@tuaekn
|
Islak saçlarımı havluyla biraz kuruladıktan sonra nemli bir şekilde bırakıp aynanın karşısına geçtim dersim geç bir saatte başlayacaktı buna rağmen sabahın ilk ışıklarında kendi kendime uyanmıştım. Güzel bir duşun ardından cilt bakımı için fazlasıyla zamanım olduğunu fark edince oyalana oyalana bakım yapıyordum. En son losyonumu koluma sürerken üstüne bir iki pıs parfümümden sıktıktan sonra hoş kokumla gülümsedim. Dün gece abimlerle oturmak yerine yatağımda uzanıp uzun uzun Gökhan ile konuşmuştum ağzı o kadar iyi laf yapıyordu ki benim gibi çekingen birisini bile ilk geceden açmayı başarmıştı. Bu ortam gevezeliği garip bir şekilde beni kendine çekiyordu. Tamamen zıt oluşumuzun yarattığı etki hoşuma gitmişti. Bugün de dersten önce bir kafede buluşalım diye sözleşmiştik. Onun için çok özenmiş gibi durmak istemiyordum. Ama özenmemiş gibi durmak da istemiyordum. Dolabımın önünde geçirdiğim minik krizden sonra kot pantolonumu bacaklarıma geçirip üzerine de bordo gömleğimi giydim. Saçlarımı da açık bırakıp çantamı ve kitaplarımı da alarak odamdan çıktım. Anneme ve Meriç abime yakalanmadan ki kahvaltı yapmadan çıkmama izin vermezlerdi parmak ucumdan çıkış kapısına varıp kendimi dışarıya attım. Kafeden içeri girerken bir yandan da gözlerimle etrafı tarıyordum ki tanıdık gözlerle karşılaştım. Hızla yanına gidip elimi uzattım. Gökhan ise elimi havada bırakıp sarılmıştı. Onu bozmak istemediğim için sarılışına karşılık verdim. O çoktan bir şeyler sipariş etmişti ben de bir kahve istemiştim. "Gözlerin lens mi ya?" bir anda sorduğu soruyla ortamın heyecanını dağıtmak istediğinin farkında olduğum için gülerek cevaplayacaktım ki sandalye çekilme sesi ile açılan ağzım kapandı. "Yok yüzde yüz orijinal" r'yi bastıra bastıra söyleyen Kağan abi yanımdaki sandalyeye kurulmuştu bile. Onu burada görmek en son beklediğim şey olduğu için şokla açıldı ağzım. Gökhan bir bana bir de omzuma kolunu atan Kağan abiye bakıyordu. "Abi senin ne işin var burada?" çok da bozmamak için hala yüzümdeki gülümseme ile konuştum. "Öyle bir şeyler içeyim diye girmiştim bi de ne göreyim sen ee sen varken başka masaya oturmak da ayıp olur dedim." Bana bakarak kurduğu cümlelerin ardından Gökhan'a döndü. "Kusura bakma kardeş seni göremedim ebattan ötürü sanırsam" Kağan abinin masanın altından bacağına vururken öksürdüm. Gökhan ona göre kısa kalıyordu evet ama bu onun fiziksel görünüşünden vuracağı anlamına gelmiyordu. Gökhan hiçbir şey demeden bana bakınca ben Kağan abiye döndüm. "Abi bi gelir misin acaba?" ayağa kalktığımda Kağan abi de suçlu bi çocuk edasıyla yürüdü arkamdan. Masadan iyice uzaklaştığımızda artık sakin tutamadığım sesimle konuştum. "Ne yapıyorsun abi ya?" dediğimde hala safa yatıyordu. "İyi istenmiyoruz belli oldu ben gidiyorum o halde" sorduğum soruya cevap vermeyip trip attınca tam ağzımı açacaktım ki ben konuşamadan arkasını döndi ve adeta koşarcasına kafeden çıktı. Derin bir nefes verip masaya döndüm. Kaç dakikadır bu sandalyede oturuyordum bilmiyorum ama tek bildiğim biraz daha oturursam çığlık ata ata kaçacağımdı. Öyle ki Kağan abinin olduğu dakikalar bile daha katlanılırdı. Gökhan çok hoş bir çocuktu. Koyu sarı dalgalı saçları, açık kahverengi ışıl ışıl bakan gözleri. İnsan ona bakınca mutlu oluyordu. Çok neşeliydi fazla konuşuyordu. Sanırım sorunumuz da tam olarak burada başlıyordu. Fazla konuşuyordu ve hemen her konuda konudan konuya atılıyordu oturduğumuzdan beri konuştuğum kelime sayısı ikiyi geçmemişti. Asla bana fırsat tanımıyordu. İyi yanından bakıyordum okuldaki tüm dedikoduları öğrenmiştim. Ezgiyle konuşacak yeni konularımız olmuştu hem. İyiydim ya çok iyiydim. Okulda hemen yan yana görünmek istemediğimden bir kaç bahane ile ondan önce kalkmıştım. Ezgi'ye hayak kırıklığı dolu günümün özetini geçmekle meşguldüm. "Bir şansı daha hak ediyor bence" Ezgi'nin yorumuna başımı salladım. "Bir de en baştaki Kağan abi rezilliğinden ötürü beni ciddiye almamış olma ihtimali de var." dediğimde Ezgi kahkaha atmıştı. "Kağan'ın adresini versene bi dayağı hak etmiş." dedi eğlenirken ben ise gözlerimi devirmekle yetinmiştim. Ders üstüne ders derken beynimin aktığını hissediyordum. Elimde karton bardak okulun çıkışında abimi beklerken gelen geçeni süzüyordum. Bu saatte beni otobüse muhtaç etmediği için keyfim yerindeydi. Arabasını görür görmez bardağı yanımdaki çöpe atıp ön koltuğa yerleştim. Kağan abiyi şikayet etmek için ağzımı açmıştım ki abimin kimmiş o çocuk sorularıyla uğraşmak istemediğimden anında geri kapattım. Ve kafamı koltuğa iyice yerleştirip biraz dinlenme umuduyla gözlerimi kapattım. Odamdan çıkıp salona geçtiğimde bizimkilerin bahçede semaver yakmakla uğraştığını gördüm. Odama geri dönüp hızlıca üstüme rahat bir şeyler geçirip mutfağa geçtim. Tabaklara çekirdek doldurup bahçeye çıktım. İlk kadrajıma giren Yusuf abiye "hoş geldin" deyip kocaman sarıldım. "Hoş buldum prenses nasılsın?" dediğinde tam cevap verecekken abimin bağırışı ağzımı açmadan kapatmamı sağladı. "Abi şuna prenses demeyin triplere giriyor geçen fincanda çay içiyordu" dediğinde sandalyenin üstüne koyduğum minderi alıp kafasına fırlattım. Yusuf abi sinirlenmiş gibi çıkardığı ses tonu ile "bulaşma isterse çayına sütte katabilir Leyla" dediğinde yüzümü buruşturup "abi o kadar da şımarmam herhalde" dediğimde gülümsedi. Oğuz'un birden "şeyi hatırlıyor musunuz" cümlesi ile hepimiz bir ağızdan "sus"diye bağırdık. Bu cümlenin sonunun nereye varacağını çocukluk arkadaşı iseniz çok iyi bilirdiniz. Çocukken yapılan utanç verici bi an anlatılır hele ki bunu Oğuz yaparsa kendi kısımlarını çıkarıp bizimkileri de abarta abarta anlatırdı. "Yusuf ile Kağan sopaları birleştirip taht yapmışlardı Leyla'ya o bizim prensesimiz diyerek" bizi asla dinlemeyip anlatmaya başladığı hikaye ile kaşlarımı çattım anımsayamadığım hikaye ile ee derken buldum kendimi. "Bi dizide mi ne görmüş bu salaklar iki üç sopayı yapraklarla bağlamışlar ortasına da doldurmuşlar kocaman yaprakları sonra da tutturdular Leyla'yı taşıyacağız diye" abim olayı hatırladığı için çıkardığı ufaktan bi haa sesi ile gülmeye başlamıştı bile. "Sonra bunlar koydular Leyla'yı yerdeyken kaldırdılar da küçüçük bir şeydi zaten ama tam kalktığında" deyip devamını getirmeden anıra anıra gülmeye başladı Oğuz. Ben merakla bakınırken abim gülerek konuştu. "en sevdiğim kısıma geldik dur ben devam edeyim" dediğinde yönümü ona cevirmiştim. "Leyla bir düştü ama nasıl cırlaya cırlaya ağlıyor Yusuf da öldü sandı korkup ağlamaya başladı biz bunların sesine geldik ilk Yusuf düştü sandık öyle ağlıyor namussuzum" dediğinde Yusuf abi iki eliyle yüzünü kapatmıştı. "Ne bilim bizim kız öyle ağlayınca öldü sanmıştım" diyerek sessizce kendini savundu. "Sorun da bu zaten ölse nasıl ağlayacak kız" diye anıran Oğuz daha da güldü. "Yani siz ben düştüm diye mi bu kadar eğlendiniz bunu anlatırken yazıklar olsun tch tch" deyip kollarımı bağlayıp arkama yaslandım. Şovu Oğuz geri devralmıştı "yok ben Pusat'ın gelip Yusuf ile Kağan'ı eşşek sudan gelene kadar dövmesine gülüyordum" dediğinde duyduğum isimle öne doğruldum. "Pusat abi mi?" diye belli belirsiz sorduğum soruyla Kağan abi kafasını salladı acı acı "he Pusat abin senin ağladığını görünce geldi ikimize birden girişmişti Pusat'tan yediğim ilk dayaktı baya temiz yemiştim tadı damağımda" diyerek sonralara doğru iştahlanmış taklidi yapan Kağan abiyle kafamı masaya çevirdim. İçimden iyi en azından yıllar önce de olsa bugünümün intikamı alınmış diye geçirdim. Yusuf abinin masadaki poşetlerden birini uzatıp "sana en sevdiğinden aldım" dediğinde heyecanla poşeti açtım. Poşetin içindeki trileçe bana göz kırparken oflayarak yerime oturdum her seferinde itinayla tiramisu ile trileçeyi nasıl karıştırıyordu artık anlatmaya çalışmaktan yorulmuştum. "lan yine mi trileçe aldın aptal salak" diyen Oğuz ile Yusuf abi şaşkın şaşkın baktı "ne alacaktım lan başka" dediğinde hala jetonunun düşmemiş olmasına gülmek istedim ama kendimi tuttum. "Olum eski nişanlını atlat artık be" diyen abimle Yusuf abi dizine vurup "yine mi karıştırdım prenses" dedi usul usul başımı salladığımda gülmeden edememiştim. Yusuf abi eski nişanlısının en sevdiği tatlı trileçe diye kafasında herkesin en sevdiği tatlı trileçe diye kodlamıştı bu haline hem gülüyor hem de üzülüyordum biraz. Masadaki sigara paketinden bi dal alıp yaktığında uzaklara bakarak konuştu "kızı sildik bıraktıklarını silemiyoruz" dediğinde Kağan abinin "sildiğine o kadar emin olamadık bi" demesiyle elini cimcikledim. "Sildi Yusuf abim o kızı sus sen git platonik aşklarınla uğraş" dediğimde Oğuz gülerek bana arka çıktı. Bu çocuğun sırf ortamdaki kaos için yaşadığına emindim. "Aldatan insan hatırlanmaz Kağan aklında bulunsun" diyerek ufak bi racon kesen Yusuf abi ile Oğuz bağıra bağıra "söyleyin o kahpeye gemileri yaktım" demesiyle birden hepsi ayaklanıp oynamaya başladı. Az önce dert masasına dönecek masa bir anda pavyon masasına dönmüştü. Onlar oynarken annemin bahçeye çıkıp "valla terliği hepiniz yersiniz yatın uyuyun yarın ev taşıyacaksınız o zamana saklayın enerjinizi almayayım ayağımın altına he" demesiyle gülerek öpücük attım anneme. "Sen de buna dahilsin Leyla" demesiyle Oğuz'un bana kapak yapması bir oldu bir yandan da o kadar laf ettiği trileceyi hunharca yiyordu dudağımdaki çekirdek çöpünü adeta pembeymiçcesine ona tükürünce "iğrenç küçük bulanık" diyerek uzaklaştı benden. Muhabbet daha da koyulaşmışken yavaştan yatağıma yol aldım fazlasıyla yorulmuştum odamın balkonuna çıkıp kenara koyduğum küçük koltuğa oturdum. Karşı evin boş pencerelerine bakarken esen rüzgarla tüylerim ürperdi hala ışığımın açık olduğunu gören annem içeri girip "uyu çabucak yarın Sinem teyzene yardım edicez" dediğinde kafamla onu onayladım. Pusat abinin annesi Sinem teyze kendimi bildim bileli karşı evde otururdu. Eşi biz çok küçük yaştayken vefat etmişti. Pusat abi küçük yaşta büyük sorumluluklar almıştı. Üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbulda iş ayarlamış Sinem teyzeyi de kendiyle birlikte götürmüş bu evi de kiraya vermişlerdi. Sinem teyze günde üç defa annemi arar Bursa'dan sonra İstanbul'da yaşanmayacağı hakkında dert yanardı. Bir kaç kez gelmişti Bursa'ya ama Pusat abiyi gittiğinden beri hiç görmemiştim. Oldum olası ondan diğerlerine göre daha çok çekindiğim için açıkcası yokluğundan mutluluk duyuyordum. Ama ne olduysa sonunda Bursa'ya geri dönmeye ikna etmişti Sinem teyze. Balkon kapısını kapatıp perdeyi çektikten sonra uyku için hazırlanıp yatağıma girdim.
|
0% |