@thunder_sla.0104
|
Kaç saat geçti bilmiyorum ama akşam olmuştu bile. Hani gelirim demişti, bu niye gelmemişti? Ayağa kalkıp ay ışığının vurduğu yerleri gezmeye başladım. Off, karanlığı da hiç sevmiyordum.
Arkamdan çıtırtı gelince, tam arkamı döneceğim sırada “Dönme” dedi soğuk bir ses. Kim olduğunu tahmin edebiliyordum. “Niye?” dediğimde elini kanıma koyup beni kendisine çekti.
Geri gideceğim sırada “Dur... gitme... kal” dedi. Kaşlarımı çatıp ne yapacağını bekliyordum. O, burnu saçlarıma dalıp koklamaya başladı. Derince nefes alıp öptü. “Kokun, hasretini çektiğim tek şey. Bana hesap sorman gerekiyor; niye yaptın diye, niye nefretle bakarken beni bu kadar sevdin diye.”
Onun kollarından kurtulup arkamı döndüm. O ise sevdiği oyuncağı alınmış gibi bakıyordu yüzüme. “Sen sevmek kelimesinin ne demek olduğunu bilmezsin ama nefreti sorsam sana, bana gösterirsin. Zamanında yapmadın mı? Ne günahım vardı da beni oyuncak gibi kullandınız?”
Egemen abi yumruklarını sıkarak, “Hiçbir sikimden haberin yok senin!” dediğinde kahkaha attım. “Olmaz olur mu? Yıllardır merak ettim, Suna hoca bana niye böyle davranıyor diye. Oysaki oğlu bana aşık olmuş, sonra Suna hoca gitmiş oğlunu tehdit etmiş. Oğul da korkmuş, o kıza insan gibi değil, hayvan gibi davranmış.”
Gözümden yaşlar düştüğünde daha çok öfkelenmiştim. “Hiç mi acımadın? O da insan, bunları yaparken canı yanmaz mı? Ya söylesen, uzak dururdum senden. Bana niye bunca şeyi yaşatın? Niye bana ölüm oldun sen?”
Hâlâ konuşmuyor, yüzüme bakıyordu. Yanına gidip yakasından tuttuğumda, “Cevap ver, niye,niye? tek güvendiğim, tek arkadaşım sendin benim?” Egemen abi ellerimden tutup, “Ağlama artık,” dedi.
Kaşlarımı çatıp, “Niye, yine mi kızarsın bana?” Yakasını bıraktığımda yere dizlerimin üstüne düştüm. O geri çekilince, bağırarak “Git buradan, istemiyorum seni!” dedim.
“Hayır, hayır Lilya, ben senin yanından ölsem gidemem. Hiçbir zaman gitmedim, şimdi de gitmem,” diyip yanıma diz çöktü
“Kolay mı sanıyorsun Lilya?, seni severken senden nefret ediyormuş gibi yapmayı. Öyle içime işlemişsin ki, söküp atamadım. Sana kızdım, kırdım, yok ettim seni. Benden nefret etmeni istedim ama ben yapamadım, hep sevdim. Sana seni seviyorum dersem almalarından korktum, seni kaybetmekten korktum. Canım çok yandı lan, sana öyle yaptıkça. Canım çok yandı, kaç gece öldüm ben ama hiç zaman bırakamadım,o küçük zambak çiçeğimi.”
Başımı kaldırdığımda gözleri dolmuş şekilde bana bakıyordu. Derin nefes alıp, “Şimdi mutlu ol, nefret ediyorum senden.” Kalkıp gideceğim sırada beni kendisine çekip sımsıkı sarıldı. “Bırak beni!” Dediğimde.
“Benden bunu isteme, her şeyi iste ama bunu isteme. Ben sensiz yapamam, olamam. Sen benimsin, zambak çiçeğim, yeşil zeytinimsin. Yalvarırım, bu sefer sev beni, yalvarırım, gitme benden.”
Ne kadar iteklesem de öyle sıkı sarılıyordu ki, pes edip ağlamaya başladım. Egemen abi ise saçımı seviyor, kokumu içine çekiyordu. “Seni sevmeyeceğim ki,” dedim. Egemen abi gülümseyip, “Olsun, ben severim seni,” dedi.
“Sevme, sen de ben de sevmeyeceğiz birbirimizi.” Egemen abi yüzüme bakıp, “Seveceğim, hep sevdim, hep seveceğim,” dedi. Yüzümü çevirip, “Bana yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım,” dedim.
Egemen abi derin bir nefes alıp elini yüzüme koydu. “Ne çok ağlamışsın,bak yüzün kızarmış,” diyerek elini yüzümde gezdirmeye başladı. Parmakları dudağıma değince gözlerini dudaklarıma indirip derince yutkundu. Gözleri tekrar gözlerimi bulunca koyulaşmış gözlerle bakmaya başladı.
Parmakları yavaşça gezdirip tekrar dudaklarıma bakmaya başlayınca. İçimde nedensiz heyecan oluştu. Hayır,hayır ona kızmam gerekiyor heyecanlanmam değil.
Bana doğru yaklaşmaya başlayınca, geri gideceğim sırada beni kendisine çekip, “Bekle,” dedi. Dilim lal olmuş gibi ona bakıyordum. Biraz daha yaklaşıp dudak kenarımı öptü. Öyle derin ve tutkulu öpüyordu ki gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. Geri çekildiğinde öfkeyle Egemen abiye bakıp, “Bir daha böyle bir şey yapma,” dedim.
Egemen, kafasını hayır anlamında sallayıp, “O güzel dudaklarını yine öpeceğim ama sana yaptıklarımı telafi ettikten sonra,” dedi. Bu ne saçmalık, asla böyle bir şey olmayacaktı.
Egemen abi derin bir nefes alıp, “Bana aitsin, hep bana ait oldun; her zaman da öyle olacak,” dedi. Hayır, olamaz; o iyi olan değil, kötü olandı. Yalandı her şey, yalandı ama kalbim niye tersini söylüyordu?
“Bırak beni, gideyim, bırak!” Kafasını hayır anlamında sallayıp, “Olmaz, zambak çiçeğim, olmaz,” demeye kalmadan çığlık ve silah sesleri duyulmaya başladı. Gökyüzü koyu yeşil rengine boyandı.
Birbirimizden hızla ayrılıp ayağa kalktık. Seslerin geldiği yere gideceğim sırada Egemen abi kolumdan tutup, “Lilya, tehlikeli olabilir,” dedi. Egemen abiye dönüp, “Buna ben karar veririm, sen değil; bırak kolumu,” dedim.
Karşıdan koşarak Melodi abla, Barkın abi, Maysa ve Toprak abi geliyordu. Maysa bana sarılıp, “İyisin çok şükür,” dedi.
“İyiyim Maysa’m.” Maysa gülümseyip geri çekilirken, Egemen abiye ters ters bakıyordu. Toprak abi, Egemen abinin yanına gidip, “Abi, Suna hoca bir şeyleri arıyor,” dedi.
“Dikkatli olun, boşuna herkesi buraya çekmedi. Evin yolunu bulmamız gerekiyor,” dedi Egemen abi. Melodi abla endişeli gözlerle, “Size kötü bir haberim var, iki gün daha buradayız,” cümlesini bitirmeden Barkın abi konuşmaya başladı: “Bu kadın bilerek yapıyor.”
Toprak abi elini kaldırıp, “Eve gidelim bunları sonra düşünürüz,” dedi. Herkes kafa sallayıp yürümeye başladık. Ben, Maysa ve Melodi abla önden gidiyorduk; arkamızda Egemen abi, Toprak abi ve Barkın abi vardı.
Ama Egemen abi ile Toprak abi önemli bir konu hakkında konuşuyorlardı galiba. Gıcık Egemen, az önce olan olayı anlatıyordur kesin.
Gökyüzüne baktığımda hâlâ hava koyu yeşildi. Anlamı neydi? Melodi ablaya yaklaşıp, “Abla, koyu yeşilin anlamı ne bu saatte?” dedim. Melodi abla gülümseyip, “Lilya, bunu anlatmayı çok istesem de arkadaki odun, yani Egemen, anlatacak,” dedi.
Kafamı çevirip ona baktığımda Toprak abi ile konuşuyordu. benim baktığımı hissetmiş gibi, Kafasını bana çevirdiğinde göz göze gelince direkt önüme döndüm; şu an ona bakarsam yanlış anlayacak. Zaten beni öptüğü yetmiyormuş gibi.
Ah, salak Lilya! Bak, işe orada tokat atabilirdim ama yapamadım. Bir daha yapsın, bak bakalım nasıl dayak yiyecek benden. Toprak abi bağırarak, “Melodi, havaya bak!” dedi. Melodi abla ile beraber kafamızı kaldırdığımızda bu sefer gökyüzü sarı olmuştu.
“İşte bu kötü geçidin bir taşını buldular,” dedi Egemen abi. Bize bakıp, “Barkın, kızları eve götür. Toprak, gel bakalım şunlara,” dedi. Barkın abi kafa sallayıp, “Dikkatli olun abi,” dediğinde.
Egemen abi bana bakıp, Toprak abiyle arkasını dönüp gitti.
Eve döndüğümüzde Melodi ablanın ve Barkın abinin kolunu tutup, “Bir sürü şey sakladınız, söyleyin artık bazı şeyleri,” dedim. Birbirine bakıp hayır anlamında kafa salladılar. Kaşlarımı çatarak onlara bakıp odama çıktım. Yatağıma uzandım. Peki, siyah zeytin gelsin; ona sorarım, dağ ayısı ne olacak? Gözlerim yavaş kapanıp uyumaya başladım.
🕸️🦅
“Demek söyledin abi,” Egemen derin bir nefes alıp, “zaten her şeyi öğrenmişti.” Toprak üzgün gözlerle Egemen’e bakıp, “Abi, sence bir unut var mı sizde?”
Egemen acı acı gülümseyip, “Seni sevmeyeceğim diyor ama her şeyi düzelteceğim dediğimde susuyor.”
“Abi, çok kırılmış sana,” Egemen kafasını eğip, “Fazla, hem de. Onu öyle gördükçe içim titredi, nefesim daraldı.” Toprak, Egemen’in omzunu tutup, “Sıkıma canını abi, bir gün her şey düzelecek.”
Egemen kafa sallayıp, “Umarım Toprak, umarım ama ilk önce şu annem olacak kadını halletmek.”
Toprak ve Egemen taşın arkasına saklandılar. “Abi, kara takımı da orada.” Egemen, Toprak’ın gösterdiği yere bakınca, Sunan’ın yanında orta yaşlarda, uzun boylu, kapüşonlu birisi vardı. Adam, Sunay’a bir şeyler söyleyip duruyordu.
“Abi, yaklaşmamız gerek.” Egemen başını sallayıp ilerlemeye başladılar, ilerideki ağaca geçip dinlemeye başladılar.
“Suna, elimden bu kadar geliyor, Murky efendiyi bulamıyoruz.” Suna sinirle ayağa kalkıp, “Bulman gerekiyor, Lius. İşin bu senin!” dedi. Lius eline biraz daha toz alıp ateşe attığında gökyüzü sarı oldu.
Suna heyecanla, “Buldun mu?” diye sordu. Lius gülümseyip, “Hayır, ama geçtin bir taşını daha bulduk,” dedi. Suna kahkaha atıp, “İşte bu güzel haber! Nerede?” dedi.
Adama ateşe daha çok yaklaşıp baktıkça gözleri kanamaya başladı. “Gölün içindeki suda,” dedi. Egemen ile Toprak birbirine baktılar; tam göle gidecekken Lius, “Durun, ayna ile suyun içine girmemiz gerekiyor çünkü taş gözle görünmez, ayna ile görürsünüz,” dedi.
Araf kaşlarını çatıp, “Ne alaka?” dedi. Lius, Araf’a bakıp, “Yaşın daha küçük, bazı şeyleri bilmiyorsun. Dediğimi yapın,” dedi.
Araf, Lius’un üstüne gideceği sırada Suna elini kaldırıp, “Sakin, Araf,” dedi. Lius’a bakıp, “Neden ayna?” diye sordu.
“Çünkü anlamı gözde görünmez ama ayna olduğunda ortaya çıkar.” Aydan, Liusa dönüp “Taş kendisini beğenmez ki” dedi.
Lius, ters ters Aydan’a bakıp “Normal taş değil, her taşın anlamı var. Hadi şimdi gidin” dedi.
Egemen ile Toprak gölün yanına geldiklerinde, “Abi, az zamanımız var, ben girerim” dedi. Egemen olumsuz anlamda kafa sallayıp, “Bende ayna var, ben girerim. Yaklaştıklarında ıslık çal.” Toprak kaşlarını çatıp, “Ayna sende ne arıyor?” diye sordu.
“Melodi, böyle yerlerde ayna verdi ya, oğlum, bize almadın değil mi yanına?” Toprak kafasını hayır anlamında salladı.
“Tam tahmin ettiğim gibi, neyse ben giriyorum” diyip gölün içine atladı, aynayı çıkarıp suyun altında taşı aramaya başladı.
Taşı görüp yanına gideceği sırada bütün zehirli oklar Egemen’e isabet etmişti.
On beş dakika sonra Toprak Egemen’e üç kez ıslık çaldı ama boştu. Suna ve diğerleri çoktan gelmişti.
|
0% |