@tuaekn
|
Masmavi boncuk gözlerini kamaştıran güneşten dolayı kaşlarını çattı Leyla. Bunun bu kadar parlaması ve yakması şart mıydı ki? Hem zaten dondurması da abisinin söylediğine göre onun yüzünden eriyordu. Havaya doğru dilini çıkarıp "mamyak güneş" diye bağırdı. İçeriden kızının sesini duyan Tülay hızla kapıya çıkmış söylediği sözün şaşkınlığını yaşıyordu. "Kimden öğrendin bu lafı kızım sakın bir daha duymayayım hoş bir kelime değil tamam mı?" Tülay sabırla cümlesini bitirmişti ki Oğuz ayağının ucundaki topa hızla vurup "mamyak değil manyak o Leylük" diye düzeltti bilmiş bir edayla. Tülay teyzesine suç üstü yakalandığını geç fark eden Oğuz alt dudağını dişlemeye başlamıştı. "Ben kelimeleri doğru öğrensin diye sırf Tülay teyze" diye kendini savunmaya geçmişti ki Leyla bu sefer de yönünü Oğuz'a çevirdi. "Benim adım Leylük değil Leyla mamyak." söylediği söze annesinin tekrar kızacağını bildiği için koşmaya başlamıştı. Minik adımlarıyla ne kadar hızlı olunabilirse. Tülay gideceği yeri bildiği için işinin başına dönmüş Oğuz da duvarda sektirdiği topla Meriç'i beklemeye devam etmişti. Ne zaman ki herkesin kızacağı bir yaramazlık yaptığını anlasa soluğu onu savunan kişinin yanında alırdı. Minicik aklına bile yer etmişti bazı şeyler. Kendi evlerinin bahçesinden çıkıp karşı evin açık bahçe kapısından koşarak içeri girdi. O sırada bahçedeki bir taşa takılıp yere düştü. Şok ve acı içinde açılmış mavi gözleri ağlamak için etrafında birisini arıyordu. Yalnızken ağlamazdı. Anca bir tanıdık görürse koyardı çığlığı. Doğduğundan beri böyleydi bu. O tam düşerken evden çıkan Pusat'ı henüz fark edememişti. Pusat'ta Leyla'nın huyunu bilse de kendine engel olamamış koşarak yanına gitmişti. Ve Pusat'ı görür görmez ağlamak için ilk çığlığını atmıştı bile minik Leyla. ***
"Leyla, uyan kızım haydi." Annemin bilmem kaçıncı kez odada yankılanan sesi ile kafamı yastıktan zorla çıkardım. Okulum olmadığı günler huzurla uyuyabilmeliydim diye düşünüyordum. Tabii annemin bu düşünceyi şiddetle kınadığı her halinden belliyken kapım tekrar açıldı. "Hadi Sinem teyzenler İstanbuldan gelecekler yarım saatte sen daha salona gelemedin." Duyduğum isimle algılarım yavaş yavaş açılırken yataktan adeta fırlamıştım. "Bize mi geliyorlar?" bir gözümü ovuştururken bacağıma dolanmış nevresimden de kurtulmaya çalışıyordum telaşla. Aynayla gözgöze gelirsem ağzımdan minik bir çığlık kaçardı bu yüzden hiç o tarafa dönmedim. "Boş eve gidemeyeceklerine göre hadi ben kahvaltının çoğunu hazırladım masayı kurmaya yardım et bari." Annemi kafamla belli belirsiz onaylayıp banyoya koştum. Çok kısa bi süre içinde bu tipi düzeltmeliydim. Akşamdan duş alıp ıslak saçlarla yattığım için kabaran saçlarıma umutsuz bir bakış attım. Bir maskara biraz allık biraz ruj derken bu benim ev halim hep böyle güzelim imajini vermiştim diye düşünüyordum. Salona geçtiğimde çalan kapıyla son kez nefes alıp "ben bakarım" diye seslendim. Zaten benden de başka bakacak kimse de yoktu ya neyse. Kapıyı yüzümde bir gülümseme ile sonuna kadar açarken beklediğim insanlardan sadece birini görünce hafiften düşen yüzümü hızla toparladım. Sinem teyze direkt kollarıma atmıştı kendini. İçten sarılışına karşılık verdiğimde bir yandan da kapıyı başka gelen var mı diye yokluyordum. Sormak istediğim soru dilimin ucunda dolanıp dururken yutkunup Sinem teyzeyi zaten ezbere bildiği eve buyur ettim. Annemin sevinç dolu sesi ile birbirlerine sarılıp ufak tefek ağlaşmalarını izlerken gülmeden edemedim. "Aaa ne dram kastınız yahu gören de ömürlük ayrıldınız sanır altı üstü iki yıl." Altı üstü iki yıl... Söylediğim cümle kendi içimde minik bir sorgu köşesi hazırlarken kafamı iki yana sallayıp onlar masaya geçerken ben de eksik kalmış şeyleri almak için mutfağa yöneldim derken annemin sorusu ile adımlarımı yavaşlattım. "Pusat nerede?" "Meriç sokağın başında yakaladı onu direkt aldı götürdü valla ben de bilemedim" diyen Sinem teyzeyle ben de masaya kurulmuştum. Abimler de görüşmüşlerdi diye biliyordum bu iki yıllık süreçte sonuçta yakın şehirlerdi Pusat abi hiç gelmemiş olsa da abimler gitmişlerdi. Ben kendi sessizliğim içinde canım çekmeye çekmeye kahvaltımı yapmaya çalışırken biten çayları tazelemek için çaydanlığı elime aldım. O sırada annemlerin sohbetleri daha yeni ilgimi çekmişti. Annem "Pusat da aldı mesleğini eline düzeni de oturtur oturtmaz birini bulursun artık ona hem benim bi arkadaşın kızı var Yaren bir görsen Sinem su gibi maşallah" diye girmişti söze. Sinem teyze de onun peşinden maşallah deyip dertli dertli konuştu. "Öyle diyorsun da ben bu konuyu Pusat'a açamıyorum bile hiç yanaşmıyor." Derin bir nefes verdim. Bir de kim şimdi düğün telaşına girip elbise falan seçecekti ki yani değil mi? Şahsen ben hiç uğraşamazdım. İçten içe kendimi onaylayıp oturdum yerime. Konu Pusat abiden Yusuf abinin evlenmesine oradan Kağan abiye, Meriç abime hatta bir ara Oğuz'a bile gelmişti ki bu kısım benim en eğlendiğim kısıma tekabül ediyordu. Kahvaltıdan sonra bir de kahve içelim demişlerdi. Masayı toplarken bıkkın bıkkın mutfak tezgahı ile bakışıyordum. Aklıma Gökhan ve sabahtan beri dönmediğim mesajları gelmişti. Annemlere o kadar dalmıştım ki sessizdeki telefonuma bakmak aklımın ucundan dahi geçmemişti. Tam ekranı açtığımda içeriden seslenen Sinem teyzenin sesini duydum. "Leyla kızım ben size kapalı çarşıdan taze çekilmiş kahve getirmiştim eşyalarla birlikte bizim eve gitti galiba bir gidip getirir misin sana zahmet." Anahtarlığı alıp hızla bizim evden çıktım. Koşarak karşı evin bahçesine girdiğimde ayağım bahçedeki bir taşa takıldı. Yere kapaklandığımda koştuğum için içten içe kendime sövmekle meşguldüm. Çünkü bacağımda hissettim sızı hiç iyiye işaret değildi. Yavaşça kafamı kaldırıp önüme düşen saçları toprak olmuş elimle ittim. Annemin neden sürekli koşmama bu kadar kızdığını çok iyi anlıyordum. Saçımı çektiğimde gördüğüm bir çift kahverengi gözle gözlerim şok içinde büyüdü. Abimlerle olduğunu sandığım Pusat abi evin açık kapısının önünde durmuş yerde yatan bana bakıyordu. Olduğum konumu umursamadan baştan aşağıya onu süzmüştüm. İki yılın ardından ilk defa karşılaşmamızı hiç böyle hayal etmemiştim. Sahi hayal de çok etmiş sayılmazdım. Onu unutmuştum. Varlığına bir silgi çekmiştim. Benim için sadece Sinem teyzenin oğlu, abimin en yakın arkadaşı, arkadaş grubumuzun en uzak olduğum kişisiydi. Onunla tekrar karşılaşmamızın herhangi bir özel yanı yoktu. İçime dolan ağlama hissini göz ardı etmeye çalıştım çünkü şu an yanımda ağlayabileceğim bir yakınım yoktu. Titrek mavi gözlerim onun net bakan kahverengileri altında ezilmişken kafamı çevirip hızla olduğum yerden doğrulmaya çalıştım. Tabii kırmızıya bulanmış dizim buna çok yardımcı olmuyordu. Saniyeler içinde beynimden binbir tane düşünce geçmiş ama o kıpırdamamıştı bile. Tekrar kendimde o gücü bulup kalkmaya çalıştım. Niye bilmiyorum ama sanki üzerimden bir tır geçmiş gibi yere çakılmış kalmıştım. Damarlarımdaki kan boşalıp gitmiş de bomboş kalmışım gibi hissediyordum. Sadece dizin kanadı diye yeniledim içten içe. Sadece dizin kanadı. Sonunda ayağa kalkıp o saçma sapan saniyeleri geride bırakıp hızla üzerimi sirkeledim. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum anahtarlık avucumun içini acıtmıştı. Bunu da umursamadım. Gözlerimi hızla etrafta oyalarken bir şeyler anımsamıştım. Hayata dair hatırladığım ilk andaydım. Yine aynı evin bahçesinde eli yüzü toprak içinde kalmış ben ve karşımda onun ne kadar zaman geçerse geçsin çözemeyeceğim bakışları. "Dönmüşsün." Bu garip sessizliği aklıma gelen ilk kelime ile bozmuştum. Gözlerim onun gözlerinde hala burada olduğunu kabullenememiş bir şekilde çıktı dudaklarımdan söylemek istediğim. İki yıl sonra karşımda onu böyle görmek her şey tamamlandı hissi vermişti. Ya da her şey asıl şimdi yarımdı ve yeni başlıyordu. Gözlerini onaylarcasına kırptı ve kendinden emin ses tonuyla konuştu. "Döndüm." Verecek bir cevabım yoktu. Bu kadardı konuşma çabam kafamı eğip eve girmek için adım atarken susmak istemedim. Konuşmak istiyordum. Soracak çok fazla sorum vardı. Hepsini yuttum. Hala beni izleyen gözlerine ters ters baktım. "Filmi çok beğendin herhalde gözlerini bile kırpmıyorsun" sinirle konuştum. O ise başını iki yana sallayıp keyifle "çok" demişti. Sesindeki mutluluk sinirimi bozmuştu. Benim burda canım yanıyordu. Basit de olsa acımıştı işte. İnsan olan gelip bir yardım eder iyi misin diye sorardı. Kapıya hızla yürüyüp dibine girdim. "Çekilsene." Hiçbir şey demeden ellerini suçlu gibi iki yana açıp çekildi. Yakınında olmak da sinirimi bozmuştu. Halbuki ben bu kadar dibine girmiştim. O bir köşede dursa bile sinirlenebilirdim zaten. Hızla içeri girip ne için geldiğimi unuttuğumu fark ettim. Bunun için de içten içe onu sorumlu tutup sövüyordum. Başlı başına sorundu benim için. Omzumun üstünden parmağına poşet takılı bir el uzandı. Ufak bir hıh çıkmıştı ağzımdan. Sessiz sessiz dibime girmişti. "Bunu arıyorsun sanırım." Poşeti hızla elinden çekip arkamı döndüm. Cidden poşette kahve vardı. Bir poşete bir ona bakıp hiçbir şey demeden evden hızla çıktım. Hala kanayan dizime de bir şey yapmamıştım. Bacağımda uzun uzun yollar oluşturuyordu. Kapıya abandığımda annem söylene söylene geliyordu. "Fizandan getiriyorsun sanki kahveyi iki saattir" kapıyı açan annemin son sözleri de bu olmuştu. Ardından evden çıkmış gibi gelmeyen beni görünce direkt kalite kontrol amaçlı baştan aşağıya süzmüş bacağımdaki kanda durmuştu gözleri. "Kız bu ne hal" diye içeri çekiştirdi sağ olsun canım annem. "Fizandan gelirken eşkiyaların saldırısına uğradım" gülerek konuşup banyoya doğru yürürken annem de peşimden geliyordu. "Düştün değil mi yine kaç defa diyorum koşma sanki arkandan atlı kovalıyor" poşeti masanın üstüne uzaktan atıp banyoya girdim. Kapıyı da annemin sözlerine kapatmıştım. Üstümdekilerden kurtulup dizimi iyice temizledim. Ardından bulduğum bi beyaz bezle sarıp odama geçtim. İçimde bulunduğum durum o kadar canımı sıkmıştı ki gelir gelmez tüm huzurumu bozmuştu yine. Odama girince onların evine bakan penceremin perdesini hızla çektim. Görmek dahi istemiyordum. Nolurdu sanki yardım etseydi. Eline mi yapışırdım sanki ameliyat edecekti en fazla bi yerden kaldıracaktı. İçimde dinmeyen öfkeyle kafamı yastığın altına koydum. Gözlerimi zor bela araladığımda etrafa bakındım. Kafamı yastığa koyar koymaz uyuyabilen tek insan olabilirdim herhalde. Yatağın içindeki telefonu bulduğumda ekrana baktım. Akşam olmuştu bile içten içe kendime şaşırıp yataktan kalktım. Nasıl bu kadar uyumuştum hiç anlamamıştım bile. Susuzluktan dilim damağım kurumuştu. Yataktan kalktığımda beyaz bezin kanlandığını gördüm. O kadar umursamamıştım ama kesik derin gözüküyordu odamda sargı için bulabileceğim en makul malzemelerle sardım yarayı. İki güne iyileşirdi zaten. Paytak paytak adımlarla odamdan çıktım. Her taraf zifiri karanlıktı. Salonun ışığını yaktığımda etrafa bakındım. Kimsecikler yoktu. Ardından bahçeden gelen seslerle hızla yolumu cama çevirdim. Meriç abim Yusuf abi, Kağan abi ve Oğuz yine masayı kurmuş oturuyorlardı. Mutfağa gidip suyumu içtikten sonra onlara katılabilirdim. "Oo uyuyan güzel uyanabilmiş bakıyorum" Kağan abiye gülümseyip sandalye çektim o kafe olayından sonra bana karşı ufak bi yalakalık seziyordum kendisinde. Masadaki hala açılmamış yiyecek poşetlerini görünce yeni toplandıklarını anlamıştım. Hemen bir tanesine uzandım ve poşetten çıkan trileçe ile uzun uzun bakıştık. Elimdekini gören Oğuz kahkahalar içinde konuştu. "Yemin ederim kuş kadar beynin yok ya yine karıştırmış tiramisu ile trileçeyi." "Düzgün konuş lan ben senin abinim" diye yükseldi Yusuf abi. Oğuz Yusuf abinin ondan iki yaş küçük kardeşiydi ama asla lügatina abi kelimesini ekleyememiştik. Oğuz trileçeye konup keyifle yerken sandalyeme geri oturdum. Yusuf abi de bana dönüp "sen de kusura bakma be Leyla alışana kadar artık" belli belirsiz gülümseyip "önemli değil abi" demiştim. Poşetlerden yemek çıkardıklarında ne kadar aç olduğumu daha yeni fark etmiştim. İçecekler için bir koşu mutfağa bardak getirmeye gittim. Ben mutfaktayken gelen hoş geldin sesleriyle ekibin eksik üyesinin de tamamlandığını anlamıştım. Derin bir nefes alıp tepsiyi alıp bahçeye çıktım. Ağzımdan belli belirsiz bi "hoş geldin" çıkınca o da kafasını sallamakla yetinip benim kalktığım sandalyeye oturdu. Tam ağzımı açmıştım ki bu öküzle hiç uğraşılmaz diyerek Kağan abinin yanındaki boş sandalyeye geçtim. Tepsiyi masaya bırakırken çıkan sesle kafasını kaldırıp bana bakma zahmetine girmişti. Homurdanarak oturduğumda Pusat abi dışında her yere bakıyordum. Gerçekten de kibarlıktan zerre nasibini almamış biriydi. Aslında küçüklük anılarımda hep beni en çok seven kollayan oydu diye hatırlıyordum ne olmuştu da biz büyüyünce bu kadar değişmişti anlamıyordum. Ve elimden en sevdiğim halini bu kadar acımasız bir şekilde çekip alması ona baktıkça öfkemi daha da artırıyordu. Önümdeki kağıda sarılmış dürüme bakıp sakinleştim. Onların konuşmalarından tamamen kendimi soyutlamıştım sadece yemeğimle meşgul olmak istiyordum derken telefonumun zil sesi doldurdu kulaklarımı. Harıl harıl konuşan abimler de susmuştu. Hepsi az önce oturduğum ve şimdi Pusat abinin oturduğu sandalyenin önündeki telefonuma bakıyordu. Üzerinde yazan "Gökhan" yazısı ile telefonum sanki daha da dikkatleri üzerine çekmek için çabalıyordu. Sabahtan beri yazmadığım için merak etmiş olmalıydı. Tamamen aklımdan çıkmıştı. Isırdığım dürüm boğazımda kalmış gibi öksürerek uzandım telefonuma. "Kim o Gökhan?" ilk soru abimden gelmişti. Normalde tüm arkadaşlarımı tanıdıkları için bilinmeyen bi isim şaşırtmıştı onları. Ben de hiç bahsetmemiştim. "Bir arkadaş" diye cevaplayıp masadan kalktım. "Biz biliriz o arkadaşları kesin sevgilisi hangi arkadaş arar bu saatte" ortalığı karıştırmak için hevesle konuşan Oğuz'a görmese de göz devirip mutfağa girerken telefonu açtım. "Alo, efendim" dedim arkamdaki gürültüyü göz ardı ederek. Mutfak tezgahın önünde durup derin bir nefes verdim. "Leyla naber nasılsın?" dedi heyecanlı sesi anında gülümsetmişti beni. "İyiyim, sen?" dedim gülerek. "Ben de iyiyim öyle bir sesini duymak için aramıştım rahatsız etmedim umarım" duyduğum cümle ile ne diyeceğimi bilemedim tezgahın üstündeki su damlalarına parmak ucumla dokunup dağıtmakla meşguldüm. "Yok yok etmedin iyi yapmışsın" diyebildim az önceki kaos hiç yaşanmamış gibi. "Bir de cumartesi gününe iki kişilik konser biletim de var acaba bana eşlik etmek ister misin?" aldığım soruyu asla beklemiyordum hızlıca cumartesini düşündüm yapacağım bir şey yoktu. Konserleri de fazlasıyla özlemiştim hem kahveden sonra da doğru düzgün zaman geçirememiştik iyi olurdu. "Olur" dedim hızla. "Haberleşiriz o zaman tekrardan iyi geceler öptüm" dediğinde ağzımdan bi kıkırtı kaçmıştı "iyi geceler" deyip gülerek kapattım. Kendi kendime "öptüm" diye tekrarladım söylediğini ve tekrardan güldüm. Ardından arkamı dönmemle ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı. Bu hep böyle sessiz sessiz mi yaklaşacaktı? "Bana bardak getirmemişsin de bardak almaya gelmiştim" deyip tezgaha yaklaştı. Az önceki telefon konuşmamın hepsini duymuş olma ihtimali yanaklarımı utançtan kızartırken "aklıma gelmemişsindir Pusat abi" deyip geçtim yanından. Geri dürümüme kavuşmuşken Pusat abi de peşimden gelmiş masaya kurulur kurulmaz da abimin önündeki sigara paketini kendi önüne çekmişti. Bana doğru duman gelmesin diye sandalyemi biraz daha yana çektim. Ne kadar işe yarardı bilmiyorum ama. Bir tanesi sönmeden diğerini yakmasını izlerken onun getirdiği tamamen unuttuğumuz poşeti Oğuz meraklısı açtı. "Aaa tiramisu almış." "Aranızdan biri seviyordu diye hatırlıyorum" dedi Pusat abi bir tiramisuya bir ona baktım. O ise hiç bakmıyordu yüzüme parmaklarının arasındaki sigara daha fazla ilgi çekici geliyordu herhalde ki bakışlarını ondan alamıyordu. "Bendim" dedim fısıltıyı andıran bir sesle. Ardından Oğuz'un uzattığı tatlıyı aldım. Bakışlarını üzerime kısacık bir an değdirip "birimizin aklına geliyor demek ki bir şeyler" dedi.
*** Ay sonunda Pusat da geldi.💃🏻 İleriki bölümlerde kim kimin nesi daha net anlaşılacak ama şöyle ufak bir özet geçelim. Pusat Arga, Meriç Yaman, Kağan Gençer ve Yusuf Uluöz dörtlu grup çocukluktan beri en yakın arkadaşlar. Oğuz Uluöz Yusuf'un kardeşi, Leyla Yaman da Meriç'in kardeşi. Gruba kardeş kontenjanından giriyorlar.
İlerleyen bölümlerde göreceğiz zaten. Şimdiden favori karakteriniz var mı varsa kim? Keyifli okumalar, yorumlarınızı bekliyorum.💖
|
0% |