@thwhunter
|
“Artık ruhunun farkında mısın? Onun için bir şeyler yapmaya başladın mı?”
Kapalı kapılar ardında ne olup bitiyor bilemezsin. Sen herşeyin yolunda gittiğini düşünürken, gözünün önünde olmayan şeyler dönüp duruyordur arka planda. Ve sen onları yavaş yavaş anlamaya başladığında, yapbozlar bir bir birleştiğinde sen kaybolmuş olarak bulursun kendini. Kafese sıkışmış olan serçeden bir farkı kalmaz ruhunun. Olan olmuştur, sen anlayana kadar hiçbir izi kalmamıştır. Bütün sırların izleri, akılların tozlu yerlerine kaldırılmış şekilde bir gün o tozlu yerlerden çıkıp gerçekleri yaymayı bekler. Şimdi bende o gerçeklerin yayılmasını bekleyerek mi geçirecektim zamanımı? Bu çok uzun bir zamandı. Benim ne bekleyecek zamanım vardı ne de sabrım. Şimdi ise tüm dikkatim Kardelen'in bana göstereceği ekrandaydı. Utku'nun gözlerini üzerimde hissetsemde ona bakmaya yeltenmedim. Tek düşündüğüm şey Kardelen'in göstereceği şeydi. Kardelen gülerek Emre'ye baktığında Emre kafasını iki yana salladı. Utku da bir bana birde Emre'ye bakıyordu. Kardelen'in göstereceği şey ile ilgilenmemesi, sadece benim için endişelenmiş olduğunu gözleri bile anlatırken ben nasıl bu ana odaklanabilirdim? Kardelen büyük bir zevke ulaşmıştı ki Enes yanımıza gelmişti. “Kardelen acilen gelmen gerekiyor.” Deyince Emre büyük bir nefes vermişti. O nefes verdiğinde ona döndüm. “Bu sefer bir özürle yırtamayacaksın.” dediğimde Utku arkamda beni bekliyordu. Ben Emre'nin yanından ayrılınca o Emre’nin yanında duruyordu hâlâ. “Onu nasıl bu kadar kör ettin bilmiyorum ama iyileşmesi uzun zaman almayacak.” Emre'nin yüzü, Utku her ne dediyse buruşmuştu. Ona tek bir cevap vermemesi beni şaşkına uğratmıştı. Uzaktan izlediğim ikili yanıma gelen Utku ile tek kişi oluvermişti. Emre de içeri girdiğinde biz Utku ile sessizlik içindeydik. Bana bir şey demesini beklemiyordum zaten. Ama yine de duygularını merak ediyordum. Hiçbir şey demeden yanımda duruyordu. Arada kaçamak bakışlar atarken birini yakalamıştım. Gözleri gözlerimi bulduğunda benim için gülümsüyordu. Sonra hâlâ sırtında olan çantasına döndü. Çantasından çıkardığı siyah kulaklığını bu sefer benim kulağıma taktı. Telefonundan, yarısında durdurduğu o şarkıyı açmıştı. Anlat Ona- Yedinci Ev. Açtığı şarkıyı değiştirmek için elini playlistinde gezdirdiğinde elini tuttum ve bırakmasını sağladım. Ben gözlerimi kapatıp şarkıyı hissetmeye çalışırken o dokunuşumla bana baka kalmıştı. Benim kendime gelmem için sanırım bu ana ihtiyacım vardı ve ben özüme dönüyordum. Ya da bu suskun çocuk beni özüme döndürüyordu. Ve bunu yaparken ne kendi farkında oluyordu ne de beni farkına vardırıyordu. Şarkı bitiminde zil de çalınca ayağa kalktım. “Kısacık bir an olsa da beni sakinleştirdiğin için teşekkür ederim.” Diyerek kulaklığı ona verdim. O da benden sonra ayağa kalktığında ona gülümseyerek yanından ayrıldım. *** Sınıfa girdiğim gibi beş göz beni radarına almıştı. Sırama oturduğumda Akay arkadan merakla sordu. “Ne dedi sana o sinsi?” Sinsi olarak Kardelen'i kastettiğini hemen anlamıştım. “Bana bir şey gösterecekti. Tek suçlunun ben olmadığımı söyledi ki Enes geldi.” Söylediklerim onları şaşırtmamıştı. Daha çok sanki bildiklerinin üzerinden geçiyordum. Bunu birbirlerine attıkları kaçamak bakışları onaylıyordu. Belki de sadece kafamda kuruyorum. Şaşırmışlık hissi de olabilirdi sonuçta. Aramızda olan sessizliği içimizden biri bozdu. “Bende merak ettim bak şimdi. Akay’ın da deyimiyle bu sinsi yine ne iş peşinde?” Evrim’in meraklı gözleri bana dönmüştü. Bilmediğimi söylemeden dudağımı büzdüm. “Öğrenmemi isterseniz öğrenebilirim.” Yaman’dan tam da beklediğim hareket buydu. Her yerde ve her zamanda kahraman olmalıydı. Evet desem hemen öğrenirdi. Şu an hayatımda bir kaos istiyor muydum emin değilim. Kafasını kitaptan ancak kaldıran Fırat, “Akça isterse öğrenir. Eğer senin öğrenmeni isterse söyler zaten. Çok uzatmadan bu konuyu tadında bırakın.” dedikten sonra bana gülümseyerek baktı. Bu çocuk benim hep doğruluk meleğim olarak kalacaktı. “Of hiç eğlenceli değilsin Fırat brocum. Lütfen kaos sevmeyenler dışarı çıkabilir mi?” Akay benden farklı düşünüyordu belli ki. Benim kaos kaldıramayacak bedenim onunkinin yanından bile geçmiyordu. Herkes fikrini belirtirken sessizliğini koruyan biri vardı. Bulut, hiçbir yorum yapmamıştı şu ana kadar. Fırat’ın yanında oturan Bulut’un omzuna dokunduğumda bana ancak dönebilmişti. “Sen ne diyorsun Bulut?” “Hiçbir şey demedim Akçaağaç şurubum.” Bulut’un normal hali gibiydi ama bir yandan da değil gibiydi. Bir gariplik vardı üstünde. Bulut konuşmuyorsa illa bir şeyler vardı. Akay, Bulut’un bu haline gülmüştü. Hocanın gelmesiyle hepimiz önümüze döndük. *** Okul saatleri boyunca ne Emre beni aramaya geldi ne de ben onu aramak için sınıftan çıktım. Bu yüzden kendimi kötü hissetmiyordum aksine zamanımı iyi kullanabiliyordum. Dinlenerek. Bence bu önemliydi benim için. Çıkış saatinde Yaman, Bulut, Fırat, Evrim ve Akay ile yürüyordum. Akay'ın bu haftaki harcamalarını anlattığı zamandan beri ağzım gülmekten ağrımıştı. Tam okul kapısından çıkacaktım ki Utku'nun bana doğru geldiğini gördüm. Kulaklıkları boyunundaydı ve yavaş adımlarla yanıma doğru geliyordu. Diğerlerinin yanından ayrılırken Utku'yu kapının önünde beklemeye başladım. Utku yanıma ulaştığında gözlerini benden kaçırdı. Bana bir şey söyleyecekti ama çekiniyordu. Onu dinleyeceğimi göstererek kollarımı göğsümde bağladım. “Efendim Suskun Bey?” Diyerek ona yardımcı olmaya çalıştım. Söylemek için kıvrandığı anlarda ben boynuna uzandım o da kendini çekti. Bunu bir kez daha yapmıştı. Utku dokunuşlardan hoşlanmıyordu belli ki. Bu yüzden ne yapacağımı ona anlatmaya başladım. “Utku, kulaklığını tak ve bir şarkı aç. Sonrasında bana ne söylemek istiyorsan bir anda söyle olur mu?” Utku dediğimi düşündü ve gözlerime baktı. O anda ona gülümsemem onu sevindirmişti. Elleri boynundaki kulaklığına sonra da cebindeki telefonuna gitti. Çok fazla sesini açmadığı şarkı kulaklarına aktığında yine de düşüncelerini toparlaması gerekiyordu. Bir dakika geçmeden konuşmaya başladı. “Babam… Babam,sen ve ben bizim restorantta bir şeyler yiyebilir miyiz? Babam da seni tanımak istedi.” İçimden kahkahalar atmak istedim ama bu tatlı andan kendimi çekip kurtaramadım. Akif amca ve Suskun beyle yemek yemek güzel olacaktı. “Kurt gibi açım Utku.” Diyerek güldüm. “O zaman saat yedi de orada olacağım Utku.” Çantamı çocuklar gibi sıkı sıkı tutup arkadaşlarıma yetişmeye çalıştım. *** Onlara ulaştığımda Akay kolunu boynuma doladı. Onlara gittiğimizi yeni öğrendiğimde sevinmiştim çünkü o bana ne giyeceğim hakkında güzel bir öneri verirdi. “Babamlar Maldivler'de, bence biz de kalabilirsiniz! Partileriz. Eee ne diyorsunuz brolarım?” Yaman ilk bana bakınca ilk benim fikrimi almayı planlıyordu ki “Evet!” Diye uzatarak bağıran Bulut'a hepimiz kilitlendik. Bana bir söz kalmıyordu. Herkes istiyordu. Akay'ın partileri o kadar güzeldi ki tadı hâlâ damağımdaydı. Akay'a gittiğimizde hemen onun giyinme odasının kapısında bittim. “At hırsızı ile ne çabuk barıştınız?” Dedi Akay yanımda durarak. Erkekler çoktan salonu işgal ettiğinde Evrimde yanımıza gelebilmişti. Akay'ın Emre'yi benzettiği her bir şey Evrim'i güldürüyordu. Sonra birbirlerine vurarak ikiside gülmeye başlamıştı. “Emre değil.” Dediğimde odanın havası değişti. İkiside kafası karışık bir şekilde bana baktı. “Utku'nun babası bizim Emre ile oturduğumuz mekanın sahibiymiş. Ayaküstü tanışmıştık ve şimdi de daha iyi tanımak istemiş.” “Siktir!” Dedi Akay. “Ay ne bileyim hiç aklıma gelmemişti de. İyiymiş Akçaağaç şurubum.” Evrim, Akay'ın tepkisinden sonra konuşmaya başladı. “Emre bunu duyduğunda küplere binecek. Utku'dan oldum olası nefret ediyor.” Emre bana karışamazdı. Her gün gittiğim mekanın sahibini tanısam kötü bir şey olmazdı. “Sadece bir yemek yiyeceğim. Kıskanabileceği bir durum olmamalı. Ve Utku ile yalnız değil babası da var.” “Kimse seni kısıtlayamaz kızım. Emre küplere binmiş bize ne Evrim? Erkek işte. Iyy ölücem.” Akay bir tek Emre'den değil bütün bir erkek kavramından tiksiniyordu. “Sana bişey diyeyim mi Akça'm? Bence Emre'yi de Utku'yu da boş ver ve buraya taşın. Erkekler üzer fakat para sadece mutluluk getirir.” Haklıydı. Para onun için her şeyden değil erkeklerden önce gelirdi. “Benim prensibim aşk değil maalesef. Para her zaman aşktan büyüktür.” Dedi ve giyinme odasına girdi. Benim için güzel bir şeyler aramaya başladı. Tüm dolapları bir bir karıştırmaya and içmiş gibiydi. *** Fazla uzun olmayan bir bekleme süresinden sonra abartı olmayan tek bir şey bulabilmişti. Beyaz ve üstünde mavi çiçekleri olan bir elbiseydi. Göğüs kısmında bağlamak için bir ipi vardı. Akay bana elbiseyi göstererek salladığında elinden hızla alıp giymek için başka bir yere geçtim. Ben elbiseyi giyip onların yanına gittiğimde bana beyaz bir spor ayakkabı bulmuşlardı. Onu, çıkarken giymek için salona bıraktım. Akay ayakkabıyı ya bir kere giymiş ya da hiç giymemişti. Ben tekrardan içeri girince Akay, elime bir şeffaf kutu sıkıştırdı. İçinde bir sürü takı vardı. Evrim elimdeki kutuyu aldı ve içini açtı. İçinden gümüş, orta büyüklükte bir halka küpe bıraktı elime. Boynumda küçük, beyaz bir kelebek kolyesi vardı fakat onu da çıkarıp daha farklı bir kolye taktı. O takılardan uygun parçalar seçerken Akay ise makyaj masasından en güzel ürünleri seçmiş ve yanıma gelmişti. Bunlara bir servet harcadığı belliydi. Sade bir makyaj yapıp bırakmıştı. Sıra saçlarımın ufak dalgalarını düzleştirmeye gelmişti. Bu işi de bitirdiğinde ben aynaya bakıp giyinme odasından çıkış yaptım. Salondan ayakkabıları alıp oyun oynayan erkeklere el salladım. Onlar konsolları bırakmadan el sallayınca güldüm. Evrim ve Akça çoktan kapıyı açmış beni bekliyordu. “İyi eğlen güzelim.” Diyen Akay aynı annem gibiydi. *** Restoranın önüne geldiğimde Utku dışarıda şarkı dinliyordu bir yandan da kahve içiyordu. Beyaz tişört giydiğini ilk defa görsemde hep giydiği siyah kot ceketi yine üstündeydi. Siyah bol jeans giymişti. Şarkının uyumuna göre ayağını sallıyordu. Gözleri beni bulduğunda şarkıyı kapatmak için elini cebine attı. Yanına yavaşça yürüdüm. Cebindeki telefonu çıkardı ve şarkıyı kapattı. Ayağa kalktığında kulaklığını çıkarıp arkasına sakladı. Gözlerini kaçırarak “Hoş geldin.” Dediğinde güldüğüm için gözleri gözlerimi hemen buldu. Elini cebine soktu ve benim arkama geçerek içeri girmemi bekledi. Ben içeri girerken o da arkamdan girdi. “Hangi masaya oturacağız?” Diye sordum ona dönerek. Gözleri ile cam tarafındaki en arka masayı gösterdi. Gülerek gösterdiği yere doğru yürüdüm. Akif Amca daha ortalıkta yoktu. Masaya geldiğimizde telefonumu masaya bırakıp cam kenarına oturdum. Utku da karşıma oturmuştu. “Babamın birkaç işi varmış. Birazdan gelir.” Gözlerini cama odaklamıştı. Bildiği tüm manzarayı yine de izliyordu. Bende onun gibi yapıp izlemeye daldım. Benim odağım ondan çıkınca bu sefer onun odağında ben vardım. Manzarayı bırakıp beni izliyordu. Onu görmem için ona dönmeme gerek yoktu. Birdenbire ona dönersem gözlerini kaçırmasından korktuğum için ona hiç dönmedim. Akif Amca yanımıza gelince bana bakmayı kesip babasına bakmıştı. Bende Akif Amcayı görünce hemen ona döndüm. “Hoş geldin Akça.” Dedi gülümseyerek. “Hoş buldum Akif Amca.” Utku gülümseyerek ikimize bakıyordu. Akif Amca oğlunun yanına oturunca, garsona el hareketi yaptı. “Size ne yemek istersiniz diye sormayacağım nasıl olsa bu yemeklerin tadını biliyorsunuz.” Emre ile arkadaşlarımızdan kaçıp sığındığımız yerdi. Garson bize menüleri getirince bir şeyler seçmeye başladık. Utku benim elimde tuttuğum menüyü aşağı doğru indirmişti. Elini menüde bir yere koydu. “Bunu denemelisin.” Elini koyduğu yemeği daha önce hiç burada denememiştim. Benim denemediğimi nasıl biliyordu? Her zaman yemek istemiştim ama Emre'nin annesine bakmaya gitmek zorunda kaldığımızda yiyemeden eve giderdik. “Bunu daha önce deneyememiştim.” Utku gözlerini benden kaçırmıştı. Kendi menüsüne dönünce babası bize döndü. “Ne yiyorsunuz?” İkimizde garsona söyleyince Akif Amca, Utku'nun söylediğinin aynısından söyledi. Yemeklerimiz gelene kadar havadan sudan konuşmuştuk. Daha doğrusu Akif Amca soruyor ben cevaplıyordum. Utku da bizi dinliyordu. Yemeklerimiz geldiğinde susup yemeklerimizi yemeye başlamıştık. Yemeğimi yerken titreyen masa ile telefonumun açılan ekranına baktım. Sadece ben değil Utku da görmüştü. Emre: Özür dilerim Akça, ileri gittim. Biliyorum bu aralar sana patlıyorum. Ama sadece o çocuktan haz etmiyorum. Lütfen mesajımı görünce ara. Mesajı üstünkörü okuyunca gözlerim istemsizce Utku'ya gitti. Yemeğini çatalıyla karıştırıyor ve gözünü ayırmıyordu. Mesajın sahibinin Emre olduğunu görünce durgunlaşmıştı. Akif Amca konuşmaya başlayınca ancak gözünü ayırabilmişti. “Utku'nun annesi ile kampüste tanışmıştık. Kampüsün bahçesinde papatyalardan taç yapıyordu. Arkadaşlarımla konuşurken bir yandan uzaktan onu izliyordum. Arkadaşlarım başka bir yere giderken ben onlardan ayrılıp çimende oturan kadının yanına gidiyordum,” Utku bu hikayeyi kaç kere dinlemişti bilmem ama dudağının kenarı kıvrılmıştı. Onunla birlikte Akif Amca da gülümsedi. Anlatırken o anlara gidiyor gibiydi. “Yanına oturduğumda gülümseyerek bana döndü. Bana bakıp sonra tekrar işine döndü. Birkaç dakika aralıksız onu izledim. Papatyaları koparıp bir bir taca bağlıyordu. Dayanamayıp adını sordum. Hiç bir şey demedi.” Diyerek güldü. “Galiba duymamıştı. Tekrar sordum. Bu sefer bana bakıp gülümsedi. Bende o zaman anlamıyorum niye konuşmadığını, gülüverdim. İşaret dili ile konuşmaya başlayınca anladım konuşma engelli olduğunu. Buna rağmen gülümsemesi hiç solmamıştı.” Utku'nun annesini o andan itibaren tanımak için can atmıştım. “Ben işaret dili bilmiyorum demiştim. O da bana sessiz sinema oynuyormuşuzcasına anlatmaya başladı. Ağzını gösterip gülüyordu. Demek ki adı gülmekle alakalıydı. Düşündüm durdum ama sonunda Gül ismi çıktı ağzımdan. O da güldü. Elini yaklaştın der gibi salladı. Arkasından arkadaşı adıyla seslenince öğrenmiş oldum. Bu kadının enerjisi herkese bulaşıyordu.” Akif Amca bu hikayeyi anlatırken aklıma Utku gelmişti. Utku'nun ismini kendi ağzından duymamıştım bende. Başka birinin söylemesiyle anlamıştım. Utku kesinlikle annesine benziyordu. Gözlerim kısacık bir anda olsa Utku'yu bulmuştu. O da benimle aynı fikirdeydi. Belki onunda aklına ben gelmiştim. Akif Amcaya döndüğümde o da gülümsüyordu. Sonra devam etti. “Onu konuşmasa da anlamayı öğrenmiştim. Ta ki Utku doğana kadar. Utku tamamiyle onun sesi olmuştu. Annesi ona anlatır, Utku da hemen bana anlatırdı. Annesi mutfaktan seslenemezdi ama Utku bir bağırırdı ben hemen mutfağa gelirdim.” Utku'nun çocukluğunu tanımak istemiştim. Belki onunla iyi bir arkadaş olurdum. Bende onun sesi olurdum belki. “Peki annesi nerde? Keşke o da gelseydi.” Dediğimde Akif Amca ve Utku bakıştılar. Gülümsemeler soldu, ortam iyice soğudu. Ama yine de aynı anda gülümsediler. “Kaybettik. Utku 12 yaşındaydı.” Dedi Akif Amca. O anda yemek boğazıma takıldı ve gitmek bilmedi. Utku su dolu bardağıma uzanarak bana verdi. “Teşekkür ederim.”
Utku'nun ağzından… Aşkı anlamak için uzak diyarlara yola çıkmama gerek yoktu benim. En iyi örnek annem ve babamdı. Annemin dili olmasa da onların bambaşka bir sevgi dilleri vardı bir kere. Babam cümlesine “Sesim…” diyerek başlar, “Seni seviyorum.” Diyerek bitirirdi. Babam benim sesimin, annemin sesi olduğumu söylerken yalan söylüyordu. Çünkü onun sesi ben değil babamdı.
Akça Yemeğimiz bitince kahve içtik. Biraz ben ailemden bahsettim. Böylece ortamdaki üzücü bulutlar biraz olsun dağılmıştı. Onlar Utku'nun annesinden bahsederken her zaman gülümsüyordu. Adı gibi gülen bir insandı. Akif Amca şöyle demişti onun hakkında “Gülse benim ömrüm uzardı.” Onu çok sevmişti. Anlatması bile bunu öyle güzel belli ediyordu ki benim bile ömrüm uzamıştı. Utku böyle bir ailede büyüdüğü için çok şanslıydı. Kahvelerimizi bitirdiğimizde Akif Amca ile vedalaştım. Utku bana dışarı kadar eşlik etmişti. Taksi gelene kadar beklemişti yanımda. Ona baktığımda etrafa bakıyordu. Gökyüzüne bakarak gülümsedi ve sonrasında bana döndü. “Bizde okulun bahçesinde tanışmıştık. Ben senin oturduğun banka oturmuştum. Sonra sen giderken bir kağıt düşürdün.” Dedim elimdeki çantadan cüzdanımı çıkardım. Cüzdanımın kartlık kısmına sıkıştırdığım kağıdı Utku'ya gösterdim. “Bu hâlâ bende kalabilir mi?” Utku kağıdı görür görmez hatırlamış ve gülmüştü. “Artık ruhunun farkında mısın? Onun için bir şeyler yapmaya başladın mı?” “Farkındayım. Ama onun için bir şey yapıyor muyum bilmiyorum.” Utku gülümsedi. “O zaman sende kalabilir.” Eğer ruhum için bir şeyler yapmaya başlasaydım kağıdı benden alacak mıydı? Artık o kağıda ihtiyacım kalmayacaktı. Bu yüzden benden alacaktı. Taksi gelince ona da veda ettim ve o da kafasını ‘Görüşürüz’ anlamında salladı. *** Hafta sonundan sonra okul için hazırlanmaya başlamıştım. Hafta sonum Akaylarla geçmişti. Emre'nin mesajına hâlâ bir cevap vermemiştim. Onu bir türlü düşüncelerimde yer edindiremiyordum. Belki bu yüzden bencildim fakat ben Suskun Beyde kalmıştım. Ne yalan söyleyeyim geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Herkesi anlamak mümkünken Utku'yu anlayabilmek özeldi. Bu yüzden kendine çekiyordu. Bir yapboz gibi parçaları tamamlanmayı bekliyordu. Sadece öylesine bir gündü Akça. Mutlu olduğum nadir anlardandı. Sıradan değildi. Ama bunu bile bile kendime yalan söylüyordum. Sadece öylesine bir gün. “Rüyalarda olan hayalperest kız. Gün aysın mı sence de artık?” Akay kapının ardında bayadır beni bekliyordu. Son kez aynaya bakıp dışarı çıktım. “Sonunda beybisi.” Onun tepkilerine gülmemek elde değildi. “Bir an seni at hırsızlarına kaptırdığımı düşündüm.” Emre at hırsızı diye bir lakabının olduğunu bilse herhalde düşüp bayılırdı. “Sanırım bugün onu peşimden koşturacağım.” Akay gece mavisi saçlarını dağınık topuz yaparken bir yandan beni dinliyordu. “O ne demek kız?” “İki gün önce bana mesaj attı ve mesajı görünce ara dedi ama hiçbirini yapmadım.” Saçını toplamayı bitirmiş eyeliner çekiyordu. “Ne güzel işte Akça. Siktir et!” Kime anlatıyordum ki ben. Akay bu işleri nerden anlayacaktı. Onu mutlu eden tek şey Emre'den uzak durmamdı. Nefret ettiği kişiye benim yüzümden katlanıyordu. Ona Utku'yu anlatsam direkt onun arkasında olurdu. Ya da belki de çoktan biliyordu. “Evet efendim.” Ne? Beynimi okumuş olamazsın değil mi? “Makyajım nasıl olmuş?” Diyerek bana döndü. Neyse ki karşımdaki kişi Akay. Utku'yu bilip heyecanlı heyecanlı yüzüme çarpmıyorsa hâlâ bilmiyordu. Koluma girip beni dışarı çıkardığında salonda gözlerini dinlendiren üçlü gözüme takıldı. Uykularını almamış olmaları şaşırtıyordu. Özellikle okula geç kalmamak için çabalayan Fırat için bu durum fazlasıyla garipti. İlk o uyanırdı, kahvaltısını yapıp birde kitap okurdu. “Sizi eve almakta yanlış yaptığıma adım kadar emindim oysa.” Dedi Akay. Ona baktığımda o da kafasını döndürdü ve bana baktı. “Erkekler Akça. Yoksa siz ömrümü yiyin.” “Kardolar uyanın be gözünüzü seveyim!” Sesinin yüksekliği onları korkutmuştu. “Yok size ‘koğuş kalk!’ Demem lazımdı ya tüh.” Yaman açılmak için gözlerini ovuşturdu. Bulut’un hâlâ kapalı gözleri onu konuşmamasına engel değildi. “Sağ ol Yaban Mersini ablam, çok güzel bağırıyorsunuz.” Fırat gözlerini açar açmaz saati kontrol etmişti. Okula geç kalıp kalmadığını kontrol ediyordu. Geç kalmadığına emin olduktan sonra nefes verdi. Akay onlara gülerken kendinden ödün vermedi. “Hayırdır, ne oldu size? Buldozer mi geçti üstünüzden?” “Kimsenin üstümüzden geçtiği yok Akay. Dışarı çıktık biraz o yüzden yorgunuz.” Dedi Yaman. Yüzünü yıkamak için lavabonun yolunu tuttu. “Babamın içki koleksiyonunundan bir parça eksilmedi değil mi?” O koleksiyonun başına bir şey geldiyse eğer bizim ülke değiştirmemiz en iyi seçenekti. Akay'ın babası için çok önemliydi. Hiç birinin tadına bakmamıştı daha. Fırat ayağa kalktı. “Bunu duymamış olayım brocum.” Diyerek o da Yaman'ın yanına gitti. Sesi sedası çıkmayan Evrim'in özlemini çekiyordum. Onu her yerde arayınca burada olmadığını anlayabildim. Hâlâ kanepede uyuyan Bulut’un yanına yavaşça yanaştım. “Hey çocuk.” Tek gözünü açan Bulut beni görünce güldü. “Buyur efendim.” “Evrim kankin nerede?” Daha uyanamayan Bulut'a niye soruyorsam. “Kankim gitti. Şey olmuş ya şey. Neydi ya Akça'm?” Omzumu silktiğimi görmeyen Bulut bir cevap bekliyordu. “Ben nerden bileyim oğlum? Sana soruyorum.” “Birine yardım etmeye gitti ya. Okul temsilcisi ya, bu yüzden işte.” Sonunda birkaç kelimeyi bir araya getirdi de nerede olduğunu bulduk kaçağımızın. Hepimiz hazır olduğumuzda Akay'ın babasının şoförü ile okula gitmiştik. Bizimkiler hemen bizim yerimize giderken ben bankta oturan Utku'ya baktım. Beni gördüğünde ilk gözlerini kaçırdı fakat sonra bana dönüp gülümsedi. Bende gülümsedikten sonra yanıma cin çarpmasına dönmüş olan Evrim'i gelirken gördüm. “Dikkat et be Evrim.” Dedim üstüme düşmesini engelleyerek. “Ben galiba kelebek kusacağım Akça.” Ne dediğini anlamıyordum. Heyecandan havalara uçacaktı birazdan. Sakinleşmesini bekleyerek geçirdim birkaç dakikamı. “Aziz. Güzel çocuk.” Diyerek onu düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Bu haline gülmüştüm. Beni eleştiren Evrim birinden hoşlanıyordu. Şimdi o da benim dilimden konuşacaktı. “Bende niye bu kız cin çarpmışa dönmüş diyordum.” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Evrim kolumu tutarak beni kendime getirmeye çalıştı. “Ya intikamını başka zaman al. Ben ne yapacağım onu söyle.” Kendini bırakacaksın. Hayat seni ne yöne götürüyorsa sen de o yöne doğru sürükleneceksin. Etrafındaki herkes susacak, sen onunla susmayı öğreneceksin. Bu sessizlik her şeyden farklı olacak. “Yaşayıp öğreneceksin arkadaşım.” Omzuna iki kez vurup diğerlerinin yanına gittim. “Çok sağ ol, çok güzel taktik verdin.” Diyen Evrim peşimden hızla geldi. Biraz bizimkilerle dışarıda otururken arkamda birinin durduğunu hissetmiştim. Bizimkilerin ekşiyen yüzleri Emre'nin geldiğine işaretti. Ayağa kalkıp ağaçların oraya giderken Emre de peşimden geldi. “Mesajımı görmedin mi Akça? O kadar özür diledim.” Tabii ki dileyeceksin. Bir de dileme de göreyim. “Uyuyakalmışım. Akay telefonumu alınca cevap yazamadım.” Bunun için Akay'ı kullanmam onun bayramı olabilirdi. Böyle bir şeye vesile olabilmek Akay'ın mutluluk hormonlarını tavan yapardı. “Niye aldı ki Akay senin telefonunu?” İşte tamda şu an lakabını kullanma zamanıydı. “Güya beni at hırsızlarına yem etmemek içinmiş.” Buna ben bile inanmıştım. Gülmemek için kendimi zor tutarken o şaşkın şaşkın etrafına bakıyordu. “Bu iyi bir şey mi?” Hemen yanımızda bankta oturan Utku da sessizce gülüyordu. “Bilmem.” Tam gitmek için bir adım attığımda durduran Emre beni kendine çekti. “Barıştık mı?” Gözlerim bir an olsun Utku'ya bakmak için etrafta gezindi. Az önce bankta olan Utku şimdi okulun kapısına doğru yürüyordu. Ona bakmamam için kafamı ona doğru çeviren Emre gülümseyerek bana bakıyordu. Onu kendimden ittim. “Henüz değil.” Kendimi ondan kurtarınca sınıfa çıkmak için okula yöneldim. Kendi sınıfıma giderken Utku'ya bakmak için onun sınıfının katında durduğumu fark ettim. Sınıfın kapısından girdiğimde ise Utku'nun kafasını sıraya dayadığını gördüm. Hem komik hemde güzeldi. Yanına doğru ilerlediğimde cebimden çıkardığım telefon onun fotoğrafını çekmeyi bekliyordu. Tüm sınıf bana odaklanmışken benim odağım Utku daydı. Kamerayı açtım ve birkaç poz onu çektim. Kulaklığını çıkarmak istedim fakat bunu yapmadan sınıfıma geri döndüm. Ben sınıfa gelene kadar çoktan bizimkiler gelmişti. Fırat da dahil Yaman ve Bulut kafasını sıraya koymuştu. Uyuyorlardı. Yaman'ın yumuşak saçlarında ellerimi gezdirip yanına oturdum. Aklıma Evrim gelince ona döndüm. Sınıftaki bir kızdan tavsiyeler almaya çalışıyordu. Haline gülmekle yetindim. Hoca gelince o yerine geçti Fırat ve Bulut uyandı. Hocanın arkasından gelen bir çocuk son anda içeri girdi. Evrim tatlı tatlı çocuğun yüzüne bakınca onun Aziz dediği çocuk olduğunu anlamıştım. Burada olmaktan mutlu olmadığını yüzü bile anlatırken bunu sormaya gerek yoktu. Aziz boş bir yer aradı gözleriyle. Bir yer boştu sadece. Sessiz sakin sarışın bir kızın yanı. Hiç tereddüt etmeden yanına oturan Aziz çantasını sıranın üstüne bıraktı. “Selam.” Dedi yanındaki kıza. Adını bile bilmediğim kız yüzüne bakmayı son anda akıl etmişti. “Merhaba.” Dedi kız. “Adın ne sıra arkadaşım? Seni yemem merak etme. Tabi senin tercihin ama. Bende olsam benimle tanışmak istemezdim.” Onları izleyen tüm sınıf kızın ağzından çıkacaklara odaklanmıştı. “Ilgın.” Aziz hafifçe gülümsediğinde “Sevindim Ilgın, benimle tanıştığına. Bende Aziz Kuzgun.” İki isminin olduğunu ilk öğrenen kişi sarışın kızdı. Evrim onları gözlerini kırpmadan izliyordu. Benim kıskançlıklarıma inanmayan Evrim'e mi bakıyordum ben? Aziz'e gerçekten tutulmuştu. Hocamız da Aziz'i tanımak için yanına yaklaştığında Aziz'i dinlemeye başladık. Kendini tanıtmaya başlayan Aziz hepimize tek tek bakıyordu. “Ben Aziz Kuzgun Demirgan. Sınıfta kaldığım için bu seneyi tekrar okuyacağım hocam.” Yaman bile bu çocuğu dinlemeye başlamıştı. “Neden sınıfta kaldın çocuğum?” Dediğinde Aziz ağzını bıçak açmadı. “Farklı sebeplerden.” Eğer derslerden kalsaydı bunu söyleyebilirdi. Devamsızlıktan kaldığı belliydi. *** Ders bitip teneffüs zili çaldığında tuvalete gidiyordum. Koridorun sonunda Kardelen'in bizim sınıftaki sarışın kıza bir şeyler yaptığını gördüm. Onların yanına giderken Kardelen'in sesini duymaya başladım. “Sana yapmanı söylediğim şeyi yapsan iyi olur.” Kendini koruyamamak kadar aciz bir şey yoktu. O da Enes gibiydi. O, Utku'yu nasıl kullanıyorsa Kardelen de onu öyle kullanıyordu. Kızın ağlamaklı yüzü kalbimde bir şeylerin kopmasına sebep olmuştu. “Kardelen.” Diye bağırdığımda kızın kolunu sıkmayı bıraktı. “Ne oldu Akça?” Diyerek bana dönen Kardelen, sinirini benden çıkarmak istiyordu. “Ilgın'ı rahat bıraksan iyi olur.” Adını son anda hatırladığım kız bana Utku'yu hatırlamıyordu. Ilgın bana şaşırarak bakarken Kardelen burnundan soluyordu. “Kimseyi zorlayamazsın. Bunu hak olarak göremezsin. Bir daha Ilgın'ı bu şekilde acıtırsan benimle yüzleşmek zorunda kalırsın.” Ilgın'ı arkama geçirdikten sonra Kardelen'in sinirli yüzüne maruz kalıyordum. Neyse ki güneş kremim pahalı ve beni bu alev topundan kurtaracak tek şey bu olabilirdi. “Seninle sonra hesaplaşırız Akça. Eski günleri yad ederiz.” Gülümseyerek yanımızdan ayrıldı. Ilgın'ın koluna girerek onun hava alması için dışarı çıkardım. “Daha iyi misin sarışın?” Kendini daha iyi hissettiğini düşünüyordum. O da şimdi Utku gibi konuşmayacak mıydı? Yoksa artık hep benimle mi konuşacaktı? Utku gibi konuşmazsa uzun yol kastetmek gerekebilirdi. “Teşekkür ederim Akça. Başka ne denir bilmiyorum.” “Artık korkmuyorum diyebilirsin sarışın. Koruman var artık.” Ilgın bana gülümseyerek baktığında bu fikir hoşuna gitmiş gibiydi. Aziz bize doğru gelirken Ilgın başka bir yere bakmaya başladı. Aziz hemen yanımıza oturdu. “İyi misin sıra arkadaşım? Yüzün bembeyaz.” Ilgın kafasını olumlu şekilde salladığında yanımızdan ayrıldı. Bende onun arkasından kalkınca Aziz yalnız kaldı. “Hep böyle olur zaten.” *** Sınıfa girdiğimde midesinde kelebekler uçuşan kızımızın yerine şaşkın şaşkın oturan bir kız vardı. Diğerleri yoktu. “Evrim ne oldu?” Diye sorduğumda ancak bana dönebildi. “Yok bir şey. Benim bir yere gitmem gerekiyor.” Dedi ve gitti. Aziz ile mi alakalı bir şey olmuştu anlamamıştım. Kendi sırama oturarak zilin çalmasını bekledim.
Evrim'in ağzından… Zil çaldığında Bulut'a tost Akay'a da çikolata almak için kantine gidiyorduk. Bulut hemen kantinci ablanın yanına gittiğinde ben gördüğüm görüntü ile kalakalmıştım. Emre merdiven arasında bir kız ile konuşuyordu. Ellerini tutuyordu. Gözlerime inanamayıp iki kez kırptığımda düşüncelerimizin ne kadar doğru olduğunu anlamıştım. Emre'nin Akça'yı aldattığını hepimiz seziyorduk. Bunu kendi gözlerimle görmek benim için iyi olmuştu. Bulut'u beklemeden merdivenlerden çıkacaktım ki Emre beni aşağıya doğru çekti. Yanında ki kız bir anda gitmişti. “Evrim bu gördüklerini aklından sil tamam mı?” Emre’nin sesi kulağıma ulaşmıyordu. Onu dinlemek istemiyordum. Arkadaşıma ihanet eden bana ihanet etmişti. “Bak Evrim, Akça bunu öğrenmemeli. Onu tamamen kaybedemem. Sakın söyleyeyim deme.” Çoktan Akça'yı kaybetmişti. |
0% |