
Bu bölümü ellerinizin titreyerek, mideniz bulanarak, hayattan iğrenerek okumanızı istiyorum. Burada yazacaklarımı sadece kurgu olarak düşünmeyin, emin olun kurgu değil; maalesef kurgu değil. Gerçeklerin pis yüzüyle karşılaşın isterim, hayat sadece pembeden ibaret değil.
İyi okumalar🫠
Araf Özel Bölüm
Gerçekten geçmişini silip atabilir miydi insan? Var mıydı bunu yapabilen?
Geçmişin karanlık yüzü ortaya çıkmaz mıydı bir gün, bir anda; ansızın.
İnsan beyni kurnazdır, son ana kadar bekler.
Sen tam unuttum dersin, geçti dersin; fakat birden bir şimşek çakar kafanda,
Kasırga kopar benliğinde, seni dağıtır; bir daha da toplanamaz hale getirir.
Küçük Aleda, her zaman ki gibi ona verilen odadaydı. Yuvarlak desenli, pembe renkli, hayatını bitiren o minderin üzerinde…
İki elini kulaklarına bastırarak kafasındaki sesleri susturmaya çalışıyordu; sahi, kulakları kapatarak susturabilir miydik o sesleri?
Minder de hareketlenerek kapıya doğru ilerledi, her zamanki gibi kitliydi.
Zorlasa da değişen bir şey olmayacağını bildiği için sırtını kapıya yasladı ve ellerini kulaklarından çekti. Dış kapının kilidinin açılma sesi duyulmuştu, vakit geldi. Tam karşısında duran ahşap kenarlı boy aynasına baktı Aleda, onda ne vardı?
Abisinin dikkatini çekecek kadar güzel miydi? Dağılmış saçlarına bakarak bu fikirden hemen vazgeçti. Bir insan sebepsiz yere bu kötülüğü ona neden yapardı?
Sanırım işlediği günahlar boynuna dolanmıştı.
Anahtar sesi yaklaşmaya başlamıştı, o geliyordu; Rüzgar abisi.
“Aleda, ben geldim.”
Aleda sesini duyar duymaz mindere tekrar oturup kulakların kapattı, korkunç sesini duymak istemiyordu.
Anahtar kilidi açıldı ve Rüzgar odaya girdi, kapıyı geri kapatmıştı. Hayır, Aleda kapıların kapanmasını istemiyordu.
“Neden bu kadar titriyorsun? Merak etme, bu sefer uzun sürmeyecek. İşim var çıkmam lazım.”
Uzun sürmez derken ne kadar bir süreden bahsediyordu, bir gece?
Aleda titremeye devam ediyordu, bu onun elinde olan bir şey değildi; bu tamamen Rüzgar’ın elinde bir şeydi.
“Kendinden 7 yaş küçük birinden ne istiyorsun? Benden ne istiyorsun? Ben senin kardeşin sayılırım, bana neden acımıyorsun?”
Aleda henüz 13 yaşındaydı, Rüzgar ise 21. Yaklaşık 4 yıldır burada onunla beraber kalmak zorundaydı, ailesi işi için Aleda’yla beraber kalamıyorlardı. Ve bu nedenle annesi kardeşinin oğlunda kalmasının bir sıkıntı olmayacağını düşünmüştü.
Beni bu karanlığın içine neden attın anne?
Rüzgar mindere doğru eğildi ve Aleda’nın yüzünü çenesinden tutup yukarı kaldırdı.
“Sana acımıyorum, ama aynı şekilde sen de bana acımıyorsun. Seni görmek bile bana bir cennetteymişim gibi hissettiriyor.”
‘Cennetteymişim gibi hissettiriyor’
Aşıklar birbirlerine söylemezler miydi bu sözleri? Okuduğum kitaplarda hep böyle olurdu. O bana aşık değildi, kız arkadaşlarını bana gösterir ve övünürdü. Hem akrabaydılar, böyle bir şey mümkün değildi.
“İ-istemiyorum, lütfen bana d-dokunma.” Sesimin titremesine engel olamıyordum, aynı vücudumun titremesini durduramadığım gibi.
“Lütfen artık beni bırak, gideyi-“
Cümlemi tamamlamama izin vermeden dudaklarımı öpmeye başladı. Kendimi ondan ayırmak için yüzünü tırnaklıyordum.
“İğreniyorum senden!” hayır, bu lafı söylememeliydim.
“Ne dedin sen?” cılız bedenimi mindere iterek uzanmamı sağlamıştı.
“Ne sesin seni piç!” üstümdeki tek kıyafet olan iç çamaşırımı çıkarmaya başlamıştı.
“İstemiyorum, bırak!” Gücüm ona yetmiyordu, gücüm hiçbir şeye yetmiyordu. Ben ne zamandan beri böyleydim?
“Ben şimdi gösteririm sana iğrenmeyi!” öfkeyle söylediği cümlelerden sonra olacakları biliyordum, bunu düşünürken kendimden utanıyordum. Hayır iğrenmem gereken kişi o değil, iğrenmem gereken kişi bendim.
İç çamaşırlarımı çıkardıktan sonra karşında çıplak bir şekilde uzanıyordum, tüm bedenim onun iğrenç bakışlarıyla uyuşmuştu.
Altındaki pantolonunun kemerini çözmeye başlamıştı. Karşı koy Aleda, neden yapmıyorsun? Çenemin titremesinden ağzımı açamıyordum, konuşamıyordum. Her seferinde böyle oluyordu, alışmam lazım değil miydi? Hayır, ben buna alışamazdım.
O da kıyafetlerini çıkarmış ve ağzındaki tiksindirici gülüşle bana doğru gelmeye başladı. Vücudumu geri çekmek istiyordum, bu işkenceye son vermek istiyordum, sadece normal bir kız olmak istiyordum.
Penisini tutarak üstüme doğru eğildi, saçlarımı okşamaya başladı.
“Şimdi söyle bakalım, benden iğreniyor musun?” cevap verecek gücü toplamam lazımdı, bu iğrençliğe son vermem lazımdı, bu işkenceden kurtulmam lazımdı.
Kelimeleri toplayamıyordum, algımı yitirmiştim; ben ne yapıyordum?
“Söyle! İğreniyor musun?”
Çenemin titremesinden sadece birkaç inilti çıkarabilmiştim, ondan nefret ettiğimi söylemem gerekiyordu.
“İ-iğreniyorum, senden n-nefret ediyo-“ söylediklerimle beraber cinnet getirip kendini bana yasladı, gözyaşlarım durmak bilmeden akıyordu. Korkuyordum, zangır zangır titriyordum. Ama o durmuyordu, o beni mahvetmeye devam ediyordu.
“Kendimden n-nefret ediyorum,” cümlemi yaşadığım acıyla haykırarak söylemiştim,
“Beni öldür! Beni öldür kurtulayım.” Bu acıyı bedenim daha fazla kaldıramazdı, daha fazla dayanamazdım. Yüzlerce kez intihar etmeyi denemiştim, beni hastaneye götürmeden kendisi iyileştirmişti, sanki beni hiç mahvetmemiş gibi…
“Seni öldüremem, sana kıyamam,” özel bölgemi okşayıp her zaman yaptığını yapmaya devam ediyordu.
“Sen benim için özelsin.” Tekrar dudaklarımı öpmeye başladı.
Gece boyunca devam etmişti, ben dur demeye bile vakit bulamadan aynısını yapmaya devam etmişti. ‘Seni öldüremem’ demişti ama beni diri diri toprağa gömmüştü. ‘Sana kıyamam’ demişti ama bana en büyük acıyı o yaşatmıştı, kendimden nefret etmemi sağlamıştı.
Odadan çıktıktan sonra yaşadığım bilinmezlikle baş başa kalmıştım. Her yeri kırıp dökmüştüm, her şeyi, herkesi; kendimi. Bunları yapmaya yeten gücüm az önce neredeydi? Bedenim yorgundu, bunun nedenini hatırladıkça kendimden utanıyordum.
Baban haklıydı Aleda, sen utanılması gereken birisin…
Buna son vermem gerekiyordu; bu utancıma, bu iğrençliğime, bu çaresizliğime.
Kriz geçirirken kırdığım ahşap kenarlı boy aynasının yerde parlayan parçalarına baktım, bu sefer başaracaktım.
En sivri uçlu olanı aldım ve son kez yansımama baktım, midem daha fazla kaldırmıyordu.
Annem görseydi bu halimi, ne derdi? Beni bu hale getirenlerden biri de o değil miydi?
Ya babam, o görse ne derdi? Hakettiğimi söyler ve bana hakaretlerini savururdu.
Arkada üzülecek kimse bırakmamıştım, hemde kimse. Ölürken bile başkadının acısını düşünecek kadar acizdim, zaten bu yüzden kaybetmemiş miydim hep?
Daha fazla beklemek istemiyordum, kırık parçayı bileğime dayadım ve son kez bir nefes çektim içime. Azrail varken ortama bir ağırlık çöker derlerdi, üstümdeki bu ağırlığımın sebebi bu muydu?
Kırık parçayı sol bileğime dayadım ve gözümü bile kırpmadan bileğimi kestim. Saniyeler içerisinde ortam kan gölüne dönmüştü, bedenim uyuşuyordu. Bitecek miydi tüm bunlar? Tüm işkence? Kurtuluyor muydum artık? Evet, her şeyin sonu gelmişti. Göz kapaklarım daha fazla dayanamadı ve gözlerim kapandı, o an kulaklarımda bir uğultu oldu; sanki daha bitmedi der gibiydi.
Hayır, artık bütün kötülükler bitmişti, bütün işkenceler, bütün çaresizlikler. Sanki göz kırptı bana Azrail, son kez nefes aldım. Son kez pembe mindere baktım. Son buluyordu…
…
Yazım hatası veya herhangi bir hata yaptıysam üzgünüm, görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |