşlı bir kadın bırakmak istemiyordu. Merih Ata Ezel dışarı çıkarıldı herkes karanfil ataraken diğerleri yuhlarla taş atıyordu. gözlerini kamaştıran bulutların arasında az belirgin olan güneşe bakmaya çalıştı dudaklarının arasında “ebedi özgürlüğe değil bu ilk olmayacaktı ki son olsun.” yanında duran asker sözlerini duyduğunda göz ucuyla ona baktı. korumalar yoktu bu duruma alışmıştı kendiyle beraber polisleride alıştırmıştı bazı yerlerde hükmünü dile getirir bazı yerlerde ise kendini kendinden sakınıp saygı duyardı. Sokaklar ona aitti özgürlük ona aitti en büyük çete ona aitti. Her adımında gururla insanlara bakar, bağırarak şu cümleleriyle. İnsanların aklını karıştırırdı. “Hiç kimse kusursuz değildir tıpkı sizlerin kadınları hor gördüğünüz gibi hiç kimse masum değildir masum rolü oynayan iki başlıklı erkek gibi.” Kalın gür sesiyle haykırdığında polislerin bazıları hayranlık duyuyordu bazıları tiksinir gözlerle bakıp süzüyordu. Son cümlesi ise “Gerçeklerin ötesinde sahteliklerin gölgesinde olduğumuz gibi.” dedi haykırarak. Ela gözleriyle onu karşılamaya gelen Uraz Ezeli aradı fakat görüş açısından uzakta bir yerde duruyordu.
siyah bir şapka ile yüzünü gizliyordu belli olmasada başı aşağı şekilde durarak kimliğini gizlemişti. yüzünde oluşan tebessümle beraber Merih Ata Ezel hayranlarının haykırışları hoşuna gitmişti.
devami için yorum yapmayı takip etmeyi oy vermeyi unutmayın.
YAZAR theruya_m
Okur Yorumları | Yorum Ekle |