@tthecherry
|
Hayatım boyunca hep eksiktim. Arkadaşım, kardeşim, annem ve ilk aşkım hiç olmamıştı. Hiç bir zaman kalabalık aile sofralarına eşlik etmemiştim. Ama babam vardı, bana hayatı sevdiren bir babam vardı. Her ne kadar büyük bir aile sofrasında yemek yemeğe özensem de babam benim için çoğu şeyi anlamlandırıyordu. Hayatı, bu dünyayı bana öğretmişti. Bu dünya da olan kötülükleri zihnime ilmek ilmek işlemiş, beni büyütmüştü. Her ne kadar soyutlamış olsa bile bunu beni korumak için yaptığını biliyordum. Çünkü ben farklıydım. Biz farklıydık.
Koza’da hep kasvetli bir hava vardı. Güneş çok nadir kendini belli ederdi. Bugün de o günlerden biriydi. Hayatımda ilk kez büyük bir aile sofrasının hazırlanışına eşlik ediyordum. Hava güneşli olduğu için bahçeye kurmuştuk masamızı. Çeşitli yemekler hazırlanmıştı. Misafirimiz yoktu ailemize katılacak yeni üyelerimiz vardı. Onlarla ilk kez bir masada yemek yiyecek olmak beni heyecanlandırmıştı.
Hep hayalini kurduğum bu yemek masasını şimdi ellerim ile hazırlıyordum. Masa da yok yoktu. Yemekler servis edildiğinde son olarak kadehleri özenle yerleştirdim. İki kişilik masamızda artık toplam yedi kişiydik. Heyecanla odama geçip üzerimi değiştirmeye başladım.
Üzerime beyaz sıfır kol üstümü giyinip altıma mini kot eteğimi giyindim. Kot eteğime kahve bir kemer takıp, karamel kahve saçlarımı omuzlarımdan aşağı saldım. Dudaklarıma hafif vişne nemlendiricimi sürüp, kirpiklerime rimel geçtim. Koyu kahve botlarımı da giyinip son olarak, portakal çiçeği ve sandal ağacı kokulu olan parfümümü boynuma sıktım. Hazırdım.
Merdivenlerden inerken bahçeye doğru bakan pencereden baktım. Hepsi yerlerine yerleşmişti. Birbirlerine bakmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Tedirginlikleri yoktu ama bu durumdan hoşnut olmadıkları bariz belliydi. Ne de olsa zorla şu an bu masada oturuyorlardı.
Evet belki zorla oturuyorlardı ama onlara asıl amacımızı anlattığımızda bizi seviceklerine ve bu masada oturmaya sıcak bakıcaklarına emindim. Çünkü başka şansları yoktu. Hepsini tek tek incelerken bir çift gözlerle buluştu gözlerim. Gözlerini öylece bana dikmişti, sert ve duygusuz bakıyordu. Birazdan aynı masada oturup yemek yiyecektik acaba o zaman da böyle bakabilecek miydi. Peki ben o zaman o gözlere bakmaktan kendimi alıkoyabilecek miydim?
Gözlerin sahibi bana baktığı için masada ki herkes de yönünü bana çevirmişti. Şu an tam beş kişi meraklı gözlerle bana bakıyordu. Kimi merakındandır kimi ise nefret. Belki onları buraya zorla getirdiğimiz için içlerinden küfürler ediyorlardır. Hah işte içimden geçen gerçek oldu. Dudaklarının anlamlı bir şekilde hareket ettirerek bana küfür ettiklerini anlamam zor değildi. Ben de olsam aynısını yapardım.
Daha fazla onları camdan izlemek istemiyordum. Merdivenlerden yavaş adımlarla aşağıya doğru indiğimde babamı da bahçenin giriş kapısından onlara baktığını gördüm. Usulca yanına yanaşıp kolumu koluna doladım.
“Onları başka türlü ikna edemezdik. Emin ol onlar da bize hak vericeklerdir.” Babam onların endişesine ses olmuştu. Çünkü bulunduğumuz durum normal edildi. Çünkü bizler normal değildik.
“Peki bizimle olmak istemezlerse, gitmek isterlerse?”
“Koza’nın son zamanlarda ki tehlikesinin farkında hepsi. Biri hariç hepsi onları buraya getirmemize ses çıkartmadı.”
Babamın kolunu bırakıp bahçeye doğru ilerlemeye başladık. Meraklı gözler üzerimizde gezinirken tedirgin olmuştum. Yerlerimize yavaşça oturup derin bir nefes aldım. Böyle bir masa hayal etmemiştim. En azından bu şehirde olan kasvetli hava bugün yoktu, ama yerini bu masa almıştı.
Yüsra abla kadehlerimize şarap doldurmaya başlamıştı. Herkes birbirine bakıyordu, ben ise babamın dudaklarımdan dökülecek sözcüklere inanmalarını umut ediyordum.
Babam kadehinden bir yudum aldıktan sonra nihayetinde konuşmaya başladı.
“Sizleri neden burada topladığımı merak ediyorsunuz. Endişeniz korkunuz var biliyorum. Ama hepsini sizlerin iyiliği için yaptığıma yemin edebilirim.”
“Yemin et o zaman!” Tam karşımda oturan Bige konuşmuştu kendinden emin bir şekilde. Sarı saçları sımsıkı toplanmış şakaklarını olduğunca germişti. Çatık kaşları yüzünü ne kadar sert gösterse de endişesi gözlerinden okunuyordu.
“Şu an bunu iki kelimeye sığdırıp seni kandırabilirim. Ya da yanımda kalıp zamanla bana kendi gözlerinle inanabilirsiniz.”
“Nereden bilicez peki kabul ettiğimiz an bizi başkasına satmayacağını? Piyangodan çıkar gibi bi an çıktın hayatımıza. Adından başka bir şey bilgimiz yok!” Bu sefer konuşan kişi hemen sağ tarafımda oturan Kutay’dı. Bir kolunu sandalyenin arkasına yaslamış oldukça kendinden emin görünüyordu. Koyu yeşil gözleri vardı, kaşının sol tarafında olan yara izi yüzüne sert bir ifade vermişti.
“Endişenizi anlıyorum..” babam cümlesini bitirmeden lafını hızla kesen kişi bu sefer Yekta olmuştu. “Endişe falan yok. Sen bizleri tanıyorsun biz seni tanımıyoruz.” Yekta ceketinin cebindeki sigara paketini çıkarttı. Bir dal alıp usulca dudaklarına yerleştirirken, gözleri gözlerimdeydi. Çakmakla sigarayı yaktıktan sonra, sigaradan derin bir nefes çekti ciğerlerine. Duman dudaklarından usulca dışarı çıkarken gözleri hala üzerindeydi.
“Kızını tanımıyoruz mesela. O da mı bizden biri yoksa?” Dedi Yekta tekrardan sigarasını dudaklarına yerleştirirken. Bu tavrını, babamdan çekinmediğini bariz belli etmek için yapmıştı. Koyu mavi gözleri esmer tenine o kadar hoş duruyordu ki. Kemerli burnu, dolgun dudakları ve gür saçları vardı. Kendine oldukça güveniyordu çünkü o cazibesiyle değil gözleriyle insanı etkisi altına alabilecek güçteydi.
Yekta’nın cümlesine babamın cevap vermesinden önce hızla araya girdim. Kollarımı masaya yaslayıp başımı Yekta’ya doğru çevirdim. Dudaklarımı aynı onun gibi alayla kıvırdım, “Evet ben de sizden biriyim. Adım Dora, şifacıyım.”
Size daha önce normal olmadığımızı söylemiş miydim? Tam olarak özel güçlere sahip olduğumuz için anormal bireylerdik. Yekta, benim kim olduğumu öğrendiğinde sigarasını söndürüp ayaklandı. Yanıma usul adımlarla gelip ellerini ellerime uzattı. Ne yaptığına anlam verememiştim, ne yapacağını seyrediyordum sadece. Elimin üstüne küçük bir öpücük kondurup şaşkınlığını gizlemeyerek yerine oturdu.
Bu da neydi şimdi?
“Ben zaten hepinizden önce biliyordum kim olduğunu.” Dedi Ayza gülümseyerek. Ayza’nın zihin okuma gücü vardı. Ve benim de zihnimi okuyarak kim olduğumu herkesten önce öğrenmişti. Bige’nin ortalığı ateşe verme gücü vardı. Hatta küçükken anne ve babasını kaybettikten sonra yetimhaneye verilmiş. Fakat orada kendini ifade edemediği için bulunduğu odayı istemsizce ateşe vermiş. Bu olaydan sonra gücünün farkında varmış.
Kutay karşısında ki insanının kılığına girebiliyordu. Biz onunla konuşmadan önce kendini Kıvanç Tatlıtuğ’a çevirip sokaklarda geziyordu. Yekta gözleri ile insanları büyüküyordu, onları emrine amade ediyordu.
Ve Araz. İnsan üstü güce ve zamanda ışınlanmanın sahibiydi. Belki de sadece onun kimseye ihtiyacı yoktu. Ama bizim ona ihtiyacımız vardı. Şu an güçlerinden sadece birini kullanabiliyordu çünkü zamanda ışınlanmayı elinden almışlardı.
Sarı saçları güneşin altında oldukça parlıyordu. Dolgun dudakları, yüzünde biçimlenmiş burnu ve sert çene çizgisiyle gözlerimi ondan alamıyordum. Gözleri gözlerime kitlendiğinde anlamlı bir ifadeyle bakıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum.
Araz, onunla konuşmaya gittiğimizde bize zorluk çıkartmıştı. Korumalar istemsizce onu yaralamıştı. Sırtında, sol omzunun altında çok derin olmayan bir kurşun yemişti. Kurşunu ben çıkartmamıştım ama hızlı bir şekilde iyileşmesine yardımcı olmuştum.
Ama o bunları bilmiyordu, çünkü vurulduktan sonra bilinci kapanmıştı ve onu buraya getirmiştik. Hepsinin hikayesi farklıydı, ama tek ortak noktaları vardı, tek bir şey için savaşıyorlardı. Belki babam olmasaydı ben de onlar gibi olurdum.
“Neden birlik olalım mesela?” Diye sordu Bige.
“Ben beni buraya getirmenize müsade ettim, izin vermeseydim asla getirmezdiniz mesela. İzin verdim çünkü, güç ve zeka birleştiği an kaos olur. Masada birbirinden güçlü ve zeki kişiler var. Ve burda olmaktan onur duyuyorum.” Dedi Kutay
“Tabii sende olmayan şeyleri başkalarında görünce bir ‘wavv’ olmuşsundur. Normal yani kendi isteğin ile gelmen.” Dedi Yekta Kutay’ı bozarak. Kutay tam ağzını açıp cevap vericek iken Bige devreye girmişti.
“Sen niye buradasın? O çok övündüğün ancak bi boka yaramayan gücünü kullanıp gelmeyebilirdin. Böylelikle biz de şu sıfatını görmek zorunda kalmazdık.” Bige oldukça sert bir şekilde Yekta’ya ağzının payını vermişti. Fakat oturduğumuz masa neşeli ve huzurlu olmak yerine iyice kasvetli ve gergin bir masaya dönüşmüştü.
Araz aralarında ki sohbete eşlik etmiyordu gülümseyip şarabını içiyordu yalnızca. Ayza’nın yüzünden endişe ve korku akıyordu fakat. Bunu oldukça net bir şekilde hissedebiliyordum.
“Sizi bilmem ama hepimizin burda olması geleceğimiz için oldukça önemli olduğunu düşünüyorum ben.” Dedi Ayza biraz olsun masayı yatıştırmaya çalışarak. Fakat Bige sert ve dominant tavrından ödün vermeyerek Ayza’ya alayla bakmaya başlamıştı. “Ne gibi bir güven tatlım anlatır mısın biraz.” Bige’nin cümlesinde ki samimiyetsizlik beni oldukça gıcık etmişti. Bu sefer ben Ayza lafa girmeden cevap vermiştim.
“Daha düne kadar yetimhane odasını ateşe verdiğin için istenmeyen bir çocuktun Bige. Senelerdir Vural’dan kaçıyorsun, ki seni çoğu kez yakalayıp yaraladı da. Tabii böyle travmaların varken insanlara güvenmemeni anlıyoruz. Fakat ön yargını kırman senin için, sizler için daha iyi olur.”
Bige böyle bir tepki beklemiyordu olsa gerek, çünkü yüz ifadesinden şu an beni öldürmek istediğini anlamam yanlış değildi.
“Herkes senin kadar şanslı değil Dora. Yanında baban var, belli ki Koza’da ki felaketlerden seni koruyup kollamış. Çünkü yıllardır aranıyorsun ve baban olmasaydı şu an ölmüştün çoktan. O yüzden kimseyi geçmişiyle, kaderiyle, travmalarıyla tehdit etmek sana düşmez. Ancak eşit şartlarda olsaydın, ama şu an üstten bakıp acılarını yüzüne vurmak haddine değil.” Dedi Araz. Söyledikleri beni oldukça bozmuştu. Ama ben nasıl Bige’ye gıcık olduğum için böyle konuştuysam onunla belli ki o da bana gıcık olduğu için bu şekilde konuşmuştu.
“Avukatçılık mı oynuyoruz?” Diye sordu Yekta.
“Gençler, aranızda saygı, sevgi ve en önemlisi güven olması gerekirken birbirinizle atışıyorsunuz. Şimdi herkes sesini kessin ve söyleyeceklerime odaklansın!” Dedi babam sert bir şekilde. Belli ki onlara şevkat ile yaklaşmayı bırakmış çünkü istediği sonuca ulaşamamıştı.
Herkes yönünü babama çevirdiğinde Araz ile göz göze gelmiştim tekrardan. İstediğim tek bir şey vardı bu masada bir aile olabilmekti, fakat bunun çok zor olucağını gözlerimle görmüştüm.
“Hepiniz tehlikedesiniz, can güvenliğiniz yok ne kadar gücünüzle kendinizi korumaya çalışırsanız çalışın bir yerde tökezliyorsunuz. Tıpkı Ayza gibi.” Babam Ayza’nın ismini verdiğinde herkes gözlerini ona çevirmişti.
“Ben iki hafta öncesine kadar Vural’ın adamları tarafından kaçırıldım. Onlara Titanyumu bulmam için bir çok tehdide maruz kaldım. İlk önce ciddiye almadım fakat ne kadar ciddi olduklarını vücudumda büyük bir iz bırakarak bana gösterdiler.” Dedi Ayza, oturduğu sandalyeden kalkıp karnındaki izi gösterdi.
Büyük bir yanık izi vardı, bunu nasıl bir zihniyetle yaptıklarını düşünmeden edemiyordum. Ama Ayza her şeye rağmen bunları gülümseyerek anlatıyordu.
“Sadece Ayza değil, Araz senin de iki gücün varken birini elinden aldırlar üstelik bunu canını acıta acıta yaptılar. Bige seni defalarca kaçırıp eziyet ettiler. Tek başınızayken kendinizi nasıl koruyorsunuz, nereye kadar koruyacaksınız. Bir gün sırf bu art niyetlerinden ötürü gücünüzü ve canınızı elinizden alncaya kadar nereye kadar mücadele vericeksiniz tek başınıza.” Babamın sözleri masada büyük bir sessizlik oluşturmuştu. Herkes düşünüyordu.
“Sizi, geçmişte kaybettiklerinizle koruyup kollayacağım. Vural’ın da diğerlerinin de amacı gibi benim de amacım Titanyumu bulmak. Fakat bunu sizi kullanarak değil sizinle beraber hareket ederek başarabilirim. Hepiniz yalnız büyüdünüz ama bu saatten sonra yalnız kalmanıza müsade edemem. Dora gibi Bige ve Ayza sizlerde benim canımdan ötesiniz. Kutay, Yekta ve Araz siz de benim hiç olmayan ama bu yaşımdan sonra yanımda olucak oğullarımsınız. Biz Dora ile bu evde iki kişilik bir aileydik. Bu günden itibaren kalabalık bir aileyiz ama. Karşı çıkmaya çalışmayın boşuna çünkü artık yalnız değilsiniz.”
Babamın konuşması içime işlemişti. O kadar güzel bir şekilde açıklama yapmıştı ki, gözlerine baktığım zaman ki kendinden emin gülümsemesi ile beni de gülümsetmişti. Masadakilerin yüzüne baktığım zaman hepsinin de ikna olduğunu düşünüyordum.
“Ben ikna olmadım.” Dedi Bige kollarını göğsünde birleştirerek. “Hayır oldun.” Diyerek onun aksini söyledi Ayza. “Hatta en çok sen ikna oldun Bige.” “Bir daha izin almadan düşüncelerimi sakın okuma!” Diye tepkisini gösterde Bige, Ayza’ya. Ayza omuz silkip yemeğini yemeğe başladı. Herkes bir şey söylemeden yemek yemeğe başlayınca anlamıştım ki hepsi kabul etmişti.
İlk aile yemeğimiz birbirimizi kabullenişimizle başlamıştı. Her kabulleniş bir savaşı başlatmaktı ama. Koza her zaman soğuk olabilirdi fakat bu masa her zaman sıcak kalıcaktı benim için.
|
0% |