Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm "Görünmezlik Pelerini"

@thwhunter

“En çok neyden korkarsa insan, başına gelenlere lâl kesilirdi.”

Görünmez olmak nedir bilir misiniz?

Görünmezlik Pelerini takmış kişiler isteselerde görünmezler. Gerçek anlamda. Yürüdüğü esnada birinin ona çarpıp ona bakmaması gibidir. Ben hep görünür olmuşumdur. Okulun tanınmış yüzü. Bu yüzden hiç bu duyguyla tanışmadım. Ama içinde bulunduğum bu okulda bir sürü bu duyguyla yaşamayı öğrenmiş kişiler olduğunu biliyorum. En azından onların duygularının tercümanı olmak isterdim. Kötü biri değilim, sadece ilk seçilen benim. Ve bu bazen üstümde bir yük gibi birikiyor. Beni herkes tanıdığı için kötü bilen kişiler var. Beni yakından tanımayıp önyargılı davrananlarda var. Bir gün, belki bir gün onların önyargılarını kıran bir Akça olurum.


Akça Ünal


Belediye başkanı Tahsin Ünal'ın kızı Akça Ünal.

Arkadaşlarının Akçaağacı olan Akça.

Popüler kız olan Akça.

Okulun en yakışıklı erkeğini ayartan Akça.


Ve daha birçok Akça tiplemeleri. Herkesin gözünde farklı olandım. Tüm insanlar gördükleri Akça'yı eleştiriyordu. Eleştirenler dışında fazla sevenim vardı.


*** 


Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp babamı aramak ile güne başlardım, annemi arayarak günü kapatırdım. Onlardan uzak bir yerde lise okuyacağımı duyduklarındaki tepkilerini hâlâ hatırlıyorum.


Annem tedirginlikle “Yapabilecek misin?” Dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Evet, benim mutluluğum için yapmadığı şey yoktu. İyi bir anne adayıdır. İyi bir anneydi sahiden.


Babam her zamanki gibi arkamda olduğunu sırtımı okşayarak belirtti. “Yalnız kalmaya başlayacağını bu kadar kısa sürede beklemezdim.” Dediğinde benim hep onlarla yaşayacağımı planladığını anladım ve gülerek ona tepki verdim.


“Yalnız olmayacağım baba. Yaman, Bulut, Fırat ve Evrim de benimle olacak.” Bu sözümün üstüne salonumuzda beliren arkadaşlarım ile göz göze geldim. Hepsi valizini toplamış ve tamda salonumun ortasında duruyordu. Bulut yine en sevdiği mavi, üstünde bulutların olduğu tişörtünü giymiş gözlüğünü takmış sanki tatile gidiyormuş gibi mutluydu. Liseyi başka bir şehirde okumak istediklerini söylediklerinde bunu gerçekten muhteşem şekilde planlamıştık. İlk önce bir ev tutacaktık sonrasında okulların açılmasına bir ay varken taşınacaktık.


Babam Yaman'a baktı. Onu gözlerinle başka bir yere davet ettiğini görmüştüm. Yaman usulca Fırat'ın yanından ayrılıp babamın önünden dışarı doğru çıktı. Onları gizlice camdan izlemeye başladığımda babam Yaman'ın omzuna dokunarak ona güvendiğini her zamanki gibi belli ediyordu. Babamın içimizde en çok güvendiği kişi Yaman'dı. Yaman bizden bir yaş büyüktü ve babam onu bizden daha yetişkin görüyordu. Gerçi hiç birimiz daha yetişkin değildik. Ama hepimiz varlıklı ailelerden geliyorduk. Ve bize sunulan hayatın herkesten farklı olduğunu biliyorduk. Bizi güçlü kılan da buydu. Arkamızda ailelerimiz vardı.


Babam Yaman'a gülerek aynı şeyleri zırvalalıyordu. “Kızımı sana emanet ediyorum. Hepsi sana emanet. Kötü bir şey olduğu takdirde bir telefon uzağında olacağım.” Aynı lafı bir milyon kez duyduğuma yemin edebilirim. Tamam kızın varda bu kadar da korkak olunmaz canım.


Yaman her zamanki gibi başını olumlu şekilde oynatır ve “Tabii ki Tahsin amca. Bana güvenebilirsin.” Der onun içini rahatlatırdı. Babamın güvenmesi gereken son kişi olmalıydı çünkü gerçekten manipülatif biriydi. Bu lafının akşamına bir olay çıkardığını bilmiyorsun babacım.


Her ne olursa olsun hepimizin güvendiği kişi de oydu. Bize mükemmel olan biriydi. Başkalarına yabani olan Yaman, bize pamuk gibiydi. Bizde buna hayran olmamış mıydık? Yani herkese göstermediği sevginin tamamı bize olunca tabi. Her zaman bizim yaban gülümüz olmayı kabul etmiştir.


Yaman dışardan gelince bize göz kırptı. Babamın yine ve yine iznini alabilmişti. Fırat dereceli gözlüğünü çıkarıp silerken yarım bir gülüş attı. Evrim bana sarılarak tüm mutluluğunu bana geçirmişti.


Böyle başlayan hikayemiz bizi nelerin beklediğini bilmeden bizi büyütüyordu.


***


Okula geldiğimizde ne olduğunu anlatmama gerek yoktur herhalde. Çünkü ilk baştan beri herkesle iyi anlaşmıştık. Arkadaşlığımıza özenilmişti. Okul bahçesinde çekildiğimiz ilk fotoğraf komidinimin baş ucundaydı hâlâ.


Ailelerimizden uzak bir şehirde tek başımıza olmak hepimiz için bir ilaç gibiydi. İstediğimiz her şeyi yapabilmek, özgür olmak buydu.


Geldiğimizden beri 3 yıl geçmişti. Ve yine yazın bitmesiyle okullar başlamıştı.Her zamanki gibi zilin çalmasıyla sınıfa gittiğimde, Yaman'ın sıraya başını koymuş şekilde cama baktığını gördüm. Yanında Fırat ders çalışırken ona bakmak midesini bulandırıyordu.


Bulut, Yaman'a gülerek “Matematik atağı falan geçirmek Yaman'ım olsa gerek. Gerçekten kusacakmış gibisin.” Dediğinde ona katılmıştım.


Fırat aniden elindeki kalemi bırakınca Yaman başını kaldırdı. “Birimizin çalışıp size anlatması gerekiyor ki burada kalabilelim.”


Haklıydı. Birimizin çalışıp bizi kurtarması gerekiyordu. Eğer notlarımızdan biri bile düşük olursa özgürlüğümüzün sonuna gelirdik.


Arka sıralardan bir ses gelince ona döndüm. “Yine havanızdasınız muhteşem beşli,” Tırnaklarını törpülemekten bize bakmayan bu kişi Akay'dı. Gece mavisi uzun saçları yeni boyanmış gözüküyordu. Siyah çerçeveli gözlüğü ona ayrı bir hava katıyordu. Kafa kızdı ve zenginliğini saklamaktan gocunmuyordu.


Yeni aldığı ojeyi denemek için okul bitişini beklemiyordu. Hiç bir şeyi ertelemez yapmak istediğini o anda yapardı. En sevmediği şeyler arasında ilk sırada erkekler yer alırken, en sevdiği şeyler arasında ise tek bir şeye yer vardı.


Para. 


Paranın olmadığı yerde Akay'da olmazdı. Sevmediği erkeklerin gözdesiydi ama umrunda değildi. Yaman da aynıydı. Tam bir soğuk kar tanesini anımsatıyordu. Evrim ve ben dışında hiç bir kızla ilgilenmiyordu.


Dersin sonunda dışarıdaki piknik masalarına oturduk. Yaman bir yandan telefonuna bakıyordu bir yandan da bizi dinliyordu. Ben masadan kalktığımda uzun bir nefes verdi.


“Sakinim.” Diyerek kendini dizginledi. Bulut ise Yaman'ın bu haline sadece gülmekle yetindi.


Ben sevgilimi aramak için yanlarından ayrılmıştım. Birçok yere baktım, sınıfına baktım ama hiç bir yerde yoktu. Sanırım en sevmediğim özelliği her yerden çabucak kaybolabilmesiydi. Tekrar onların yanına döndüğümde hiç halim yoktu.


Yerime oturdum ve “Yine hiç bir yerde yok,” dedim. Hepsi bana iç çekerek baktı. Emre'nin bu kaybolmalarına benden daha çok tepki gösteriyorlardı. “Öyle bakmayın sinirlerim beynimden her yerime sıçrıyor.”


Fırat yine beni bozguna uğratacak o sözlerinden birini söylemişti. “Ömrünün birçoğunu Emre’yi aramakla geçirdiğinin farkında mısın?”


Yine ve yine haklıydı. Bu çocuğun bu kadar haklı olması beni ciddi bir şekilde bozguna uğratıyordu. Emre her gün okula geç kalırdı ve ben onu arayarak tüm vaktimi geçirirdim.


“Çocuk yer yarılıp içine giriyor sanki.” Dedi Evrim. Düşüncelerimin tercümanı kadın. Bazen bende böyle olduğuna inanıyordum.


Bulut ceketini çıkarıp masanın üstüne koydu. Gökyüzüne baktı ve bir şey söylemek için hazırlandı. “Gökte ararken yerde buluyoruz beyefendiyi.”


Sen değil ben buluyordum. Her ne kadar üzülsemde bu sözlerine katılıyordum.


Benim üzülmeme dayanamayan Yaman her zamanki gibi benim yanımdaydı. “Dalga geçmeyi bırakın.”


“Hepinizi toplasak bir Yaman Altınyürek etmiyor be!” Mutlu olduğumu gördüğünde gülümsedi.


“Öyle deme bir kere Akçaağaç şurubum, biz özgün kişiliğiz.” Dedi Bulut. Onun ardından Fırat “Sen misin o özgün kişilik Bulut?” Diyerek tüm okları kendine çekmeyi başardı.


“Sen en son kalem aramıyor muydun Fırat kankim?”


“Sınıfta hocanın arkasından Akay'a kalemimi fırlatan kimdi acaba? Onun kalemimi bulması daha iyi olur.”


Evrim gülerek Bulut'a baktı. “Boku yedin Bulut!”


***


Tekrar zil çaldığında içeri girmiştik. Akay kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. “Bir kurtulamadım şu bok çukurundan,” buradan tek nefret eden kişi olmasa da bu okulun kapatılması için imza toplayabilecek kapasitesi vardı.


“Yani sonuçta diyebilirsiniz ‘Sen zengin değil misin Akay?’ Öyleyim ama peder dinlemiyor. Beni fena şımarttığının derdinde. Başkası olsa kendine özel okul yaptırabilirdi diye düşündüm.” O paranın vücut bulmuş haliydi. Bir hediye alınacak etkinlik varsa herkes Akay'a çıkmak isterdi. Onun hediyeleri de onun gibi büyük oluyordu. Onun kafaya taktığı tek şey paraydı. Bugün nerede para harcasam diye bir çizelge tutsa şaşırmam. Bana bir keresinde “Umursadığım tek şey para ve birde sanırım sensin.” Demişti. O beşlinin yanında artı bir gibi bir şeydi.


Akay, birkaç saniye gözlerinin hedefi olarak Bulut'u seçtiğinde kıyafetini beğenerek baktı. “Bugünkü kombinin takdire şayan Bulut, bulutlu sweat.”


Kombinlerimiz ondan sorumlu gibiydi. Eğer Emre ile bir yere gideceksem bana elbiseler yollardı. Kesinlikle moda danışmanı falan olmalıydı.


Fırat çok geçmeden Akay'a cevap verdi. “Disiplinlik olunca nasıl çıkaracak görürsün.”


Bulut elini Fırat'ın omzuna koyarak “Asla yapmam.” Dedi.


Akay onların atışmalarına karşılık “Size birkaç fırça atmak isterdim ama ojelerim yeni yeni kuruyor bu yüzden şansınıza küsün.” Dedi. Benim yüzümün düşük olduğunu görünce bana döndü.


“Ne oldu Akçaağaç şurubu?”


Aniden telefonumu sıranın üstüne bırakarak ona doğru döndüm. “Emre,” Dediğimde yüzünü buruşturdu.


“Sana kaç kere diyeceğim Akça? Ondan bir halt olmaz. Onun popülerliği önemli sadece diye. Bıyığım yok ki dinleneyim, aksakallı dede değilim ki rüyalarına gireyim.”


“Bende dedim. Zibilyon kere.” Diyerek onun yanında durdu Yaman.


“Sakalımız yok Yaman.”


Seviyorum diye bu kadar üstüme gelinmemeliydi. Ben seçmemiştim onu sevmeyi. Biz bilemezdik seveceğimiz kişiyi. Onunla mutluydum ve bu mutluluğum onları rahatsız mı ediyordu anlamıyordum. Biliyorum Emre'nin ilk kez beni habersiz bırakışı değil ama elbet bir açıklaması olurdu. Bu açıklamayı ben kabul ettiğimde ise onlar kabul etmezdi. Emre'ye karşılardı. Aralarında kalıyordum her defasında. Bir anda değişen ruh halimle onlara döndüm.


“Siz ne anlarsınız be aşktan!”


Biri paraya aşık biri de kendine onlar nerden bilebilirdi ki aşkı. Aşk seni hiç ummadığın anda bulabilirdi. Seni bazen hiç bırakmazdı. Her şey senin dışında gelişirdi ve bunun sorumlusu aşk olurdu.


“Hepimiz Emre’ye düşmanız sanki.” Dedi Bulut. Bunu düşünmediğim bir gün bile yoktu. Ben onu seviyordum ama onlar niye onu sevmiyordu. Hepsi ona karşı önyargılıydı.


“Arkadaşımı kızdırmayın be yoksa hepinizi döverim.” Fırat benim yanımda olmuştu. O da Emre'yi sevmiyordu ama yine de benim yanımdaydı. Emre benim bilmediğim ne yapmıştı ki?


“İyiki Fırat'ım var.” Dedim. Sesim buruk çıkmıştı.


Yaman alınmış olmalı ki “Bizde varız.” Dedi.


Bulut bu kadar Emre adını duymaya katlanamamış ve acıkmıştı. “Bugün bir pizza falan mı söylesek ne?”


“Yemek söyleme sırası sendeydi sanki.” Dedi Evrim. Bulut ofladı. Sıranın onda olduğunu duyunca pizza yeme keyfi kaçmıştı. Yaman onu anlamıştı ve “ Tamam o iş bende.” Diyerek Bulut'u kurtardı.


“Yaaa. Benim karnımı doyuracaksın yani Yaban gülüm benim ya. Çok sevindim.”


Hocanın geç kalması bizim konuşmamız için güzel bir fırsat olmuştu. Hocanın gelmesiyle önümüze dönmüştük. Akay can sıkıntısından derste kağıttan bir sürü figür yapmıştı. Yarısında ise başını sıraya koyup yatmıştı.


 

***

Ders bitiminde yine aynı yerimizi almak için dışarı çıkıyorduk. Moralim Emre yüzünden gerçekten bozuktu. Mesajlarıma dönmüyordu, aramalarıma cevap vermiyordu. Yaman yüzümün asık olduğunu anlamıştı ve yürürken sadece bana bakıyordu. Diğerleri masaya giderken beni masadan uzağa çekmişti.


“Emre yüzünden yüzünün asık olmasını sevmiyorum.” Dedi. Bende Emre'yi düşünmediğimi, onun için üzülmediğimi söylesemde tabii ki inanmamış olacak ki “Aptal gibi mi gözüküyorum oradan?” Diye bir soru yöneltti.


Yüzünü incelerken aptal olup olmadığına bakıyordum. Bu girişimim onu sinirden güldürmüştü. “Çık, değilsin.” Dediğimde ellerini beline koydu. Bu demek oluyordu ki benim yüzümün asık olmasının sebebi olarak Emre ile güzel bir kavga etmek istiyordu.


“Eğer gidip benimde onu üzmemi istemiyorsan…” Sonunu tabii kide tam tahmin ettiğim gibiydi. Onu yormamak için susturdum.


“A tamam Yaban gülüm ya bak gülümsüyorum hatta bak bomba gibiyim,” Dedim sahte bir gülümsemeyi takınarak. Arkamdan Bulut'un gelmesiyle yerimde küçük bir zıplasamda ikisinin de dikkatinden kaçmıştı.


Bulut omzuma elini atarak Yaman'ın neler dediğini biliyormuşçasına “Sen ne diyorsun Yaban gülüm, adı üstünde benim Akçaağaç şurubum ilaç gibidir.” Yaman kaşlarını yukarı kaldırıp dudağını büzdüğünde inanmıyormuş gibi bir tavrı vardı. “Bak sen,” diyerek tavrını tamamlamıştı. Bulut beni kurtarmak için lafı oradan Yaman'ın kravatına getirmeyi başarmıştı.


“Uçmuş gitmiş,” diyerek bende ona katıldım ve Yaman'ın kafasını biraz olsun dağıtmıştık.


“Ya seni yerim Yaban gülüm kızma böyle.”


Bulut beni kendine çekerek sarılınca bende onun yaptığı gibi sarıldım. “Yemek derdi de olmaz hem.”


“Bazen bana benzediğini seziyorum. Ve diyorum ki sen eşittir ben.” Yaman, Bulut'a inanamayarak kafasını iki yana salladı.


“Akça'yı da kendine benzetmene mi gülsem yoksa yemek derdine mi bilemedim şahsen.”


Gülerek Yaman'a arkamızı dönüp diğerlerinin yanına giderken o da arkamızdan yavaşça geliyordu. Onların yanına geldiğimizde Evrim ve Fırat ödevlerini şimdiden bitirmeye çalışıyorlardı.


Bizim geldiğimizi gören Evrim tekrardan ödevine dönünce güldüm. “Fırat hocam,” dedi Fırat'a.

“Buyur,” Fırat başını kağıttan kaldırmayıp konuştu.


“Ben sizin anlatımınızın dışında başka hiç kimseden bu dersi anlamıyorum normal midir?”


Fırat kendini gerçek bir hoca sanarak güldü. Bu iltifatlarımız artık onun bir taraflarını kaldırmıştı. “Benden iyi anlatan olmaz tabii.” Diyince hepimiz birden güldük. Akay bizim gülüşümüze eşlik edince yanımıza geldiğini anladık. Yaman'ın omzuna dokunup yanına oturdu. “Sen bizi yemeğe çıkarsana,”


Yaman, “Ben senin gibi zengin değilim,” Deyince Akay kahkaha attı. “Buna dışardan geçen teyzeler bile inanmaz.”


Bulut da kahkahasını bastı. “Valla yalancı yaban gülüm,” Yaman onların gülüşünü taklit ettiğinde sinirlendiğini anlayan Bulut sustu.

“Bulut böyle giderse pizza değil sopa yiyeceksin.”


“Kurban olurum, deme öyle şeyler.”


Yaman'ın Bulut'a sinirle bakışını görünce kendime tutamayıp gülmüştüm. Yanıma doğru Emre'nin geldiğini gören Akay beni dürtmüştü. “Al bak Akçaağaç şurubum, geliyor senin yürüyen cibiliyetsizin,”


Ben buna karşılık usanmış şekilde bakınca Yaman, Akay'a karşılık vermişti. “Cibiliyetsiz, bak bunu sevdim işte.” Aynı şekilde Yaman'a bakınca susup önüne döndü. Emre yanımda belirince Akay, “Benim ocakta yemeğim vardı ya belki sonra görüşürüz,” diyerek kaçtı. Onun arkasından da Bulut aynısını yaparak kaçtı. “Sorgulamıyorum artık.” Diyen Yaman da oturduğu yerden kalkıp onları takip etti.


Bende Emre'ye küs olduğumu belli ederek oturduğum yerden kalkıp ağaçların oraya doğru yürüdüm. Orada durduğumda yanıma usulca geldi. “Konuşmak yok mu sevgilim?”


“Seni merak ettim. Hiç telefonuna baktın mı kaç kere aradım?” Böyle deyince telefonunu eline ilk kez alıyormuş gibi ceplerini aradı ve telefonunu çıkardı. Aramalarımı görünce zorlu bir nefes alıp verdi. Böyle yapmasıyla birlikte açıklama yapmaya başlayacağını anlamıştım. Her zaman inanıyordum ama bu sefer ne derse yumuşamayacağıma söz vermiştim. “Gerçekten baya aramışsın. Biliyorsun, annemin hastane işleri. Yine gece yarısı hastanedeydim.” Annesinin hastalığını bahane ederek her zaman bu durumdan sıyrılıyordu.


“En azından bir mesaj atabilirdin, bu kadar zor olmamalı.”


“Çok mu merak ettin?” Dedi gülümseyerek. Hoşuna gittiği belliydi. Kafamı olumlu şekilde salladığımda çenemi tutup yanağıma bir öpücük kondurdu. Bu halimizi uzaktan izleyen birçok kişi vardı. Konuşmalarını duymasamda bizim hakkımız da konuştukları belliydi.


“Benimde böyle bir sevgilim olacak var ya,”

“Tadından yenmezdi.”


Bazı kişilerin de bizden iğrendiklerini biliyordum. Herkesin iyi konuşmadığını iyi biliyordum.


“Boşuna dedikodu yapmayın.” Bu kesinlikle kötü bir konuşmanın başlangıcıydı.


“Aman be Utku, sadece konuşuyoruz be oğlum.” Dedi Kamil.


“Başka konuşulacak konu mu kalmadı? Ayrıca camdan da dikizlemeyin insanları.” Yok bu kesinlikle benim tarafımdan biriydi. Nötrdü, ne bizi seviyordu ne de nefret ediyordu.


“Haklısın ne diyelim,”


Ben düşüncelerimden arınınca Emre'ye geri dönebilmiştim. “Barıştık sanırım,” deyince ona baktım. “Kalbime söz geçiremiyorum. Her seferinde sana kızacağım diye şartlıyorum kendimi ama yine seni affederken buluyorum kendimi.” Bu sözüme gülümsemesini anlamıştım. Bunu bir de sesli olarak dile getirecekti. “Beni gerçekten çok seviyorsun,” Dediğinde beynime bir darbe yemişim gibi eski anılarımıza gitmiştim. Emre ilklerimi yaşatan kişiydi ve bende ilkler hep önemliydi.


Emre oturduğumuz masaya bakınca kimsenin olmadığını gördüğünde bana döndü. “Hiç biri beni senin yanında görmek istemiyor.”


Onunda böyle hissetmesi beni buruklaştırmış duygularımın esiri yapmıştı. Üzülmesini istemiyordum. O, gerçekten arkadaşlarımın onu sevmesi için çabalamıştı fakat hiç bir sonuç elde edememişti. Bir keresinde sormuştu Yaman'a “Niye bana karşı bu kadar soğuksunuz?” Demişti. Yaman ise düşünmüş ve “Hak ettiğini alıyorsun.” Demişti. Her zamanki gibi ona karşı ters bir tavır takınıyordu. Normalde de herkese karşı sertti ama bu Emre'yi gördüğü zaman iki katına çıkıyordu. Bazen ileri gidiyordu ama Emre hiç sorun etmiyordu. Benim konu dışında kaldığım şeyler oluyordu. Tabii ki ben hiç bir şey anlamıyordum. Aşkın kör ettiği gerçeği ile yüzleşmek zorundayım. Çünkü gerçekten de körüm.


Emre'nin duygularını yatıştırmaya çalıştım. “Sadece önyargılılar.”


“Kendimi kanıtlamama izin vermiyorlar. Seni benimle paylaşamıyorlar.”


Paylaşamamak mı? Beni Emre'den kıskanıyor olamazlardı değil mi? Ben mutluysam onlarda mutlu olmalılar. Beni kıskandıkları gerçeğine inanmak istemiyordum. Belki başka zaman hoşuma gidebilirdi ama şu an en son istediğim şey kıskançlıktı. Beni her koşulda destekleyen Bulut bile Emre'yi görünce kaçıyordu. Sevgi dolu olan Bulut bile ona karşı hiç iyi duygular beslemiyordu.


“Ama artık alışmalılar. Sen benim sevgilimsin, onlarda arkadaşlarım. Aranızda kalmaktan bıktım.”


Emre hiç bir şey demeyip yanımdan ayrıldı. Nereye gittiğini ya da ne yapacağını bilmiyordum. O da benim arada kalmamı istemiyordu. Bunun çözümünü bulacak olmasıyla derin bir oh çektim. Gözümün önüne gelen bakır renkli saçlarımı bileğimde duran tokam ile bağlayıp içeri gitmiştim. Emre ben içeri gelene kadar sanki her şeyi halletmiş gibi bana bakıyordu. Kapının girişinde dururken herkesin yüzüne teker teker baktım. Ne yaptıysa Yaman’ı bile şoka uğratmıştı. Evrim ve Bulut heyecanlı bir şekilde duruyorken neler olup bittiğini daha çok merak ettim. Emre küçük küçük adımlarla yanıma ulaştığında “Hallettim,” dedi. Beni sınıftan uzaklaştırıp dışarı çıkardığında birine sertçe çarptı. Arkasına bakmadan ilerlerken benim durmama sebep olan bu çarpışma Emre’yi durdurmamıştı.


Çarptığı çocuk kulaklığını düşürdüğü için yere çökerken ben çocuğa baktım. Eline aldığı kulaklığının her yerine baktığında hâlâ benim onu izlediğimi fark etmemişti. Ayağa kalkarken önünü göremediği için bu seferde iki kız ona çarpmış gülerek ilerliyordu. Ben kaşlarımı çatarak baktığımda ikisi de önüne dönüp gülmeyi bıraktı. Çocuğun yanına doğru birkaç adım atmıştım ki o kimseyi umursamadan dönüp gitti. Arkasından bakmakla yetinmiş olup Emre’nin oturduğu banka doğru yürümeye başladım. Ona yaklaşırken baş parmağımla arkamı göstererek “Ona çarpttın, hiçbir şey demeden gittin.” dedim, sesim yüksek çıkmıştı. Dışarıda olan birkaç kişi bize bakmıştı. Emre çevremizdekilere baktı ve ardından bana döndü.


“Sorun ne Akça?” diye sorduğunda inanmayarak ona baktım. Bu kadar kaba olmasını beklemiyordum. Az önce birine çarptığını görmemiş miydi? Yoksa hissetmemiş miydi?


“Birine çarptın ve özür dilemedin. Çarptığını hissetmemiş olamazsın.”


O bu duruma gülerek cevap vermişti. “Nerde o kişi? Kendi bile önemsememiş sen niye önemsiyorsun?” Şaka mıydı bu? Popüler olup diğer insanları görmezden gelen insanları hiçbir zaman sevmemişimdir. Evet, bende popülerdim ama hiç kimseyi bu kadar önemsiz yapmamıştım gözümde.


“Ondan özür dileyene kadar konuşmayalım Emre.” diyerek o çocuk gibi arkamı dönerek sınıfa geri dönüyordum. Çarptığı kişi ile o kadar ilgilenmemişti ki kim olduğunu ve nasıl özür dileyeceğini düşünüyordu. Ama ben görmüştüm ve Emre o çocuk diyerek başka bir çocuk getirirse ne yapmak istediğini önceden biliyor olacaktım, daha çok sinirlenecektim.


***

Sınıftan içeri girer girmez bizimkilerin yanında Emre’nin sınıfından Enes’i görmüştüm. Hiç sevmiyordum ama Emre yüzünden birçok kez katlanmak zorunda kalmıştım. Bulut’un yine arkamdan gelmesiyle korkarak geri gittim.


“Of Bulut, bu ikinci.” Bulut beni duymamış gibi elimden tutarak beni çekiştirdi. Koridorun sonundaki camın yanına getirdiğinde bana heyecanla bir şeyler söyledi. “Emre, Enes’in kardeşi için vereceği doğum günü partisine bizi de davet etti!” Demek bu yüzden herkes garipsemiş ve şok olmuştu. “Nasıl?” dedim şaşkınlığımı gizlemeden. Yaman ve Enes’in arası geçen seneden beri bozuktu. Yine bilmediğim, haberimin olmadığı ama Emre’nin de bildiği bir olay geçmişti aralarında. Bu sebepten dolayı Yaman’ın gelmeyeceğini düşünmüştüm.


“Yaman gelmez ki,” dedim düşüncelerimi açığa çıkararak. Bulut geçen seneki olaya gidip gelmişti sanki. Çenesi düşük olsa bile bu konuda fazla sessiz kalan Bulut’tu.


“Ben onu unutmuşum.” dedi. Unutmuş muydu yoksa kısa bir anlığına yaşadıkları olayların gelip geçtiğine mi inanmıştı bilinmez ama parti heyecanı birden bire yok oluvermiş, yüzü en az bulutlar kadar beyaza bürünmüştü. Koluna girdiğimde dikkatini çekememiş olmak beni gitgide korkutuyordu. “Bulut?” deyince bana dönüp zorla gülümsedi. “Benden sakladığın bir şey yok öyle değil mi?” Cevabını bildiğim sorunun yarattığı etki tam olarak buzhane gibiydi.


Bulut kafasını salladığında sorumun cevabını bile veremediği bir olay gözlerimin önünde canlanıyordu. Bu olayın ne olduğunu o kadar merak ediyordum ki. Bulut’un suskunluk yarattığı tek olay bu değildi. Bulut yalan söyleyemeyen küçük çocuklar gibiydi. O, babasının annesini aldattığını bile annesinin yüzüne söyleyen çocuktu. Bu yüzden yalan söyleyemediği konularda hiç konuşmaz ya da bu konuların geçtiği o ortamdan hızla ayrılırdı.


                                   ***


Dersin boş olmasını fırsat bilen herkes dışarı çıkmıştı. Sınıfta sadece bizimkiler kalınca rahatça konuşma ortamı kaldığına bir hayli sevinmiştim. Bulut kolumdan ayrılıp Yaman’ın yanında bitmişti. Yaman, Fırat ve Bulut yan yana camın önüne dizilmiş; Evrim, Akay ve ben de onların karşılarında sıralara oturmuştuk. “Enes’in parti konusu ne be?” diyen Akay, herkesin bakışlarını toplamıştı.


Yaman sessizliğini bozmazken Fırat gün ışığı gibi konuyu açıklığa kavuşturmak için uğraştı. “Geçen seneye gidelim, geçen sene biliyorsunuz Enes ile ilgili bir takım anmak istemediğimiz bir şeyler oldu. O da bizimle daha fazla düşman olmak istemeyip bizi partiye davet etti.”


Şimdi anlamıştım Yaman suskunluğunu bozmuyordu çünkü hâlâ onlara büyük bir kin besliyordu. Emre’ye de biraz bu konu için soğuk davranıyordu ama beni üzmemek için katlanıyordu. Bu yüzdende partiye gidip gitmeyeceği merak konusuydu. Akay sıradan atlayıp kendini gösterdi “Eğer gideriz diyorsanız ben kızlarımı alıp elbise seçimlerime başlamak istiyorum,” dedi. Hepimiz Yaman’a bakarken o da bize bakıyordu.


“Gitmek istiyorsanız gideriz,” dediğinde Bulut ve Fırat ona şaşırarak baktı. Yaman onlara bir şey demeden zil sesini duyar duymaz çantasını alıp sınıftan çıktı. Beraber dışarı çıktığımızda erkekler önde bir şeyler konuşuyordu. Yanımda Akay ve Evrim de pekte ilgimi çekmeyen bir konu koşuyordu. Benim ilgimi bankta siyah jbl kulaklıklarını takmış olan o çocuk çekmişti. “Siz gidin ben sınıfta bir şey unuttum,” diyerek onlardan ayrıldım.


Ona yaklaşmadan sadece narinliğini izliyordum. Bir kuş gibiydi yaklaşsam uçabilirdi. Yavaşça yanına yaklaştığımda gözlerinin müziğin akışına dalmış olduğunu ve kapalı olduğunu gördüm. Yanına oturduğumda beni duymamıştı. Şarkının sesini duyabiliyordum. En az onun kadar hafif ve sessiz bir şarkı dinliyordu. Kahverengi saçları rüzgarın hafif esintisiyle hareket ediyordu. Beyaz cildi dokunulmaz şekilde güzeldi. Gözüm, kapalı gözüne değdiğinde rengini merak ederek heyecanlanmıştım. Gözünü, varlığımı hissederek yavaşça açtığında yeşil gözlerim onun açık kahveliğinde kaybolmuştu. Gözleri bana değdiğinde kalbimde oluşan sızı istemsizce gülümsememe neden olmuştu. Çillerim kesinlikle daha belirgin hale gelmişti çünkü dikkatini çekmişti. Hiç bir şey demeden öylece neden onun yanında olduğumu sorgular gibiydi.


Konuşacağım sırada sesim onun sessizliğine kapılmış şekilde kısık çıkmıştı. “Ben onun adına özür dilerim,” dediğimde gözlerini benden kaçırdı. Benimle konuşmadan sadece gözlerime bakmıştı ve çantasını alıp hiç yokmuşçasına ortadan yok olmuştu. Giderken çantasından bir defter yaprağı yavaşça yere düşmüştü. Ayağa kalkıp o defter yaprağını almaya koyuldum. Aldığımda ise bir söz vardı. Bir kitabın içinden düştüğü belliydi. İstemsizce içimden okumaya başlamıştım.


“Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi.”


İlk anda bile kendini yansıttığını ve kendisi için yazdığını anlamıştım. Onu düşündüğüm sıralarda Akay’ın aramasıyla kendime gelmiştim. Kağıdı hemen cebime iliştirdim ve telefonumu açtım. “Nerede kaldın fişek? Bizim her zaman gittiğimiz kafede bekliyoruz seni.” dedi ve yüzüme kapattı. Telefonu kulağıma koymam ile çekmem bir olmuştu. Onların olduğu kafeye gitmem uzun sürmemişti benim geldiğimi gördüklerinde hızla yanıma gelip koluma girdiler ve uzun bir yolculuğu başlatmışlardı.


 

 ***


Akayların eve geldiğimizde direkt onun giyinme odasına gittik. Giyinme odası bizim evden büyüktü. Sadece bir duvar büyüklüğünde elbise vardı. Ayakkabılar modaya uygundu. Evrim ve ben dolaptan birkaç elbise seçtik. Biz elbiseleri denerken Akay çoktan ne giyeceğini seçmişti. En az saçları kadar gece mavisi bir elbise seçmişti. Saçları en son bıraktığımız gibi dümdüzdü. “Ben hazırım,” dediğinde Evrim ile birbirimize baktık. Bu kadar çok seçenek varken nasıl hemen hazır olabiliyordu. Aklımızın karıştığını anlamış gibi konuşmasını devam ettirdi.


“Olası bir parti için her zaman kombinim vardır.” dedi gülerek. O aile evinde yaşadığı için elbiselerini bir yerden bir yere taşımasına gerek yoktu. Ama biz sadece en sevdiğimiz elbiselerimizi getirebilmiştik.


 

                                                                                 ***              


Uzun zaman sonra kıyafet denerken hem bu kadar yorulmuş olup hem de keyif almamıştım. Akay ile yapılan her aktivite müthiş güzel oluyordu. İki saatin sonunda ben siyah bir elbise giymiştim. Evrim de mavi bir elbise giymişti. Biz hazır olunca bizimkilere mesaj atmıştık. Onlar geri dönene kadar Akay’ın babası bize bir araba ayarlamıştı. Şoför götürüp, getirecekti.



 

***


 

Şoför bizi istediğimiz yere bıraktığında mekanın kapısına şöyle bir bakmıştık. Enes’in ailesi de zengindi ve bu yer tamda onu yansıtıyordu. Akay, Evrim ve ben kol kola girip, içeri girmiştik. Tanıdık birilerini ararken gözüm istediği kişiyi çoktan seçmişti. Emre, Enes’in yanında parti süsünü asmak ile meşguldü. Kızların yanından ayrılarak Emre’nin yanına yavaşça gittim. Enes ile konuşurken ellerimle gözünü kapattım. O gülümserken Enes gözlerini devirmiş ve kesin içinden bu halime zılgıt çekiyordu. Emre ellerini elimin üstüne koyduğunda ellerimi çektim. Bana dönüp beni şöyle bir süzdüğünde o büyülü söz gelmişti “Çok güzel olmuşsun.” Ellerimden tutup öptüğünde bir kenara çekmişti beni. Kenar da bir yerde oturup konuşurken telefonun çalmasıyla beni yalnız bırakmıştı. Etrafımda neler var diye bakınmaya başlamıştım. Arka taraflarda kulaklığını takmış duran kişi o çocuk muydu? Gözlerim mi yanlış görüyordu yoksa ben mi kafayı yiyordum? O çocuğun burda olmasına şaşırmıştım. Ağzımdan istemediğim bir gülme firar edince sohbet etmek için yanına gitmiştim.


Beni gördüğünde beni duymak için kulaklığından kulağına dolan şarkıyı kapatıp kulaklığını çıkardı. Ben aynı gülümsememi hiç bozmadan önünde dikiliyordum. “Sen de mi buradasın? Gelmiş olmana sevindim.” Soruma cevap vermeden sadece beni izlemişti. Gözlerindeki farklılığı fark ediyordum, bu ilgiye sahip olmanın verdiği mutluluktu.


“Adını sorsam benimle konuşur musun?” Onunla konuşabilmek için baya bir efor sarf ediyordum. Onu tanımak istemiştim. Onun konuşmasını bekledim ama konuşmak istese bile onun konuşmasını engelleyen biri olmuştu. Enes yanımda beliri vermiş ve “Utku, pek konuşmaz. Arada sırada konuşur. Utku, kardeşimin hediyelerini koyacakları alanı düzenlemelisin demiştim.”


Ben bu cevabı Enes’ten almak istememiştim. Sohbet etmeme yardımcı olmadığı gibide iş verip yanımdan ayrılmasını sağlıyordu. Utku ayağa kalktığında bir el boynuma atılmıştı. Emre’nin eli omzumdayken Emre, Utku’yu durdurmuştu. “Çarptığım çocuk sensin değil mi?”


Utku hiç bir tepki vermeden Emre’ye bakmıştı. “Dilini mi yuttun? Her neyse kusura bakma dostum.” Utku başını yere eğmiş yanımızdan gidiyordu. Arkasından ona baktığımda kulaklıklarını direkt kulağına taktı. Dış dünya ile bağını tamamen kestiğinde ise dışarı çıktı.


***


Doğum günü kızı da geldiğinde parti çoktan başlamıştı. Hepimiz eğlenirken dışarıda sandalyeye oturan Utku’ya bakmaya gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Emre’nin konuşmasından beri oradaydı ve gecenin yarısı bitmişti.


Benimle dans eden kızlar, Bulut ve Emre’nin yanından ayrılıp kendime içecek almaya gitmiştim. Alkolsüz içecek içebiliyordum ve yine aynı içeceğimi alacaktım. Emre bir keresinde bana alkol içirdiğinde kendime gelmem uzun sürmüştü. Bünyem kaldırmıyordu. Neler yaptığımı hiç hatırlamıyordum. Emre beni videoya almasa hiç öğrenemezdim sanırım. O gün iki saat aralıksız dans etmişim. Komik hareketler yapıp kendimi rezil etmişim.


Birden yanıma Enes geldiğinde korkmuştum. Sessiz sessiz gelmek bunların adeti miydi sorgulamıştım. Birden elimdeki içeceğimi aldı ve bir yere koydu. Ne yaptığını sorgular gibi baktığımda “Bugünlük içebilirsin Akça sorun olmayacaktır.” dedi. Alkollü içecek içmemi söylüyordu. Barmene söylediği içecekle kalakalmıştım. Yamanlarda yanımda olduğundan bir sorun olmaz demiştim ama Yaman daha fazla duramamış ve eve gitmişti. Neyse ki Fırat vardı. Ona güvenerek birkaç bardak içip eğlenebilirdim. Öyle de yaptım her içeceğim bittiğinde yenisini alıp dans etmeye devam ettim. Enes içeceklerimizin bittiğini gördüğünde hepimizin eline bir bardak tutuşturuyordu.


Kafam iyice alkolün etkisiyle ne yaptığını bilmez hale gelmişti. Biraz önce yanımda dans eden Evrim içecek almak için yanımdan ayrılmıştı. Emre de birden ortalıktan kaybolunca etrafıma bakındım. Herkes delicesine eğleniyordu. Onlardan biri hariç sadece kendi şarkılarını dinleyip kitap okuyordu. Onu gördüğümde gülümsedim ve içecek almak için bara yönelmiştim. İnsanların arasından geçip barı gördüğümde duraksadım. Önümde gerçekleşen an ile başımdan aşağı kaynar sular akıp beni kendi cehennemimle baş başa bırakmıştı. Müzik sesi benim için kısılmış, uyuşuk beynim neler olduğunu çözmeye çalışıyordu.


Emre ve Evrim barda oturmuşlardı ve Emre, Evrim ile flört etmeye çalışıyordu. Gözlerimin yaşarmasına izin vermemeliydim ama beynim beni dinlemiyordu. Kalbimde bu görüntünün oluşturduğu bir sızı hissederken bedenim kaskatı kesilmiş, buz tutmuştu. Tüm sıcaklığıyla omzuma dokunan el hissetmemle omzumun üstünden arkadaki kişiye baktım.


Utku’ydu. Onun içinde bütün şarkılar susmuş sadece benim kalbimin üzüntü ve şaşkınlıkla hızlı atan sesine odaklanmıştı.


“O arkadaşım,” dedim Evrim’e bakarken. Gözlerim Emre’yi bulduğunda gözlerimden yaşlar aktı. “O da sevgilim. Flört etmeye çalışıyor gördün mü?”


Hâlâ Evrim ve Emre’yi izliyordum ki aniden bir sesle arkama dönmek zorunda kalmıştım. “Gördüm.”


Gözlerimdeki yaşları tutamayarak akıttım. Bedenimin de kaldıramadığı gibi, ayaklarımın tutmaması ile kendimi Utku’ya bıraktım. Ona sarılmamdan rahatsız olur mu diye düşünmeden ona sarılıvermiştim. Birkaç saniye sadece kendim sarılırken birden sıcak elleri belime gitmiş ve o da beni teselli etmek için sarılmıştı.


Loading...
0%