@thvrely
|
Bölüm çok kısa ama akşam yine bölüm atarım (emin değilim size bağlı birazda) *** Batıl şeylere kesinlikle inanmazdım fakat son beş yıldır her yıl 31 Temmuz'da bir olay oluyordu. Birincisi Lina'nın ölümüydü. İkincisi ise Kerem'in saldırıya uğrayıp yoğun bakıma alınması. O gün yaşanan krizler, gözyaşları, kalbinin durduğunu işaret eden o sağır edici tiz ses... Herşey aklımdaydı. Ertesi sene aynı gün taciz edildiğim, bundan sonraki sene de Ayşe Anne'nin kalp krizi geçirmesi bu günü unutulmaz kılmıştı. Sıradaki şey neydi? Bizi kim veya ne bekliyordu? Kalbim deli gibi hızlanırken deli gibi titreyen elimi fark etmedim bile. Korku tüm bünyemi hızla ele geçirirken karşımda merakla bana bakan yüzlere verecek bir cevabım da yoktu. "Merhaba. Hong Sun-hee ile mi görüşüyorum?" Yutkunarak kendimi toparlamaya çalıştım. "Evet, benim. Sorun nedir?" Kerem. Güney Kore. Uçak. Uçuş. Herşey aklıma bir bir gelirken kadının boğuk sesi kulaklarımda uğuldadı. "Ben *** hastanesinden Kim Ha-na. Kerem Gök adlı bir Türk vatandaşı geçtiğimiz saatlerde yaralanmış. Bulunduğu uçak ormanlık alana düşerken çoğunluk ölmüş fakat Kerem Gök hâlâ hayatta." Son sözleri beni sakinleştirmek için kurmuştu, değil mi? Endişe etmemem için. Asıl takıldığım kısım çoğunluğun ölmesiydi. Başkaları ölecek kadar darbe alıyorsa Kerem de ölebilirdi. Ölebilirdi. Bu kelime eskiden fazlasıyla uzaktı. Sanki hiç gelmeyecek bir kâbus gibiydi. Ama bu bir kâbus değildi. Ayrıca bu bir kitapta değildi. Kitap... Bu söz herşeyi değiştirdi. Evet, biz kitapta değildik. Kerem'in ölmesini durdurabilecek insan dışı özelliklere de sahip değildik. Ya da kadının arkasından gelen tiz sesi ve "Hasta ölüyor!" cümlesini duymamak için kulaklarımızı sonsuza dek tıkayacak bir özelliğe sahip değildik.
|
0% |