Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@thvrely

Oy sınırı dolalı bir dakika olmadan yeni bölüm istiyoruz adlı mesajlar almaya başlamam şaka mııı smsmsm

Neysee, sizi daha fazla bekletirsem evimi basarsınız diye bölümü kafanıza fırlatıyoruumm

(italik olan yazı şekilleri geçmiş zamanlarda yaşadıkları şeylerin Elisa'nın gözüne bir bir gelmesi.)

İyi okumalar!

***

Bir aralar ne diyordum, eğer bir kitapta olsaydık bu böyle olurdu ama bu bir kitap değil.

Evet, bu bir kitap değil ve ben kitaplardaki salak kızlardan biri değilim. Onca şeyden sonra onun dudaklarına yapışacak kadar gurursuz da değilim.

"O öpücüğü bir yerlerine sokmadan uzaklaş benden." Gözlerimdeki nefret, fark edilemeyecek kadar değildi. Kerem'den hoşlanıyor olsam bile kalbim yeterince kırıktı.

Artık onu istemiyordum.

Kerem dudaklarını ıslatıp yavaşça geri çekildi. Başı eğik, gözleri yan taraftaki duvardaydı.

"Bunu söylemekten nefret ediyorum ama, sevmiyorsun beni, dimi?"

Güçlükle yutkundum.

"Sevmeyi bırak, nefret ediyorum senden."

***

Bu konuşmanın ardından hızla Serra'yı aramış, eğer çabucak gelip kelepçeyi almazsa elimden bir kaza çıkacağını söylemiştim. Serra ise sesimin tonundan kötü şeyler olduğunun farkına varmış, on dakika içerisinde oturduğumuz apartmana ulaşmıştı.

Kapı tıklama sesi geldiğinde Kerem'in suratına bile bakmadan ayağa kalktım. Kerem de hemen ardımdan ayağa kalktı ve kapıya ulaştık.
"Ne oldu size?" Kapıyı açar açmaz Serra tarafından sorguya çekildiğimizde bıkkınlıkla nefes aldım.

Serra'yı kırmak istemiyordum ve eğer biraz daha üzerime giderse ona patlayabilirdim.

"Serra, artık şu kelepçeden kurtulabilir miyim? Aksi takdirde sinir krizi geçireceğim."

Serra başını sallayıp pantolonunun arka cebinden küçük bir anahtar çıkarttı. Anahtar ile kelepçeyi çıkarttığında rahatlamış bir şekilde bileğimi ovaladım.

Odama gidip üzerime montumu geçirdiğimde telefonumu da almış, tekrardan koridora çıkmıştım.

Serra benden cevap alamayınca Kerem'i kıstırmış, ona sorular sormaya çalışıyordu fakat başarısızdı.

Tam evden çıkacağım esnada uzun ince ve sıcak parmakların bileğime sarıldığını hissettim.

Hayır, bu sefer kanmayacaktım.

"Elisa, konuşabilir miyiz?" Derin bir nefes verip kolumu Kerem'den kurtardım. Yüzümü ona çevirmeden, "Seninle konuşacak hiçbir şeyim kalmadı." dedim.

Sesim öyle soğuk çıkmıştı ki, ilk başta bu ses benden mi çıktı diye emin olamamış, düşünmüştüm.

Cevabını beklemeyip hızla evden çıktığımda buz gibi soğuk yüzüme çarptı.

Bu evde bulunmak istemiyordum artık. Anne ve babamın yanına gidecek, bir daha da geriye dönmeyecektim.

"Yeobuseyo? Appa..." Bir hıçkırık boğazımdan yukarıya yükselirken dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum. "Eskifoça'ya geliyorum appa. Beni yanınıza alır mısınız?" Gözlerimi sıkıca yumdum.

Sinsi bir sırıtışla tuvaletten çıkıp geri yerime oturdum. Kerem çoktan suyunu içmişti ve şuan, havluyla boynunu kuruluyordu. Fazla terlemişti. Yanına gidip yerime oturduğumda gülümsedi.

Dudağım ile yanağım arasında olan yere ufak bir buse kondurup geri çekildi. "Şans öpücüğümü aldım."

"Ah, tabii kızım. Annenin seni almaya gelmesini misin ister?"

Cebime koyduğum paketi çıkartıp açmaya başladım. Kerem ise televizyondan ülkeler arası olan maçlara göz gezdirip notlar alıyordu.
Paketin içinden küçük bir kutu çıktı. Kapağını açıp içerisine baktığımda küçük bir yüzük olduğunu fark ettim. İçerisinde kat kat katlanmış bir not bulunuyordu.
Bu yüzüğü siz yeni doğduğunuzda almıştık Besteyle. Kerem ile senin arandaki bağı simgeleyecekti bu yüzük. Aynısını Kerem'e de verdim, parmağındadır şimdi. Eğer bu yüzüğü ikinizden birisi çıkarırsa; ikinizin arasındaki bağ tamamen kaybolur. Bu yüzden de ikinize de söylüyorum, asla çıkarmayın bu yüzükleri parmağınızdan. Kavga etseniz, tartışsanız bile parmağınızda kalsın bu yüzük.
Parmağımdaki mavi ile morun birleştiği yüzüğe gitti elim. Gözümden bir damla yaş aktığında burukça gülümsedim.
Yüzüğü tam çıkartacakken aklıma başka anılar doluyordu.


Yüzüğü çıkartmamaya karar verdim. Sakinken düşünecek, olanları anneme ve Serra'ya anlatacak en sonunda da karar verecektim.
Elim tekrardan telefonuma uzandı. Cebimden telefonumu çıkarttım.

"Alo, Ezgi Teyze? Annem birazdan beni almaya gelecek ve şimdi eve giremiyorum, annem gelene kadar sizde kalabilir miyim?"

Diz kapaklarım sızlayınca "Bir de bu eksikti!" diye cırladım. Sanki birşey yaşanmış gibi "Birde bu eksikti!" demem akıl alır gibi değildi doğrusu.
Beni delirtenler utansın, mesela Kerem!
Oflayıp diz kapaklarımdaki tozu sildim. Ayağa kalktığımda dizlerimin acısı iyice artmıştı.
Kerem'i arayıp, "Düştüm, gel beni taşı." desem tepkisi ne olurdu acaba?
Merakıma yenik düşüp, düşmemin etkisiyle yere düşen telefonumu aldım.
Evet şimdi düşmek kelimesini tdk'dan sildirmeye gidiyoruz.
En üste bilerek favorilerim diye eklediğim Angut kelimesinin üzerine tıkladım. Genellikle onu aradığım için favorilerimde anne ve babam dışında birde Kerem vardı.
Telefon üçüncü çalışında açıldı. Maçta değiller miydi acaba?
"Alo, Elisa? Ne oldu?" Bir süre karanlıkta zar zor görebildiğim dizime baktım. "Düştüm, gel beni taşı." Telefon suratıma kapatıldığında kaşlarımı çatıp bir süre öylece baktım ekrana.
Gerçekten tepkisi bu muydu? Telefonu yüzüme kapatmak?
"Hıh." Dedim küçük bir çocuk edasıyla kollarımı göğsümde birleştirirken. O telefonu suratıma kapatabiliyorsa bende gelmeyecektim işte. Kaybolduğumu düşünüp de telaşlansın.
"Gerizekalı Kerem, ne demek yüzüme kapatmak ya ne demek yüzüme kapatmak? Ben onu bir ayağımın altına alırım da görür o zaman yüzüme kapatmay-" Cümlemi daha tamamlayamadan bir el bacaklarımın altından geçirilip başka bir el de kafamın altına yerleştirildiğinde ufak bir çığlık atmıştım.
Oldukça yapılı birisinin kolları arasında olduğumda, kokusunu tanımayı becerebilmiştim.
Gelen Kerem'di.
"Ayağının altına mı alacaksın beni bu minnacık ayaklarınla? Yani eğer vücudunun altında bırakırsan belki anca öyle üstesinden gelirsin de."
Yaşadığım şok dalgası ile birlikte Kerem'e baktım. "Ne dediğinin farkında mısın sen? Kafan sorunlu mu acaba?" Burnundan güldü.
"Sorun bende değil, senin o fesat zihninde Elisa." Sözlerine gözlerimi devirdim. Benim yerime başkası olsa o da aynı anlardı.
"Hangi anlamda söyledin o zaman beyefendi?" Güldü.
"Bilmem, belki anladığın anlamda söyledim."
Evet, yine başlıyoruz çünkü bu kan, benim bembeyaz yanaklarıma pompalanıyor!
Çoktan apartmandan çıkmıştık ve ben, hala daha bu öküzün kolları arasındaydım. En kötüsü de güneşten dolayı Kerem'in yüzümü görebiliyor olmasıydı.
Yüzümün halini görüp histerik bir şekilde güldü. "Neden somurtuyorsun? Bedavadan allık işte fena mı?"

"Tabii, Elisa kızım. Hatta annene söyle biraz oturun, annenle bayağıdır konuşmuyoruz hazır bahanemiz de varken kahve içeriz."

"Tamam, Ezgi Teyze. Teşekkür ederim."

"İndirsene beni, ne bekliyorsun?"
Sesimin fazlasıyla isteksiz çıkmasına kısık sesle bir küfür savurdum. Hayır, nasıl belli edebilmiştim ki bunu!
"Kollarımın arasından çıkmak istemediğini bende biliyordum, bu kadar belli etmene gerek yoktu." Biraz dibime girip buz gibi olmuş burnuma sıcak dudaklarını bastırdı.
Geri çekildiğinde yüzümü inceleyip, "Bizim bu flört işi battı sanırım." diye mırıldandı.

Gözyaşlarım benden bağımsız bir şekilde yanağımdan süzülürken sessiz hıçkırıklarımla birlikte yürümeye başladım. Gözümü her kapadığımda aklıma o geliyordu.

Kerem'i görmezden gelip sayfayı çevirdim. Okumaya devam ettiğimde laf edecek bir yer bulmuş, tam kafamı kaldırıp ağzımı açmıştım ki bir nefesin yüzüme çarptığını hissedip yutkundum.
Ağır hareketlerle kafamı kaldırdığım 1.90'lık Kerem hafiften eğilmiş, sol elini kitaplığa yerleştirip beni kıstırmıştı ve gözleri dudaklarımı odaklanmıştı.
İmdat!
"Ke-kerem?" Kekelemiş olmama içimden küfürler sıralarken Kerem, az önceki muzip sırıtışıyla beni izliyordu.
Genzinden gelen bir ses ile, "Seni şu an öpsem ne olur?" diye sordu. Gözleri sadece dudaklarımdaydı.
Gözlerim kocaman açılırken göğüs kafesimin içinden çıkmak için delicesine çırpınan kalbim ile midemdeki kasılmalar neredeyse beni ele verecekti.
"N-ne?" Tekrardan kekelemiş olmam ve sesimin resmen içime kaçması dışında bir sorun yoktu.
"Seni diyorum, şimdi öpsem ne olur?" Sesindeki tını beni bayıltacak derecedeydi ve kötü olanı ise çok iyi rolüne bürünmesiydi.
Gözlerinde saf bir tutku vardı ve bunu gerçekten istiyormuş gibi gözüküyordu.
Aynı basketbol maçında yaptığı gibi yanağım ile dudağım arasındaki yere dudaklarını bastırdı. Birkaç saniye öylece durduğunda, yanağı dudaklarıma değiyordu ve kalbim deli gibi çırpınıyordu.
Ayrıca, geçen sefer yanağıma daha yakın öpmüştü fakat bu sefer öpücüğü biraz sola kaymış, dudaklarıma yaklaşmıştı.
Kerem ağır hareketlerle geri çekildiğinde sertçe yutkundum. İçime derin bir nefes çekip birkaç saniye sakinleşmeyi bekledim fakat Kerem'in koyu kahve hareleri beni içine çekmişti bile.
Kerem, sol elini de kitaplığa yerleştirip bana yaklaştı.

Dudaklarımın arasından bir hıçkırık firar ederken durup yüzümü avucumun arasına aldım.

"Seni seviyorum, Elisa Lena Hong. Bu mesmursuza bir iyilik yapıp onu öper misin?"

Ondan nefret ettiğimi söylemiştim.

Şans öpücüğünü nereden öpüp verecektim?
Yanaktan?
Gözden?
Hayır, gözden öpmek ayrılık getirirdi.
Dudağı ile yanağı arasındaki 'ben'den?
Bunu daha öncesinde Kerem bana yapmıştı.
Alnından?
Nikahta mıyız biz ne alnından öpmesi?
Burnundan?
Ya sümüklüyse?
Geriye tek bir seçenek kalıyordu.
Dudak.
Kerem ne yapacağımı kavramak için yüzüme bakarken, bir elimi ensesine atıp yüzünü yüzüme yaklaştırdım.
Parmak uçlarımda durup sıcak dudaklarına tüy kadar bir öpücük kondurup elimi ensesinden çektim.
Kalbim göğüs kafesimin içinde maraton koşuyordu sanki.
Kerem'in afallamış suratını gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şans öpücüğün."

Adımlarımı hızlandırdığımda soğuk, yüzümün ıslaklığından dolayı daha çok yakıyordu.

Ama yüzümü yakan soğuk hiçbir şeydi. Kalbimdeki ateş, dışarıdaki soğuktan daha çok yakıyordu.

Sözü güçlü bir "Ali!" diye kükreyen ses ile kesilmişti. "Eğer o pis çeneni kapatmazsan tüm aşağılık sırlarını dökerim ortaya!" Ali denen çocuk bir anda başını eğdiğinde şaşkınlıkla Kerem'e baktım.
Kerem, bu Ali denen çocuk hakkında ne biliyordu da bu çocuk böyle susmuştu?
"Siz ne hakla benim sevgilime orospu muamelesi yapıyorsunuz?!"
Bir dakika, ne?
Sevgili mi?

Beni başkalarına sevgili diye tanıtmıştı fakat gerçek ortadaydı. Biz sevgili değildik.

"Herneyse, benim duş almam lazım. Benimle gel."
Yapma Kerem, çok fesat anlıyorum ben!
"Yok, onun daha zamanı var." Kerem gülerek konuştuğunda kaşlarımı çattım. "Neyin zamanı?"
"Düşündüğün şeyin."
"Ben ne düşünüyormuşum ki?" İlk başta ciddi misin der gibi baktı bana. Ardındansa güldü.
"Fesat zihinli elsam benim, gel hadi duşa gidelim."

Sandığımdan daha çok güzel anımız vardı ve bu, benim canımı yakmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

En azından geriye dönüp, "Kerem ile güzel anılarımız olmuştu." diyebilecektim.

Bunu düşününce dudaklarımdan bir hıçkırık daha koptu.

"Hangi tarz şarkılar seversin?" Konuşabilmek için bir konu açmaya kalkıştığımda Kerem, ciddi miyim diye yüzüme baktı.
Bakışlarımı Kerem'den uzaklaştırdım.
"Ne, tarzını değiştirmiş olamaz mısın yani?" Birde bayıl Elisa!
"İki yıllık playlistimi?"
"Ee, tamam işte. O kadar yıldır dinliyorsun, bir değişiklik yapmış olabilirsin, değil mi?" Cıkladı.
"O playlist senin en sevdiğin şarkılardan oluşuyordu."
Kerem'in playlisti benim sevdiğim şarkılardan oluşmuştu.

Farkındalıkla yutkundum.

"Dudaklarında kek parçası var, almamı ister misin?"
Belki de o an, hayatımın hem iyi hemde kötü olan kararını vermiştim.
"Şey... Olur."
Ben Kerem'in elinin dudaklarıma uzanacağını düşünsemde Kerem düşündüğümün aksine dudaklarını benimkilere bastırmıştı.
Sadece bastırmakla kalmayıp beni ciddili öpmeye başlayınca yerimde kalakalmış, ne yapacağımı bilmeden öylece duruyordum.
En sonunda dudaklarımı araladığımda Kerem, dudaklarımın hemen üstünde gülümsemişti.

Bugün bile iki anı biriktirmiş olmamızı fark edince burukça gülümsedim.

Bu, bizim son anılarımız olacaktı.

***

Oy sınırı: 20

(Oy sınırı düşürüldü.)

Bende ders çalışıp bölüm stoklayacağım :)

Görüşmek üzereee

Loading...
0%