Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@thvrely

Kerem elime bir şişe soğuk su ile telefonunu verip sırıttı. "Sınavlar için konu başlıklarını verecekti hoca, değil mi?" Somurtup başımı olumlu anlamda salladım. Coğrafya hocamız konu başlıklarını verecekti fakat ben, bu mesmursuz Kerem'in basketbol maçı olduğundan derse katılım sağlayamayacaktım.


"Neyse, arkadaşlarından alırsın." Eliyle en öndeki oturaklardan birini işaret etti. "Şuraya otur, orada havlu da var o havlu benim, aralarda yanına gelince verirsin." Cevap vermek yerine bahsettiği yere oturup havluyu da kucağıma koydum.


Bu basketbol maçı, aslında yarı finaldi. Şehir içindeki okullar sırayla maç yapıyor, takımlar kazandıkça ise yarı finale ve finale yükseliyorlardı. Bu maçta kazanan takım finale yükselecekti ve diğer yarı finalde oynayıp kazanan takım ile maç yapacaklardı. Finalde de kazanıp şampiyon olan takım bu sefer şehirler arası maçlara katılacaktı.

Kerem bu işe ilk önce tamamen hobi olarak başlamıştı. Kerem ayısının boyu on dokuz yaşında olmasına rağmen bir doksandı. Bu da genetikten oluşmuştu. Baba tarafı zaten uzun olduğundan dolayı o da uzundu.

İlk periyot başladığında Kerem'in topu aldığını fark ettim. Potaya kadar ilerleyip tam basket atacakken karşı takımdan birisi topu alıp karşı potaya gitti. Sabır çekip stresli bir şekilde ayağımı yukarı aşağı sallamaya başladım. Kerem kadar olmasa da, bu maç benim içinde önemliydi.
Kazanırsa sevinirdim, kaybederse üzülürdüm. İkimizin arasındaki bağ, ev arkadaşlarından çok daha farklıydı. Ailelelerimiz daha bizlere hamileyken arkadaş olmuşlardı. Evleri o zaman için yan yanaydı. Babalarımız işe gittiğinde birbirlerinin evinde buluşuyor, gelecek planları yapıyorlardı.

Ayşe Anne annemden üç ay önce hamile kalmıştı. Bu yüzden benim doğum günüm Eylül ayında olsa bile, Kerem'in doğum günü Mayıs ayındaydı. Tamam, konudan daha fazla sapmadan maça geçelim.

İlk periyotta karşı taraf bir, bizim takım ise iki basket atmıştı. Birkaç dakikalık su molasından sonra ikinci periyota geçeceklerdi. Kerem'in üzerindeki kırmızı-siyah olan forma vücuduna yapışmıştı. Kol kasları ve baklavaları ortadaydı.
Kerem çok geçmeden yanıma ulaştığında kafasına havluyu fırlatıp eline de suyunu verdim. "Suyunu içte defol git sahaya." Sırıtıp eline verdiğim sudan birkaç yudum içti. Suyu içerken adem elması oynuyordu ve bu gerçekten de çok...

Herneyse.

Havluyla birlikte ensesini ve boynunu sildikten sonra yanağımdan makas alıp bana göz kırptı. Evet, bana diyorum çünkü birkaç oturak ötede oturan üçlü kız grubundan birisi kendisine göz kırptığını sanıp sevinmişti.

"Bana göz kırptı, gördünüz mü? Kesin aşık!" Kısık sesle gülüp sağ ayağımla ritim tutmaya başladım. Kerem daha onun ismini bile bilmiyordu fakat o, kendisine aşık olduğunu falan zannediyordu.

"Bencede aşık, çünkü aşık olan insan sevdiğine göz kırpar." Yanındaki salak kızlardan birisi de konuşunca kısık sesle güldüm. Kendilerini birşey zanneden salak kızlardan farksızlardı ki, o salak diye bahsettiğim kızlar arkamdaki oturaklarda oturan şu üçlü kız grubuydu.
"Bence bana göz kırptı, çünkü tam benim karşımdaydı." Bir diğer gerizekalı da kendine alınınca daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım. Yüzüme sahte olduğu bir kilometre öteden bile fark edilecek gülüşümü taktıktan sonra suyu ve havluyu kenarı bırakıp kızların olduğu yere yürüdüm.

Birkaç adımda merdivenleri tamamlayıp yanlarına ulaştığımda ortadaki, kıvır kıvır marul gibi saçları olan zargana ayağa kalkıp yanıma geldi. "Sen Kerem'in çocukluk arkadaşı, aynı zamanda da ev arkadaşı değil misin?" Maşallah pekte bilgiliymiş.

"Evet," dedim gülümseyerek. Gülüşüm çok sahteydi fakat kızlar anlamamıştı. Solda oturan kızıl saçlı kız ayağa kalkıp marul kafa gibi yanıma geldi. "Kerem bana göz kırptı değil mi?" Diye sordu büyük bir hevesle. Cıkladım. Kızıl kızın yüzü düştüğünde marul kafa daha bir heyecanlanmıştı. "O zaman bana göz kırptı!" Sevinçle havaya zıpladığında -evet, gerçekten zıpladı marul- "Oley be, ilgisini çektiğimi biliyordum!" Diye bağırdı.

Tekrardan cıkladığımda kız durdu. Afallamıştı. Öylece geri yerine oturduktan sonra sağdaki siyah, fön çekilmiş saçları olan kız ayağa kalkıp diğerleri gibi yanıma geldi. "O zaman bana mı göz kırptı? İyide, Kerem benim tipim değil bir kere. Bakmam ben ona."
Kızın kendi kendine teori üretmesine gülüp, "O da sana bakmaz zaten." dedim. Kız hiçbir şey olmamış gibi geri yerine oturdu. Kızıl kafa yüzünü bana çekip, "Kime göz kırptı o zaman? Sana kırpacak hali yok ya." Dedi.

"Bana kırptı ama." Yüzlerindeki bariz belli olan şaşkınlık onları birkaç saniye boyunca konuşmaktan alıkoymuştu. Marul kafa nihayet kendini toparladıktan sonra boğazını temizleyip, "Sevgili misiniz?" diye sordu. Kızın sesi, resmen içine kaçmıştı şaşkınlıktan ve korkudan.
Başımı olumsuz anlamda sallayıp kızılın yanına oturdum. "Ama eğer isterseniz, Kerem'e telefon numaralarınızı ulaştırabilirim." Benim tipim değil diyen kız anında telefonunu açıp numarasını gösterdiğinde güldüm.

Allah'tan tipin değilmiş.

Hepsinin numarasını aldığımda ayağa kalkıp geri yerime oturdum. İkinci periyot bitmek üzereydi, birazdan gelirdi Kerem yanıma.
Kızlara göstermeden erkekler tuvaletine hızlıca girdim. Birisine yakalanırsam eğer biterdim çünkü herkes rezil ederdi beni.
Hepsinin numarasını tüm tuvaletlerin olduğu kabinlere yazıp altına da şu yazıyı yazdım;

"Sexting yapılır, tek tuşla bize ulaşabilirsiniz."

Sinsi bir sırıtışla tuvaletten çıkıp geri yerime oturdum. Kerem çoktan suyunu içmişti ve şuan, havluyla boynunu kuruluyordu. Fazla terlemişti. Yanına gidip yerime oturduğumda gülümsedi.

Dudağım ile yanağım arasında olan yere ufak bir buse kondurup geri çekildi. "Şans öpücüğümü aldım."

***
Kerem ve takımı, maçı 3-1 bitirerek yenmişlerdi. Şimdi ise arkadaşları ve arkadaşlarının sevgilileri ile birlikte, okulun basketbol takımının büyük salonundaki yuvarlak masada oturuyorduk.

Ateş'in sevgilisi Sanem, sessizliğe daha fazla dayanamayıp, "Maçın şerefine bu gece eğlensek mi?" diye sordu. Bir süre herkes sessiz kalıp bu fikri düşünmeye başladı.

Tüm gözler Kerem'e çevrilmişti. Herkes, onun ağzından çıkacak herhangi evet veya hayır sözcüğünü duymayı bekliyordu.
"Kerem en sonunda parmaklarıyla oynamayı bırakıp bizlere baktı. "Bence sevinmek için daha çok erken. Sonuçta sadece finale yükseldik." Aslında bir bakıma haklıydı. Finale yükselseler bile karşı takımın gerçekten çok güçlü olduğunu ve önceki on ikinci sınıfların o okula her seferinde yenildiğini öğrenmiştik.

Aslı başını olumlu anlamda salladı. "Haklısın. Biraz beklemekte fayda var." Aslı, Kerem'in en yakın arkadaşı; yani Sezgin'in sevgilisi oluyordu. Siyah saçları vardı ve tatlı, sıcak bir kızdı.

"Peki ya finalde ne bo- halt yiyeceğiz?" Kendisini son anda toparlayan Tuna, sorusunu Kerem'e ve takım arkadaşlarına yöneltmişti.
"Maç biraz zorlayacak fakat bu sene çok emek verdik, kazanmamız lazım." Dedi Kerem. Geçen sene o okula yenildiklerinden, bu sene galip gelmek istiyordu.

Tuna'nın sevgilisi Umay, siyah saçlarını omzunun arkasına atıp masada duran suyundan birkaç yudum içti. "Maça sadece iki gün var, bu kadar kısa sürede hazırlanmanız imkansız." Tam ağzımı açıp 'imkansız diye birşey yoktur' diyecektim ki Çınar güldü.
"Ben sevgilimden şans öpücüğü alıyorum, enerjim yerine geliyor. Bence sizde öyle yapın." Çınar'ın sevgilisi Ekin sırıttı. "Haklı."

Herkesin sevgilisi vardı ve buradakilerin hepsi sevgiliydi; biz hariç.

Ben Kerem'in sevgilisi değildim, bebeklik arkadaşıydım. Birde ev arkadaşıydım. Bundan öte birşey yoktu bizim aramızda.

Ata gergin bir şekilde yutkundu. "Bu yılda kazanamazsak ne yapacağız? Bu okuldaki son senemiz bu, ayrıca son şansımız. Şehitler okulunu eledik, eledik. Elemedik o zaman bizim de basketbol hayatı bir yere varamayacak." Eda suratını buruşturdu.

"Belki de en iyisi bırakmak." Ters bakışlar Eda'yı bulduğunda hızla oturuşunu düzeltip, "Yani ne bileyim, toparlayamayacak gibiydiniz ondan söyledim." dedi.

Herkes tekrardan önüne döndüğünde, kapı çaldı. Kerem 'gel' dediğinde Kerem'in annesi Ayşe teyze içeri girdi, ardındansa benim annem gelmişti.
Kerem, "Anne? Beste anne? Sizin ne işiniz var?" dediğinde ikisi de gülümseyip ellerindeki poşetleri masanın üzerine bırakmışlardı.
Evet, Kerem benim annemi; bende onun annesini kendi annem gibi görüyordum çünkü her ikisi de bize annelik yapmıştı.

"Maçtan sonra acıkmışsınızdır dedik." Annem sırıtarak bana göz kırptığında bende ona göz kırptım. Beraber planlamıştık bu yemek işini.
Ateş ayağa fırlayıp poşterlerin yanına geldi. "Ne hazırladınız Beste teyze? Çok güzel kokuyor."

Sanem de ayağa kalkıp poşetleri açmaya yeltendi fakat Ayşe anne onu durdurdu.

"Biz dağıtacağız Sanem kızım, sen geç otur." Sanem Ayşe annenin lafını ikiletmeyip yerine oturdu.
Ateş ise kaşla göz arası paketlerden birini çıkartıp içini açmıştı bile.

"Sıcacık bunlar!" Dedi sevinçle. Bende ayağa kalkıp annemlerin yanına gittim. Ateş, elindeki patatesli ince fakat kısa böreklerden birini ağzına atıp çiğnemeye başladı. "Oha! Tadı çok güzel bunun, hem çıtır hemde içi yumuşacık, ağızda dağılıyor. Hanginiz yaptı bunu?"
Sağ elimi hafifçe yukarı kaldırdım. "Ben yaptım." Annem bir aşçı olduğundan tüm gizli tariflerini ele geçirmiştim. Ara sıra Kerem ile bana bu börekten yapıyordum.

"Ama sıcak?" Güldüm. "Yapıp buzluğa atıyorum genellikle. Okuldan gelince ısıtıp yemek güzel oluyor. Bende yapıp buzluğa koydum, annemler ısıttı."

Küçük, tek kullanımlık ağzı kapalı kapları sırasıyla her birine dağıttım. Annem büyük bir termosu çıkartıp karton bardaklara çayları doldurduktan sonra yanlarına iki küp şeker koyup herkese dağıtmıştı.

Çoğu kişi beğeni dolu mırıltılar çıkartırken güldüm. "Tarifi annemden çaldım yalnız." Sanem tatlı bakışlarını anneme yolladığında annem, "Hiç öyle bakma Sanem, kimseye vermiyorum." Sanem bu sefer gözlerini bana çevirince güldüm.
"Canın çektiğinde gelirsin bize, yeriz hep birlikte." Dedim. Sanem ikna olmuş bir şekilde önüne döndüğünde Serra, içeriye girip "Selam millet!" diye şakıdı.

Anında ayağa kalkıp ellerimi üzerine değdirmemeye dikkat ederek sarıldım ona.

Bir haftadır ailevi sebeplerden dolayı okula gelmemişti. Sadece bir hafta geçmesine rağmen özlemiştim deli kızı.
Serra, hayal gücü epey bir geniş olan, şen şakrak aynı zamanda deli, sarı saçlı açık mavi gözlü ve her zaman gülümseyen birisiydi.
Hayal gücünün geniş olması bazen işimize yarasa da, bazenleri öyle bir fikir buluyordu ki burnundan getiriyordu insanın.

"Ee şekerim, nasıl gidiyor hayat?" Diye sordu Serra. Gülümsedim. "İyi gidiyor." Sanki kötü birşey söylemişim gibi ters ters bakmaya başladı. Annem sanki anlamış bir şekilde hafifçe güldü.

"Sensiz kötü geçiyor hayat gibi birşey söylemeliydin kuzum." Annemin söylediğiyle "Haa," nidası döküldü dudaklarımdan.
Serra sırıtarak anneme baktıktan sonra hızlıca yanına gelip kollarını beline doladı. Ben ise onlara gülümseyerek bakıyordum.
Ayşe anne de "Gel kız buraya," deyip kollarını bana sardı. Bende kollarımı onun beline doladım.

Bir süre öyle durduğumuzda, Kerem hafifçe öksürüp ayağa kalktı. "Oğluma da sarılayım demek yok, varsa yoksa Elsa." Elsa, Kerem'in bana taktığı lakaptı. Annesi Elsa kız, babası Lena ve Kerem de Elsa diyordu.

(Yn: Elisa'nın iki ismi var; Elisa ve Lena.)

Ayşe anne gülerek kollarını benden ayırdı, ardındansa oğluna sarıldı. Bende tekrardan masaya geçip yemeklerine odaklanmış arkadaşlarımıza göz gezdirdim.

Cansu kendi böreklerini bitirdikten sonra bana dönüp "Eline sağlık Lena." dedi. Lena'yı genellikle basketbol takımındakiler kullanırdı.
Babam da bir anda "Annyeong haseyo!" (Kore'de merhaba anlamına geliyor.) Diye bir yerden çıktığında gülüp ayağa kalktım. Babam Güney Koreliydi ve adı da Hong Min-tae'ydi.

Doğal olarak benim de adım Elisa Lena Hong'tu.

Kabul ediyorum biraz tuhaftı. Türkiye'de Hong soy ismi çok bilinmese ve tanınmasak bile, Güney Kore'de hatrı sayılır bir ünümüz vardı. Babam bir yemek firmasının sahibi; aynı zamanda da ceo'suydu.

Babam ile annem de oradan tanışmışlardı zaten. Aynı k-drama'lardaki gibi bir tanışma hikayeleri olmuştu. Annem, babam ile olan bu tanışma hikayesini business proposal dizisine benzetiyordu. Gerçi haklıydı da.

Çünkü dizide gelişen şeyler ile anne babamın arasında olanlar hemen hemen aynıydı, neredeyse tüm fark annemin türk olmasıydı.
Babam ile sarılma faslımız bittiğinde gülümseyerek sevecen bir tavırla basketbol takımına baktı. "Nasıldı maç? Geçti mi iyi?" Babam henüz Türkçe'ye alışamadığından devrik cümle kuruyordu.

Kerem başını olumlu anlamda sallayıp "Karşı takımı yendik." dedi. Babam gülerek, "Aferin." dedikten sonra annemin yanına gelip bir elini omzuna koydu.

İkisi aralarında birşeyler konuşup gülüştükten sonra Ayşe anne yanıma gelip elime ufak bir paket verdi.

"Bunu eve gidince açarsın." Deyip göz kırptı. Ne gerek vardı gibi sözcükleri çoktan aramızda kullanmayı bıraktığımızdan teşekkür edip gülümsedim.

Birkaç dakika içerisinde de annemler gitmişti.

Ortalığı derleyip toparladıktan sonra çöplerimizi de atıp vedalaştık. Müdür, biz kızlarda dahil hepimize bugün de geçerli olacak şekilde iki günlük; yani maça kadar izin vermişti.

"Yarın parktaki basketbol sahasında saat sekizde buluşuyoruz öyleyse?" Dedi Ata sorarcasına. Herkes başını olumlu anlamda salladığında dağılmıştık.

Kerem ile eve geldiğimizde ikimize sıcak birer kupa kahve hazırladım. İçeri geçip Kerem'in yanına oturduğumda teşekkür ederek kahveyi elimden almış, dumanının üstünde tütmesine bakmayarak büyük bir yudum almıştı.

Cebime koyduğum paketi çıkartıp açmaya başladım. Kerem ise televizyondan ülkeler arası olan maçlara göz gezdirip notlar alıyordu.
Paketin içinden küçük bir kutu çıktı. Kapağını açıp içerisine baktığımda küçük bir yüzük olduğunu fark ettim. İçerisinde kat kat katlanmış bir not bulunuyordu.

Bu yüzüğü siz yeni doğduğunuzda almıştık Besteyle. Kerem ile senin arandaki bağı simgeleyecekti bu yüzük. Aynısını Kerem'e de verdim, parmağındadır şimdi. Eğer bu yüzüğü ikinizden birisi çıkarırsa; ikinizin arasındaki bağ tamamen kaybolur. Bu yüzden de ikinize de söylüyorum, asla çıkarmayın bu yüzükleri parmağınızdan. Kavga etseniz, tartışsanız bile parmağınızda kalsın bu yüzük.


Notu okuduktan sonra kutunun içindeki yüzüğe baktım. Üzerinde herhangi bir taş veya bir süs yoktu. Mor ile mavinin birleştiği; fakat bir o kadarda hoş gözüken bu yüzüğün üzerinde biraz sim de vardı. Televizyonun ışığı yüzüğe vurduğunda anlaşılıyordu.

Meraklı gözlerimi Kerem'in eline çevirdim. Sağ eline, yüzük parmağına takmıştı yüzüğü. Tıpatıp aynıydı.

Kendi yüzüğümü de aynı Kerem'in yaptığı gibi sağ elimin yüzük parmağına takıp elimi hafifçe havaya kaldırdım. Yüzük, beyaz ve ince uzun olan parmaklarımda gerçekten de çok hoş gözüküyordu.

"Çok güzel durmuş parmağında." Yüzüğe dalıp gittiğimden, Kerem'in sözleriyle hafifçe irkilmiştim. Silkelenip gülümsedim.

"Teşekkür ederim."

***

Elisa'nın annesinin ismini kendi ismim yaptım smsmsm

Herneysee, bir sonraki bölüm hem uzun hemde çok güzel olacak diyerek gidiyoruumm

Öptüümm

 

Loading...
0%