Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm "Birinci Kapı"

@thwhunter

“Gözlerin yaşamak gibi,”


 

Herkes için bir şeyler yapabilirdim. Kendimden önce onları düşünebilirim. Kendimden önce onları sevebilirim. Fakat bu yaptığım hiçbir şey bana geri dönmezdi. İlk önce kendim için bir şeyler yapmalıydım. Benim yaptığım şeylerin bana dönmemesi beni durduramazdı, ben yine de birilerine öncelik vermeye devam ederdim.


“Onun için bir şeyler yapmaya başladın mı?” Demişti Utku. Ruhumdan bahsediyordu. Ruhumu dinlendirme zamanım gelmeliydi artık. Birilerine değil kendime yaşamalıydım.


Ve en önemlisi…


Bazı şeylerin farkına varmalıydım. Onlar yıkıcı olabilirdi ve geri dönülemez hasarlar bırakabilirdi. Özellikle de bilinmeyen ‘şeyler’.


Yıkılan duyguların sebep olduğu cesetler, ruhumuzu yenilerdi. Yeni duygulara ulaşmak için canının yanması gerekiyorsa Akça, bunu yapmalısın. Canını yakacak şeylerden uzak duramazsın ama onlara karşı hazırlıklı olabilirsin.


Kulaklarımı kapatabilmek için, diğerlerinin dediklerini duymamak için kulaklık takabilirdim. Gerçekleri öğrenmem biraz daha uzun sürerdi böylelikle.


Bu hiçbir işe yaramazdı. Kaçmak hiçbir zaman bir çözüm olmamıştı.


Kural 1: Korkularının üstüne git.


***


Komidinin üstünde birkaç dakikadır çalan saatime uzanmaya çalıştım. Çalar saatimi duymadığım zamanlar Evrim odama gelir saati kapatır ve beni uyandırmaya çalışırdı. Bugün o değil saat beni uyandırabilmişti.


Birkaç haftadır üstüne bir ağırlık çökmüştü. Bana karşı mesafeliydi. Ya da ben çok abartıyordum. Abartıyor muyum bilmiyorum ama Evrim'i daha önce böyle görmemiştim. Ne olduysa geçen hafta sınıfta tek başına otururken olmuş olmalıydı. O günden beri aynıydı. Konuşmaya çalışmıştım ama benimle herhangi bir şeye dair konuşmadı. Sadece normal sohbetler edebilmiştik.


Onu böyle görmek benim için dayanılmazdı. İstemeden ona bir şey yaptıysam da bunu bilmeden gönlünü alamazdım.


Yatağımda doğruldum ve esnedim. Yataktan hemen kalkamazdım. Biraz oturup kendime gelmem gerekirdi. Nihayet kendime geldiğimde odamdan çıkıp salona gittim. Bulut ve Fırat vardı. Evrim ve Yaman hâlâ uyuyor olmalıydı.


“Günaydın.” Diyen Fırat'ın yanına oturdum.


“Evrim ve Yaman nerdeler?”


Bulut ve Fırat birbirlerine baktılar. “Bizde bilmiyoruz. Odalarında yoklardı.”


Fırat'ta benim gibi merak içindeydi. Onların yanından ayrılıp tekrardan odama gittim. Telefonumu aldığımda şarjımın bitik olduğunu fark ettim. “Ben şarja takmadım mı ya seni?” Kendi kendime konuştum.


 

İlahi Bakış Açısı


Yaman bir haftadır Kardelen'in göstereceği şeyde takılı kalmıştı. Görmek istese de Akça'ya sormadan bir şey yapmak istememişti. Fakat bu gece karar vermişti. İlk önce kendisi görecekti sonra da Akça'ya gösterecekti. Sabah herkesten önce uyandı ve kimseyi uyandırmadan çıkmayı planlıyordu ki Evrim'e yakalanmıştı.


“Günaydın. Nereye gidiyorsun?”


“Kardelenlere.” deyiverdi. Gizlenecek bir şey yoktu.


“Ne alaka o? Birde sabah sabah.”


“Akça'ya göstereceği şeyi öğrenmeye çalışacağım. Tamam biliyorum Akça'nın öğrenmesi gerekiyor ama tutamadım kendimi.”


Evrim göreceği şeyi biliyordu. Bu yüzden Yaman'ı durdurmaya çalışsa da Yaman durmamıştı. Evrim de onunla birlikte çıktı evden.


Kardelen'in evinin önüne geldiklerinde Yaman telefonunu çıkarıp Kardelen'i aramaya koyuldu.


Kardelen meşgule atınca onu beklemeye başlayan Evrim ve Yaman birbirlerine bakıyordu. Kardelen kapıdan çıkınca ayağa kalktılar.


“Sizin ne işiniz var burada?”


“Biraz yürüyelim mi?” Diye sordu Evrim. Kardelen anlamayarak baktı ve onlara ayak uydurdu.


Biraz yürüdükten sonra Yaman duraksadı. “Akça'ya ne gösterecektin?”


Kardelen bir anda durakladığında Yaman'a göstermek konusunda kendi ile savaşıyordu.


Üç yıldır Emre'ye karşı bir şeyler hissediyordu. Her yalnız kaldığı anda Emre'nin yanında olurdu. Şimdi ise bu göstereceği şey Emre'yi ona getirecek olan o biletti.


Hemen telefonunu cebinden çıkardı. Evrim bakmamaya çalışıyor, Yaman ise merakla bekliyordu. Kardelen bir fotoğrafı açıp onlara gösterdiğinde Yaman'ın yüzü düştü ve her geçen saniye de kaşları çatılıyor ve sinirleniyordu.


Bir kız ile Emre'nin birlikte olduğu bir fotoğraf vardı. Fazla yakınlardı. O kadar yakınlardı ki dudakları birbirine değiyordu. Emre bundan hoşlandığını her halinden belli ediyordu.


“Şüphelerim beni yanıltmadı.” Diye mırıldandı Yaman. Yaman, Kardelen'in elindeki telefonu hızla aldı ve fotoğrafı galeriden ve çöp kutusundan sildi. Telefonu Kardelen'e geri verirken saniyesinde durdu. “Başka bir yedeği var mı?”


“Yedeği olmasa bile yenisini çekmem uzun sürmez.”


O kadar çok kız vardı ki hayatında fotoğrafı yedeklemeye gerek bile yoktu. “Akça bunu duyar ya da görürse yıkılır Kardelen. Doğum gününe kadar hiçbir şey bilmeyecek ve güzel bir gün geçirecek. Daha sonrasında ona söyleyeceğim o zaman sen de Emre ile birlikte olabilirsin.”


Kardelen Yaman'a gülerek karşılık verdi. “Birkaç gün beklemek zor olmamalı değil mi?”


 

***


Akça


 

Bizimkilerden bir ses seda çıkmayınca evden çıkıp okula gitmek için yola çıkmıştık. Fırat ve Bulut'un ortasında yürürken bir yandan da telefonuma bakıyordum. Yaman ve Evrim'e mesaj atıyordum.


Akçaağaç şurubum: Neredesiniz?


Tabii ki de ikisi de cevap vermemişti. Telefonumu kapatıp yürüdüğüm sırada aniden telefonum titremişti. Telefona baktığımda Fırat ve Bulut da bakmaya başlamıştı.


Yaban gülüm: Merak etmeyin bir şey yok. Sadece Evrim'in kafasını dağıtmak için dışarı çıktık. Okulda görüşürüz


Ev'im: İyiyim Akça'm. Meraklanma. Seni seviyorum okulda görüşürüz💗


“Keşke bizi de uyandırsalardı.” diyen Fırat'a katılmıştım.


Evrim'in kafası dağıldıysa biz önemli değildik. İyi olmasını istiyordum.


Okula vardığımızda Fırat ve Bulut'un yanından ayrılıp yalnız başına bankta oturan Utku'nun yanına gittim.


“Biliyor musunuz Suskun Bey? Çok tatlı uyuyorsunuz.” Diyerek yanına oturdum. Keyfim yerine gelmişti sonunda.


Utku beni duymuş ve kulaklığını çıkarmıştı. “Ne zaman uyuduğumu gördün ki?”


Geçen hafta çektiğim fotoğrafı göstermek için telefonuma sarıldım. Fotoğrafı açıp telefonu Utku'ya verdim.


Baktığı gibi gülümseyen Utku, fotoğrafı beğenmişti. “Ne zaman çektin bunu?”


“Geçen hafta.” Dedim gülümseyerek. “Güzel değil mi?” Utku kafasını salladığında gözüm kapıya dalmıştı. Arada sırada Evrim ve Yaman geliyor mu diye bakıyordum ama gelen kişi Emre olmuştu. Burnu kanıyordu. Panikle ayağa kalktığımda önüme bakmadan Emre'nin yanına gittim. “Ne oldu sana?”


Emre burnunu elindeki peçete ile silmeye çalışırken elinden peçeteyi aldım ve ben silmeye başladım. Emre ellerini belime koyduğunda peçeteyi burnuna tutuyordum.


“Önemli bir şey değil.” Diyerek beni geçiştirince “Gerçekleri anlatacak mısın?” Dedim. Bir anda ellerini belimden çekince gözlerine baktım. Kaşları anlamsızca ve hafif çatılmıştı.


“Hangi gerçekler?” Deyince istemsizce güldüm. “Biri ile kavga mı ettin? Bana söyleyebilirsin.”


Bakışları yumuşamıştı ve tekrar elleri belimdeydi. “Önemli bir şey değil, sen üzülme. Ve ben seni özlemişim Akça.” Gülümsemem onu da gülümsetmişti.


“Senden ayrı olmak beni üzse de konuşup halletmeliydik. Çocukça davranmış olabilirim.”


“Aptal gibi davrandım.” Dediğinde güldüm. Bazen fazla aptal oluyordu. Ellerimi boynuna doladığımda sıkıca bana sarıldı. Özlemini içimde hissetmiştim.


Az önce Utku ile konuştuğumu unuttuğumu fark edince onun oturduğu yere bakmıştım. Olduğu yerde değildi. Muhtemelen içeri gitmişti. Emre ile içeri girdiğimizde Emre'yi sınıfa bırakıp kendi sınıfıma gitmiştim.


Ben Emre'nin sınıfında oyalanırken zil çalmıştı. Sınıfa girince gözüm, cam tarafında en arkada oturan sarışın kıza takılmıştı. Adını hâlâ ezberleyememiştim. Aziz daha gelmediği için yanı boştu. Gülerek yanına gittim ve oturdum. Beni Aziz sanmış olmalı ki bana dahi dönmedi.


Adı bir anda aklıma gelince ağzımı tutamadım. “Ilgın. Günaydın.” Sesimi duyan Ilgın bana döndü. Ona gülümseyerek bakıyordum. Sarı saçları özenle topuz toplanmıştı.


“Günaydın.” Dedi ve gözlerini benden hiç çekmedi. Onu ilk gördüğümden beri iyi anlaşacağımızı anlamıştım.


“Ilgın çıkışta bir işin var mı? Yoksa eğer bir şeyler yapalım mı?”


Üç yıldır fark etmediğim Ilgın'ı, Utku olmasaydı fark edemezdim. Utku sayesinde artık onun gibileri gözüme kestiriyordum ve yalnız bırakmıyordum.


Hocadan önce Evrim, Yaman ve Aziz içeri girince Ilgın'ın yanından kalkıp kendi sırama oturdum. Yaman hemen yanıma gelip oturdu. Kaşı kanıyordu. O bunun farkında bile değildi.


“Kaşına ne oldu Yaman?” Dedim endişeyle. O anda kaşına dokunan Yaman, kanadığını görünce eliyle silmeye çalıştı.


Elini tuttum ve “Bekle, peçete vereyim.” Çantamdan çıkardığım peçeteyi ona uzattım. Peçeteyi kaşına bastırdı.


“Kavga mı ettin?” Diye sorduğumda gülerek baktı. “Hayır, kafamı kapıya çarpmıştım çıkmadan önce.” Dediğinde inanmamıştım.


Kapıya çarpmayla olacak iş değildi. Emre'nin de burnu kanıyordu. Düşündüğüm şey olmuş olamazdı değil mi? Eğer kavga ettilerse niye etmiş olabilirlerdi?


“Emre'nin de burnu kanıyordu. Galiba ona da kapı çarpmış.” Dediğimde bana döndü. İçinden “Oh olsun” diyor gibiydi.


“İyi olmuş. Daha beterini yaşasın.”


Derse başladığımızda Yaman'ın koluna doğru yattım. Bir yandan Yaman'ın kaşına bakıyordum bir yandan hocayı dinliyordum. Fırat notlar alarak hocayı pür dikkat dinliyordu. Evrim ise Aziz'e bakıyordu. Ona doğru gülümsemesini Aziz fark etseydi keşke. Aziz kalem ile sıraya bir şeyler çiziyordu.


Keşke Emre de benim sınıfımda olsaydı. Tüm ders onu izlerdim. Beraber ders çalışabilirdik. Evrim şanslıydı bu yüzden. Ona gülümseyerek bakınca Evrim beni fark etmişti. O da bana gülümsedikten sonra Aziz'e bakmaya devam etti.


Ben kafamı kaldırıp telefonuma baktığımda bilinmeyen birinden gelen bir mesaj vardı. Hemen bildirime tıkladım ve mesajı okumaya başladım.


053*: Ne zaman ruhunun farkına varırsın?


Utku'ydu. Numaramı nereden bulmuştu bilmiyorum ama iyi ki de bulmuştu.


Akça: Kağıdı almayı bu kadar çok istediğini bilmiyordum.


053*: Kağıt sende sonsuza dek kalabilir.


Akça: O zaman hep cüzdanımda duracak.


Utku'nun numarasını hemen kaydettim. Çevrimdışı olduğunda telefonumu masanın üzerine bıraktım ve tekrar Yaman'ın koluna kafamı koydum.


***


Ders bitiminde ilk Utku'nun yanına gitmeye karar verdim. Sınıfa girdiğimde Utku sırasında, defterine bir şeyler karalıyordu. O kadar çok odaklanmıştı ki yanına yaklaştığımı bile görmemişti. Yaklaştığımda çizdiği şey daha anlamlı duruyordu. Yeşil bir göz çizmişti defterine. Yakından bakınca aynı benimkine benziyordu.


“O benim gözüm mü?” Diye sorduğumda Utku, kendine geldi ve bana döndü.


Utku gözlerini benden kaçırarak başını olumlu şekilde sallamıştı. “Gözlerin yaşamak gibi,”


Gözlerime söylenen en güzel iltifattı. Ve bu iltifatın Utku'dan gelmesi daha da anlamlıydı.


“Çiziminin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum.”


Gerçekten o kadar güzel çizmişti ki kendi gözüm bile bana güzel gelmişti. Başka çizimleri var mı diye merak etmiştim. Kesin onlarda çok güzeldir.


Bir yandan çizim yapıyordu ve arada bana bakıyordu. “Emre'ye ne olmuş?” Diye sorduğunda sessizliğime ara vermiştim.


“Burnu kanıyordu. Önemli bir şey yok diyor ama Yaman'ın da kaşı kanıyordu. Sence tesadüf mü?”


Şaşıran Utku, biraz durdu ve cevap verdi. “Ne için kavga ettiler ki o zaman?”


Bunu bir bilsem. İkisi de geçiştirip duruyordu ama anlaşılıyordu.


“Bilmiyorum. Emre'ye gerçekleri anlatabilirsin dedim ve elleri belimdeyken bir anda çekti. Bir tuhaflık var.” Utku bana bakarken bir anda gözlerini kaçırmıştı. O da Emre gibi tepkiler veriyordu.


“Tuhafmış.” Demekle yetindi ve çizimine devam etti. Utku'ya “Görüşürüz.” dedikten sonra onunda başını sallaması hoşuma gidiyordu. Yine aynı şekilde olmuştu. Gülümseyerek sınıftan çıkmıştım.


***

Çıkış saati geldiğinde Evrim'e, Ilgın ile bir şeyler yapacağımızı onunda gelmesini istediğimi söylemiştim. Evrim yorgun olduğunu söylemişti. Ona sarılıp yanında olduğumu göstererek onu erkeklere emanet etmiştim.


Ilgın ile ilk yemek yemeye gitmiştik. Akif Amca geldiğimizi görünce yanımıza geldi ve bizimle biraz konuştuktan sonra gitti. Utku bugün buraya gelmemişti. Neden gelmediğini merak etmiştim.


Ilgın ile yemeğimizi bitirdikten sonra oradan çıkıp kahve içmeye gittik. Ben tüm hayatımı anlatırken o beni dinlemeye odaklanmıştı. Bende onu dinlemek istiyordum. Sabaha kadar içindekilerini dökmesini istiyordum.


Dışlanıyordu ve zorbalanıyordu. Onun yanında olmak için herşeyi yapabilirdim. Onun gibiler böyle bir şeyi hak etmezdi. Kimse hak etmezdi. Onu fark etmemek büyük bir yük gibi binmişti sırtıma. Bu duyguyu bir kez daha yaşamıştım.


Utku'yu fark etmediğim zaman.


Ulaşılamayan bir şehir gibiydi Utku. İçi çok dolu fakat ulaşabilmek için büyük bir yol katetmek gerekiyordu. Bu yolu yürümek bir beni yormazdı. Sonunda ne ile karşılaşacağımı bilmesemde, güvenli alandı. Kendimi bulabileceğim tek yerdi. Onunla zaman geçirmek ruhum tekrar benimleymiş gibi hissettiriyordu.


Ruhumun farkına varmamı sağlıyordu. Aslında bunu neden sorduğunu bile bilmiyordum. Ama ne olursa olsun onun yanında kendim gibi olabiliyordum. Kendimi tekrardan tanıyordum.


Ben biri için kulaklığını tamir etmeye çalışacağımı düşünmezdim. Ya da onun kalbini. İlklerimi yaşadığımı düşünürken haksızlık mı ediyordum?


Utku'yu tanımak diğer tüm görünmezlik sihirine sahip olanları görebilmekti. Daha şimdiden birini fark edebilmiştim. Şimdi yanımda duruyordu ve kahvesini yudumluyordu.


“Teşekkür ederim.” Dediğinde gülümsedim. “Ne için?”


Kahvesinden birkaç yudum daha aldıktan sonra bana döndü. “Her şey için. Kardelen konusunda yardım ettiğin için.”


O kadar ince bir sesi vardı ki, tamda onu yansıtıyordu. Yüzü bembeyaz gözleri maviydi. Sarışın ve artık Akça'sı olan bir Ilgın'dı o.


“Yardıma ihtiyaç duyduğunda arkadaşının olduğunu unutma.” Dediğimde bana gülümsüyordu.


“Arkadaşım mı? Uzun zaman sonra bir arkadaşım oldu. Güzel bir duygu.”


Bu sözleri beni üzüyordu. Çok tatlı bir kızdı. Neden insanlar dışlarlardı ki? Onlar arkadaşlarını, mağazada kıyafet seçer gibi seçiyordu. İstemediği bir kıyafeti istediği kadar kötülüyordu. Bu benzetmelerim kalbimi kırıyordu.


“Sınıfta hiç arkadaşım yok. Ve okulda da. Daha çok herkes beni kullanır ve bırakır. İstenmeyen yaralar bırakıp durur. Sen gelene kadar.”


Demek istediklerim boğazımda düğüm oluyordu. Bunları gülerek anlatması her şeyi açıklıyordu. Artık alışmış olması acı vericiydi.


“Kimse yoksa ben varım Ilgın.” Ona sarılmak için ona yaklaştım. Ona sıkıca sarılmamın iyi gelebileceğini düşünmüştüm. Bana gülümseyerek sarıldı. İyi gelebileceğini biliyordum.


Ders çalışmasının gerektiğini söylemişti. Annesi bu konu üzerine baskı kuruyormuş. Onu otobüs durağına kadar bıraktıktan sonra eve gitmek için yoluma koyulmuştum.


 

***

Ertesi gün, her zaman ki saatten önce uyanmıştım. Beni uyandıran şeyi ilk birkaç dakika hatırlamıyordum. İlk birkaç dakika geçtiğinde rüyamda Utku'yu gördüğüm için uyandığımı anladım. Ne gördüğümü hatırlamasamda Utku vardı rüyamda.


Yatağımdan hâlâ kalkmamıştım. Komodinin üstünde şarja takılı olan telefonumu elime aldım. Bildirimlerimin içinden Emre'nin mesaj attığı bildirimi açmıştım.


Emre: Uyandın mı güzelim?

06.50


Mesajı gördüğüm anda dudağım istemsizce kıvrıldı.


Ben: Günaydınn. Bugün sende erken kalkmışsın.

  06.56


Emre benim yazmamı bekler gibi hemen çevrimiçi oldu.


Emre: Uyumadım ki. Uyku tutmadı. Annem şu sıralar biraz kötü. Kemoterapi onu bitkinleştirdi iyice.


Aysel Abla için üzülüyordum. Emre ne zaman ondan bahsetse gözlerinin içi parıldar ama içi hep buruk olurdu.


Ben: Okuldan sonra onu görmeye gelebilir miyim?


Emre: O da seni sorup duruyordu. Geldiğine çok sevinecektir. Bu mutluluğunla sana yemekler yapabilir bile.


Gözlerim istemsizce dolmuştu. Aysel Ablayı düşünerek gülümsedim.


Ben: Eğer yapmaya kalkışırsa durdur. Ben ona yemek yaparım.


Emre cevap yazmak için birkaç dakika bekledi.


Emre: Seni bendende çok seviyor biliyorsun değil mi?


Biliyordum. Her zaman bir kızının olmasını istediğini söylerdi. Beni kızı gibi gördüğünü hep söylemişti.


Ben: Seni ikimizin de çok sevdiğini biliyorsun değil mi?


Emre yine duraksadı ve sonrasında mesaj attı.


Emre: Çok şanslıyım. Hayatımda iki güzel kadın var.


Emre: Çıkıştaki planımız hazır. Okula gitmeden önce bir yerlerde otursak mı?


Ben: Hazırlanmaya başladım bile.


Emre: Ben evin önüne gelince seni ararım.


 

Emre'nin mesajını beğenip, yüzümü yıkamaya gittim. Saçımı at kuyruğu yapıp perçemlerimi öne bırakmıştım. Giyinmek için odama döndüm.


***

Ben hazır olduğumda Emre de gelmiş beni bekliyordu. Ben aşağı indiğimde Yaman, mutfağa gidiyordu.


“Nereye Akça?” Yaman'ın sesini duyunca durdum ve ona döndüm.


“Emre ile okula gitmeden önce dolaşacağız.”


Yaman birkaç saniyeliğine düşündüğünde, düşüncelerini merak etmiştim. Ona doğru yaklaştığımı fark etmeyen Yaman ancak onun yanaklarını sıktığımda bana döndü ve gülümsedi.


“Yaban Gülüm, derin düşüncelerde kendini kaybetmeden ben sana görüşürüz diyeyim.”


Yaman kolunu omzuma atınca yanağını sıkmayı bırakmıştım. “Akça sana bir şey söyleyeceğim.” Dedi.


Ben gülümseyerek bakarken o ciddiydi. “Söyle Yaban Gülüm.”


Kelimelerini zihninde topluyor ve süzgeçten geçiriyordu. “Üzülmeni isteyecek son insanım biliyorsun değil mi?”


Bu muydu yani? Yaman'ıma gülerek sarıldım. “Biliyorum.”


“Hiç bir zaman unutma o zaman.”


Konuşmalarımız beni germeye başlıyordu. Benimle konuşmak istediği bir şey vardı fakat dile getiremiyordu. Anlayabiliyordum. Senelerdir onu tanıyordum.


“Emre'yi daha fazla bekletmeyeyim Yaban Gülüm, görüşürüz.” dedim ve evden çıktım.


***



 

Emre ile ikimize yiyecek bir şeyler aldıktan sonra bir parka oturmuştuk. Yiyeceklerimizi yedikten sonra okula gitmek için yola koyulmuştuk.


Okula geldiğimizde Emre ile ağaçların olduğu yerdeki çardağa oturduk. Oturduğumuzdan beri gözüm tek bir yere takılı kalmıştı. Her zamanki yerinde Enes ve Kemal ile oturan Utku’ya bakıyordum. Enes konuşurken gülüyordu. Kemal ise ona sinirli bir şekilde bakıyordu. Ne konuştuklarını merak ediyordum. Emre yine Utku’yu kullanmaya çalışıyordu kesin.


“Pekte işe yaramıyor galiba Utkucuk. İddiayı kaybedeceksin gibi gözüküyor.”


Enes konuşurken Utku, kendini tutuyordu. Enes gözleriyle beni gösterdiğinde Kemal ona vurmuştu. Beni göstermesinin nedenini merak ediyordum.


“Tam tersi mi oldu Utku? Sen onu kendine aşık edecektin, sen olmayacaktın.”


“Enes bence yeter, bırak Utku'yu.”


Kemal iyice sinirleniyordu. Aralarında ne geçiyorsa Kemal ve Utku bundan hiç hoşlanmıyordu. Utku kulaklığını kulağına takınca anlamıştım ki onu dinlemekten kaçıyordu.


“Ne oldu Kemal? Şimdi de kafayı Utku'ya mı taktın. Ben çekici gelmiyor muyum artık?”


Kemal, Enes’in gülerek söylediği şeyden sonra kalakakmıştı. Utku daha şarkısını açamadan kulaklıklarını tekrardan çıkarmıştı.


“Ne diyorsun Enes?”


“Ne yalan mı? Kimse anlamıyor mu sanıyorsun?”


Enes’in gazabından ikisini de kurtarmak istemiştim. Aniden yanağıma bırakılan buse ile Emre'ye döndüm.


“Nereye bakıyorsun sen?” Dediğinde benim baktığım yere doğru baktı.


“Utku'ya mı bakıyorsun?”


Şaşırarak ona döndüm. “Hayır. Sadece aralarında olan şeyi merak ettim.”


Emre, Enes, Kemal ve Utku’ya baktı. “Onlar öyle.”


İkimizde onlara bakarken Kemal birden ayağa kalktı. Yüzü kireç gibi olmuştu. Ne olduysa Enes'in gülerek dediği şeyden sonra olmuştu. Kemal'in arkasından Enes'te gidince Utku yalnız kalmıştı.


Zil çaldığında Emre ile çardaktan kalkıp okula doğru yürümeye başladık. Utku'nun gözlerini bendeyken benim gözüm onu bulmuştu. Kısa bir an gözlerimize baktıktan sonra o da bizim arkamızdan kalkmıştı.


***


Birkaç ders sonra bizimkilerle hep oturduğumuz yerde oturuyorduk. Fırat, Bulut'a ders anlatırken sabır çekiyordu.


“Bulut anladın mı şimdi?” Dediğinde Evrim ve ben güldük. Yaman umutsuzca kafasını salladı.


“Tamam ya siz de beni salak mı sandınız? Anladım Fırat kankim bu soruyu geçebilirsin.”


Evrim ile birbirimize bakarak gülmüştük. Tabii ki de hiç bir şey anlamamıştı ama Fırat'ın sinirini daha fazla bozmak istemiyordu. Soruyu 7'nci kez anlatıyordu.


Kafa almıyorsa zorlamamak gerek Fırat'ım.


Yaman ve Evrim sessizleştiğinde onlara bakmaya başlamıştım. Yaman etrafına bakınıp duruyordu. Gözleri tek bir kişiye odaklanmıştı. Tek başına gezinen Aziz'e. Aziz bize doğru baktığında Evrim de onu fark edip ona bakmaya başlamıştı.


“Fırat kankim sağ ol, bu ders anlatımların sayesinde Türkiye 1'incisi olurum.”


Yersen. 


Sessizliği bozan Bulut üçümüzünde dikkatini çekebilmişti.


Yaman gülerek “Tabi oğlum, tıp gelir mi?” Dediğinde Bulut hariç hepimiz gülmüştük. Bulut bu ders işini ciddiye almış gibiydi.


“Rakipleri elemeye başladık be Yaban Gülüm.”


Kahkahalarımıza ortak olan Akay, Bulut'un yanına oturmuştu. “Ohooo Bulut, çok erken başlamışsın üniversite sınavına hazırlanmaya. Sınav günü başlasaydın keşke. Hayır yani bu kadar hırslı olursan seni geçemem.”


Akay'ın bu sistemlerine Bulut bile gülmüştü. Halimiz yamandı gerçekten.


“Korkma Akay, sana birkaç kopya veririm. Sende bana arabanı verirsin olur biter.” Biz gülerken Bulut ciddiydi. Ciddi ciddi kopya verebileceğini mi düşünüyordu?


“Yoo, ben Fırat bromdan alacağım kopya. Sen başkalarına verebilirsin. Şimdiden o kişinin sonunculuğunu kutlarım.”


“Ne? Ne? Benden değilde Fırodan mı kopya alacaksın?” Yavaşça kafasını solundaki Fırat'a doğru çevirdi.


“Embesil ya.” Diyen Fırat bıkkınlıkla bize baktı.


“Bu bir ihanettir!” Diye kızan Bulut'a hepimiz gülmüştük.


“Ne demek ben varken Fırodan kopya çekmek. O bir kere kağıdının üstüne barikat kuruyor kopya çekemezsin diye söylüyorum. Uyarayımda.” Fırat, Bulut'a kötü kötü bakarken Bulut ona dönmemek için bize odaklanmıştı.


“Deneyimledin yani.” Diyen Yaman'dı.


Bulut gururlu bir şekilde “Tabii ki de.” Dedi.


“Hainsin biliyorsun değil mi Bulut?” Bulut mahcupmuş gibi yaparak Fırat'a döndü.


“O kadar size ders anlatıyorum ama değerimi bilmiyorsunuz.”


“Benim yerime de sınava girsen ben senin değerini bilirim Fırat brocum. Sana yat alırım. Nasıl fikir?” Diyen Akay elma yiyordu.


“Şaka yapmadığınızı bilmesem güleceğim.” Dedi Fırat.


Onlar gerçekten şaka yapmıyordu. Fırat evet dese inanacaklardı.


“Onu bırakında, Akça'm doğum günün mü yaklaşıyor ne?” Dedi Evrim bana sarılarak.


“Bir yaşına daha giriyorsun Akçaağaç Şurubum. Yaşlandın valla.” Akay, hiç komik değildi.


Benim doğum günümü konuşurlarken ben gülümseyerek onları dinliyordum. Etrafıma göz gezdirdiğimde Utku'nun bizim yanımızdan geçip kendi bankına gittiğini gördüm.


Gerçekten de onun bankıydı. Ondan başka kimse oturmuyordu. Geçen sene o bankın üzerine yapıştırılan çıkartmaları hatırlıyorumda, o zaman Utku'yu tanımıyordum. Herkes dalga geçerken ben o çıkartmaları çıkarmaya çalışıyordum.


Bu banka oturmayın, Dilini yutmuşa aittir.


Kusan emoji. 


Bok emojisi. 


Gülen emoji. 


Hepsini teker teker çıkarmaya çalışmıştım. Utku'ya neden böyle bir şey yaptıklarını çözememiştim. Biri sakız bile yapıştırmıştı. Bankın o halini gören Utku'yu size gösteremem fakat yüzünü anlatabilirim. Adını bile bilmediğim o zaman yüzü kafama kazınmıştı. Birini kaybettiğinizde şoku atlatamayıp kriz geçirirsiniz ve kendinize geldiğinizde ağlayacak haliniz kalmaz ya işte tamamen o duygunun içindeydi. Onun için o kadar zordu ki herkes tarafından nefret edilmek. Düşüncelerini okuyabilsem onları değiştirmek isterdim.


O günden beri kimse o banka oturmamıştı. Utku'ya özeldi bir yandan. Sadece o oturabiliyordu. Bu gerçekten güzeldi. Çünkü çoğu teneffüs oturacak yer kalmazdı.


Beden dersinde hiç bir yere gitmeyip hemen banka oturuyordu Utku. Kimse onu yanında görmek istemiyordu. Çoğu zaman onu sinir etmeye çalışırlardı. Belki sinirlenirse konuşur diye. Ama kimse de demezdi ‘Seninle konuşabilir miyim?’ diye. Tanısalar Utku'yu, ruhlarını dinlendirebilmeyi öğrenebilirlerdi. Çoğu insan buna ihtiyaç duyardı.


Kötü insanlar kadar kötü düşünceler de suçluydu. Bu insanlara katlanabilen Utku, hep kulaklığını takarak onların kötü düşüncelerinden kendini korurdu.


Bunları Utku'yu tanıdığım için söylemiyorum. Etrafına biraz olsun bakan biri bunu anlayabilirdi. O kadar da anlaşılmayan biri değildi. Ben anlayabiliyordum. Benim için zor değildi, anlayabildiğim için mutluydum.


Zil çaldığının farkında bile değilken Akay'ın beni dürtmesiyle kendime geldim. Akay ve diğerleri ile birlikte içeri giderken arkamdan birinin seslenmesi ile duraksadım. Arkamı döndüğümde Utku ile göz göze geldim. Akay gülümseyerek diğerlerinin yanına gitti. Bende Utku'ya yaklaştım.


“Efendim Suskun Bey?” Utku ellerini arkasına saklamıştı. Oraya bakmaya çalıştığımda ellerini ordan çıkararak elindeki şeyi bana gösterdi.


“Doğum günün yaklaşıyormuş. Biliyorum biraz özensiz ve kötü bir hediye, ayrıca çiçekler de biraz solmuş. Ama benim için önemi büyük.”


Hediye küçük veya büyük olsa ne olurdu ki? Beni düşünen biri için asla bu tarz eylemlerde bulunmazdım. Hele ki Utku'ya asla.


Elinde bir papatya tacı tutuyordu. Annesinin yaptığı gibi bir taç. Görür görmez Akif Amca'nın anlattığı hikaye kafamın içinde dönüp duruyordu.


“Sen mi yaptın bunu?” Dedim gülümseyerek. Utku da gülümseyerek kafasını salladı.


“Annemin öğrettiği kadar yapabildim. Senin için.”


“Hayatımda aldığım en anlamlı hediye. Teşekkür ederim Utku.” Dedim ve ona sarılmadan edemedim. Ben ona sarılırken o bana sarılmamıştı. Biliyordum sarılamayacağını. Çünkü temastan çok hoşlanmıyordu.


Sırtımda iki el hissedince gülümsemeden edememiştim. Utku da bana sarılıyordu.


Aynı o günkü gibi. Bardaki gece ona sarılıyordum ve o da bana sarılıyordu.


Sarılmayı bıraktığımızda, konuşmadan okula doğru yürüyorduk. Utku'nun sınıfının olduğu koridora gelince ona “Görüşürüz Suskun Bey.” Dedim. Kafasını ‘Görüşürüz’ anlamında sallayınca gülümsedim. Tam gideceğim sırada sesini duymamla durdum.


“Görüşelim.” Dediğinde gülümsedim.


***


Çıkışta, planladığımız gibi Emre ile onların eve gitmek için bizimkilerden ayrıldım. Emre'yi okul bahçesinde beklerken Kardelen ve arkadaşının temkinli hareketlerle içeri girdiğini gördüm. Onları takip etmeye karar vermiştim. Arkalarından yavaşça yürüdüm. İki kat çıktıktan sonra müdürün odasının önünde durdular. Müdürün içerde olup olmadığını kontrol ettikten sonra içeri girdiler. Ne yaptıklarına bir anlam verememiştim.


“Tüm okulun numaralarının bulunduğu bir dosya falan vardır umarım.”


Kardelen'in konuştuğunu, kapının camından görebiliyordum ancak duyamıyordum. Ne yaptıklarını öğrenmek için odaya gireceğim sırada Emre yanıma gelmişti.


“Bana bakmaya mı geldin? Bende tam yanına geliyordum.” Diyerek kolunu omzuma attı.


“Sana bakmaya geliyordum bende.”


Okulun dışına çıksakta hâlâ aklım onlardaydı. Emre'nin gelmesi hiç iyi olmamıştı.


***


Emre'ye annen yemek yaparsa durdur demiştim ama ikimizde durduramamıştık. Geleceğim diye bütün sevdiğim yemeklerden yapmış ve koltuğun başucunda uyuyakalmıştı. Yanına oturup sarıldığımda bile uyanmamıştı. Emre mutfaktan gelip bizi böyle görünce gülümsemişti. Karşı koltuğa oturup gözlerini bizden ayırmadı. Aysel Ablayı yanağından öptüğüm anda uyandırmıştım.


“Ah, geldiniz mi? Akça'm hoş geldin.” Neşesi yerindeydi. Beni gördüğünde daha da artmıştı. Sevgimiz karşılıklıydı.


“Gelin yemek yiyelim sonra sohbet ederiz.” Dediğinde ayağa kalktı ve masaya doğru ilerledi. Emre üstünü değiştirmek için odasına giderken bende Aysel Ablanın yanına oturmuştum. Kıvırcık saçlarını toplamaya çalışmıştı. Sonrasında benim tabağımı alıp yemeklerden servis yapmaya başladı.


Emre de bize katıldığında bir yandan yemeklerimizi yiyorduk bir yandan da Aysel Ablanın komik hastane anılarını dinliyorduk. Bazıları bizim için üzücü olsa da ikimizde onun için gülmeye devam ediyorduk.


Gülüşü güzel kadın. Her zaman sevinecek şeyler buluyordu. Suladığı çiçek, çiçek mi açtı hemen beni arar ve onda uyandırdığı duyguları dile getirirdi. Kanser onu hayattan koparmadı hiç bir zaman. Bizimle daha çok dayandı.


“Ben doğum gününe gelemeyeceğim canım. Ama hediyem hazır.”


Bana bir de hediye almıştı. Her doğum günümde olduğu gibi. Kendisini benim için yormasın istemiyordum. Bunu ona defalarca söylesem de beni dinlemiyordu.


“Bu sefer son değil mi Aysel Abla?”


“Son, son.” Dedi bana doğru fakat Emre'ye gülerek göz kırptı. Son değildi. Ömür boyu tüm doğum günlerimi boş geçirmeyecekti.


***


Yemeğimizi yedikten sonra Aysel Abla ile mısır patlatmıştık. Film izlemeyi seven Aysel Abla filmin yarısında uyuyakalıyordu. Her defasında Emre ile filmi bitirip ona anlatmak zorunda kalırdık. Yine de izlemiş gibi mutlu olurdu.


Onu uyandırmak istemiyordum, sessizce eve gitmek için kapıya gidiyordum. Arkamdan elini belime dolayan Emre, yanağımdan öpmüştü.


“Teşekkür ederim. Biz varken mutlu. Sen varken her zaman mutlu.”


Gülümsedim. “Bende mutluyum. Ve sen olduğun zaman her daim mutluyum.”


Emre beni geçirdikten sonra kendimi evin yollarına bıraktım.



 

***


Sabah herkesten önce annemin aramasıyla uyandım. Doğum günümü ilk kutlayan annem ve babamdı. Benim için küçük bir pasta bile almışlardı. Meyveli. Meyveli pasta en sevdiğim şeydi. Onların yanında olmayı isterdim. Geçen sene onlar benim yanıma gelmişlerdi. Yine meyveli bir pasta ile kapının önünde durduklarında gerçek bir sürpriz olmuştu. Bu sene de onları kapıda beklesem de telefon ile yetinmiştik.


Onlardan sonra odama dalan arkadaşlarım beni güldürmüşlerdi. Bulut “İYİ Kİ DOĞDUNN!” diye bağırırken tam yanında olan Evrim kulaklarını tıkadı. O kısa süreli bir duyma kaybı yaşarken ben gülüyordum. Hepsine ayrı ayrı sarılmadan önce Evrim’in elinde tuttuğu meyveli pastanın mumlarını tam üfleyecektim ki Bulut beni durdurdu.


“Dilek tut Akçaağaç şurubum.”


Bulut’u dinleyerek bir dilek tutmuştum. Gözlerim ayrı ayrı hepsine değince gülümsedim.


Hiçbir zaman ayrılmayalım.


Mumları üflemek için derin bir nefes aldım. Sonra da tüm nefesimle üfledim. Onlara sahip olduğum için çok şanslıydım. Evrim pastayı mutfağa götürürken ben diğerlerine teker teker sarıldım.


Hepimiz mutfağa doğru giderken birden kapının çalmasıyla duraksamıştık. Kapıyı açmak için yürürken Evrim de mutfaktan çıkıp yanımıza gelmişti. daha fazla beklemeden kapıyı açtım.


Kapıyı açmamla birlikte karşımda büyük bir kargo ve onun yanında duran kargocuyu görmem bir olmuştu. “Akça Ünal.”


“Benim.” Kargocu bana imzalamam gereken yeri imzallattıktan sonra büyük olan kutuyu içeriye aldım. Büyük gözüksede hiçte ağır değildi.


İçeri aldığım kutuyu açmak için heyecanlanmıştım. Fakat benden daha heyecanlı olan Bulut anında yanıma gelmişti. “Hadi aç Akçaağaç şurubum.” Diyen Bulut'u Fırat arkaya doğru çekti. Bulut ve Fırat'a güldükten sonra kutuyu açmaya çalıştım.


Kutunun bantlandığı yerden bandını çektim ve kutuyu açtım. Açtığım gibi içinden renkli renkli beş tane balon uçup tavanda durmuştu. İçinde bir tane daha kutu, ve üstünde bir tane kart vardı. Kartı okumaya başladım.


Yaşlandıkça daha güzel oluyorsun, kıskanıyorum. Babaanne olurkende böyle olursan görüşmeyelim. Doğum günün kutlu olsun kızıl!

Akay Dinç


 

Ben kartı okumadan bile hepimiz Akay'dan geldiğini anlamıştık. Kartı okuduğumda hepimiz gülmüştük. İçindeki kutuyuda büyük kutudan çıkarınca odama götürdüm. Onun içinden de kesin kıyafet çıkacaktı.


Akay'ın gönderdiği balonları da odama götürdükten sonra mutfağa gittim. Hepsi güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Mutfağı dağıtmış olsalar da masa güzeldi.


***


Kahvaltı ettikten sonra pastayı yemiştik. Sonrasında odama gidip Akay'ın diğer hediyesini açtım. Beyaz kumaş, arkadan bağlamak için ipleri olan kolları lastikli bir elbise vardı. Bir tane daha kart çıkmıştı içinden.


Akşam bana geleceksiniz, o zaman giyersin.


Akay Dinç 


Sanki beni duyuyormuş gibi, ağzımda alık bir gülümseme ile “Tamam.” Demiştim. Elbiseyi tekrar kutunun içine koyup masamın üstüne bıraktım ve yatağıma uzandım. Telefonumu komidinin üstünden alıp ekranı açtım. Açtığım gibi bir sürü mesaj gelmişti. Tam Emre'nin mesajına bakacaktım ki en altta kalan mesajın sahibini görünce şaşırdım.


Suskun Bey: Günaydın. 


Mesajı okur okumaz yüzümdeki gülümsemeyi silememiştim.


Ben: Günaydınn Suskun Bey.


Utku beni çevrimiçi beklediği için hemen mesajı görmüştü.


Suskun Bey: Dışarı çıkalım mı?


Yazdığı gibi onu hiç bekletmeden cevap verdim.


Ben: Nereye gideceğiz? 


Suskun Bey: Nereye gitmek istersen.


Gülümsetiyordu her defasında.


Ben: Geldiğinde ararsın olur mu? Görüşürüz.


Yanında olsaydım kafasını salladığını görebilirdim. Bence yine de kafasını salladı. Evin adresini attığımda gördü ve birkaç saniye sonra cevap yazabildi.


Suskun Bey: Kafamı sallayamayacağım için görüşürüz.


Biliyordum. Onun da aklına bu gelmişti. Yanımda olsaydı kesinlikle yapardı. Hemen, hazırlanmak için zıplayarak yataktan kalktım.


 

İlahi Bakış Açısı


Tam yarım saat sonra Utku, Akça'yı taksi ile almaya gelmişti. Onlar gittikten sonra Evrim, Yaman, Bulut ve Fırat birlikte Akay'ın evine gitmişlerdi. Akay, Akça için parti veriyordu.


“Utku'yu kim partiye dahil etti?” Diyen Emre gözlüklerini takmış havuz başında şezlongta oturuyordu.


Akay elinde içecekler ile dışarı çıktı. “Ben dahil ettim. Etrafına bak bakalım Emre, neredesin?”


Emre onu duymamış gibi yapmıştı. “Benim evimdesin. Evime kimi çağırıp çağırmayacağımı sana sormayacağım.”


“Peki Akay, niye Akça'yı Utku dolaştırıyor? Burada ben ne güne duruyorum.”


Akay tabakları hızla masaya bıraktı. “Ne çok soru soruyorsun Emre. Sana ihtiyacımız var çünkü. En iyi sen tanıyorsun ya Akça'yı o yüzden pastasını sen alacaksın.”


“Çok önemli bir işi bana vermen ne kadar hoş Akay.” Dedi Emre gözlüğünü çıkarırken.


“Mersi canım. Akça nasıl pasta seviyor biliyorsun değil mi?”


“Çikolatalı değil mi?”


Akay gözlerini devirdi. “Yuh! Meyveli seviyor. Diyecek bir şey bulamıyorum.”


Emre sezlongtan kalkınca içeri doğru yürümeye başladı. “Bir şey deme zaten.”


Emre dışarı çıkınca Akay okuldaki kişilere haber vermişti.


 

Akça 


Utku ile dolaşıyorduk bir yandan da sohbet ediyorduk. Artık Utku ile her şeyi konuşmaya başlamıştık. Utku ile gezmek bile bilgi dolu bir yürüyüşe çıkmak gibiydi. O da Fırat gibiydi.


Utku ağzından kaçırdığı sürpriz ile ben duraksamıştım. “Sen beni oyalamak için mi dışarı çıkardın?”


“Hayır, yani evet ama bunu benim sana söylememem gerekiyordu.”


O kendine kızarken ben onun bu haline gülmüştüm. “Sen söylemesen bile ben anlamıştım ki.”


“Nasıl anladın ki?”


“Akay bana bu yılın başından beri söylüyordu. Benim unutacağımı düşündü herhalde.”


Utku, onun sayesinde öğrenmediğimi anlayınca rahatlayıp gülmüştü.


***

Akşama kadar Utku ile gezmiştim. Tanıdığım bildiğim yerleri aslında bilmediğimi fark ettim. Gördüğüm yerler hiçte gözüktüğü gibi değilmiş. Farklı farklı yerler göstermişti Utku bana.


Bana öğrettiği şeyler şehrin bilmediğim yerleri değildi. Kendisini tanıtmıştı bana. Uzaktan gördüğüm çekingen, konuşmayan çocuğu bana tanıtmıştı. Güvendiği insanlara kendini açabiliyordu. Sadece kendisini değil bana tüm onun gibi olan kişileri de tanıtmıştı. Ilgın gibi mesela. Utku'nun yanında insan bambaşka biri oluyordu. Belki de görünmezlik onun sihri değil buydu.


Utku'ya mesaj geldiğinde beni Akaylara götürmüştü. Akayların ev büyüktü. Büyük de bahçeleri vardı. Havuz kenarının dışında büyük bir bahçe de vardı. Akay ses sistemi getirtmişti. Bahçe süslenmiş, yiyecek birkaç şey ve içecekler vardı. Babasının koleksiyonundan almadığına emin olmalıydık.


Utku ile bahçeye çıktığımızda Emre hızla yanıma gelip belimden tuttu. Utku'nun yanından beni uzaklaştırırken ben arkamda kalan ona baktım. Bana bakıp gülümsediğinde rahat bir nefes almıştım.


***

Emre ile içecek almak için masaya gitmiştik. Emre benim bardağıma içeceği koyduktan sonra bana uzattı. Aldım ve bir yere oturdum.


“Ne yaptınız?” Diyen Emre, bana bakmıyordu.


“Hiç, öylesine gezdik.” Emre gülerek içeceğinden bir yudum aldı.


Bana bakması için ona bakmaktan neredeyse gözünü çıkaracaktım. Ama yine de bana bakmıyordu. “Kıskanmıyorsun değil mi Emre? Çünkü Utku benim arkadaşım.”


“Utku'yu mu kıskanacağım? Utku benimle yarışamaz bile.”


Okulun ayaklı gazetesi bizi çekmek için yanımıza geldiğinde Emre elini belime koydu ve poz verdi. Fotoğrafta kötü gözükmemek için bakışlarımı yumuşattım. Kız bizi çektikten sonra gittiğinde gözüm, önümüzde bizi dikkatle izleyen kıza kaymıştı.


“O kız niye bize öyle bakıyor?” Bakışları deliciydi, biraz daha öyle bakmaya devam ederse ateş edecekti. Sarı saçlarını kulağının arkasına atarken dudağı hafif bir şekilde kıvrıldı.


Emre benim baktığım yere doğru kafasını döndürürken “Hangi kız?” Dedi. O da kızı fark ettiğinde kaşlarını çatmıştı.


“Tanıyor musun?” Diye sorduğumda cevap vermemesi benimle ilgilenmediğini gösteriyordu. Şu an tam anlamıyla gözlerini o kıza dikmiş bakıyordu.


“Bizim sınıftan bir kız.” Cevap geç gelse de gözleri hâlâ ondaydı. Bir anda kız başka yöne doğru yürüyünce Emre bana dönebildi.


“Boş ver, o kızı şimdi. Doğum günü kızı ile dans etmeliyim.” Dediği anda gülümseyerek ayağa kalktı. Elini bana doğru uzattığında elini tutarak kalktım.


Beni ortaya doğru çekip, ses sisteminin başında olan Aziz'in yanına gitti. Evrim de yavaş adımlarla yanlarına gidiyordu. Emre istediği şarkıyı açıp yanıma geldiğinde Evrim ve Aziz yalnız kalabilmişti.


Emre benimle gelişigüzel dans ederken bende ona ayak uyduruyordum. Başkaları da bize katılınca hareket edecek yer bile kalmıyordu.


Emre ile ikimizin de içecekleri bitince içecek almak için yanından ayrıldım. O kendi kendine dans ederken ona gülmeden edemedim. Bir yandan içeceklerimizi doldururken bir yandan ona bakıp duruyordum. Aniden bahçe kapısında birinin olduğunu görünce gözlerim oraya kaymıştı.


Ilgın karşısındaki kalabalığa bakarak öylece kalakalmıştı. Beni ve bizimkilerden birini görebilmek için etrafına bakınıp duruyordu. Sarı saçlarını at kuyruğu yapmış, gözleri gibi mavi crop ve beyaz pantolon giymişti. Elinde de bir poşet tutuyordu. Doldurduğum içecekleri bir kenara bırakarak onun yanına doğru gittim.


Beni gördüğü ilk saniye gülümsemeye başlamıştı. Bende ona gülümsemeye başlayınca bana doğru birkaç adım attı. Yanına ulaştığımda ellerinden tuttum.


“Hoş geldin Ilgın. Gelmene çok sevindim.” Dedim sevinçle.


Elinde tuttuğu poşeti bana doğru uzattı. “Doğum günün kutlu olsun. Bunu sana aldım, beğenir misin bilmiyorum ama.”


“Sen aldıysan beğenmez olur muyum?”


Onu elinden tutup kalabalığın içine soktum. Emre, Enes ve Kemal'in yanındayken bende Ilgın ile dans ediyordum. Ilgın'ın gelmesi bana birini hatırlatıyordu.


Suskun Bey'i merak etmiştim.


Beni doğum günüme bırakıp gitmiş olamazdı değil mi? Öyle bir şey olursa gerçekten üzülürdüm. Beni eğlendirmeyi başaran Utku'nun da eğlenmesini istiyordum. Kalabalığa şöyle bir baktım. Gözlerim Utku'yu ararken Ilgın da etrafına bakındı.


“Kimi arıyorsun?” Diye sorduğunda ona bakıp “Utku'ya.” Dedim. Utku'ya dair hiç bir iz yoktu. Kalabalığı sevmediği için burada değildi. Ilgın dikkatimi çekmek için ellerimi tuttuğunda ona döndüm.


“Utku içerde oturan çocuk değil mi?”


İçerde mi oturuyordu? Ilgın'ın dediğini dikkate alıp kalabalığın içinden geçerek içeri ulaşmaya çalıştım.


İçeriye ulaştığımda ise Utku salonda oturmuş Akay'ın video oyunlarından birini oynuyordu. O kadar odaklanmıştı ki yanına geldiğimi bile hissedememişti. Odaklandığında kimsesi fark etmiyordu.


“Utku.” Dediğimde elindeki konsolu bırakıp bana baktı. “Sen miydin?”


“Niye burada tek başınasın? Dışarı gelsene dans ederiz.” Utku bana gülümseyerek konsolu tekrardan eline aldı.


“O kalabalığın içine girmek istemiyorum.”


Elindeki konsolu alıp masaya bıraktım. “Benim için Utku. Bunu bile senden isteyemeyecek miyim?”


Kafasını bana doğru çevirdiğinde gözlerime uzun uzun baktı. Ona gülümsemem her şeyi yaptırmaya yetiyordu. Gözü bir anlığına kalabalığa kaydığında düşündüklerini anlayabiliyordum.


“Gitmeden önce sana vermem gereken bir şey var.” Dedi ve ayağa kalktı. Yukarı kattaki odalardan birine gitti ve birkaç dakika sonra geri geldi. Elinde bir poşet tutuyordu. Poşetin içimde bir kutu vardı. Poşeti bana uzattığında heyecanla elime aldım. O kadar hafifti ki içinde ne olduğunu tahmin etmeye çalıştım.


“Sana hediye almadım.” Dediğinde şaşırmıştım. Hediye vermemiş miydi? Eğer bu hediye değilse o zaman neydi?


Şaşkınlıkla güldüğümde gözleri dudaklarımdaydı. Her zamanki gibi gülüşüme takılmıştı gözleri. “O zaman niye bir kutu verdin?”


“Boş bir kutu. O kutuya yaşadıklarımı anlattım. Sessizliğime ortak olursun diye.”


İlk defa kendini açtığını görüyordum. Tanıştığımızdan beri bana içini açmasını istiyordum. Belki bana kendini anlatırsa neden sessizleştiğini anlayabilirdim. Şimdi de bana bir kutuya hayatını anlattığını ve benim onu anlayabileceğimi söylüyordu.


“Babam, ‘seni konuşmadan da anlayabileni sev’ derdi. Sen beni anlarsın diye düşündüm.”


Bu düşüncesiyle ona gülümsememek elde değildi. Çok tatlıydı ve bu hayatımda aldığım değerli hediyelerdendi. Maddi bir değeri yoktu fakat Utku'yu anlamak en iyi hediyeydi belki de.


“Bir de içinde başka bir şey daha var.”


Verdiği 3. Hediye oluyordu. 


“Hadi dışarı gidelim.” Dediğimde kafasını olumlu şekilde salladı. Ben önden giderken o da arkamdan geliyordu.


Ilgın, Akay, Evrim ve Utku'nun ortasında kalmıştım. Onlar beni daire gibi çevrelemişti adeta. Hepsine teker teker baktığımda eğlendiklerini görebiliyordum. Ilgın ve Utku, diğerlerinden az eğleniyor gözükse de ben eğlendiklerine inanıyordum.


Emre ve Enes kalabalığın dışına çıkmış şezlonglarda oturup tekila içiyorlardı. Bize bakan o kızda yanlarında oturuyordu. Onu gördüğüm gibi dans etmeyi bıraktım. Ilgın benim duraksadığımı gördüğünde ellerimi tutup beni dans etmeye zorladı.


Ben tekrardan dans etmeye başlayınca bir anda herkesin telefonundan bildirim sesleri yayılmaya başlamıştı. Herkes ne olduğunu anlamadan telefonlarına sarılırken Aziz çoktan telefonunu çıkarmış ve bakmıştı. Bu yüzden şarkının sesini kısmıştı. Emre ve Enes eğlenerek yanımıza gelirken bütün gözler Emre'nin üzerindeydi.


Akay ve Evrim üzülerek bana baktıklarında ne olduğunu sorguluyordum. Evrim aynı şekilde Yaman'a baktığında, Yaman gözlerini benden ayırmıyordu. Birinin elindeki telefonu alıp ne olduğunu anlamaya çalıştım.


Emre ve bizi izleyen kızın öpüştüğü bir fotoğraf vardı telefonun ekranında. Yüzüme büyük bir tokat yemiş gibi hissediyordum. Başıma gelmesinden korktuğum şeyi yaşıyordum. Emre'ye hayal kırıklığıyla baktığımda, fotoğrafı görmediği mutluluğundan anlaşılıyordu.


“Emre!” Diye bağırdığımda yüzündeki gülümsemesi gitmiş, bana şaşkınlıkla bakıyordu. Telefon ekranını ona döndürdüğümde gözlerine inanamamıştı. Korkuyla bana baktıktan sonra bir sonraki bakışını yanındaki kıza attı.


Loading...
0%