@thvrely
|
Delirmiş Zei, delirmiş gibi ikinci bölümü atmaya geldi Bu arada, Aşk Sarhoşu ile olan bağlantısını hemen görmeyeceksiniz. Hatırladığım kadarıyla dokuz veya onuncu bölümde o bağlantıyı göreceksiniz. (Bah bah bah, altı gün önce yazdığı bölümü bilen unutuyor.) *** Ece "Sana birisini bulmuş babaannen. Bu akşam saat yedide bir akşam yemeği buluşman var." Ah babaanne. Seksen yaşına girmek üzeresin ama bak, bana hâlâ damat bulmaya çalışıyorsun. Seksen yaşına girmek üzere dediğime bakmayın. Babaannem de aynı annem gibi manken, hemde bu yaşta! Ayrıca ablamın da fiziği mükemmel. Omzuna doğru salınık kıvır kıvır siyah saçları, büyük, açık mavi gözleri, uzun ve beyaz renkte bacakları, kolları ve 1.75 boyu var. Merak etmeyin. Kocası yani eniştem 1.94 boyunda, yani ablam kocasından daha uzun değil. Tepeden bakmıyor ona yani. Gelelim bana. Benimde saçlarım kıvır kıvır, gözlerim mavi ama boyum asla uzun değil. 1.55 boyum ile ortalarda "Beni ezin!" der gibi dolanıyorum. Bana uygun koca her türlü bulunur. Annemin dert ettiği kısımda zaten ablamın, yani Asya'nın boyuydu. Gökalp abi gibi uzun birisini annem bulamamıştı. Buldukları hep ablamdan kısaydı. Ablam da abimin arkadaşlarından birisinin abisine göz dikmişti. "Ne demek bu akşam? Saat yediye sadece bir saat var!" Annemin bu kadar mükemmel bir zamanlamaya bu randevuyu denk getirmesi akıl alır gibi değildi. Ben ne zaman yıkanacak, ne zaman saçlarımı kurutacak, ne zaman kıyafetimi seçip giyinerek makyajımı yapacaktım? Tabii ki de her tarafa ışınlanarak. Koşturarak duşa girdikten sonra bir hışımla soyundum. Suyun ılımasını beklemeden buz gibi suyu açtığımda, soğuk su titrememe sebep oldu. Titreye titreye hızlı duşumu aldıktan sonra beyaz havlumu kendime sarıp duştan fırladım. En azından Nisan aylarının sonlarındaydık. Gönül rahatlığıyla güzel kıyafetler giyebilirdim. Evet, bu damat adayını kaçırmam gerekiyordu ama süslenip püslendikten sonra onu istemediğimi ama yemeğin gayet güzel olduğunu söyleyecek, eve gelecektim. Planım kesinlikle mükemmeldi. Sarı rengi bu sıralar favorim olduğundan, sarı, kalçamın altında biten dar bir etek ile beyaz bir bluz giydim. Bluz kare yakaydı, ayrıca omuz kısımları boldu. Saçlarımı kurutup taradıktan sonra dudaklarıma gloss, kirpiklerime rimel sürdüm. Şu zamana kadar neredeyse hiç makyaj yapmayarak cildimi korumuştum. Annemin ve ablamın yolundan gitmek -sadece bu konuda- önemliydi. Sarı zincirleri olan beyaz çantamı koluma astıktan sonra beyaz topuklularımı giyip çilek kokulu parfümümü sıktım. Evden çıkıp koştura koştura taksiye bindikten sonra beklemeye başladım. Annemin konum olarak attığı restoran çok uzakta değildi. Ayrıca daha beş dakikam vardı. Geç kalsam bile birkaç dakika geç kalacaktım. Işık hızıyla ve hatta ışık hızını geçerek hazırlandığımdan -ayrıca şoförü hızlı gitmesi için tehdit etmiştim, oradan da birkaç dakika kazanmıştım. Tam saat yedide orada oldum. Çocuğun simasını bilmediğimden etrafa bakmaya başladım. Utanmasam "Ulaş!" diye bağıracaktım ama yapmadım. Etrafa göz gezdirdikten sonra annemin attığı numaraya yazdım. Ece: Restorandayım. Sen neredesin? Bir telefon titreme sesi duyduğumda etrafa baktım. Gözüme sarı saçlı birisi çarptı. Sarı saç ve siyah gözler mi? Bu ne biçim iş? Bana gülümsedi. Ulaş: Sanırım seni gördüm, kıvırcık. Tam karşındayım. Kıvırcık mı? Bu çocuktan şimdiden nefret etmeye başlamıştım. Karşısındaki masaya oturduktan sonra telefonumu ve çantamı bir kenara koydum. Beni rahatsız etmeyecek şekilde kısaca süzdükten sonra bir elini bana uzattı. Tokalaşmak istediğini sanmıştım fakat elimin üstünden öpmeyi tercih etti. "Sizinle tanışmak büyük bir şereftir efendim." Kendimi "Pardon?" veya "Höst!" dememek için zor tuttum. Ne yaşadığını bilmiyordum, bilmekte istemiyordum. İstediğini yapabilirdi. Tabii beni rahatsız etmeyecek şekilde. "Bende memnun oldum." Gözleri resmen gülümsüyordu. Bende kendimi zorlayarak ona gülümsedim. Sarı saçlı erkekleri severdim, hatta favorilerimdi fakat sarı saç ile siyah gözler açıkçası ilgimi çekmemişti. Yine de gözlerine göre yargılamak istemiyordum. Allah'ın yarattığı şeye burun kıvırarak günaha girmek istemiyordum. Sanki bu kıyafetler ile günaha girmiyorsun. İç sesimi susturarak Ulaş'a döndüm. Gözleri bile gülümsüyordu. "Ne yersin? Kırmızı et? Tavuk? Balık?" Hiçbir şey demek istedim ama sustum. "Izgara tavuk." Çocukça bir seçim olsa da ızgara tavuk benim favorimdi. Tabii balıkta favorilerimden birisiydi ama bunu Ulaş'ın bilmesine gerek yoktu. "Pekâlâ. Bende kırmızı et alacağım." Başımı olumlu anlamda salladım. Garsona dönüp bir el hareketi yapmak yerine "Garson!" diye bağırdı. Sesi fazlasıyla gürdü. İrkilerek sıçradım. Bende dahil herkes şoka girmişti. Garson şaşırmak yerine güldü. "Buyurun efendim?" Diyerek yanımıza geldi. Ulaş ona birkaç saniye baktı. "Kırmızı et ve ızgara tavuk. Yanına da iki kırmızı şarap." Tek kaşım havaya kalktı. Belki ben şarap içmiyordum? Nereden biliyordu. "Kırmızı şarabın favorin olduğunu öğrendim." Dedi bana çarpık bir şekilde sırıtarak. Safram boğazıma kadar geldi ama yuttum. Cidden şu buluşmanın iğrenç ötesi olacağını tahmin bile edemezdim. Evlilikten çok beni yatağa atmak ister gibi bir hâli vardı. Tövbe tövbe. Ayrıca ben değil kırmızı şarap, içki bile içmiyordum. Getirecekleri kırmızı şaraba ağzımı bile sürmeyecektim. Garson yiyeceklerimizi getirene kadar telefonum ile ilgilenmeye karar verecektim fakat bunun bir kabalık olduğunu bildiğimden vazgeçtim. Bir sohbet konusu başlatarak karşımdaki kişinin bana yetersiz olduğunu kanıtlayacaktım. Yetersizden kastım, bunun gibi tipler bana kötüydü. İçkiden nefret ediyordum, daha hâlâ bekâretimi kaybetmemiştim ve evlenmeden de bu tarz şeyleri düşünmüyordum. Namaz kılmayıp kur'an okumamam beni bu tarz şeylere itecek değildi. Ayrıca kıyafetlerimin kısa olması da beni bu tarz şeylere itmezdi. Allah aşkına, şuana kadar sadece bir kez öpüşmüştüm! Ah. Eniştemin kardeşi olacak o kişi. Daha doğrusu, abimin arkadaşı Doruk. İlk öpücüğümü onun ile yazık ettiğime inanamasam da liseli azgın veletler gibi on altı yaşımda onunla öpüşmüştüm. O benden dört yaş büyüktü! Düşündükçe midem bulandı. Tamam, yanlışlıkla üstüne düşmüştüm. Yani sadece dudaklarımız değmişti. Biraz fazla abartıyor olabilirim ama Allah aşkına, o benim ilk öpücüğümdü! Garson yiyeceklerimizi getirdiğinde, düşüncelerin bu kadar yavaş ilerlediği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Bir kez daha derken bahsettiğim şeyi merak etmişsinizdir. Eskiden her genç gibi bende kafamda resmen dizi oynatıyordum. Sadece ufak bir sahne bile yarım saat sürüyordu. Hem, o salaklar niye buga girip duruyordu? Tavuğuma hiç beklemeden başladım. Ulaş gülerek yemeğine daldı. Ben kendi yemeğimi mideye indirirken o da bıçaklarla uğraşarak daha etine yeni başladı. Başladığı gibi de bluzuma doğru tükürmesi bir oldu. Şokla bir bluzumun üstündeki çiğnenmiş kırmızı ete, bir de öksüren Ulaş'a bakıyordum. Yüzünü buruşturmuştu. "Bu nasıl bir zıkkım? Sidik gibi tadı var! Hemde kanlı! Düzgün pişirilmemiş bile!" Diye bağırdığında, güldüm. Ne bekliyordu? Burası popüler bir restorandı. Kırmızı etleri hep az pişiriyorlardı. "Sidik gibi tadı mı var? Emin ol senden çok daha iyiler." Üzerimdeki şeyi peçete ile aldım. Ellerime o vıcık, sıcak ve ıslak doku temas ettiğinde kendimi kusmamak için zor tuttum. Bu buluşma da buraya kadardı. Ayağa kalktıktan sonra ona baktım. "Yemeğe hakaret eden ve bana azmış liseliler gibi bakan birisiyle değil evlilik, arkadaşlık bile kurmam!" Dedikten sonra hesabı ödeyerek oradan çıktım. Hesabı ödemek zorunda değildim ama ödemiştim işte. Erkeklerin garip gururu batsın. Kapının önündeki siyah porshe'yi gördüğümde kaşlarım çatıldı. Bu araba tanıdıktı. "Doruk?" Doruk arabadan inip yanıma geldi. "Lanet randevularından sonra seni buradan almak tam bir işkence gibi." Alayla gülerek ona baktım. "Öyle mi? Neden geldin o zaman?" Bana doğru birkaç hızlı adım atarak beni arabayla kendisinin arasına aldı. Adalet istiyorum! Tam önümde 1.92 bir hayvan var! Kafamı kaldırmak zorunda kalıyorum! Ya, şey. Boyuna inanmadığım için bir keresinde bana zorla ölçtürtmüştü de, oradan hatırlıyorum. "Seni neden buradan almaya geldim sanıyorsun? Keyfimden mi?" Bana biraz daha yaklaştığında, göğsüm onun göğsüne çarptı. Bana eğildiğinden siyah tutamları alnına düşmüştü. Güldüm. "Evet. Beni fazlasıyla özlemiş olmalısı-" Bir elini dudaklarıma örtüp konuşmamı kesti. "Kes. Seni özlediğim falan yok. Abin olacak o şerefsiz beni buraya yolladı, hemde ne için, biliyor musun?" Avcunun içini dişlesem de geriye çekilmedi. "Ben söyleyeyim. Şu senin evlilik zırvalıkların için." Kıkırdadım. "İyi de, bundan sanane?" Diye sordum boğuk boğuk. Yine de sözlerim anlaşılıyordu. Kısık sesle gülerek bana baktı. Aniden ciddileşmesi beni afallatsa da sesimi çıkarmadım. "Sanane, ha? Annemin de beni evermek istediğini aklından çıkartma, Ece Karahan." Tek kaşım alayla havaya kalktı. "Bizi evlendirmeyeceklerine göre?" Dedim. Alayla güldü. Bir dakika. Yoksa... Aman Allah'ım. Bu gerçek olamaz. *** Bölümün başında Ece yazıyorsa o bölüm Ece'nin ağzından anlatılıyor demektir. Diğer karakterimizden ise onun ismi yazacak. Oy sınırı koymayacağım çünkü yine de oy vermiyorsunuz sizi caniler Neyse, oy vermediğiniz için bölüm atmıyorum inat ettim
|
0% |