@tihomira_sheker23
|
Söz dinle! Dinlemezsen geceni balkonda geçirmek zorundasın. 9 YIL ÖNCE Yatağımda oturmuş, kucağımda uyuyan yavru kediye bakıyordum. Henüz evdeki kimsenin bu kediden haberi yoktu, evet. Gizlice getirmiştim. Dışarısı oldukça soğuktu ve bir anda karşıma çıkmıştı, küçük tesadüflerin büyük getirileri olduğuna inandığım için yavru kediyi bırakmamakta kararlıydım. Annesini yaklaşık bir saat arayarak eve geç geldiğim içinse azar işitmiş, akşam yemeğini yiyememek üzere cezalandırılmıştım. Kedinin annesini bulamadığımda pes edip yavru kediyi çantamın içine koymuştum. Eve geldiğimde annem beni kapıda tutup iki saat azarlamıştı. Azarından çok çantamdaki yavru kedinin miyavlamasından korktuğum için dediklerinin bir çoğunu anlayamamıştım. "Sana bu akşam yemek yok!" diyip kafama terliğiyle vurunca hızlı adımlarla odama gelmiştim. Hiç ses çıkarmadığı için yavru kediye bir şey oldu korkusuyla çantayı hemen açtım. Meğer sıcağı bulduğu için uyumuştu. Üzerimi değiştirip dolabımın üzerindeki küçük, pofidik yastıklardan bir kaç tane alarak yatağa oturdum. Yastıkları kucağımda yerleştirdiğimde çantamdaki yavru kediyi çıkararak yastıkların üzerine yerleştirdim. Yavru kedi iyice gerinirken yüzümde içten bir tebessüm oluşmuştu. Hayatımdaki aile baskısından kurtulmayı başarmıştım. Evet, hala baskı tam gaz devam ediyordu ama eskisi kadar etki etmiyordu. Bu baskıların kendilerinden kaynaklı olduğunu bilmeyen ailem benim bu korkak tavırlarım sonucunda pes etmiş, bir psikoloğa götürmüşlerdi. Psikolog yaşımın henüz küçük olduğunun farkındaydı. On dört yaşında bir kız çocuğuydum. İlk defa psikoloğa gitmenin heyecanı ve stresiyle, ailemin bana yaptığı herşeyi anlatırsam ve psikoloğun aileme herşeyi anlatması korkusuzluğu bedenimi sardığı için, psikoloğun sorduğu neredeyse hiçbir soruya cevap verememiştim. Psikolog her ne kadar aramızda dese de beni konuşturamayacağını anlayınca derin bir nefes verip bıkkınlıkla not kağıdına bir kaç ilaç ismi yazmıştı. Kağıdı bana verirken, "Bunları aksatma ve her birini 2 dozda iç." diye uyardığında başımı salladım. Ben nerden bilebilirdim ki o zamanlar bu ilaçların hislerimi alıp çok uzaklara götüreceğini. O gün üzerinden 5 ay geçmişti ve ben her geçen gün aklımdaki düşünceleri teker teker kaybediyordum. Normalde düşünceyle dolup taşan aklımda ne bir düşünce, ne de bir duygu kalmıştı. Evet, hala mimiklerimi kullanıyor ve hangi duygunun ne olduğunu biliyordum. Fakat hissetmiyordum, sorunda buradaydı. Otobüs kartının içinde bakiye yoksa o otobüs kartı ne işe yarardı ki? Kedinin hafif kıpırdanması ile dikkatle onu yastıklarla beraber yatağa bıraktım. Uykusuna devam ederken camın önüne geldim. Nasılsa cezalıydım ve odama kimse gelmeyecekti. Rahatlıkla kediyi ortalıkta bırakabilirdim. Kulaklığımı ve telefonumu alarak balkona çıktım, kulaklığı kafama oturttuğumda telefonumu balkondaki sehpanın üzerine bıraktıktan sonra kulağımda çalan Suçlarımdan Biri şarkısına bıraktım kendimi. Kollarımı havaya kaldırdığımda başlangıç ritmiyle beraber ellerimi aşağı yukarı oynatmaya başladım. Bunu yaparken yürüyordum, adımlarımı hafif ve nazikçe atarak sözlerin girdiği anda sağ bacağımı öne atarak sol bacağımı sol yanıma attım. Ellerimi zig zag çizerek indirirken pürüzsüzce yere çömeldim. Bacaklarımı iki yana açarak ellerimi belime yerleştirdim. Dönerek ayağa kalktıktan hemen sonra sol bacağımı yana attım ve sol elimle bacağımı tuttum. Öyle böyle derken son ritimin bitmesiyle öne eğildim ve olmayan seyircilerime teşekkür edip odama geri döndüm. ŞİMDİKİ ZAMAN "Hadi ya, hiç mi tepki vermezsin sen?" Aynanın önüne doğru yürümeye başladığımda arkamdaki ikiliyi bana garip garip bakarken gördüm. Hadi ama, ilk defa sessiz biri ile karşılaşmış olamazlar. Henüz hocamız ile tanışmamıştık. Ders saatinin gelmesini beklerken aynaya bakarak saçlarımı düzelttim. Benimle beraber toplamda 7 kişi vardı. 4 kişi yetişkin iken 3 kişi daha reşit olmamıştı. Beraber takılan üçlüye baktığımda ellerinde telefon olduğunu ve gülerek bir şey izlediklerini gördüm. Beni soru yağmuruna tutan ikiliyse kapının orada hocanın nöbetini tutuyorlardı. Geriye kalan çocuksa bir duvara yaslanmış otururken müzik dinliyordu. İkiliden birinin "Hoca geliyor!" diye bağırması ile hepimiz yerimizden sıçardık. "Bağırmana lüzum yoktu!" diyen çocuklardan biri muhtemelen 16 yaşlarındaydı. Hocanın gelişini bağıran kişi bir adım öne çıkarak "Ne oldu, rahatsız mı oldun?" diye sırıttığında anlamıştım ne kadar çocuk ruhlu olduklarını. 16 yaşlarındaki çocuk ayağa kalktığında tam ağzını açtığında hocanın içeri girmesiyle başlamaya yakın olan kavga başlamadan son bulmuştu. "Hoş geldiniz çocuklar, hadi karşıma dizilin" diyen hocayı baştan ayağa süzdüm. Altında siyah eşofman ve spor ayakkabısı, üzerinde beyaz tişörtü ile karşımızda rahat ol vaziyetine geçmişti. Üçlü çocuklar sol tarafa geçtiğinde ikili hemen yanlarına geçti. Az önce atışanlar yan yana gelince biri sırıtırken birinin gözleri seğiriyordu. Hemen yanlarına o tek takılan çocuk geçince bende en sonda yerimi aldım. Ne zaman başta olmuştum ki zaten. Hoca, "Ben hocanız Ayaz, 29 yaşındayım ve İzmirliyim. Sizleri yarışmalara hazırlamak ve yeni şeyler öğretmek üzere buradayım. Beraber geçireceğimiz bu süreçte sizi sıkı bir tempoda görmek istiyorum gençler. Şimdi sırayla bir adım öne çıkıp kendinizi tanıtın." Üçlü gruptan ilki bir adım öne çıktığında konuşmaya başladı, "Ben Çınar, 16 yaşındayım. Doğma büyüme İstanbulluyum." İstanbul, iyiymiş. "Ben Ece, 15 yaşındayım. Bende doğma büyüme İstanbulluyum." Acaba kardeşler mi? "Ben Berk, Çınar'ın ikiziyim. Ece ise kardeşimiz." dediğinde soruma cevabımı almıştım, şimdi sıra ikilideydi. Sırıtan kişi bir adım öne çıktığında Berk'ten gözünü ayırmıyordu. "Ben Çağtay, 24 yaşındayım. İzmirliyim." Geriye çekildiğinde yanındaki öne çıktı. " Ben Gözde, 23 yaşındayım. Bende İzmirliyim, bu yanımdaki hayırsızda kuzenim olur." dediğinde hepimiz onun işaret ettiği kişiye baktık. Çağtay ile kuzenlerdi. Harika, herkesin bir tanıdığı varken yine yalnız kalmıştım. Pekte umurumda değildi. Bir an önce tanışma faslını bitirip derse başlamak için can atıyordum. Ay bana ne onlardan, nasılsa hoca dışında kimse ile muhatap olmayacağım. Hocanın adı neydi ya... Yanımdaki bir adım öne çıkarak konuşmaya başladı. "Ben Tuğra, 25 yaşındayım. Antalyalıyım." Ses tonu emin ve bir o kadar da sabırsızdı, anladım ki o da bir an önce konuşmayı bitirmek istiyordu. Sıra bana geldiği için bir adım öne çıktım. Diğerlerine bir göz gezdirdim, daha sonra söze girdim. "Ben Gece, 23 yaşındayım. Eskişehirliyim." Derin bir nefes alıp geriye çekildiğimde hoca ellerini birbirine sürtüp heyecanla konuşmaya başladı. "Birbirimizi tanıdığımıza göre," elinde tuttuğu küçük iki kutuyu bizlere gösterdi. "Her biriniz birer kağıt seçeceksiniz, aranızda yaş aralığı olduğu için gruplar halinde dans edeceksiniz. Sol elimde olan kutuda büyüklerin, yani Tuğra'nın ve Çağtay'ın isimleri yazılı. Sağ elimdeki kutuda ise miniklerin grubunun hangi türde dans edeceklerini belirleyen kağıtlar var." dediğinde Ece ileri atıldı. "Hocam ayıp oluyor, biz minik miyiz?" diye isyan ettiğinde Gözde ve Çağtay güldü. Ay gülmeyin yeter. Çınar hocanın yanına gidince tam karşısında durdu. Hocanın uzattığı kutudan bir kağıt seçtiğinde tüm grubu yanına gitmişti. Kağıdı açarak içindeki yazıyı okudu. "Breakdance." Tüm grup birbirine afallayarak bakarken hoca, "Siz şu köşeye geçip bekleyin, büyüklerde seçtikten sonra açıklamaları yapacağım. Gece ve Gözde, buraya gelin." İkimizde hocanın önüne geldiğimizde kutuyu bize uzattı. "Partnerinizi kendiniz seçiceksiniz, sizin dans türünüz Partner Dansı olucak." Gözde ile birbimize baktığımızda hocanın hadi artık der gibi bize kutuyu işaret ettiğinde kutudan bir kağıt alıp geriye çekilmiştik. "Çağtay." Kağıdımdaki isim hiç hoşuma gitmemişti, Çağtay'ın da hoşuna gitmemiş olacak ki "Hocam hayır ya! Ben bu hissizle dans falan etmem." sitemini duyunca "Ben sana pek meraklıydım zaten!" diyerek hocaya döndüm. "Hocam, benim tek dans etme gibi bir şansım yok mu? Veya partner değişikliği? Lütfen." Hoca çenesini kaşıyıp bir şeyler düşündü. "Tuğra Gece ile, Çağtay da Gözde ile eşleşsin." Tek kişilik istemiştim ama bu da olur. En azından boş yapmasa bana yeterdi, amacım seçtiğim yol üzerinde bir aksilik çıkmadan yürümekti. Biz eşleştikten sonra yerlerimize geçerken hoca küçüklerin karşısında yerini almış, müzik önerisinde bulunarak ne gibi bir performans sergilemeleri gerektiğini anlatıyordu. En kolay iş onlara geçmişti. Breakdance senkronizasyonu kolayca hallolabilen bir türdü. Zaten üç kişiydiler, bir sorun çıkmazsa bir haftaya hazırdılar. Çağtay ve Gözde yine gülüp sohbet ederken yanımda duvara yaslanan Tuğra'ya baktım. Etrafa bakışları biraz heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Evet herkesi bir bakışımda tanımlayabiliyordum ama kendimi tanımlayamıyordum. "Hey." Tuğra'nın beni dürtmesiyle kendime geldim. "Efendim?", gözleri biraz beni incelemişti. "Neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğumda önüne döndü. "Hiç, fazla tanıdık geldin sadece." Tanıdık mı? Tamam, o da bana biraz tanıdık geliyordu ama insanlar birbirine benzeyebilir değil mi? Hoca küçükleri bıraktığında bizim karşımıza geçmişti, "Bir susmuyorlar ki anlatayım." diye sitem edip güldüğünde Çağtay kıkırdadı. "Değil mi hocam, fazla yaramazlar." Yaramaz kelimesini üstüne basa basa ve Berk'e bakarak söylediği için bunların kavgalarının daha yeni başladığının garantisini verebilirdim. Neyse ki Berk dansın senkronizasyonu ile uğraşıyordu o an. "Evet, ama bu anlaşamayacağınız anlamına gelmiyor, değil mi Çağtay'cım?" Hocanında üstüne basa basa Çağtay'ın ismini vurgulaması tebessüm etmemi sağlamıştı, komikti. "Hocam, partner dansı yapacağımızı söylediniz, peki türü ne olucak ve aynı türü mü yapacağız?" gözleri üzerine çeken Gözde kollarını göğüsünde birleştirmişti. "Bende o kısma gelecektim." dediğinde yere oturmuş ve bizimde oturmamız için elleriyle yeri göstermişti. Biz oturmak için çömelirken anlatmaya başladı. "Türleri henüz belirlemedim fakat yaşınız büyük, haliyle partner dansına uyacak bir dans türü lazım, değil mi? Çalışmalarınızda istediğiniz kıyafeti abartmadıkça giyebilirsiniz fakat yarışma günü sizlere özel kıyafetler tasarlanıcak. Biliyorsunuzdur, bu kurstaki yarışmacılar Türkiye'yi temsil edicek." Gözde'nin gözleri parlarken bende heyecanlanmıştım. Çocukluk hayalimi gerçekleştirebileceğimi öğrenmek açıkçası benim için bir gurur kaynağıydı. "Hocam peki bu özel tasarlanıcak kıyafetleri bizim için başkaları mı hazırlayacak yoksa biz kendimiz hazırlayıp tasarlayabiliyor muyuz?" Soru Gözde'den gelmişti. İkimizde de çocukça bir sevinç vardı. Benimki hayalimdi fakat Gözde'ninkini bilemeyeceğim. "Evet Gözde'cim, siz kendiniz tasarlayabilirsiniz. Tabii yanınızda tasarımcılar olucak ve abartmadığınızdan emin olucaklar." dediği yerde Gözde'nin yüzü düşmüştü, nasıl bir şey tasarlamışsa kafasında, yapamayacağını anlamıştı. "Yarışmaya ne kadar var hocam?" Benim merak ettiğim soruyu sonunda Çağtay sormuştu, hoca telefonunda takvime baktı ve çenesini kaşıdı. "5 ayımız var çocuklar, hazırlanmanız için tam 5 ayımız var." dediğinde ayağa kalktı ve odanın köşesinde duran dolaba doğru ilerledi. Dolaptan bir kaç kağıt çıkartıp yanımıza geldiğinde kağıtları açıp ortamıza koydu. "Bunlar nedir?" diye sorduğumda hoca, parmağını kağıdın 'Salsa' yazan bir kelimeyi ve onun yanında duran fotoğrafın üzerine koydu. "Çocuklar bakın bu Salsa, yine partnerler halinde senkronize içinde yapılan bir dans türü. Bu dans türünde çoğunlukla pop müzikleri kullanılır. Bu dans türü için şarkı listesi de hemen şurada." diyerek başka bir kağıt çıkarıp önümüze koydu. SALSA Kırk Yılda Bir Gibisin Çalkala Adeyyo El Rincon Caliente Pa' Bravo Yo 07. Timba Timbero Campana Titiko Cataño Zitti e Buoni Düm Tek Tek Conga Baya güzel şarkılar vardı. Hoca parmağını bu sefer 'Tango' yazan bir kelimenin üzerine koydu. "Bu da Tango dansıdır çocuklar, aynı şekilde senkronizasyonlu. Zaten birazdan beraber örnek videolar izleyeceğiz. Tango içinse bu şarkılar öneriliyor." TANGO Recuerdo Catamarca Silbar De Boyero Derecho Viejo No Nos Veremos Mas N.N. Son Cosas Del Bandoneon Dichas Que Vivi Aşırı güzellerdi ve heyecanım biraz daha artmıştı, burada olmak bile iyi geliyordu bana. Hoca küçükleride aldı ve yan yana oturttu. Projeksiyonu ayarladıktan sonra projeksiyon perdesini de kurunca masasının başına geçti. Bilgisayarda ki dosyasından videoları sırayla oynatmaya başladı. 2 SAAT SONRA Her birimiz için videolar tek tek oynatılmış ve kimin neyi seçeceğine karar vermiştik. Ben ve Tuğra Salsa dansını sergileyecekken Gözde ve Çağtay Tango dansını sergilemeyi seçmişlerdi. Hoca videolar izlendikten sonra derslerde rahat hareket edebilmek için bol eşofman, bol tişört ve spor ayakkabı giyinmemizi önermişti. Açıkçası bu kıyafetleri bulmak zor olmayacaktı çünkü benim tarzımdı. Kurs çıkışı Tuğra'nın numarasını almıştım, sonuçta partnerdik ve beraber çalışacaktık. Utangaç biri olacak ki pek konuşma zahmetinde bulunmamıştı. Çağtay ve Gözde ise hep konuşmuş ve gülmüştü. Berk, Çınar ve Ece ise uslu durmuşlar fakat kendi aralarında bol bol dedikodu yapmışlardı. Ben ise videoların hiçbir detayını kaçırmamış, hocanın dediklerini not etmiştim. Eve varmadan önce almam gerekenler için markete girdim, annem bir liste atmıştı. Telefonumu çıkartıp bir markete girdim, vitrinleri sırayla gezerken gerekli olanları sepete koyuyor, bir sonraki gerekene geçiyordum. Alışveriş sepeti aniden takılınca sendelemiştim. Başımı telefondan kaldırdığımda bana kızgın bir şekilde bakan, gri bir kediyle karşılaşınca telefonu cebime yerleştirmiştim. Evet kediyi sevicektim. Dizlerimin üzerinde kediye doğru eğildiğimde kedi tırnaklarını çıkartmıştı. "Tüh, kolumu görüyor musun?" dediğimde kedilerin tırmalayıp derisini yüzdükleri kolumu gösterdim. "Bende onlardan çok var" Elimi kedinin başına götürdüğümde diğer kediler gibi tırmalamamıştı, tırnaklarını geri toplamış, oturmuştu. Bakışları mayışmış olduğunu gösteriyordu. "Aferim oğluma" Kediyi yavaşça kucağıma aldığımda sıcakla kavuştuğu için mutluydu. Huzurla gözlerini uykuya kapatırken alışveriş sepetindekileri almak için kasaya doğru ilerledim. Parayı ödedikten sonra bir elimde kedi, diğer elimde poşetlerle marketten çıkmıştım. Kediyi eve götürüyordum, eskiden olsa hayatta sokamazdım fakat şimdi durumlar tersineydi. İstediğim şeyi alabiliyordum. 9 YIL ÖNCE Odama geri girdiğimde karşılaştığım manzara pek görmeyi beklediğim birşey değildi, kediyi yatağın üzerinde mışıl mışıl uyurken görmeyi bekliyordum. Fakat kedi annemin elindeydi ve kediyi çok yanlış tutuyordu, kediyi arka patilerinden kavramıştı ve baş aşağı tutuyordu. Yavrucak kendini savunamıyordu, sadece debeleniyordu. "Derhal açıklıyorsun Gece!" Annem cırtlak sesiyle bağırınca yaşlar göz pınarıma akın etmişti. "Anne dur o daha yavru-" diyemeden kedinin ön patilerini tutmuş ve kediyi germişti. "Anne dur!" Hızla ileriye atıldığımdaysa daha çok germiş ve tehditkar bir ses tonuyla "Sakın!" demişti. Titremeye başladığımda kediyi daha çok germişti ve kedi acıyla miyavlayınca kulaklarımı kapatmak zorunda kalmıştım. "Bir daha, dans ettiğini görmeyeceğim. Bir daha, bu eve kedi girmeyecek!" diye bağırdığında kedinin acı dolu çığlığı tüm odada yankılanmıştı. Ağlayarak gözlerimi kapattığımda annemden korkmuyordum, kediye üzülüyordum, annemin birazdan bana yapacaklarından değil, kediye sahip çıkamadığım için üzülüyordum. Gözlerimi bir daha açmak istemezcesine kapadım, annemin böylesine vahşi biri olduğu gerçeğini kabullenmek istemiyordum. Fakat öyleydi, bir cana kıyacak kadar caniydi. Çok kez yalvarmama rağmen hep üstünlük kuruyordu. Ben anneyim diye istediği herşeyi yapıyordu. Kendi öz kızına bile kıyıyordu, işte hayat buydu, hayatın karanlık tarafı buydu. Gözlerim hala kapalıyken ıslak bir çift el benim bileklerimi kavramıştı. Gözlerimi hızla araladığımda annemin ellerinin yavru kedinin kanıyla yıkandığını görmem uzun sürmemişti. Boğazımı yırtarcasına çığlık attığımda annem yanağıma sert bir tokat geçirmişti. Ben dayağımı yer otururdum, buna rağmen susmazdım. Annemle babamın böylesine cani oldukları bir evde asla duramazdım fakat zorundaydım. Eğitimi bile evde gördüğüm için ne insan yüzü görmüştüm nede yardım isteyebileceğim bir arkadaşım olmuştu. Eve bir misafir geleceği zaman annem beni odama kilitler, "Sakın sesini çıkarma" diye uyarırdı. Misafirler evi gezerken benim odamın kapısını tıklatır ve neden kilitli diye sorardı, görmek istiyorlardı tabii. Sonuçta evi geziyorlardı. Annem misafirlere "Orası böceklerle dolu, o yüzden kilitli tutuyoruz. Size göstermeyi çok isterdik" diyip gülüyordu. Böcek dediği şeyde bendim, ev kuşuydum, hiç gün yüzü görmediğim için tenim bembeyazdı. Annemle babam dışarıya çıkacakları zaman annem bir sürü iş kitlerdi bana. "Zaten bir hayrın yok şunları yapıver" diyip bir kağıt dolusu iş listesi verirdi. Hepsini harfiyen yapardım yoksa cezası büyük oluyordu. Örneğin bir kıyafeti yanlış yere koyduğunuzda bıçakla bedeninizin çeşitli yerlerine çizik atılmasına sebep olurdunuz. Bu söylediğim diğerlerinin yanında hiç birşeydi, odamdan dışarı çıkmadığım için kıyafetlerin yerini hep karıştırırdım. Bu yüzden neredeyse hiç bir yerim çiziksiz durmazdı. Eve kedi giremez yasağıysa kendime bir arkadaş edinmemem konusuydu. Beni mutlu edicek herhangi birşeye hemen yasak konulur, eğer o yasağı çiğnersem annem veya babam beni yorana kadar döverdi. Bu aralarındaki en masumuydu. Beni bir kaza sonucu hayata getirmişlerdi, üçüncü ayda fark ettikleri için maalesef artık beni aldıramazlardı. Çünkü artık bir can olarak sayılıyordum. Mecburen doğurdu annem beni, doğumda oldukça zor geçmişti. Bana hep "Senin yüzünden orda saatlerce ecel terleri döktüm, keşke seni aldırsaydık!" derdi. Evet keşke aldırsalardı, en azından bunları çekmezdim. Ne kadar zamandır dövüldüğümü bilmiyordum fakat kendimi ölü kedinin yanında, yani yerde bulunca annemin işinin bittiğini anlamıştım. Yüzüme tükürürcesine "Bir hafta yemek memek yok!" diye bağırıp son kez karnıma bir tekme attığında ağzıma kan gelmişti, olduğu gibi kanı tükürünce annemin iğrenircesine bana bakması ve kapıyı sertçe kapatıp kilitlemesine alışıktım. Bir haftalık zorlu sürecime başlamıştım. ŞİMDİKİ ZAMAN Evin kapısını tıklattığımda annem beni güler yüzle karşılamıştı ve "Hoşgeldin güzel kızım" demişti, hiç cevap verme zahmetinde bulunmadan poşetleri kapının yanına bırakmış ve kucağımdaki kediyle odama çekilmiştim. Önceden bana cehennem olan o oda şimdi benim küçük cennetimdi, içeride tam olarak üç kedi vardı ve bu elimdekiyle artık dört kedim olmuş olacaktı. Hepsi beni görünce sevinmiş ve miyavlamıştı. Kucağımdaki kediyi görünce ise başlarını yana yatırmışlardı. Bu halleri hoşuma gittiği için kahkaha attım ve kucağımdaki kediyi yatağa bıraktım. "Kedicikler, bu yeni arkadaşınız Mıncır" Kedilerin hepsi yatağa atlayıp yanıma sokulunca başlarını tek tek okşamıştım. Tarçın kucağıma geldiğinde ona sarılmıştım. Her kalbin bir geçmişi vardı, aynı şekilde Tarçın'ında geçmişi vardı ve benimle aynı kaderi paylaşıyordu. Onu bulduğumda yağmurlu bir havaydı ve bir barın önünde bir grup sarhoş tarafından dövülüyordu. O anlar aklıma geldikçe iğreniyor ve Tarçın'ı kurtarabildiğim için seviniyordum. Mıncır mışıl mışıl uyurken Tarçın'ı da yanına yatırmıştım. İkisi beraber uyurken sarılma sırası Sofia ve Işık'taydı. İsimlerini renklerine ve kişiliklerine göre veriyordum. Tarçın kahverengi ve enerjik bir kediydi. Sofia'nın ise asil bir duruşu vardı ve siyahtı. Karakterinden asla ödün vermezdi. Işık ise benim gibi bembeyaz bir kediydi ve sabitti. Mıncır'sa biraz cazgır bir kediydi. Sofia ve Işık'ı aynı anda kucakladığımda patilerini omuzlarıma yerleştirmişlerdi. Gülümseyerek diğerlerinin yanına uzandığımda kendimi dinlenmek üzere derin bir uykuya bırakmıştım.
|
0% |