Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@thvrely

Bugün basketbol takımındakilerle ve onların sevgilileri ile buluşacaktık. Onlar kendi aralarında basketbol çalışacaktı ve biz kızlarla kendi aramızda birşeyler yapacaktık.

Açıkçası ne yapacağımıza karar verememiştik.

Kerem sabah koşusuna gidince bende bunu fırsat bilip mutfağa damladım. Arasıra yaptığım bir atıştırmalık vardı ve Kerem, hepsini bulduğu gibi mideye indiriyordu.

Annemin binbir emekle yaptığı parmak kadar küçük hamburger ekmeklerini bir kenara koydum. Domatesleri ufacık, ekmeğe sığacak kadar küçük doğradıktan sonra salatalıkları da aynı şekilde doğradım.

Büyük bir kase aldıktan sonra içine biraz kıyma, biraz baharat, biraz ekmek koyduktan sonra hepsini ellerimle yoğurup küçük toplar haline getirdim.

Topların üzerine elimle batırdıktan sonra her birini kızgın yağa attım ve sadece üç dakika bekledim.

Üç dakikanın sonunda köfteleri alıp kenara koydum. Üzerine biraz ketçap ile mayonez sıktıktan sonra köfte-salatalık-domates üçlüsünü ekmeklerinin arasına koydum.

Uğraştırıyordu biraz fakat böyle küçük hamburgerler gerçekten çerez gibi çok iyi gidiyordu.

Vişne hayranı olduğumdan yaz ayında bir buzluğu tamamen vişne ile doldurmuştum. Vişnelerden çıkartıp onların da hoşafını yaptıktan sonra sıcak sıcak termosa koyup karton bardakları aldım. Küçük hamburgerleri kapaklı tabakların birine dizdikten sonra termosu, kapaklı tabağı ve karton bardakları çantamın ön gözüne koydum.

Kerem terler de üşütür diye düşünüp tişört ile eşofmanlarından birer tane çantaya atıp airpodsum ile suyumu da çantaya koydum.
Ben hazırlık işini tamamen bitirdiğimde Kerem de koşudan gelmiş üzerini değiştiriyordu.

Odadan çıktığında üzerinde kolsuz bir basketbol forması ile dizlerine kadar gelen bir basketbol forması ile daha karşılaştım. Saçlarını hafiften ıslatmış, airpodslarından birini sağ kulağına takmıştı. Forması turuncuydu ve ona kesinlikle çok yakışıyordu.

Odama gidip ne giyeceğim diye kara kara düşünürken en sonunda kızlarla olan grubumuza mesaj attım.

Ballı Kaymaklar

Elisa: kızlar
Elisa: bana acilen kombin yapar mısınız

Umay: yeşil bol pantolon ile beyaz sweat?

Aslı: pembe kazak beyaz kot?

Cansu: bej eşofman ile beyaz kazak

Serra: hava kasfetli
Serra: bence en iyi tercih siyah salaş pantolon ile beyaz bluz
Serra: kafana da geçir bir tane beyaz-siyah bandana
Serra: saçlarını da hafiften dalgalandır

Sanem: kardisim haklı

Sanem: bence de siyah-beyaz iyi gider

Eda: +1

Elisa: pekii
Elisa: teşekkür ederim kızlarr
Elisa: muck öptüümm

Serra benim elimde olan kıyafetlerden bir kombin ayarlamıştı, ayrıca belirlediği kombin güzel duracağa benziyordu.
Bahsettiği kombini yapıp saçlarımı makineyle dalgalandırdıktan sonra bandanayı takıp dudaklarıma kırmızımsı renkte bir tint sürdüm. Rimel sürüp makyajımı da tamamladıktan sonra aylardır sıktığım parfümümü sıktım.

"Eğer biraz daha oyalanırsan eğer geç kalacağız!" Gözlerimi devirip siyah çantamı tek koluma astım. Buluşma saati sekizdeydi ve saat yedi buçuktu. Sabah sabah hava karanlıktı zaten, birde bahsi geçen yerin uzaklığı en fazla on dakikaydı.

Odamdan çıktıktan sonra ters olduğunu düşündüğüm bakışlarımı yolladım Kerem'e. Sırıttı. "Kedi gibi gözüküyorsun. Ama sorunda şu; çekik gözlü olman."

Annem ile babamın karışımı olsam bile gözlerim çekikti. Ayrıca tenim de beyazdı. Parmaklarım ince uzundu, boyum ise 1.62'ydi.
Babamın saçları kumraldı fakat annemin saçları siyahtı. Saç kısımında anneme çekmiştim.

Dışarıda gördüğüm insanlar "What do you speak Turkish?" diye soruyorlardı hep. Genellikle cevabımı Korece veriyordum gıcıklığına. Aşırı hoşuma gidiyordu çünkü bu.

Kerem ile evden çıktığımızda starbucks'ta durmuştuk. "Kahve mi alacaksın?" Diye sordum. Elime birkaç yüzlük tutuşturduktan sonra, "Bizimkiler başlayacakmış birazdan maça, acilen gitmem lazım. Sen on altı kahveyi getirirsin artık." dediği gibi koşmaya başladı.

16 kahve?
Tek başıma?
Ben?
Bu cılız bedenimle?
Kerem senin ben-

Yüzüme bir gülümseme kondurup kafeden içeri girdim. Kasaya gidip beklemeye başladığımda bir kadın ile adam bana garipser gibi baktı.
"Türk müsünüz?" Sırıtmamak için dudaklarımı birbirine bastırıp bir kaşımı havaya kaldırdım. "Ne dediniz? Anlamadım." Dedim korece konuşarak. Kız, erkek olana bakıp "Kazıklasak, kalanı da ceplesek yakalanır mıyız?" diye sordu.

Erkek olan ise, "Deneyelim. Denemekten zarar gelmez." dedi.
Bu sefer yanlarına yanaşıp ingilizce olarak "On altı mocha lütfen." dedim. Kız olan on altı tane mocha hazırlayıp poşetlere koydu.
İngilizce olarak, "100 dolar." dediğinde kendi kafamda hesaplayıp türk lirasına çevirmeye çalıştım.

Çıkacak olan sonucun basamakları beni şoka uğratmıştı fakat bunu dıştan yansıtmadım.

Normalde on altı bardak mocha 654 lira ediyordu. Cebimden o kadar çıkartıp erkek olanın eline uzattım, ardından gülümsedim. Biraz şaşırmışlardı.

Poşetleri bir şekilde elime almayı başardıktan sonra "Belki başka zamana kazıklarsınız." dedim türkçe bir şekilde, gülerek.
İkisi afalladığında sırıta sırıta çıktım kafeden. Böyle olayları sık yaşıyordum ve kesinlikle çok eğlenceli oluyordu.

***
Kerem ve takımı çoktan maça başlamıştı. Biz kızlar ise öylece yan yana dizilmiş oturuyorduk. Bazıları telefonuyla ilgileniyor, bazıları da kendi aralarında konuşuyor veya benim gibi Keremlerin maçını izliyordu.

Kerem ve takımı iki ayrı takıma bürünmüş, takımları da eriora ile selalsion diye isimler belirlemişlerdi.
Hayal gücünün bir sınırı olmayan Serra, elbette kafasından sallamıştı bu isimleri.

Kerem eriora takımındaydı bu arada.

Serra'nın bizim takımla olan ilgisine gelirsek eğer... Burada Ateş'in kardeşi aynı zamanda da benim ve Kerem'in yakın arkadaşı oluyordu. Buradaki kimseyle sevgili değildi, aynı zamanda da toplantılara da kafası estiğinde geliyordu.

İkinci periyotta nihayet bittiğinde, hepsi kan ter içerisinde kalmıştı. Bende yaptığım yiyecekleri ikinci periyotun sonunda vermeyi düşündüğümden, çantamdan çıkartmıştım kapaklı kabı.

Kerem artık nasıl gördüyse hızlı adımlarla yanıma gelmiş, en sonda oturduğumu fırsat bilip atmıştı kendini yanına. Yüzünü buruşturduğunda kaburgalarının içine ettiğini fark edip sırıttım.

"Herkes buraya gelebilir mi?" Dememe kalmadan solumda oturan Serra kabı açmış, içine derin bir nefes çekmişti. "Bunu bana en son iki ay önce yaptın!" Dedi sahte bir kızgınlıkla. Gülümseyip eline iki tane küçük hamburger bıraktım.
Kerem de çantadan vişne suyunu çıkartmıştı.

Anında vişne suyunu elinden aldım fakat vişne suyunun yarısı üzerime dökülmüştü.
Sabır.

"Bunu yapmak için canım çıktı ya benim!" Diyerek ayağa kalktım. Müthiş bir şekilde hem bluzuma, hemde pantolonuma gelmişti vişne suyu. Ayrıca yanımda yedek kıyafet yoktu.

"Yedek kıyafet getirdin mi?" Diye sordu Kerem. Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Nasıl bir zihniyet var kızım sende? Birincisi neden vişneyi elimden aldın? Hemde ben kapağını açmış olmama rağmen? İkincisi ise kendine yedek kıyafet almayıp bana mı aldın Elisa?"

"Hı-hı."

Kerem bana ters ters bakıp onun için getirmiş olduğum gri eşofman ile beyaz tişörtü çıkarttı. "Bunları giy diyeceğim de sen hassassın, tişörtle üşütürsün." Serra, kucağında duran giymemiş olduğu siyah ceketi uzattı Kerem'e.

"Giymiyorum zaten, Lena giysin." Serra'ya teşekkür edeceğim esnada benim yerime Kerem teşekkür etmişti.

Biraz garipsesem de daha mühim birşey olduğundan boşverdim.

"Ben bu kıyafetleri nerede giyeceğim?" Diye sorduğumda Ateş eliyle karşıdaki apartmanı işaret etti. "Evde bir tek annem var, Serra'nın odasında giyinir gelirsin." Peki anlamında başımı sallayıp Kerem'in uzattığı kıyafetleri aldım.

Serradan anahtarı da aldıktan sonra apartmana girdim. Serra'nın annesi Ezgi Teyze'ye inme inmesinden korkup zile basmıştım.

Kapı saniyeler sonra açıldığında Ezgi Teyze elindeki fasulye ve bıçakla açtı kapıyı. Muhtemelen kılçıklarını bıçakla alıyordu.

"Hoşgeldin Lena kızım, hayrola?" Dedi. Berbat olmuş kıyafetlerimi gösterip "En yakın ev sizindi, içeride giyinebilir miyim?" Diye sordum. Ezgi Teyze kapının önünden çekildi, "Tabii."

"Teşekkür ederim." Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdikten sonra yerini ezbere bildiğim koridorun sonundaki sağda olan odaya girdim.
Ezgi Teyze ise salona gitmişti. İzlediği Müge Anlı'nın sesi buraya kadar geliyordu çünkü Ezgi Teyze'nin kulakları hafiften işlevini yitirmişti.
Tamam, bu biraz kabaca bir tanım oldu.

Serra, odasında beyaz ve mat sarı renklerini kullanmıştı fakat beyaz daha ağır basıyordu.

Oda doğrudan güneş aldığından, tahta dolap ve beyaz yatak ile çok güzel bir uyum gözüküyordu odada. Serra gerçekten güzel dekore etmişti odasını.

Çalışma masasının önündeki beyaz dönen sandalyeye kıyafetlerimi bırakıp üzerimdekileri çıkarttım. Olabildiğince hızlı ve oyalanmadan üzerimi giymiştim.

Şimdiye herkes yiyecekleri halletmiş olmalıydı. Peki ya bana bırakmışlar mıydı?

Somurttum. Eğer bırakmamışlarsa bir daha yapmazdım çünkü yaparken kendimi yememek için zor tutmuştum.

Üzerime oldukça bol gelen kıyafetlere sarıyla çerçevelenmiş boy aynasında baktım. Eşofman düşecek gibi oluyordu ve eğer dışarıda bir anda düşerse utançtan bir daha sokağa çıkamazdım sanırım.

Kirlenmiş kıyafetlerimi alıp odadan çıktığım esnada Ezgi Teyze de mutfaktaydı. Beni gördüğü gibi de durdurmuş, elimden kirli kıyafetleri almıştı.
"Vişne suyu döküldü sanırım, kolay kolay çıkmaz kızım vişne. Benim bir sırrım var, onu yaptım mı hemencecik geçer vallahi! İstersen ben yıkayayım bunu, gideceğiniz zaman da gelir alırsın. Olur mu Lena kızım?"

Ezgi Teyze cevabımı beklemeden çamaşır odasına gitti. "Olur olur." Diye mırıldanıp dolaptan bir şişe çıkardığında teşekkür edip vedalaştım. Ardındansa evden çıkıp merdivenlere yöneldim.

Ezgi Teyze yumuşak kalpli bir kadındı fakat geç yaşta çocuğu olduğu için yaşlanmıştı. Kadın 35 yaşında Serra'yı doğurmuştu ve annem 20 yaşında beni doğurmuştu. Annem şuan otuz sekizinde iken Ezgi Teyze elli sekizindeydi. Bundan dolayı annem ile çok iletişim kuramamışlardı.

Merdivenleri çıkarken koridordaki ışığın birden sönmesiyle birlikte dengemi kaybetmiş, düşmüştüm.

Eğer şuan bu bir kitap olsaydı ana erkek karakter gelir, beni kollarımdan tutar bir klişe gerçekleşmiş olurdu. Fakat bu bir kitap değil, ayrıca benim bir erkeğim yok. Kurtarsa kurtarsa Kerem kurtarır diyeceğim de o da beni tuttuğu gibi yere bırakır!

Gıcık Kerem.

Diz kapaklarım sızlayınca "Bir de bu eksikti!" diye cırladım. Sanki birşey yaşanmış gibi "Birde bu eksikti!" demem akıl alır gibi değildi doğrusu.
Beni delirtenler utansın, mesela Kerem!

Oflayıp diz kapaklarımdaki tozu sildim. Ayağa kalktığımda dizlerimin acısı iyice artmıştı.

Kerem'i arayıp, "Düştüm, gel beni taşı." desem tepkisi ne olurdu acaba?

Merakıma yenik düşüp, düşmemin etkisiyle yere düşen telefonumu aldım.

Evet şimdi düşmek kelimesini tdk'dan sildirmeye gidiyoruz.

En üste bilerek favorilerim diye eklediğim Angut kelimesinin üzerine tıkladım. Genellikle onu aradığım için favorilerimde anne ve babam dışında birde Kerem vardı.

Telefon üçüncü çalışında açıldı. Maçta değiller miydi acaba?

"Alo, Elisa? Ne oldu?" Bir süre karanlıkta zar zor görebildiğim dizime baktım. "Düştüm, gel beni taşı." Telefon suratıma kapatıldığında kaşlarımı çatıp bir süre öylece baktım ekrana.

Gerçekten tepkisi bu muydu? Telefonu yüzüme kapatmak?

"Hıh." Dedim küçük bir çocuk edasıyla kollarımı göğsümde birleştirirken. O telefonu suratıma kapatabiliyorsa bende gelmeyecektim işte. Kaybolduğumu düşünüp de telaşlansın.

"Gerizekalı Kerem, ne demek yüzüme kapatmak ya ne demek yüzüme kapatmak? Ben onu bir ayağımın altına alırım da görür o zaman yüzüme kapatmay-" Cümlemi daha tamamlayamadan bir el bacaklarımın altından geçirilip başka bir el de kafamın altına yerleştirildiğinde ufak bir çığlık atmıştım.

Oldukça yapılı birisinin kolları arasında olduğumda, kokusunu tanımayı becerebilmiştim.
Gelen Kerem'di.

"Ayağının altına mı alacaksın beni bu minnacık ayaklarınla? Yani eğer vücudunun altında bırakırsan belki anca öyle üstesinden gelirsin de."
Yaşadığım şok dalgası ile birlikte Kerem'e baktım. "Ne dediğinin farkında mısın sen? Kafan sorunlu mu acaba?" Burnundan güldü.
"Sorun bende değil, senin o fesat zihninde Elisa." Sözlerine gözlerimi devirdim. Benim yerime başkası olsa o da aynı anlardı.
"Hangi anlamda söyledin o zaman beyefendi?" Güldü.

"Bilmem, belki anladığın anlamda söyledim."

Evet, yine başlıyoruz çünkü bu kan, benim bembeyaz yanaklarıma pompalanıyor!
Çoktan apartmandan çıkmıştık ve ben, hala daha bu öküzün kolları arasındaydım. En kötüsü de güneşten dolayı Kerem'in yüzümü görebiliyor olmasıydı.

Yüzümün halini görüp histerik bir şekilde güldü. "Neden somurtuyorsun? Bedavadan allık işte fena mı?"
Bu allığın ne olduğunu nereden öğrenmişti yahu?

Sorarsam eğer övünür diye düşündüğümden konuyu değiştirdim. "İndirsene beni, ne bekliyorsun?"

Sesimin fazlasıyla isteksiz çıkmasına kısık sesle bir küfür savurdum. Hayır, nasıl belli edebilmiştim ki bunu!

"Kollarımın arasından çıkmak istemediğini bende biliyordum, bu kadar belli etmene gerek yoktu." Biraz dibime girip buz gibi olmuş burnuma sıcak dudaklarını bastırdı.

Geri çekildiğinde yüzümü inceleyip, "Bizim bu flört işi battı sanırım." diye mırıldandı. Neyden bahsettiğini anlamamıştım, anlamak istemiyordum da.

Birkaç dakika sonra basketbol sahasına giriş yapmıştık. Tuna gözleriyle beni işaret edip Umay'a, yani sevgilisine fısır fısır birşeyler söylemişti.
Lanet olası dudak okuma özelliğimle birlikte anlamıştım ne söylediğini.

"Elisa Kerem'den hoşlanıyormuş."

***

Ayy bölüm çok tatlış birşey olduu

Bu tatlış bölümleri size ok gibi saplayacağım biliyorsunuz değil mii??

 

Loading...
0%