@thwhunter
|
“Eğer sen kulaklarını tıkıyorsan, kimse sana gerçekleri söylemedi diye kızamazsın.”
Kapılar, bir bana kapalıydı. Her zaman böyle olmuştu zaten. Ben o kapıları açamayacak kadar korkak olurdum hep. Onlar ise açılmayacak kadar paslı ve kilitli olurdu. Açmak için anahtara ihtiyaç duymadan önce bir güce ihtiyaç vardı. Eğer bu güce sahip değilsen ayakta kalamazdın. Herkesin hayatında kapalı kapılar vardır. Bazen o kapılar bir anne, bir baba, bir arkadaş ve belki bir sevgili olabilirdi. Ne yaparsan yap açamazsın. Karşılaşacağın şeyleri kafanda kurup, en başından daha ölüme yakın olursun. Yıkılan tek şey duygularım değil aynı zamanda bendim. Emre'nin karşısında ağlamamak için kendimi tutarken, o gözlerini benden ayıramıyordu. Herkes bizi izliyordu. Herkes halime acıyordu. Herkes biliyordu, boynuzlandığımı. Emre yüzüme karşı öylece bakarken, ben tam onun arkasında her şeyi sessizlikle izleyen Utku'ya gözlerimi değdirdim. Biliyordu. O bile biliyordu ve bana söylememişti. O an kendimi büyük bir okyanusun dibine batmış gibi hissediyordum. Herkesten uzak ve hiçbir şeyden habersiz. Burada birkaç dakika daha kalırsam kendimi tutamayabilirdim. Telefonu sahibine geri verdiğimde gitmek için hazırlanıyordum. Birkaç adım atar atmaz Emre peşimden gelmeye başladı. “Akça bekle!” Daha ne kadar bekleyebilirdim. Onu kaç kere daha dinleyebilirdim. Hayatımdan bir an önce çıkıp gitmesini istiyordum. “Akça n'olur bekle!” O bekle dedikçe daha çok hızlanıyordum. Bana yetiştiğinde kolumdan tutup kendine çekti. “Anlatmama izin ver.” Aldatma psikolojisi öyle birşeydir ki karşındaki insanı bile suçlar. Emre beni bugün aldatmamıştı. Bana zaman ayırmadığı zaman, bana geç kaldığı zaman ve benden sırlar sakladığı zaman beni aldatmıştı zaten. “Neyi anlatacaksın Emre? Neyi?” Diye bağırdığımda gözlerini saniyeliğine kapattı. “Neyi anlatacaksın bundan sonra? Aldatmışsın işte. Ve bunu benden başka herkes biliyormuş.” Sesimin titremesini bir türlü durduramıyordum. Gözlerim doluyordu, ağlamamak için zor duruyordum. Emre kollarımdan tutup beni sakinleştirmeye çalıyordu fakat nafile. Kollarımı hızla savunduğumda ellerini teslim olurcasına yukarı kaldırdı. “Akça, seni kaybetmek istemiyorum. Aptalım, gerçek bir aptal. Pisliğin tekiyim. Sana yaptığım tüm hataları telafi edebilirim.” Beni manipüle etmeye çalışıyordu. Çünkü salaktım. Bu laflara kanardım ben. Çünkü öyle bir kördüm ki zihnimi bile dinlememiştim. Oysa demişti bana bir şeyler saklıyor diye. “Beni kaybettin zaten gerizekalı! Yüzünü dahi görmek istemiyorum senin.” Onun yanından ayrılırken o hâlâ orada kalakalmıştı. Hep arkamda kalmaya mahkumdu. Onu arkamda bırakmak zorundaydım. Onunla ilgili tüm anılarımı, dokunuşlarını silmek zorundaydım. Çünkü acı yaşatmaz, öldürürdü. Hemen değil, yavaş yavaş öldürürdü. Emre acı demekti. Ağlamama ramak kala bir kaldırım taşına oturdum. Herşeyin bir rüya olmasını dilerken elimle gözümü kapatıyordum. Rüya olamayacak kadar gerçekti yaşadıklarım. Bir anda yanıma oturan kişi ile ellerimi gözümden çektim. Kafamı ona doğru döndürdüğümde, Suskun Çocuğun yanıma oturduğunu gördüm. İşte şimdi ağlamamı bastıramıyordum. Gözlerimdeki yaşların akmasına izin verdiğimde Utku bana bakıyordu. Gözlerimden süzülen yaşları teker teker izliyordu. Ona bakmayı kestiğimde elini yanağıma koydu. Birer birer akan yaşlarımı silen Utku, gözlerini gözlerimden almıyordu. Ağlayarak soracağım sorudan kaçamamıştı Utku. “Tek bir şey soracağım Utku. Biliyor muydun?” Sorduğum soruyla daha fazla akmaya başlayan gözyaşlarım, Utku'nun eliyle buluşuyordu. “Biliyordum.” Dediği anda yüzümü ellerinin arasından aldım. “Niye söylemedin? Bu halime gülebilmek için mi?” Utku, gözlerime uzun uzun baktı. Gözlerimi ondan kaçırdığımda cevap vermek için hazırlanıyordu. “Yara alma istedim. Eğer düşüşünü yavaşlatırsam..." Sözünü kestiğimde bana odaklandı. "Yavaşlamadı. Yere çakıldım Utku.” Utku'ya inanamıyordum. Yara almamamı istese de er ya da geç bu ortaya çıkacaktı ben yine de yaralanacaktım. Emre gibi bir insanı daha ne kadar hayatımda tutabilirdim. “Kim hayatında bir yalancı ister ki Utku?” Utku sorduğum soruyla kalakaldığında, gözlerini başka tarafa çevirdi. Cevabını bulmuş şekilde tekrar bana dönmüştü. “Kulaklarını gerçeklere tıkayanlar Akça.” Hep kulaklarımı tıkamıştım. Belki de herkes farketmem için bir şeyler yapmıştı fakat ben görmemiştim. Belki herkes bağırmıştı fakat ben duymamıştım. “Eğer sen kulağını tıkıyorsan, kimse sana gerçekleri söylemedi diye kızamazsın.” Utku dedikleriyle beni yerime mıhlamıştı. Adeta kafamın içine patlamayı bekleyen bir bomba yerleştirmişti. Gözyaşlarım arttıkça beni izlemeyi kesmek istiyordu fakat gözlerini gözlerimden çekemiyordu. Bir anda kafamı göğsünde bulduğumda ağlamam şiddetlenmişti. O saçlarımı okşarken gözyaşlarım göğsüne akıyordu. “Geçecek mi?” “Hiçbir zaman geçmiyor. Seninle beraber geliyor. Sonra da onlarla dost oluyorsun.” *** Doğum günümün berbat geçmesinden sonra pazar günü hiçbir şekilde odamdan dışarı çıkmadım. Utku'nun da dediği gibi eğer ben kulaklarımı tıkıyorsam, gerçekleri söylemedi diye kimseye kızamazdım. Onlarda biliyordu fakat bana söylememişlerdi. Onlara bakmak için odamın kapısını açtığımda yerde bir tepsi içinde yemek bırakılmıştı. Onu alıp mutfağa götürdüm. Tıkırtımı duyan arkadaşlarım beni salonda bekliyordu. Salona girdiğimde hepsinin benim kadar üzgün olduğunu görüyordum. Ama benden daha fazla üzgün olamazlardı. “Biliyor muydunuz?” Diye sorduğumda ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerime bakmaktan çekinmediler. Hepsine teker teker baktım. Gözleri evet derken hiçbiri ağzını bıçak açmıyordu. Ama ben ağızlarından o cevabın dökülmesini bekliyordum. “Biliyor muydunuz?” Tekrarladığım soruyla Yaman başını eğerken, Evrim'in gözlerinden yaşlar bir bir döküldü. Bulut cevap vermek için beni bekletmedi. “Evet.” Bana bakamıyordu. Gözlerime bakmak için çabalamıyordu. Sadece cevabı verip bu ızdıraptan kurtulmak istiyordu. “Niye söylemediniz? Ne dediniz arkamdan? Çok güldünüz mü bari.” Hiçbiri bana bakamazken Fırat ayağa kalkmıştı. “Sana değer verdiğimizden. Sana güleceğimizi nasıl düşünürsün?” “Böyle mi değer veriyorsun Fırat? Değer verseydin bana söylerdin, orada rezil olmama izin vermezdin.” Kendi doğum günümün başrolü Emre ve sevgilisiydi. Sevgilisi bize dimdik bakıyordu. Bizi kıskanıyordu belli ki. Emre'ye sorduğumda, onu tanırken tanımadığını söylemişti. “Bunun cezasını bize kesme Akça. Konuş bizimle, bağır ama odana kapatma kendini.” İlk defa konuşan Evrim haklıydı. Bunun suçlusu onlar değil, Emre'ydi. Bir koltuğa, Bulut, Yaman, Fırat ve Evrim sırasıyla oturmuştu. Onlara en ihtiyaç duyduğum zamanlardı ve onlar da benim kadar üzülüyorlardı. Yaman ve Fırat'ın arasına oturduğumda ikiside kolunu omzuma attı. “Doğum günün geçsin sana her şeyi anlatacaktım Akça. Sadece güzel bir gün geçir istemiştim.” Yaman'ın söylemek istediği fakat söyleyemediği şey buydu demek. Benim üzülmemi istememişti. Ama canım yanıyordu. Beni koruyarak zamanlarını geçiremezlerdi. Kendi başımın çaresine bakmalıydım. Öğrendikleri an gelecekleri tek kişi ben olmalıydım. Evrim de Fırat'a sarılıp bana bakmaya başlamıştı. “Sen olsan yapmaz mıydın?” Ben olsam ilk size gelirdim. Söylemek zamanımı alırdı fakat her türlü söylerdim. Size söylemeden önce de o kişiye giderdim. Ona ağzının payını verip sonra gelirdim yanına. Evrim'e içimden cevap vermiştim. O da sanki anlamışcasına gözlerini kapatmıştı. *** Sabah babamın aramasıyla uyandım. Gece geç saate kadar uyuyamamıştım. Şimdi telefonu açarsam ağladığımı hemen anlardı. Sesimin değişmesi bile onu buraya getirmeye yeterdi. Telefon kapandığında yan odamdaki Yaman'ın telefonu çalmaya başlamıştı. Bana ulaşamadıysa eğer ilk gideceği kişi Yaman'dı. Yaman telefonu bekletmeden hemen açtı. “Efendim Tahsin Amca. Evet, yorgun düştük. Merak etme Tahsin Amca iyi. Sadece biraz yorulmuşuz.” Peşpeşe tüm sorularına cevap vermişti. Babam eğlendiniz mi diye sorduğunda Yaman kalakalmıştı. Zar zor eğlendik dediğinde babam ikna olmuştu ve telefonu kapatmıştı. Yatağımda doğrulduğumda kendime daha gelmemiştim. Aklımın oynadığı oyunla hiçbir şey hatırlamıyordum. Yüzüm azıcık gülmesin tüm gerçekler kafama dan etmişti. Yatağımdan kalkıp gardrobuma doğru yürüdüm. Her sabah düşündüğüm kombinleri bu sabah düşünmüyordum. Üst raflardan birkaç eşya seçip aldım. Kısa bir sürede onları giyip hızlı bir makyaj yapıp odamdan çıktım. Kapımda bekleyen Bulut kolunu omzuma attı. Bana yalan söyleyemediği için benden kaçmıştı. Ona gülümsemeden edemedim. Salona gittiğimizde Evrim telefonuna bakıyordu. Fırat ve Yaman yoktu. Her zamanki gibi Yaman ve Fırat'ı merak etmiştim. “Onların Kardelen ile bir işi var.” Diyen Bulut'a merakla baktım. “Kardelen ne alaka?” Bulut ve Evrim kısa bir an bakıştıktan sonra Bulut konuşmaya devam etti. “Kardelen'in sana göstereceği şey gördüğümüz o fotoğraftı.” Bir fotoğrafın hayatınızı altüst ettiğini düşünsenize. Her şey bir fotoğrafla bozuluyor. Tüm her şey değişiyor. İnanması zor ama imkansız değil. Gerçekler hiç istemediğim zaman beni yakalamıştı. Hep öyle olmaz mıydı zaten? Sadece üçümüz okula gitmek için yola koyulmuştuk. Ben günlerdir düzgün bir yemek yiyemiyordum. Bulut bana yiyecek aldıktan sonra okula gitmek için yürümeye devam ettik. İkisi de benim gülmem için çabalıyorlardı. Bende onlar için gülüyordum. *** Okula girer girmez herkesin gözlerinin üstümde olduğunu hissediyordum. Öyleydi. Herkes benim hakkımda konuşuyordu. Aldatılmıştım ve bunu kaç aydır fark etmemiştim. En kötüsü ise herkesin haberi vardı. Benim dışımda herkesin. Şu an bundan daha önemlisi varsa o da ağaçlara yakın bir yerde Emre'nin sesini duymamdı. Bağırıyordu ve ağzından çıkan isimle bir kez daha şoka oluyordum. “Utku, sen paylaştın dimi o fotoğrafı. Bunu gördüğünü biliyorum. Akça'ya daha yakın olabilmek için mi yaptın söyle!” Ne saçmalıyordu bu? Utku bunu yayacak son insandı. Bunu bilecek kadar tanıyabilmiştim onu. Utku'nun karşısında olan Emre'ye kısa bir bakış atarken beni fark edip hızla yanıma doğru yürümeye başladı. Utku nereye gittiğine bakarken beni görmüştü. Her gün okulda yorulana kadar aradığım eski sevgilim şimdi benimle konuşmak için arkamdan geliyordu. "Akça! Durur musun?" Dedi ama ben sanki onu hiç duymamışım gibi yaptığımda o pes ederek olduğu yerde durmuştu. Hayır beni bu kez manipüle edemeyecekti. Şimdi salak sandığı Akça'yı izleyebilirdi. Çünkü beni daha yeni tanıyacaktı. *** İlk dersi dinlemeyememiştim. Kendimi toparlamak epey bir zaman alacaktı. Yaman ve Fırat geldiği gibi bize her şeyi anlatmıştı. Kardelen'e onun yapıp yapmadığını sormuşlar fakat Kardelen yapmadığını söylemekte ısrarcıymış. Ondan başka kim yapabilirdi ki. Herkes biliyordu Emre'ye ne kadar takıntılı olduğunu. Ders biter bitmez kendimi dışarı atmıştım. Koridorun başında gördüğüm şey beni şaşkına çevirdi. Aldatıldığımı öğrendiğimde yanımda olmasını beklediğim Utku, karşımda Enes, Kemal ve Emre ile birlikteydi. Emre gülüyordu, Enes ise kolunu Utku'nun omzuna atmıştı. Utku, sohbetlerini dinliyordu. Bazen ağzının kıpırdadığını görüyordum. Kalbim bir kez daha kırılmıştı. Onu yanımda görmek isterken şimdi karşımda görüyordum. O gitmişti benden. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Emre'nin yanına, beni aldattığı kız gelmişti. Emre onun elini tutmuş gülümsüyordu. Benim aksime o mutlu gözüküyordu. O anda Utku'nun gözleri beni buldu. Ona baktığım gibi sağ gözümden bir damla aktı. O dakika gözlerini benden çekmeyen Utku, Enes’in ensesine bıraktığı şaplakla ona döndü. Daha bir gün önce beni sakinleştirmeye çalışan, göz yaşlarımı silen ve göğsüne kafamı koyan Utku bu Utku olamazdı. Aniden gelen nefes darlığı, iki gündür yaşadığım bu üzüntünün göstergesiydi. Kendimi bahçeye attığımda gözüme takılan tek şey Utku'nun bankıydı. Bomboştu. Üzerinde kalpli çıkartmalar vardı. Sanırım artık onlarla takıldığı için seviliyordu. Banka doğru yürüyordum. Banka oturduğumda derin bir nefes almaya çalışmıştım. Genelde bankta oturan çocuğun yanına gelirdim. Şimdi o bankta tek başımayım. Kafamı kısa bir an bankta gezdirirken bir çıkartma gözüme takılmıştı. İyice o çıkartmaya yaklaştığımda benim kulaklığımın üstünde olan o çıkartma vardı. Utku'nun yapıştırdığına emindim. Şu anda dudağımda oluşan o gülümseme bana tekrar nefes aldırmıştı. Kendi kendime gülümserken yanıma oturan kişiye bakmak için döndüm. Ilgın yanıma oturmuş, elini elimin üstüne koymuştu. “Telefon numaranı almadığıma ne kadar pişman oldum bilemezsin.” Ona gülümsemem onu da gülümsetmişti. “Sınıf grubunda vardı.” Dediğimde yüzündeki gülümseme yerini buruk bir gülümsemeye bırakmıştı. “Ben grupta yokum.” Telefonumu çıkarır çıkarmaz gülümsedi. “Almana gerek yok.” Hem onu gruba almıştım hem de telefon numarasını yazması için telefonu eline vermiştim. “Ne diye kaydedeyim?” Diye sorduğunda güldüm. “Tabii ki de Sarışınım diye.” Onunda dudağı kıvrıldığında adını kaydedip, telefonumu geri vermişti. “Senin adına üzgünüm. Keşke farkına varıp sana söyleyebilseydim.” Keşkeler, ne zamanı durdururdu ne de geriye alırdı. Keşkeler hep aynı kalırdı. Bazen ise keşkeler gider ve yerini iyikilere bırakırdı. Bu yüzden keşke sıfır gibiydi ve etki etmezdi. “Unutsak olur mu Ilgın? Konuşmak istemediğim bir konu. Sabahtan beri herkesin gözünde benim üzerimde.” Ilgın kolunu belime atarken bende elimi koluna attım. “Birbirimizden bir farkımız kalmamış desene. Bana ucube gibi bakıyorlardı gerçi. Seni yanımda görseler Akça'nın bu ucube ile ne işi olur derlerdi.” “Bilmedikleri bir şey var Ilgın. En ucube onlar.” Ilgın ile konuşurken okul kapısından çıkan Utku'yu görebilmiştim. Bize doğru gelirken Ilgın yanımdan kalkıp başka bir yere doğru gitti. Utku yanıma oturduğunda birkaç dakika sessizliğimizi koruduk. Sonrasında Utku konuşmaya başladı. “Benim yüzümden gözyaşı dökme.” Utku'ya baktığımda üzgün bir şekilde yere bakıyordu. “Seni ağlatanın benim olmam kadar kıran bir şey yok.” Gözümden düşen o damlayı kafasına o kadar çok takmıştı ki bana bile bakamıyordu. “Yanımda olmanı beklerdim Utku.” Yanımdasın, ama ruhun burada değil. “Yanındayım. Sadece gizli bir şekilde.” Ne dediğini anlamamıştım. Benim yanımdaydı fakat gizliydi. Bunun anlamını anlayamıyordum. Dışarı çıkan Emre ve Enes'i gören Utku, yanımdan kalkarak okulun kapısına doğru yürüdü. Emre ve Enes onu fark edemeyecek kadar önemli bir şey konuşuyordu. Birkaç adım yürüdükten sonra ağaçların orada durdular. Onları duyamıyordum fakat Enes sinirliydi. “Bana Akça'ya alkol ver derken eğlenmesini istiyorsun sanmıştım. Aldatacağın aklımın ucundan geçmezdi. Akça'yı aldatmışsın bunun daha ötesi var mı?” “Ne diyorsun Enes? Şimdi de başıma ahlak bekçisi mi kesildin? Bence sus çünkü eğer ben senin ahlak bekçiliğini yapmaya kalkarsam ne olur biliyorsun.” Emre'nin söylediği şey Enes’i susturmuştu. Enes'in sinirli yüzünü kaygı alırken Emre devam etti. “Hani sen Utku için bir şey demiştin hatırlatayım. Bu çocuğu kim sever, annesi ve babası sevsin gibi bir şey. Hatırladın mı? O laflarında ciddi miydin Enes, yoksa dikkat çekmemek için miydi her şey?” “Bundan sonra beni karşında görmeye alış Emre. Çünkü ben Akça'nın tarafındayım.” Konuşmalarının bitmesiyle zil çalmıştı. Onlar içeri girerken bende onlardan sonra içeri girmiştim. *** Çıkış saati geldiğinde okuldan çıkmıştık. Tek istediğim eve gidip yatmaktı. Beşimiz birlikte dışarı doğru yürürken arkamızdan bana seslenen Akay ile duraksamıştık. Onlardan yorgunlardı ve eve gitmek için yol almışlardı. “Sen gelirsin.” Diyen Evrim'e kafamı salladım. Akay yanıma ulaştığında üzgündü. Ellerimi tuttuktan sonra bırakıp sarılmıştı. Bende ona sarıldığımda gülmüştü. “Ben bilmiyordum Akça. Bilseydim sana söylerdim yemin ederim.” Akay, içinde hiçbir şey tutamazdı. Tutarsa bir süre sonra patlardı. Patlayınca da kimse onu susturamazdı. Biliyordum, eğer bilseydi bana söylerdi. Gerçeklik payı olmasa da hissediyordu ve bana hep onun iyi biri olmadığını söylüyordu. Bırakmamı ve başka bir erkek yok mu söyler dururdu. Bende ona Emre'yi ne kadar çok sevdiğimi anlatırdım. Beni yargılamazdı, yanımda olurdu. “Biliyorum. Bilseydin durmazdın. Gelir ve bana direkt söylerdin.” Akay bana gülümserken gözünden birkaç damla yaş akmıştı. Her zaman ağlamazdı Akay, kim onun için önemliyse onun için ağlardı. Nadirdir üzüldüğü anlar. “Bize gelmek ister misin? Pijama partisi yaparız. Film izleriz.” Güzel olabilirdi fakat hiç keyfim yoktu. Akay'ın bana gülümsemesi beni bir anlığına düşündürse de “Eve gidip sadece uyumak istiyorum.” Dedim. Akay beni anlayışla karşıladığında ona sarılmadan edemedim. Ona sarılmak iyi gelmişti. İstesem bir saat burada sarılarak durabilirdi. Utku Değer bilmemek bir kişi olsaydı o kişi Emre olurdu. Her şeye kıyabilir insan fakat onun gözlerinin yeşilinden akan yaşlara kıyabilir misin? Bir kere benim yüzümden o yaşları akıttı ve o kalbimde oluşan sızı bana bir ömür yeterdi. Konuşmasa da gözlerinin anlattığı o acı yeterdi. Çıkışta Akça'yı görmemiştim. Babamla işimiz olduğundan erken çıkmaya çalışmıştım. Bankta oturamamıştım ve Akça'yı bekleyememiştim. Hâlâ çantamda olan kulaklığımı alıp kulağıma taktım. Playlistimden rastgele bir şarkı açtığımda restorana yaklaşıyordum. Kendi yolumda yürürken, biri birkaç dakika sonra beni durdurup omzumdan çekmişti. Kulaklığımı çıkarıp ona döndüğümde Emre'nin olduğunu anlamıştım. “Akça gelince konuşmamız yarım kalmıştı Utku.” Dediğinde ona inanamayarak baktım. Hâlâ benim yaptığım hakkında ısrarcıydı. “İnanacağımı falan mı sanıyorsun Utku? Akça'ya yanaşmaya çalışıyorsun. Bu fırsatı kaçırmak istememişsindir.” “Kendini benimle karıştırma istersen. Sizi ben ayırmadım. Bunu sen kendi kendine yaptın. Onu aldatarak.” Dediğimde sinirden patlayacaktı. Kendini yatıştırarak güldü. “Sen o sınıftan çıkmayan Utku'ya göre fazla konuşkanmışsın.” “Haddini bildirmek için gerekli.” Bu sefer de onu kızdırdığımda güldü. “Sen mi bana haddimi bildireceksin Utku? Senden mi korkacağım?” Kulağıma yaklaşıp bir şeyler mırıldandığında, bardağı taşıran son damlaydı. Bacağımı, onun bacak arasına geçirdiğimde geri adım attı. Bu hamlemi tahmin etmemişti. Bu onun hoşuna gitmişti çünkü kavga arıyordu. O da yumruğunu burnuma geçirdiğinde kanayan burnumu elledim. Yumruğumu ona savurduğumda onlardan kaçabilmişti. Bana indirdiği birkaç yumruk beni duvara sıkıştırmıştı. Onun boğazına yapıştığımda onunda elleri boynumdaydı. Boğazımı sıkmaya başladığında, ellerimi çekip karnına bir yumruk attım. Sarsıldığında ellerini çeken Emre, gücünü topluyordu. Tam bana bir yumruk daha atacaktı ki biri onu omzundan tutup kendine çevirdi. Karşısındaki kişinin kim olduğunu anlayana kadar yüzüne birkaç yumruk yiyen Emre, şaşkındı. Emre birkaç kez vurmaya çalışsa da karşısındaki kişi izin vermedi. Emre kendini kaybetmeden yere bıraktığında yanıma doğru yürüdü. Ben kaldırıma oturduğumda yanıma oturan kişiyi tanımıyordum. Emre ayağa kalktığında ters yöne, okula doğru yürüdü. “Çok kötü vurmuş. Buz falan tutmamız gerek.” Dediğinde ona şaşkın şaşkın baktım. Burnuma ve gözüme baktı. “Ben Aziz Kuzgun, sen Aziz diyebilirsin. Akçaların sınıfına yeni geldim.” Akça'yı, dolayısıyla beni de tanıyordu. Bana yardım ettiği için teşekkür edemeden ayağa kalktı ve benim kalkmamı bekledi. “Evim şurada. Sana pansuman yapalım. Tamam şu an bu pansumanı başkasının yapmasını isteyebilirsin,” dedi ve duraksadığında güldü. “Ama ne yapalım Utku, elimizdeki Aziz ile yetinmek zorundasın.” Adımı nerden bildiğini sorgulamadan ayağa kalktım. Onun yanından yürüyerek evine gitmiştim. *** Onu evin bahçesinde beklemeye başlamıştım. Elinde tuttuğu pansuman malzemeleri ile yanıma gelmişti. “Nasıl oldu ve neden kavga ettiniz?” Tentürdiyotu pamuğa dökerken onu izliyordum. Sorduğu soruya hâlâ bir cevap vermemiştim. Pamuğu burnuma tutarken konuşmaya başladı. “Konu Akça mıydı?” “Evet.” Dedim, sızlayan burnumun acısına dayanarak. “Peki kavgayı kim başlattı?” Pamuğu benim elime verince, pamuğu burnuma tutmaya başladım. “Ben başlattım. Bacak arasına tekme attım.” “Vayy, bir de sen başlattın kavgayı.” “Gerçi sen gelmesen sanırım kaybedecektim.” Buzları poşete koyup, üstüne peçete sararken güldü. “Asıl ben gelmesem kazanacaktın.” Bu beni de güldürmüştü. Çünkü kaybederdim. Peçeteyle sardığı buzu gözüme tuttu. “Emre'nin icabına baktığım için bana borçlusun Utku. Bu borcunu arkadaşım olarak kapatabilirsin.” Dediğinde güldüm. İlk defa benimle arkadaş olmak isteyen olmuştu. Bu duyguyu tatmadan ölmeyecektim.
Akça Bu sabaha o kadar güzel uyanmıştım ki artık beni üzen kişi Emre değil ben olacaktım. Emre saçlarını çok sever. Her gün onları yıkar sonra da özenle kuruturdu. Şekil verip saç spreyi sıkardı. Yani anlayacağınız Emre'nin servetiydi saçları. Bunu niye mi anlatıyorum? Okulda yaşayacağım o olaya şimdiden hazırlıklı olmanız için. Dün gece vaktimi Emrelerin evde geçirdim. Ona bir sürpriz yapmak beni kötü yapmazdı. Kıyafetlerimi giyip güzel bir makyaj yapmıştım. Evrim beni uyandırmayı beklerken, uyanık olmam onu şaşırtmıştı. Bugünün gelmesini bekliyordum. Okula gittiğimde bahçede beni bekleyen Emre'yi ve kısa saçlarını görmek beni kahkahalara boğdu. “Akça!” Diye bağıran Emre'ye döndüğümde hızla yanıma geliyordu. Keyfim yerindeydi, onun aksine. “Saçların ne güzel olmuş Emre. Kısa hali o kadar yakışmış ki. Şimdi kızlar önünde kuyruk olur.” Dediğimde Emre bıkkınlıkla bana baktı. “Sen ne yaptın Akça? Bu aklına nasıl gelebildi? Şampuanıma tüy dökücü koymak ne demek? Senin yüzünden kesmek zorunda kaldım.” Ne kadar üzüldüm bilemezsin Emre. Bazen hayatta değişiklikler yapmak gerekir. Senin gibi. “Çok beğendim. Yeni imajda yaparsan tamamen eski Emre'den kurtulacaksın.” Herkes bizi izlerken Emre'nin arkasında duran Utku’ya kısa bir an baktım. Bana doğru gülümsüyordu. Fakat onda gördüğüm değişiklikte neydi? Gözü morarmıştı. Ayrıca kaşında bir bant vardı. Emre yanımdan ayrılırken ona doğru yürüdüm. Benim yanına geldiğimi gördüğünde mutlu olmuştu. “Ne oldu sana Utku?” Dediğimde gülümsemesi hâlâ dudaklarındaydı. “Önemli bir şey değil.” Emre, Utku’ya seslendiğinde dudaklarındaki gülümseme gitmişti. Emre'nin yanına gidecekken onu durdurdum. “Biliyorum, onunla arkadaşsın ama bana yardım etmeyecek misin?” Bana bakıp sonra da etrafa bakınca bombayı patlatmıştım. “Benimle sevgili olsana Utku.” Bunu beklemiyordu ki kafasını bana çevirdi. Şaşkındı ve bu hali tatlıydı. Bir şeyler söylemesini bekleyerek geçirdim zamanımı.
|
0% |